Zamanında II. Abdülhamit de güçlü Batılı devletlerin baskısıyla kararlar almak zorunda kalmıştı. Öyle ki kendisine suikast düzenleyen bir yabancıyı; Belçikalı Charles Edward Joris'i, Brüksel'in baskısıyla serbest bırakmıştı…
Abdülhamit saltanat arabasında.

Casuslukla yargılanan Amerikalı Rahip Brunson, geçtiğimiz hafta serbest bırakıldı. Rahip, kendisini bekleyen bir özel uçağa binerek soluğu Beyaz Saray'da aldı. Brunson'ı kabul eden ABD Başkanı Trump, “Yardımı için Başkan Erdoğan'a teşekkür ederim” dedi.
Bu tek örnek değil… Daha önce de tutuklu bir Fransız gazeteci, Macron'un ricasıyla, tutuklu bir Alman gazeteci de Merkel'in isteğiyle serbest bırakılmıştı.
Yabancıların baskısıyla tutukluları salıverme tarihimiz eskilere dayanıyor.
Mesela II. Abdülhamit, kendisine suikast düzenleyip idama mahkûm olan suikastçısını serbest bırakmak zorunda kalmıştı.
ABDÜLHAMİT'E BOMBALI SUİKAST
Tarih: 21 Temmuz 1905, günlerden cuma,
Yer: Hamidiye Camii…
İstanbul halkı, o gün güneşli, güzel bir yaz gününe uyanmıştı.
II. Abdülhamit, cuma namazını kılmak için Hamidiye Camii'ne gitmişti.
Cami bahçesindeki yabancı misafirlerin arabaları arasına bırakılmış bir arabaya, tahrip gücü yüksek bir bomba yerleştirilmişti. Bombanın patlamasına tamı tamına 1 dakika 42 saniye vardı.
Cuma namazı bitmiş, II. Abdülhamit camiden çıkmış, binek taşı önünde kendisini bekleyen arabasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Padişah, merdivenlerde kısa bir süre Şeyhülislam Cemalettin Efendi'yle konuştu. Padişahla birlikte cemaat de camiden boşalıyordu. İşte tam o sırada arabadaki bomba, büyük bir gürültüyle patladı. Bir anlık gecikmeyle II. Abdülhamit ölümden döndü.
Fatih'ten Boğaziçi'ne tüm İstanbul'u sarsan patlama sonunda 70 cm'lik bir çukur açılmış, caminin üst bölümünde büyük delikler oluşmuş, yakınlardaki camlar kırılmış, insanlar korku ve dehşet içinde sokaklara dökülmüştü. Patlamada 58 kişi yaralanmış, 3'ü asker, 4'ü gazeteci 26 kişi ölmüş, 17 araba parçalanmış ve 20 at ölmüştü.
II. Abdülhamit bu menfur olayı soğukkanlılıkla karşılamıştı. Olay hakkında ilk bilgileri aldıktan sonra saltanat arabasına binip saraya gitmişti.
SUİKAST SORUŞTURMASI
Bombalı suikastı düzenleyen Ermeni komitacıların bir kısmı olaydan sonra yurtdışına kaçmıştı. 15 kişi ise tutuklanmıştı. Suikastın elebaşı Belçikalı Edward Joris bir Amerikalı suikastçı ile birlikte yakalanmıştı.
II. Abdülhamit'in Mebeyn Başkâtibi Tahsin Paşa, suikastın elebaşı Edward Joris'i şöyle tasvir ediyor: “Belçikalı anarşistlerden Singer fabrikası memurlarından Joris, bu bomba olayının ruhu ve en başlıca faili idi…” (Tahsin Paşa, Abdülhamit'in Yıldız Hatıraları, s. 113).
Osmanlı Hükümeti, olayı aydınlatmak için Ticaret ve Nafia Nezareti Müsteşarı Necip Melhame Paşa ve İstinaf Cinayet Mahkemesi Başkanı Hilmi Efendi başkanlığında bir soruşturma komisyonu kurdu. Soruşturmanın savcılığına Necmettin Molla getirildi. Sorgu yargıçlığına ise Rum, Ermeni ve Musevi hâkimler tayin edildi.
