15 Temmuz günü TSK’nın kritik makamlarının çoğunu ele geçirmiş artık herkesin malumu bir örgüt, devletin tamamını ele geçirmek için kanlı bir kalkışma başlattı. Şimdi kısaca FETÖ’cü denilen bir zamanın “alnı secdeye değen parlak çocukları”, Fetullah Gülen Örgütünün militanları, o gün emir aldıklarında nasıl zombiye dönüşebileceklerini ortaya koydular.
O gece kaybettiklerimiz herkesin ezberinde. Tekrar etmeyeyim. O gecenin zombileri, kameraların önünde, pek çok görüntünün yanı sıra ses kaydına, ifadeye ve başka tartışılmaz verilere rağmen mahkemelerde inkâra, ötesi kendileriyle kim mücadele ediyorsa onlara iftiraya devam ettiler/ediyorlar. Bu, onların genlerine işlemiş bir durum. Özellikle yurtdışındaki elemanlarıyla o gecenin gri alanlarından da faydalanarak sosyal medya üzerinden algıya devam ettiler/ediyorlar. Utanmadan kumpasa uğradıklarını söyleyecek kadar ileri gittiler/gidiyorlar. Büyük bir rahatlıkla, olağandışı pişkinlikle…
Bu pişkinliğin en büyük sebebi, elbette hükümetin mevcut mücadeleyi eline yüzüne ve de gözüne bulaştırması, bir kısım yargı mensubunun sapla samanı birbirine karıştırmasıdır. Hükümet, belki de iktidara geldiğinden beri ilk defa toplumsal mutabakat sağladığı bu mücadeleyi öylesine kötü yönetti ki. Örnek mi? Binlerce verilebilir. Ama birkaç çok bilinen örneği belirtmeden geçmeyeyim.
BUNU DİLE GETİRENLER SON SEÇİMDE ADAY DAHİ YAPILMADI
Örneğin Bank Asya’nın kurucularından biri olan ve bir süper marketler zincirinin sahibi, bırakın işlem görmeyi, 15 Temmuz sonrası market zincirini 3-4 katına çıkardı. Ama Bank Asya’ya bir şekilde para yatırmış olanlara işlem yapıldı. Adaletin kantarıyla bu kadar oynanır mı? FETÖ Borsası artık iktidar partisinin samimi milletvekillerini bile rahatsız ediyor. Ancak bunu dile getiren milletvekilleri son seçimde aday dahi yapılmadı.
Amcasının çocuğu 15 Temmuz’da kalkışmaya karıştı diye, hâkimlik sınavını kazanan benim de yakından tanıdığım ve her şeyine kefil olduğum genç bir hukukçu mülakat komisyonuna takıldı (somut olaydır). Amca çocuğu da gerçekte darbeye karışmamıştır, ama yine sap saman olayını karıştıran yargılama merciince suçlu bulunmuştur. Hem de Fetullah Gülen örgütünün elemanı olduğunu herkesin bildiği, bundan dolayı tutuklu bulunan eski bir rektörün kardeşi bakan yapılırken; darbenin en önemli adamlarından olan bir generalin abisi Lahey’e büyükelçi atanırken; İstanbul’da düğün salonunu basarak Hava Kuvvetleri Komutanı ve yanındaki komutanları derdest eden MAK timindeki bir kalkışmacının abisi çok etkili bir makamı işgal etmekte iken…
Yok onun ıdısı, yok bunun bıdısı deyip kertenkeleden çok kuyruğuna yönelik operasyonlarla, aslında örgütün yeniden toparlanması sağlanmıştır. Evet, örgüt yeniden toparlandı. Bu görülüyor. Hayırlı olsun! Belki de çoğu kazanılabilecek, işin sadece ibadet boyutundaki adamlara alabildiğine yüklenilerek, onların örgütün daha da kucağına itilmelerine sebep olundu. Ve maalesef Fetullah Gülen Terör Örgütüyle mücadeledeki toplumsal mutabakat, hükümetin kabul edilmez tutumuyla paramparça edildi.
