“Bir İsmet Paşa ölür, yerine başka biri gelir, göreve devam eder ve bu bayrak hiç inmez.”
AKP'li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı bir konuşmada İsmet İnönü'nün bir fotoğrafını göstererek şöyle dedi: “İşte görüyorsunuz, elindeki bayrak, dikkat edin Türk Bayrağı değil. Elindeki bayrak Amerikan (bayrağı), bu da İnönü…” Ancak 1962'de ABD Başkan Yardımcısı Johnson'un Türkiye ziyareti sırasında çekilen o fotoğrafta İsmet İnönü'nün elinde –protokol kuralları gereği– hem Türk hem Amerikan bayrağı vardı: Fakat AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle Amerikan bayrağının görüldüğü fotoğraf karesini göstererek İsmet İnönü'yü “Türk Bayrağı değil Amerikan bayrağı sallamakla” suçladı.
Oysaki o İsmet İnönü, tüm ömrünü, “ay yıldızlı Türk Bayrağı yere düşmesin” diye harcamıştı.
TÜRK BAYRAĞI DÜŞMESİN DİYE
İsmet İnönü, Yemen çöllerinden Suriye-Filistin dağlarına, Sakarya boylarından Afyon ovalarına uzanan uzun askerlik hayatı boyunca Türk Ordusu'nu komuta etti, zaferler kazandı; rütbelerle, nişanlarla, madalyalarla ödüllendirildi. Milli Mücadele'de Yunan'a ilk darbeyi İnönü savaşlarında o vurdu. Bu toprakları yeniden vatan yapan Sakarya Savaşı'nın ve Büyük Taarruz'un Batı Cephesi Komutanı oydu. Milli Mücadele'den sonraki siyasi zaferlerin altında da onun imzası vardı: Önce Mudanya Mütarekesi'ni, sonra Lozan Antlaşması'nı o imzaladı. Atatürk Cumhuriyeti'nin 15 yıla yakın başbakanlığını o yaptı. Atatürk'ün tüm devrimleri, onun başbakanlığı döneminde hayata geçirildi. Türkiye Cumhuriyeti'ni tek partiden çok partili demokrasiye taşıyan oydu. Türkiye Cumhuriyeti'ni II. Dünya Savaşı felaketinden koruyan, “çocukları babasız bırakmayan” da oydu.
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaş ortamında Amerika'ya yaklaşmak zorunda kaldı.
Evet! Türkiye Cumhuriyeti, 1947'de Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile onun döneminde ABD etkisine girmeye başladı. Hiç kuşkusuz! II. Dünya Savaşı sonrasındaki, o zor günlerde “dizginleri ABD'ye kaptırmak” yerine Atatürk'ün “tam bağımsızlık” ilkesine sıkı sıkıya sarılsa çok daha iyi olurdu? Ama olmadı. Niye olmadığını, bir keresinde tüm açık yürekliliği ile şöyle ifade etmişti: “Ben Atatürk değilim, Atatürk'ten beklediklerinizi benden beklemeyiniz.” (Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.1, s. 10)
Demem o ki, Atatürk sonrasındaki bazı politikaları nedeniyle İnönü'yü eleştirmek mümkündür, ancak bu eleştirileri “İnönü'ye düşmanlık” düzeyine vardırmak tarihin vicdanını kanatır.
Hele hele Türk Bayrağı üzerinden İnönü'ye saldırmak… Tek kelimeyle, ayıptır!
SUİKAST GİRİŞİMİ
Tarih: 21 Şubat 1964
Yer: Ankara
Başbakan İsmet İnönü, çok yoğun geçen bir günün ardından başbakanlık binasından ayrılırken Mesut Suna adlı bir elektrik işçisinin silahlı saldırısına uğramıştı. Suikast girişiminden yara almadan kurtulan İnönü, olayı çok soğukkanlılıkla karşılamıştı. Olayın ardından hiçbir şey olmamış gibi TBMM'ye gitmişti. Yakalanan Mesut Suna ise ifadesinde, “27 Mayıs'a sebebiyet verdiğine inandığı İnönü'yü öldürmek amacıyla ateş ettiğini'' açıklamıştı.