Soruşturma komisyonunun hazırladığı ve Abdülhamit'e sunulan fezlekede II. Abdülhamit'e bombalı suikast girişiminin, içeride ve dışarıda uzun bir hazırlık sonucunda planlandığı ortaya çıkarıldı.
Suikastın elebaşı Edward Joris, her şeyi itiraf etti. Tahsin Paşa'nın yazdığına göre, “Joris, fıtraten anarşist yaratılmış bir adam olduğundan komisyon huzurunda hiçbir hakikati saklamamış, her şeyi apaçık itiraf etmişti. Joris, baskıcı hükümetlere ve hükümdarlara isyan ettiğinden II. Abdülhamit'i öldürmek isteyenlere bilerek yardım ettiğini” söylemişti. (Tahsin Paşa, s. 114).
Edward Joris

ABDÜLHAMİT SUİKASTÇİSİNİ AFFETMİŞTİ
Osmanlı'da o dönemde “kapitülasyon hukuku” vardı. Bu nedenle yabancıları yargılamak çok zor, hatta imkânsızdı. Ancak bu olayda padişahın canına kast edilmişti. Buna rağmen Amerika ve Belçika büyükelçileri, kapitülasyon haklarına dayanarak tutuklanan iki kişinin Osmanlı mahkemelerinde değil, kendi mahkemelerinde yargılanabileceğini bildirdiler. Özellikle Belçika Büyükelçisi, Edward Joris'in kendilerine teslim edilmesini istedi.
Fakat Osmanlı, suikasta karışan diğer sanıklarla birlikte elebaşı Edward Joris'i de yargılayıp idama mahkûm etti. Bunun üzerine Belçika, bu sefer de Edward Joris'in idam edilmeyip serbest bırakılması için II. Abdülhamit'e baskı yapmaya başladı.
Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa'nın anlattığına göre, “Bir gün Brüksel'den Yıldız'a bir telgraf geldi. Bu telgrafta Joris'in affedilmesi isteniyordu. Telgraf, rica ve tehdit ile karışık bir ifade ile yazılmıştı.” (Tahsin Paşa, s. 116)
Peki, Brüksel'in bu baskı karşısında II. Abdülhamit'in tavrı ne oldu dersiniz?
Yine Tahsin Paşa'ya kulak verelim: “Bu telgraftan sonra, Sultan Hamid'in oynadığı rol hayrete şayandır: Hayatına suikast etmiş, bomba getirip fitili ateşlemiş ve nihayet her şeyi itiraf ederek idama mahkûm olan bu Joris, idam edilmedi, hapsedilmedi, tam tersine affedildi, hatta sınır dışına da sürülmedi. Hapisane hücresinden saraya getirildi.” (Tahsin Paşa, s. 116)
Kısacası, II. Abdülhamit, Belçika'nın baskısına boyun eğerek idam mahkûmu Edward Joris'i affetti.
II. Abdülhamit, Edward Joris'i sadece affetmekle kalmadı, suikastçısına 500 altın harcırah vererek Sirkeci'den bir trene bindirip Avrupa'ya gönderdi.
Güya, II. Abdülhamit, daha dün hayatına kast eden Edward Joris'e maaşlı bir iş vermiş; onu Ermeni komiteleri hakkında bilgi toplayıp kendisine ulaştırmakla görevlendirmişti! Tahsin Paşa, Edward Joris'in, “Sultan Hamid'in hafiyeliğini kabul edip” Avrupa'dan Abdülhamit'e “hizmet ettiğini” yazıyor! (Tahsin Paşa, s. 116).
Aslında bu “padişah ajanlığı” hikâyesi, II. Abdülhamit'in yabancı baskısına boyun eğerek suikastçısını serbest bıraktığı gerçeğini gizlemek için uydurulmuştu.
Gerçek şu ki Belçika'nın baskısıyla idam mahkûmu Edward Joris'i affeden II. Abdülhamit, düzmece bir mahkemeyle (Yıldız Mahkemesi) idama mahkûm edilen Mithat Paşa'yı affetmemiş –yabancı elçilerin de baskısıyla- idam kararını müebbet hapse çevirmiş, sonra da Mithat Paşa'yı Taif'te boğdurmuştu. (Yıldız Mahkemesi hakkında bilgi için bakınız: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mithat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, s. 161, 329, 330)
Demem o ki, dün Abdülhamit, Belçika'nın baskısıyla “idam mahkûmu” Belçikalı suikastçısını affetmişti. Bugün de Abdülhamitçi siyaset, Amerika'nın baskısıyla, “casuslukla yargılanan” Amerikalı Rahip Brunson'ı affettiler.