Ha, şunu da ifade edeyim; herkesin sözünü ettiğim konuda dikkatini çekeyim! Bu saatten sonra, söz konusu örgütle birlikte hareket edenler bilsinler ki; bundan sonra hiçbir hükümet ve Türk halkının bütün katmanları, onlara asla müsamaha gösteremez/göstermeyecektir. Çünkü 15 Temmuz, bilmeyenlere dahi bu melanet örgütün gerçek yüzünü en yalın haliyle göstermiştir. Bu örgütle yürümekte ısrar edenler, bu topraklarda çok daha sert karşılık bulacaklarının, bugünleri de arayacaklarının hesabını yapsınlar. Düşmanın askeri olmuşlarla yürünemeyeceği, bu toprakların böylesi bir ihaneti artık asla taşıyamayacağı bilinmelidir… Yol yakınken, onlarla birlikte hareket edenler bu kirli yoldan bir an önce ayrılmalıdırlar…
Bunu da hatırlatarak asıl konumuza dönelim…
***
ZATEN HAYATLARI YALAN ÜZERİNE KURULUYDU
15 Temmuz Fetullah Gülen Terör Örgütünün son kumpasıdır. Peki, kumpas kime yapılmıştır? İfade edeyim…
Örgüt, kalkışmanın açığa çıktığını anlayınca, planlamada saat 03.00 olan kalkışma saatini öne çekti. Komuta kademesinde bulunan üst rütbedekiler (General ve üst subaylar) bizzat işin içinde olmak durumundaydılar. Ancak kullanacakları ast rütbedekileri daha çok kendilerinden olmayanlardan seçtiler (Özel operasyonlarda kullanacakları hariç).
Bu genç çocukları, “kalkışma yapıyoruz” diye görevlendiremezlerdi. Büyük bir yalan bulmalıydılar. Yalan onların işiydi. En kolay yaptıklarıydı. Zaten hayatları yalan üzerine kuruluydu. Kısa sürede buldular. Büyük yalan, hep beklenilen, ülkemizde pek çok kez olagelen “terör saldırısı” idi.
Komuta kademesinde bulunan ve söz konusu örgütün elemanı olan “omzu kalabalık” adamlar, çoğu kendilerinden olmayan genç üsteğmenleri, astsubayları, uzman çavuşları sahaya sürdüler.
Örnek, “Terör saldırısı var gidin şu bölgeyi emniyete alın” dendi. Bu tür görevlendirmelerle her şeyden habersiz bir yerlere giden askerlerin büyük çoğunluğu ilerleyen saatlerde olayın terör saldırısıyla ilgili olmadığını anladılar, ya birliklerine geri döndüler, ya da en yakın polis karakoluna teslim oldular (halka ateş eden, iş belli olduktan sonra bile eyleme devam edenleri elbette kapsam dışında tutuyorum).
Şehirlerde pek çok kritik olduğu, kontrol edilmesi gerektiği düşünülen noktaya bu şekilde personel sevk edildi. Özellikle Ankara’da, İstanbul’da, Polatlı’da böyle oldu. İşte bu personelin büyük bir kısmına, süren davalar sonucu ağır cezalar verildi.
Bazı yerlerde ise dışarı çıkan bile olmadı. Ama “Terör saldırısı olacak” diyerek kışlaya çağrılan birçok personel sırf kışlaya geldiler diye müebbet hatta ağırlaştırılmış müebbet gibi ağır cezalar aldılar. Erzincan’da, Sakarya’da, İslahiye’de tek suçu komutanı tarafından terör saldırısı bahanesiyle kışlaya çağrılmak olan rütbeli personel bu ağır cezalardan nasibini aldı.
Toplantı, hazırlık vs. hiçbir faaliyetin olmadığı Manisa’daki eğitim tugayında ise büyük bir garabetin devam etmekte olduğunu, buradaki personelin hala tutuklu yargılandığını da belirtmeden geçmeyelim.
Devam edelim.
ESKİ BİR ASKER OLARAK İFADE EDEYİM Kİ...
Bazı mahkemelerin verdiği ağır kararlarda hiç olmazsa emir alan ile veren arasında fark gözetilse. Toptancı bir anlayışla verilen cezalar vicdanları ciddi biçimde yaralamıştır. 2. Dünya savaşı sonrası Nürnberg’de milyonlarca insanın ölümüne sebep olan NAZİ’lerden kaç kişi yargılandı ve ceza aldı? Söyleyelim ve geçelim; sadece 24. Onlar bile farklı cezalara çarptırıldılar.
Askeri hiyerarşide komutan çağırdığında ast rütbedeki “Ben gelmiyorum” diyebilir mi? Eski bir asker olarak ifade edeyim ki DİYEMEZ!
Bir personel işin içinde değilse, böyle bir şeyi yani kalkışma yapılacağını önceden kestirebilir mi? KESTİREMEZ!
Bu durumda sırf komutanı tarafından çağrıldığı için kışlasına gelen bir asker nasıl suçlanır? Bu nasıl mantık?
***
PERSONELİNİN ÇOĞUNU O GECE SAHAYA SÜRMEMİŞ...
Bu çocukların geçmişlerine bakıldığında (küçük rütbeli olanları kast ediyorum) çok büyük bir kısmının üst rütbedekilerin tersine, Fetullah Gülen örgütüyle bağlantısının bulunmadığı görülecektir. Hatta epey bir kısmının bu örgütün hışmına uğradığı küçük bir incelemeyle ortaya çıkartılabilir. Hâlbuki küçük rütbelerde Fetullah Gülen örgütünün daha güçlü olduğu su götürmez bir gerçek değil mi? Peki, neden kalkışma işine bunlardan çok kendilerinden olmayan çocukları karıştırmışlar?
