-
Zaman buldukça uğra
Tek neşem bu benim
Beklemek ve bulmakla yaşadığım
Dili tutulmuş bu şaşkın sevinç.
Eşyalar geri çekiliyor sen gelince
Bir ayrıntı gibi içinde kaybolduğum
Sığ ilişkileri günlerin
Geri çekiliyor, dudaklarıma kadar
Yükselen sıkıntı suları
Tutunup kirpiklerinin ışığına
Mavi bir kıyıya çıkıyorum
Kurtuluyorum boğulmaktan.
Aldığım soluğu duyuyorum, varlığımı
Dünyanın benim için de var olduğunu.
Gülümseyen ve bağışlayan
Bir genişliğe dönüyor içimdeki keder
Dumanı kalkmış karlı bir dağ gibi
Açılıp aydınlanıyorum güneşinle
İnanıyorum yeniden sevgiye ve güzelliğe.
Aralarından ilgisiz geçtiğim insanlar
-Telaşlı, dalgın, uzak-
Daha bir dost görünüyor, daha bir sıcak
İçlerinden biri olduğumu duyuyorum
İyi gözle bakabiliyorum herşeye
Gelişin hayata bağlıyor beni
Anlıyor musun
Zaman yarat ve uğra..
Şükrü Erbaş
-
EŞİK
Bu yekpâre akış, durgun, derinden...
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!...
Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.
Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...
Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.
Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...
Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...
Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda...ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında...
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir...
Boş... Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini...
Bırak bu tesadüf bahçelerini...
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye...
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.
Ahmet Hamdi TANPINAR
-
İşte ben hep böyle garip mahzun,
Bir şey beklermişcesine yaşıyorum.
Bazan öyle günlerim oluyor ki, Elâgözlüm,
Ne oldu, nasıl bitti şaşıyorum..
Bazı bilmem, gün nasıl başladığında,
Kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan.
Yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor,
Bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman..
Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de arasıra,
Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende.
Bu bir nimet, bu bir nimet, Elâgözlüm,
Bu yaşamak bir şiir, harikulâde.
Sen ki, saçından tırnağına kadar
Bir hürriyete bedelsin,
Bu ılık saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce
Yaşadığın için güzelsin..
İşte böyle yeşil bulutlar misali senelerce,
Oradan oraya elinde kaderin.
Kimbilir kaç kere üstünden geçtim,
Şarkılar söyledim karşısında
Bir gün bana mezar olacak yerin..
Gerçi şimdi çağımız değilse de Elâgözlüm,
Bu bir kötü tecelli ki, nasıl diyeyim.
Bir gün bir kara gölge görürsen gözlerimde
Akşamsa beni uyut..
Bir nefis sabahsa eğer, ölümü
Ellerin ellerimde bekliyeyim.
Turgut Uyar
-
-
Gözlerinle dilin arasına gerili uçurumu seviyorum.
Kekeme özgürlüğünü seviyorum.
Susuşundaki hıncı seviyorum.
Kalbinde ürperen kışı seviyorum.
Ellerindeki bilge zamanı
denizi yağmurdan korumaya çalışan
çocukluğunu seviyorum.
Alnın masamızda dört mevsime ufuk
dudaklarında titreyen zamanı seviyorum.
Yürüyorsun ya kalabalık
dönüp bir daha bakıyor kendine
boyunda çiçeklenen yedi rengi seviyorum.
Her damlası ayrı bir hayat, ne bilsin yüzüne düşmeyen
gözlerindeki yaşı seviyorum.
Beni uzaklaştırmaya çalışırken aklından geçenleri seviyorum.
Kalbinden gövdene yürüyen utangaç karıncayı seviyorum.
Ses nasıl menevişleniyor susunca ağzında
ağzından gelecek her sevinci, her azabı seviyorum.
Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum.
Susmanında bir dili var elbet
teri yastığına sızan rüyanı seviyorum.
Uyandığın sabahlardan başka bağım yok dünyayla
odalara ömür veren gövdeni seviyorum.
Yürümediğin sokaklar nasıl da göz göz
bekleyişteki o mucizeyi seviyorum.
Serçe parmağındaki lekedir yerim,kalabalığın uyumuna inat
hayalin gerçeğe değdiği yeri seviyorum.
Ölümdür en büyük zaman, bilmez takvim gezenler
bir iç çekişte yanan hayatı seviyorum.
Bizden büyük tanrısı yok yalnızlığın
Getirdiğin hevesi götürdüğün inkârı seviyorum.
Evlerdesin, dışarılar hüzün, eşyalar ayakta
senden ayrılanı seviyorum, sana kavuşanı seviyorum.
Uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık
Bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum.
O gölgeyim taş dibinde, bir çürüme bilinci
hükmüm yok bahçende diyorum
üstüme elediğin şefkati seviyorum.
Dişlerimin arasında bir ishak kuşu
eğiyorum ya başımı
çaresizliğime tuttuğun aynayı seviyorum.
Bir gün bir kötü haber birimizden
kalanın diline gelecek ilk sözü, arayacağı ilk insanı
ilk gece yapacağı her şeyi seviyorum.
Şükrü Erbaş
-
Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,
Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,
Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,
Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,
Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
Durup dururken kafamda bir güneşli duman,
Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...
-
-
-
-