İsmet İnönü, daha önce de suikast teşebbüsleriyle karşılaşmıştı. 23 Şubat 1964 tarihinde Hürriyet Gazetesi'ne verdiği bir demeçte bu konuda şunları söylemişti: “Bir defa İzmir'e gidiyordum. İstiklal Harbi sırasında idi. Birisinin kadın kılığına girerek beni öldüreceği ihbar edildi, arandı ve bulunamadı. Bir diğer hatıram ise Çerkez Ethem'in Eskişehir'de olduğu sıraya aittir. Beni karargâhına çağırıyordu, gidecektim, adam beni yakalayacak, tevkif edecekmiş. Atatürk'ten bir telgraf aldım. Benim adımı da kullansalar, ısrar etseler, Çerkez Ethem'in yanına gitmeyeceksin diyordu. Gitmedim.”
Fakat Çerkez Ethem, İsmet İnönü'nün peşini bırakmadı. İsmet İnönü, Lozan görüşmeleri için İsviçre'de bulunduğu sırada Çerkez Ethem de Avrupa'daydı. İsmet İnönü'ye suikast planladığına ilişkin ciddi duyumlar vardı.
Lozan'da ismet Paşa'ya suikast hazırlıkları

İsmet Paşa askeri zaferin ardından diplomatik zafer için Lozan'a gönderildi. Bu sefer masa başında, emperyalist ülkelere karşı tam 8 ay savaştı. Öyle ki bir ara görüşmeler tıkandı, diplomatik savaşın askeri savaşa dönmesi an meselesiydi.
İsmet Paşa'nın Lozan'da çok bunaldığı, çok yalnız kaldığı zamanlar oldu. “O dakikalarda bir defa arkadaşları, Lozan'daki otelin terasına yürüyüp aşağıdaki uçuruma kendisini atacağını bile sanarak irkilirler.”(Aydemir, İkinci Adam, C.1, s. 7) İsmet Paşa, Lozan'daki diplomasi savaşı sırasında adeta yaşlandı. 23 Aralık 1922'de Atatürk'e gönderdiği telgrafta aynen şöyle diyordu: “Görüştüğümüz zaman saçlarımı bembeyaz, yaşımı on sene ileri bulacaksın.” (Bilal Şimşir, Lozan Günlüğü, s. 301)
İsmet Paşa Lozan'da “kelle koltukta” görev yaptı.
Öyle ki Lozan'a geldikten bir gün sonra, 14 Kasım 1922'de not defterine şu notu düşmüştü: “Roma'dan Paris'e telefon… Ermeniler suikast için hazırlanmışlar…” (Şimşir, s. 20)
Kısa bir süre önce Ermeni teröristler, üç eski devlet adamını katletmişti:
15 Mart 1921'de eski sadrazamlardan Talat Paşa Berlin'de evinin yakınında bir Ermeni terörist tarafından öldürülmüştü.
6 Aralık 1921'de eski sadrazamlardan Sait Halim Paşa Roma'da kaldığı otelin önünde bir Ermeni terörist tarafından öldürülmüştü.
21 Temmuz 1922'de İttihatçıların önde gelen isimlerinden Cemal Paşa, Tiflis'te iki yaveriyle birlikte öldürülmüştü.
Ermeni teröristlerin, Cemal Paşa'nın katledilmesinden sadece dört ay sonra, şimdi de İsmet Paşa'ya suikast hazırlığında oldukları belirtiliyordu. İşin hafife alınır yanı yoktu!
Lozan'da İsmet Paşa'yı öldürmek isteyen sadece Ermeni teröristler değildi. Çerkez Ethem de İsmet Paşa'yı öldürmek için fırsat kolluyordu.
22 Kasım 1922'de İsmet Paşa, Başbakan H. Rauf Bey'den -Başkomutan ve TBMM Başkanı Atatürk'ün kapalı imzasını taşıyan- şöyle bir telgraf aldı: “Ethem ve Eşref'le arkadaşlarının ve muhtemelen Reşit ve Tevfik'in İsviçre'ye gittikleri öğrenilmiştir. Zatı devletlerine suikastta bulunmaları ihtimali olduğundan İsviçre hükümetine müracaatla tutuklanıp sınır dışı ettirilmelerinin sağlanmasını talep ederim.” (Bilal Şimşir, Lozan Telgrafları, s. 110.Şimşir, Lozan Günlüğü, s. 20, 21,162).