Kabul edelim ki yüksek bir akılla yönetilen bir örgüt var karşımızda. Komuta kademesindeki gücüne güvenerek başlattığı bu kalkışmada belli ki “B” planı da yapmış. Başarısızlık durumunda sistemde adamlarımız kalsın diyerek kendi genç rütbedeki personelinin çoğunu o gece sahaya sürmemiş.
Fetullah Gülen örgütünün, sisteme ne kadar çok personel gömdüğünü, daha sonraki ifadelerden, itiraflardan ve özellikle sabit hattan yapılan ardışık aramalarla ortaya çıkartılan genç subaylardaki sayısal fazlalığı görünce anlıyoruz (ardışık aramalarla ilgili yapılan operasyonlar sonucu yakalananların en az üçte biri itirafçı olmuştur). Bakıldığında, bunların çok büyük çoğunluğu o gece sahada değiller. Görülen, büyük çoğunlukla örgütsel bir bağı olmayan personel sahaya sürülmüş.
Anlaşılan o ki örgüt, bir başarısızlık durumunda tasfiye olacakları, kendilerinden olmayanlardan seçerek en zor anlarında bile düşman gördüklerinin tasfiyesini öngörmüş. Darbe yerken bile karşıya darbe vurmak… Yenilirken bile geleceği inşa etmek…
***
TARİHTE BAŞKA BİR ÖRNEĞİ YOKTUR
O gece, her şeyden habersiz sahaya sürülen, kesinlikle hiçbir olaya karışmamış yüzlerce küçük rütbeli asker, bu kumpas karşısında büyük şaşkınlık yaşamışlardır. Çünkü böylesi bir olayın tarihte bir başka örneği yoktur.
Bu genç askerler, o gece büyük bir kumpasa düşürülmüş, kendilerini kanlı bir çuvalın içinde bulmuşlardır. Olaya karışanlar bellidir. Kamera kayıtları ortadadır. Terör saldırısına karşı önlem almak düşüncesiyle kışla dışına çıkan, bir olaya karışmayan, kalkışma olduğunu görünce teslim olan bu çocuklar ne yapacaktı ey değerli yargıçlar? Ey devleti yönetenler?
Bu çocuklar, bu melanet örgütten olsa belki itirafçı olacaklar. Ama değiller. Neyi itiraf edecekler? Yıllarca bu örgütün elemanı olmuş, bu nedenle hep önü açılmış, rahat etmiş adamlar, itirafçı olup elini kolunu sallayarak gezerken, bu çocuklar, o gece, kumpas kurmanın kitabını yazan bu melun örgütün en alçak kumpasına maruz kalmış ve cezaevine tıkılmışlar. Bu çocuklar kanlı bir çuvalın içinde çaresizce çırpınıyorlar… Örgütten değiller, onlar tarafından sahiplenilmiyorlar. Algıdan dolayı başkaları da sahiplenmiyor. Yazık değil mi? Bunu ben görüyorum da siz görmüyor musunuz?
Vicdanlar mı kurudu? Şahsen ben, bu melanet örgüt üyelerinin nasıl şiddetle cezalandırılmasını istiyorsam, bu çocukların da suçsuzluğunu görerek aynı şiddetle onların sesi olmak durumundayım.
Hepsini kastetmiyorum ancak bir kısım mahkemenin toptancı bir anlayışla kararlar verdikleri iddiaları çok ciddi boyuttadır.
Yargıçlar, Allah’ın yeryüzündeki gölgeleridir. Bu durumu onların vicdanına sunuyorum…
Bu durumdan bilesiniz ki en çok Fetullah Gülen Örgütü militanları faydalanıyor. Kalabalık içinde kamufle oluyorlar. Masumların üzerinden ellerindeki kanı temizlemeye çalışıyorlar, farkında değil misiniz?
Yargılamalardaki birçok garabetten sadece bir tane örnekle yazımı bitirmek istiyorum.
***
KAMERA KAYITLARIYLA SABİT...
15 Temmuz gecesi, yer Polatlı 58. Topçu Tugayı. Başlangıçta belirtelim ki Suriye’de devam eden operasyonlar nedeniyle söz konusu tugayda sık sık alarm verilmektedir.