Eski Midilli'den bir görünüm.

Abdülhamit döneminde onur kırıcı bir olay:
Midilli Gümrüğü'nün Fransızlarca işgali


Osmanlı, 1875'te Lorando ve Tubini adlı iki Fransız'dan borç para almıştı. 25 yıl boyunca bu borcu geri ödememiş, bu nedenle faizlerle birlikte borç olabildiğince kabarmıştı. İşin ilginç yanı, bu borç para, Abdülaziz'in tahttan indirilmesi işinde kullanılmıştı.
1901'e gelindiğinde Osmanlı'nın Lorando ve Tubini'ye toplam borcu 750000 altın lirayı bulmuştu.
Bu borç meselesi, 1901'de Osmanlı ile Fransa arasına bir diplomatik krize yol açtı.
22 Ağustos 1901'de Fransız Büyükelçisi, bu borç ödenmezse dört gün içinde İstanbul'dan gideceğini Osmanlı'ya bildirdi.
26 Ağustos 1901'de Fransız Büyükelçisi, gerçekten de bir trene binip İstanbul'u terk etti. Böylece Osmanlı- Fransa arasındaki siyasi ilişkiler kesildi.
26 Ekim 1901'de Fransa Dışişleri Bakanı, Fransız donanmasının Midilli'ye gidip Midilli Gümrüğü'nü işgal ederek iki Fransız vatandaşının alacaklarını tahsil edeceğini Osmanlı'ya bildirdi.
Fransa, sadece Midilli Gümrüğü'nün işgaliyle yetinmiyor, Osmanlı'dan ayrıca şu isteklerde bulunuyordu:
1- Osmanlı, Fransız kültür, din ve tıp kurumlarını derhal tanıyacak,
2- Osmanlı'da zarar görmüş durumdaki Fransız kurumları derhal tamir edilecek,
3- Osmanlı, Papa'nın kabul edeceği biçimde Keldani Patrikhanesi'ne berat verecek.
Fransız Dışişleri Bakanı bu isteklerin altına ayrıca şu notu düşmüştü: “Osmanlı işi uzatırsa Midilli'den belki bir daha çıkmayız!”
1 Kasım 1901'de Osmanlı, Lorando ve Tubini'nin borcunu ödeyeceğini, buna karşın Fransa'nın diğer isteklerinden vaz geçmesini istedi.
2 Kasım 1901'de Fransa bu teklifi reddetti.
5 Kasım 1901'de Fransız donanması Midilli Gümrüğü'nü işgal etti.
II. Abdülhamit, Midilli'nin işgaline seyirci kalmak dışında hiçbir şey yapamadı.
6 Kasım 1901'de Osmanlı, tüm Fransız isteklerini kabul ettiğini bildirdi.
II. Abdülhamit, Fransa'ya karşı Almanya'dan ve Rusya'dan yardım beklemiş ancak yardım alamayınca Fransa'ya boyun eğmek zorunda kalmıştı. (Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1,Kısım 1, s. 155,156)
Abdülhamit'in Batı'ya teslim olma örneklerinden biri:
Mali İşleri Denetleme Komisyonu


Batılı devletler, II. Abdülhamit dönemi sonlarında Osmanlı'nın, Makedonya'da ıslahat yapmasını istiyorlardı. Bu konuda Osmanlı'ya en çok baskı yapan ülkeler İngiltere, Avusturya ve Rusya'ydı.
8 Mayıs 1905'te 6 büyük devlet, Osmanlı'ya bir nota vererek Makedonya'nın ekonomik işlerini yönetmek için birer “mali murahhas” tayin edeceklerini belirttiler.
26/27 Ağustos 1905'te büyük devletler, 4 mali murahhasın tayin edildiğini Osmanlı'ya bildirdiler.
