Herşeyden önce Muhammed bin Nusayr'ın asla ve asla peygamberlik iddiası olmamıştır. Kendileri İmam Hasan el-Askeri'nin sadık bir hizmetkarı olmakla birlikte tek görevi, ondan (ki o da peygamber değildir ve öyle bir iddiası olmamıştır) öğrendiklerini halka öğretmek olmuştur.

İbn Teymiyye'nin fetvasının orijinalini okuyan ve oradaki tarifleri inceleyen herkes, tanımın muhatabının İsmaililer olduğu ve Nusayriler hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu zatın, bilgi eksikliğini itiraf etmek yerine, İsmailiyye hakkında okuduklarını "Nusayri" adıyla sunduğunu görür.

Tarafsız şekilde araştırma yapan batılı bilim insanları bile bu gerçeğin altını çizmişlerdir. Nitekim İsmailiyye Haçlı ordularına yardım ederlerken, Nusayri-Aleviler en büyük felaketlerinden birini bunların kılıçları altında yaşamıştır.


Genel konsept olarak Nusayri-Alevilik'i zalim, kafir ve hayatta bırakılmaları caiz olmayan bir mezhep olarak göstermeye çalışan bu yazının İslam dininin bölünmez bütünlüğüne ve ona hizmet edenlere nankörlük olmasını bir tarafa bırakırsak, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında 3 milyonun üzerinde nüfusa sahip ve ülkenin gelişimi için vatandaşları ile omuz omuza mücadele eden bir gurup insanın din-ırk-mezhep ayrımı yapılarak Anayasal "yaşam hakkı"nın ellerinden alınmasına yönelik bir propaganda olması bakımından suç teşkil eder.

Gayriislami bir tutum sergilemek ve İslam içine fitne ve nifak sokmak üzere Allah, O'nun yüce kitabı ve Resulullah (sav)'in arkasına sığınabileceklerini sanan yazar ya da yazarları hem bir Müslüman, hem de bir T.C. vatandaşı olarak ayrıca kınıyorum. O vaat edilen azap üzerinize çöktüğü vakit dünya hayatında sergilediğiniz bu sahtekarlığı, Rabbiniz huzurunda da gerçekleştirebileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilendir. Tekfir hedefine ulaşmadığı vakit, sahibine geri döner. Allah bu hususta, tekfir sahibi ve bizim hakkımızda şahit ve hakem olsun.

Ebu-Esed.