Milli Mücadele'de 28 Ocak 1921'de Yunan tarafına geçen Çerkez Ethem, daha sonra Yunanistan'a kaçmıştı. Çerkez Ethem, Kuşçubaşı Eşref'le birlikte Yunanistan'dan Almanya'ya ve İsviçre'ye geçmişti. Güya orada “kür tedavisi” görecekti. Çerkez Ethem -ne tesadüftür ki- tam da Lozan Konferansı'nın başlayacağı, 20 Kasım 1922 günü Königştayn'da bir sanatoryuma kayıt yaptırmıştı. Ancak kayıt yaptırdığı sanatoryuma bir daha uğramamıştı.
Çerkez Ethem ve Kuşçubaşı Eşref'in Avrupa'daki faaliyetleri Türk istihbaratı tarafından adım adım izleniyordu.
Atatürk, 13 Ocak 1923'te İsmet Paşa'ya gönderdiği telgrafta Çerkez Ethem ve Kuşçubaşı Eşref “tehlikesinden” şöyle söz ediyordu: “Refakatinde Eşref olduğu halde tedavi için İsviçre'ye giden Çerkez Ethem'in Lozan'a giderek delege heyetimize suikast tertibiyle alakadar olması, bazı araştırmalara göre, Genelkurmayca muhtemel görünmektedir.” (Lozan Telgrafları, s. 378. Lozan Günlüğü, s.342)
Lozan Konferansı'nın özellikle ikinci döneminde İsmet Paşa'ya suikast yapılacağı konusunda ciddi istihbarat raporları hazırlanmıştı.
İsmet Paşa, Atatürk ile Ankara'da. (1921)

22 Nisan 1923'te Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa “Olağanüstü önemli ve aceledir” kaydıyla Atatürk'e gönderdiği bir telgrafta, İngiliz pasaportlu bir Ermeni'nin, İsmet Paşa ve Refet Paşa'ya suikast yapmak için hareket edeceğini bildiriyordu.
22 Nisan 1923'te Başbakan Rauf Bey, Lozan'daki İsmet Paşa'ya şu telgrafı göndermişti: “Zatı alinize suikast hazırlandığı duyulmuştur. Tedbirleri artırmanızı ve İsviçre hükümetine duyurmanızı rica ederim.” Aynı gün Dışişleri Bakanlığı da Paris Elçiliği'ne bir telgraf çekerek İsmet Paşa'ya suikast hazırlandığı, bu nedenle İsviçre hükümetinin “daha uyanık olmasının sağlanmasını” istemişti. (Lozan Telgrafları, II, s. 202,203. Lozan Günlüğü, s. 469)
23 Nisan 1923'te Paris Elçiliği'nden Fransa Dışişleri'ne gönderilen bir notada, İsmet Paşa'ya suikast hazırlandığı, bu iş için Kıbrıslı Mamapoli takma adlı İngiliz pasaportu taşıyan bir kişinin Yunanistan'dan ayrıldığı, bu kişinin ve diğerlerinin Fransa'dan geçmelerinin engellenmesi istenmişti. Lozan'da İsmet Paşa'ya suikast hazırlandığı yönündeki istihbarat bilgisi, Paris Elçiliği tarafından İsviçre ve Fransa hükümetlerine duyurulmuştu. (Lozan Telgrafları, II, s. 203, 208. Lozan Günlüğü, s. 471,472)
İsmet Paşa'ya Lozan'da suikast yapılacağı yolunda raporların havada uçuştuğu o günlerde, Sovyet Rusya Delegesi Vorosvki öldürüldü. Vorovski, 10 Mayıs 1923'te Lozan'daki Otel Cecil'in yemek salonunda İsviçre vatandaşı Maurice Alexandre Conradi tarafından alnından vurulmuştu. (Suikastın ayrıntıları için bkz. Ali Naci Karacan, Lozan, s. 363-372)
Vorovski suikastı, Lozan'da İsmet Paşa'ya suikast şüphelerini iyice artırdı.
Bu olaydan iki gün sonra, 12 Mayıs 1923'te, Başbakan Rauf Bey, İsmet Paşa'ya şu telgrafı gönderdi: “Vorovski'nin katli üzerine Vakit Gazetesi'ne demeç veren General Pelle, Türk heyetine karşı da suikast hazırlandığını söylemiş. Bu konuda kendisinden ek bilgi alınarak tez elden bildirilmesi… Zatı alinizin ve heyetinizin son derece iyi korunmanıza dikkat buyurmanızı… Bu konuda yüksek komiserler aracılığıyla girişimde bulunduk.” (Lozan Telgrafları, II, s. 299. Lozan Günlüğü, s. 492)
General Pelle, Ermeni teröristlerin Lozan'da İsmet Paşa'yı öldürmek için komplo kurdukları konusunda Türk heyetini de uyardı. 13 Mayıs 1923'te İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Nevile Henderson, Dışişleri Bakanlığı'na bu konuda bilgi verdi. (Salahi R. Sonyel, Gizli Belgelerle Lozan Konferansı'nın Perde Arkası, s. 182).