Hakan Merdan. Sözleşmeli kıdemli yüzbaşı. Sisteme Fetullah Gülen örgütü tamamıyla hâkim olmadan dâhil olmuş bir binbaşı adayı. Benim de çok yakından tanıdığım emekli bir jandarma albayının oğlu. Tayinlerine bakıldığında Fetullah Gülen örgütünün zulmüne uğradığı görülüyor. Hakan Yüzbaşı’yı ben de yakından tanıyorum. Bu melanet örgüte ne kadar karşı olduğunun da yakın tanığıyım. Tam 3 kez, hem de birincilikle kazandığı muvazzaf subaylığa geçişi bu melanet örgütçe engellenmiş bir subay.
Elbette suçtan kimse münezzeh değil! Biz tanısak da, sevilen, güvenilir, vatansever bir babanın oğlu da olsa suç işleyebilir. Karşılığında cezasını da alır. Peki, Hakan Yüzbaşı ne yapmıştır o gece? Yaptıkları kamera kayıtlarıyla sabittir.
Hakan Yüzbaşı, 22 Haziran günü başlamıştır söz konusu tugaydaki görevine. Atandığı görevini, kendinden önceki personelle 15 gün oryantasyon eğitimi görmesi gerektiğinden resmi olarak devir almamıştır. Kışlaya katıldığının 11. resmi iş gününde, yani 15 Temmuz akşamı saat 21.00’de, tugay komutanının bütün personeli acilen toplantıya çağırdığını duyunca gecikmeli de olsa toplantı yapılan salona gitmiş, tugay komutanının, görevlendirdiği subaylara bizzat görev yerlerini tebliğ ettiğini görmüştür. Başlangıçta tugay komutanının ne dediğini de tam duymamıştır (duysa ne olacak). Personele, “Ankara’ya yapılan büyük çaplı terör saldırısı olduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini, Ankara’ya takviye birlik görevlendirileceği” gibi şeyler söylenmiştir.
Hakan Yüzbaşı’ya muhtemel kışladaki görevi henüz fiili olarak teslim almadığından bir görev verilmemiştir. Yalnız bir süre sonra izindekilerin isim listesi verilerek, olağanüstü bir durum olması nedeniyle izinlerin tugay komutanı tarafından iptal edildiği belirtilip, “Bu personelin geri dönmesi için kendilerine ulaş ve emri tebliğ et” denmiştir. O da henüz hiçbir şeyin belli olmadığı ilk saatlerde söz konusu personele telefonla ulaşarak emri tebliğ etmiş, başka bir görevi olmadığından kışlada odasında oturmuş ve televizyon seyretmiştir. Olayın terör saldırısıyla ilgili olmadığını anladığı andan itibaren hemen izindeki personele tekrar ulaşarak gelmemelerini söylemiştir. Bu olay bile onun kalkışmacılarla birlikte olmadığının en büyük kanıtıdır.
Uzatmayalım, sonrasını anlatalım.
Malum, kalkışma başarısızlıkla sonuçlanır ve tugayın bütün personeli gibi o da gözaltına alınır. Ancak kamera kayıtlarıyla da sabittir ki Hakan Yüzbaşı hiçbir olaya karışmamıştır. Bir gün sonra serbest bırakılır ve görevine döner. Yani açığa bile alınmamıştır. Ama ilk anda ismi dosyaya dâhil edildiğinden işin doğası gereği tutuksuz olarak yargılanmaktadır. 2017 yılında binbaşı olur. Yani bırakın atılmayı, açığa alınmayı rütbe almasına bile engel olunmamıştır.
Fazla can sıkmadan sonucu söyleyeyim. Dava 2018 Nisan ayında sonuçlandı. Ve Hakan Yüzbaşı tıpkı başka yerlerdeki birçok masum genç asker gibi o gecenin katilleriyle benzer bir cezaya çarptırıldı: müebbet…
Ne yapmıştır Hakan Merdan soruyorum. Ve onun durumunda olduğunu bildiğim yüzlerce asker. Tanıdığım pek çok genç asker var böyle. Zamanında Fetullah Gülen Terör Örgütünün gazabına uğramış, mağdur edilmiş, tasfiye edilmeye çalışılmış.
İnsaf, vicdan, denge…
Bu tür yargılamaların sonunda verilen ağır hükümlerin, sadece mağdur kitleyi artırdığını, ayrıca bundan da Fetullah Gülen’in eli kanlı çocuklarının istifade ettiğini/edeceğini görmez misiniz?
Bu tür, denge gözetilmeden verilen kararlar bilesiniz ki bir şekilde bozulacak, bozulmak zorunda. Ama siz nasıl böylesi toptancı bir ceza uygulamasına gidersiniz bazı sayın yargıçlar?
Bu tip toptancı kararlarla, aynı zamanda bu melanet örgütün amaçları da gerçekleşmiş oluyor. Zamanında kendi militanlarının önünü açmak için tasfiye etmek istediği askerlerin bir kısmının da bu şekilde, yani sizin elinizle, tasfiye edilmesini sağladılar. Çok açık!
Yazık!
Mustafa Önsel