"Gaybı İnkar Etmeyle Onu Mutlak Olarak Kabul Etme Arasında Orta Yol"

Bazı Müslümanlar zaruret anları dışında gaybcılığı tamamen reddetmektedirler; fakat diğer bazıları da birinci grubun aksine ister zaruret durumunda ve ister zaruret durumu dışında her türlü meseleyi gaypla yorumlamaktadırlar.

Birinci grup şöyle diyor: Biz resulullah'ın (s.a.a) gaybla ilişkisi olan bir zat olduğunu biliyoruz; yani Allah ve Ruh-ul Kudus tarafından teyit edilmekteydi: Biz onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh, her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.[1]

Dolayısıyla, olay Peygamberimiz Muhammed'e (s.a.a) ve Hz. İsa'ya nazil olan Ruh'ul Kudus'da özetlenmektedir. Biz gaybın bu kadarını kabul ediyoruz ve bunun dışındakini, yani diğer gaybi şeyleri kabul etmiyoruz. Bu gruba göre hadislerde belirtiler Resulullah'ın (s.a.a) mueizeleri akıllıca ve doğru değildir ve Resulullah'ın (s.a.a) Arapça'dan başka diğer dillerle konuşabilirliği kesin değildir ve Resulullah’ın (s.a.a) çakıl taşlarıyla konuştuğu ve çakıl taşlarının o hazretin peygamberliğine tanıklık ettiği hiçbir şekilde doğru değildir. Resulullah'ın (s.a.a) emriyle hurma ağacının yanına gelmesi ve kurumuş olan ağacın meyve dolu hurma ağacına dönüşmesi ve halkın o ağacın hurmalarından yemiş olması bu gruba göre doğru olmayıp bu gibi rivayetlerin doğrulukları tespit edilmemiştir. Bu grup bu gibi doğru hadisleri reddetmek için çok uzak tevillere muhtaçtırlar. Nitekim bu düşünce tarzı Resulullah'ın (s.a.a) masumiyetiyle de bağdaşmıyor; çünkü Resulullah'ın (s.a.a) masumiyeti kendi başına gaybetin varlığını ispatlamaya yetiyor. İkinci grubun görüşü birinci grubunkinin tam tersine; bu gruptakiler bütün tarihi olayların gaybtan kaynaklandığını, Resulullah'ın (s.a.a) Bedir, Uhud, Huneyn savaşlarındaki zaferlerinin ve Arabistan yarımadasını fethinin gayptan kaynaklandığını ve yine Müslümanların da gaybî güçlerle dünyayı tashir ettiklerini ileri sürüyorlar. Bu grup bütün işleri gaypla yorumluyorlar.

Burada şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: Neden Resulullah (s.a.a) bazı savaşlarda yenilgiye uğradı? Neden İmam Hüseyin (a.s) şehit oldu ve neden İmam Hasan (a.s) zehirlendi?

Bu yüce zatların hepsinin Allah'ın dinine yardım ettiğini ve hepsinin Allah'ın elçileri olduğunu göz önünde bulundurarak bu grup Allah böyle takdir etti. Cevabını verip genel olarak Tarihi gaybla yorumluyorlar. Fakat bizce doğru görüş orta yoldur; yani tirihi insan yarattığı gibi insan da gaybî etkenlerden yararlanır. Resulullah'ın (s.a.a) gaybla bağlantısı vardı. Ehl-i Beyt İmamları (a.s) da ilim ve maariflerini vahiy kaynağından alıyorlardı; fakat Allah’ın onları diğerlerine üstün kılışı gaybî bir mesele değildir ve bunun Ehl-i Beyt İmamlarının güzel amelleri ve yüce bilimlerinden başka bir sebebi yoktur; ayrıca Ehl-i Beyt İmamları (a.s) takva ve Allah'ın yasaklarından çekinmede de diğerlerinden öne geçebilmişlerdir. Allah’ın Peygamberleri diğerlerinden seçmesi gebepsiz değildir. Allah Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle buyuruyor: Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle sınadı, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara İmam (önder) yapacağım, demişti.[2] Hz. Musa (a.s) hakkında da şöyle buyuruyor: Musa yiğitlik çağına erişip olgunlaşınca, biz ona himmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böylece mükafatlandırırız.

O halde sınama seçimden önce ve iyi amel hikmet ve ilimden öncedir. Fakat biz gaybtan başka bir etkeni olmayan tarihte kesin olarak sabit olan diğer tarihi olaylar hakkında gaybtan başka bir yorum yapamayız; Madde aleminde varlığı tespit eden bir şeyi dış etkenlerle açıklıyoruz, yani ne gayb alemini inkâr ediyoruz; ne de madde alemini ve ne gaybi eğilimlerde aşırılık yapıyoruz, ne de madde alemine yönelmede kusur ediyoruz, aksine orta yolu izliyoruz. Örneğin İmam Sadık (a.s) Muhammed Zun nefs-iz zekiyyeye biat etmeyip Mensur'a işaret ederek, hilafet sarı Cabbelinin (Mensur) dışında kimsenin ulaşamayacağı büyük bir şeydir buyuruyor. Evet İmam Muhammed Zun nefsiz zekiyye'ye biat etmiyor. Günler geçiyor ve hilafet Alevilerden Abbasiler'e intikal ediyor ve yaşanan bir çok olaydan sonra sonunda Mensur-u Devaniki hilafet kürsüsüne oturuyor ve ona karşı kıyam eden Mahammed Zun- nefs-iz zekiyye'yle kardeşi öldürüyorlar.