14 Mayıs 1923'te Başbakan Rauf Bey, İsmet Paşa'ya gönderdiği bir telgrafta “İki Ermeni çetesinin ve Çerkez Ethem'in Almanya'dan İsviçre'ye geçtiklerini” bildirerek “İstanbul, Paris ve Roma'da gerekli girişimlerde bulunulmasını için talimat verdiklerini” belirtti. (Lozan Telgrafları, II, s.307, 309, Lozan Günlüğü, s. 494)
Vorovski suikastından hemen sonra İsviçre hükümeti de, Bern'den Lozan emniyetine gönderdiği bir raporda, bazı şüpheli kişilerin sınırı geçerek İsviçre'ye girdiklerini ve Lozan'a gittiklerini haber verdi. Haberi alan Lozan Emniyet Müdürü, Lozan Palas Oteli'nde, özellikle de İsmet Paşa'nın dairesi etrafında çok ciddi güvenlik tedbirleri aldı. İsmet Paşa'yı korumakla görevli polislerin sayısı artırıldı. (Karacan, s. 374)
Lozan dönüşü çiçeklerle karşılanan İsmet İnönü, ‘sulh' yazılı vagonda ‘barış perisi' kılığında Uzma adlı kız çocuğuyla (1923).

İSMET PAŞA’NIN CEVABI:
BU BAYRAK HİÇ İNMEZ


Lozan Konferansı sırasında İsmet Paşa, bir taraftan Ermeni teröristler, diğer taraftan Çerkez Ethem vb. kişilerce öldürülmek isteniyordu. Ama o, kendi hayatını değil, milletin hayatını düşünüyordu. O, Lozan'da asıl büyük suikastın Türk Milleti'ne hazırlandığını görüyordu. Kendisine yönelik suikast iddialarını pek ciddiye almayan İsmet Paşa, önünde küçük Türk Bayrağı takılı otomobiliyle Lozan caddelerinde dolaşıyordu. Lozan Polis Müdürü bir tedbir olarak İsmet Paşa'nın, otomobilindeki o bayrağı kaldırmasını istemişti. İsmet Paşa bu teklifi şiddetle reddederek “Bir İsmet Paşa ölür, yerine başka biri gelir, göreve devam eder ve bu bayrak hiç inmez” demişti. (Şimşir, Lozan Günlüğü, s. 21)
Lozan Konferansı'nı yakından takip eden gazetecilerden Ali Naci Karacan,Lozan” kitabında, aynen şöyle yazıyor: “İşte bu sırada idi ki Lozan polisi, Türk başdelegesine, bir güvenlik tedbiri olarak otomobilinin önünde asılmakta olan küçük Türk Bayrağı'nın kaldırılması ricasında bulundu. İsmet Paşa, Lozan polisinin bu teklifine hemen Türk Bayrağı'nı taşıyan otomobiline binerek bir hastaneyi ziyaret etmek suretiyle cevap verdi.” (Karacan, s. 374)
Sözün özü şu: İsmet İnönü, canı pahasına Türk Bayrağı'nı dalgalandırdı. O sadece Türk Bayrağı'nı dalgalandırmakla kalmadı, aynı zamanda yapıp ettikleriyle kendisi de bayraklaştı.
Gelelim bugüne: Ben bu yazıyı yazarken Papaz Brunson serbest bırakıldı. ABD aylardır, Papaz Brunson'un serbest bırakılmasını istiyordu.
Bu durumda Amerikan bayrağını sallayan kim? 1923'te Lozan'da canı pahasına arabasındaki Türk Bayrağı'nı dalgalandıran İsmet İnönü mü, yoksa 2018'de, Türkiye'de “casuslukla” suçlanan ABD'li Papaz Brunson'u serbest bırakanlar mı?
Nedendir bilmem, ama bu yazıyı, İsmet İnönü'nün şu sözüyle bitirmek istiyorum: “Yalana dayanarak devlet yönetilmez.” (Mustafa Bilgehan, Tanıkların Anılarıyla İsmet İnönü, Sözler ve Dersler, s. 207)