29 Ağustos 1905'te Osmanlı, bu tayinleri kabul etmediğini açıkladı.
Ancak Batılı devletler vazgeçmiyordu.
6 Ekim 1905'te 6 Batılı devlet, tayin ettikleri mali murahhasları Üsküp'e göndermeye karar verdiler.
Osmanlı, 6 Batılı devletin – bir oldubittiyle– kendi iç işlerine karışmalarını reddetti.
Bunun üzerine olanlar oldu:
26 Kasım 1905'te Almanya hariç, 5 büyük Avrupa devletinin savaş gemileri Midilli Adası'na gidip Midilli gümrüklerini, posta ve telgraf dairlerini işgal ettiler.
5 Aralık 1905'te bu 5 büyük Avrupa donanması, Limni Adası'nı da işgal etti.
Osmanlı toprağı durumundaki Midilli ve Limni adalarının işgaline karşı II. Abdülhamit'in tepkisi ne mi oldu?
Bu sorunun cevabını Yusuf Hikmet Bayur'dan alalım:
Bir gün önce Abdülhamit gevşemiş bulunuyordu… Üyelere mali müşavir adı verilmek suretiyle, büyük devletlerin maliye denetleme komisyonunu kabul etti.” (Bayur, s. 197,198)
Batılı ülkeler, II. Abdülhamit'in “yumuşak karnınıbulmuşlardı. İstediklerini alabilmek için adaları işgal ediyorlardı. Ne de olsa donanmayı Haliç'te çürüten Abdülhamit'in adalara yapılan saldırıları engellemesi olanaksızdı.
Abdülhamit'in dış politikası

II. Abdülhamit'in Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa anılarında aynen şöyle diyor:
Sultan Hamid'in dış politikadaki ilkesi şu idi: Rusya'yı idare etmek, İngiltere ile asla mesele çıkarmamak, Almanya'ya dayanmak, Avusturya'nın gözünün Makedonya'da olduğunu unutmamak, diğer devletlerle mümkün mertebe hoş geçinmek… Balkanları karıştırıp Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlar arasında nifak ve anlaşmazlık yaratmak. (…) Sultan Hamid'in en çok çekindiği devlet İngiltere idi…” (Tahsin Paşa, s. 62)
Uzatmayalım! II. Abdülhamit döneminde Avrupa ülkeleri, Osmanlı'dan her istediklerini aldılar:
1- İngiltere, Fransa, Rusya, Yunanistan; bu dönemde Osmanlı'dan istedikleri toprakları kopardılar.
2- 1881'de Düyun-u Umumiye'yi kurup Osmanlı'nın tüm önemli gelirlerine el koyup Osmanlı ekonomisini yönettiler.
3- Kapitülasyon haklarından sonuna kadar yararlandılar.
Daha önce olduğu gibi Abdülhamit döneminde de yabancılar ne vergiye, ne polise, ne adliyeye, ne de genel hukuka tabiydiler.
Yabancı büyükelçilerin şımarıklıkları herkesi canından bezdirmişti. Yabancı büyükelçiler Osmanlı'ya sürekli akıl verirlerdi. Avrupa ülkeleri, büyükelçileri aracılığıyla Osmanlı'nın iç işlerine sıkça müdahale ederlerdi.
Osmanlı, bu dönemde demiryolu, liman, fabrika, banka her şeyi yabancıların kontrolüne bırakmıştı. İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve Almanya, Osmanlı'dan yağlı bir imtiyaz koparmak için birbiriyle yarışırdı. Bu konuda en şanslı ülke Almanya'ydı. II. Abdülhamit, diğer ülkelere karşı sırtını Almanya'ya dayamak istediği için Almanya'ya çok geniş imtiyazlar vermişti. Örneğin, Almanlara verilen 99 yıllık Bağdat demiryolu imtiyazına göre, demiryolunun geçeceği yerlerdeki madenler, ormanlar da demiryolu yapacak Alman şirketine bırakılmıştı.
Demem o ki, Batı, Abdülhamit'ten her istediğini aldı. Abdülhamit siyasetiyle vatan kurtarmak mümkün değildir kardeşim. Hayali Abdülhamit masallarıyla çocuklarımızı kandırmaktan vazgeçin artık.