Bütün bu rivayetler tarih kitaplarında mevcuttur ve Mensur'un kendisi de bunu nakletmiştir. Mensur diyor ki: İmam Cafer-i Sadık, (a.s) Sarı cübbelinin dışında hiç kimse hilafete ulaşamayacak buyurduğu andan itibaren kendi içimden gelecekteki hükümetimin azalarını seçmeye başladım; çünkü o hazretin gerçek dışı konuşmayacağını biliyordum. Bu demek oluyor ki Mensur İmam'ın bu sözlerinden sonra kendisinin hilafete ulaşacağından emin oluyor. Fakat bazı tarihçiler şöyle diyorlar: Bu rivayetin senedinin sağlıklı olduğunu varsaysak bile yine de biz bu hadisi Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) Mucizesine ispatlamaya çalışan gulat (aşırıcılar)ın uydurduğuna inanıyoruz. Ayrıca bu hadisin senedini muteber bilen bu grup da bu hadisi kabul etmemektedir; çünkü bunlar da Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) mucizelerini ispatlayan bütün hadisleri inkâr etmeye çalışıyorlar.
Tarihi açıdan ispatlanan ve aklen de sakıncası olmayan bir meseleyi kabul etmek zorundayız. Nitekim batılı bir yazar yazmış olduğu El- İmam-us Sadık Mulhim-ul kimya (Kimyanın anası İmam Sadık) adlı kitabında İmam Sadık aleyhisselamın İslam dünyasında ve hatta Müslüman olmayan beldelerde kimyanın temelini atan ilk kişi olduğunu ispatlamıştır. Bu batılı yazar bu günkü kimya biliminin Kufeli Cabir b. Hayyan'dan kaldığını ve onunda bu ilmi İmam Sadık aleyhisselamdan aldığını ispatlıyor. Çünkü sürekli kitaplarında Efendimiz Cafer b. Muhammed es-Sadık şöyle buyurmuştur ya da İmam Sadık şöyle buyuruyor tabirleri kullanmıştır. Fakat başka bir yazar bu rivayeti çok rahat bir şekilde yalanlıyor. Neden mi? Çünkü Medine'de kimya dalında hiçbir hoca yoktu. O halde İmam Sadık (a.s) bu bilimi kimden öğrenmişti? O halde tek ihtimal kimya bilimini İmam Sadık'a (a.s) sahip olduğu bilimlerini Allah’tan almış olmasını imkansız bilen kişi böyle bir şeyi nasıl kabul edebilir. Çünkü o, Allah’ın bilimleri kullarına gaybi yolla ilham edebileceğine inanmıyor, her ne kadar da düşünürler, bulucular ve hatta şairler muhtelim bilim dallarında ilhamın rolünü vurguluyorlarsa da ancak bunun da Allah tarafından ilham edileceğine inanmıyorlar. Biz tarihte ve geçmişte vuku bulan olaylara sabit bir bakışla bakmıyoruz. Biz Ehl-i Beyt imamlarının (a.s) gayb aleminden teyit edildiğine ve onların bilimlerinin Allah’ın ilminden kaynaklandığına inanıyoruz. Örneğin İmam Cevad (a.s) imamete ulaştığı zaman yaşı yediyi geçmiyordu ve bu Ehl-i Beyt taraftarları için çetin bir imtihandı; çünkü büyük bilginlerin, fakihlerin ve komutanların yedi yaşındaki bir çocuğa uymaları, ona itaat etmeleri gerekiyordu ve o dönemde mektebi hareket çok güçlü bir hareket sayılıyordu. İmam Cevad (a.s) buğdaş renkli bir çehreye sahipti ve boyu gerçek yaşından büyük görünecek kadar iri değildi.

Zeydi fırkasına mensup olan Kasım b. Abdurrahman şöyle naklediyor: Bağdat'a doğru yola çıktım. Oraya ulaştığımda insanların koşup koşup durduklarını gördüm. Bunun sebebini sorduğumda, Rıza'nın oğlu, Rıza'nın oğlu dediler. Baktığımda o hazretin bir katırın üzerinde bana doğru geldiğini görünce kendi kendime dedim ki: Allah’ın bu çocuğa itaati farz kıldığına inanan imamiyeye Allah lanet etsin. O sırada İmam bana dönerek Ey Abdurrahman! dedi. Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz; dediler.[3] İmam'ın bu sözünü duyunca içimden Allah'a and olsun ki bu ancak bir sihirbazdır dedim. Fakat İmam tekrar bana yönelerek bu kez de şu ayeti okudu: Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir dediler.[4]

Kasım b. Abdurrahman der ki: Oradan dönünce imamete inandım ve İmam Cevad'ın (a.s) Allah'ın hücceti olduğuna inandım ve ona iman ettim.[5]

Abdullah b. Cafer'den şöyle rivayet edilir: Rızvan b. Yahya'yla birlikte İmam Rıza'nın (a.s) huzuruna gittik O zamanlar üç yaşında olan İmam Cevad (a.s) ayak üste bir köşede durmuştu. İmam Rıza'ya (a.s) arz ettik ki Fedanız olalım; Allah göstermesin sizin başınıza bir bela gelecek olursa yerinize kim geçecek? İmam Rıza (a.s) İmam Cevad'ı (a.s) göstererek oğlum buyurdu. Ben, Fakat onun yaşı çok küçük deyince İmam (a.s) buyurdu ki: Evet, onun yaşı çok küçük; ancak Allah İsa'yı (a.s) hücceti olarak seçtiğinde onun yaşı ikiyi geçmiyordu.[6]