Vesvese, gizli sese denir. Bir mastar olan "vesvâs" kelimesinin şeytana isim olması da aynı manayla alakalıdır ki, şeytan "vesvesenin kaynağı" demektir. Ancak örfen meşhur olan manasıyla vesvese, nefsin veya şeytanın kalbe attığı hayırsız, faidesiz, alçak hatıra ve mülahazalara verilen bir isimdir.

Hem nefsin hem de şeytanın vesvesesi, Kur'an-ı Kerim'de ayrı ayrı zikredilir.

"Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliyoruz ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kâf, 50/16)
ayeti, nefsin vesvesesine işaret ederken;

"Şeytan Adem'e vesvese verdi." (A'raf, 7/20; Tâha, 20/120)
manasına gelen bir çok ayet de şeytanın vesvesesine delalet etmektedir.

"Nefsin vesvesesi" tabiri, bir insanın, kendi kendine söylediği ve gönlünden geçirdiği gizli duygular, kararlar, vehimler, hatıralar ve bunlar gibi bütün bâtınî şuur durumlarını da içine alır. Bunlar o kadar gizli ve sessizdir ki, bazılarını melekler dahi bilmekten acizdirler.. acizdirler de, onları sadece Cenab-ı Hak bilir. Nefisten gelen vesvese, şeytanın vesvesesine kıyasla daha gizlidir. Bu gizlilik, bir cihetten onu kuvvetlendirir. Dolayısıyla nefis, şeytandan daha müthiş bir düşmandır. Belki de,

"Senin en büyük düşmanın nefsindir." (Keşfu'l-Hafa, I/143)
diyen Allah Rasulü (s.a.s), işte bu hususa işaret buyurmuşlardır.

Nefis ve şeytan, verdikleri vesveseler ile, insan ruhunu, hak yolundaki terakkisinden alıkoymak isterler. İnsanın akıl ve fikrini çelip, azim ve iradesini kırarak onu salih amellerden vazgeçirmek, fani zevk ve kaprislere düşürerek de sefilleştirmek isterler.

Vesvesenin ilk makes bulduğu yer kalbtir. O, burada diğer azalara kalb vasıtasıyla yayılır. Onun içindir ki, vesvesenin ilk tesiri kalbde hissedilir. Tabii ki bu tesir, kabul veya red şekillerinden biri halinde tecelli eder. Eğer gelen vesveseler kalbte kabul görmezse, hayalde edep dışı tasvirler mahiyetine bürünürler. Muhayyilesi bu tasvirlerle meşgul olan insan, bir müddet sonra hiç farkında olmadan kalbini de onlarla meşgul eder. Zaten şeytanın istediği de budur. Zira o, varmak istediği hedefe bu yolla bir kaç adım daha yaklaşmış olur.

Halbuki kalbte kabul görmeyen vesvesenin hiçbir zararı yoktur. Zira vesvese, hayalden öte geçememiştir ve mantıkça da hayal bir hüküm değildir. Vesvesenin kalbte kabul görmediğini anlamak ise gayet basittir. Şayet kalb, gelen vesveseden dolayı üzülüyor ve ürperiyorsa, bu durum vesvesenin kalbte kabul görmediğine, aksi durum ise, neticenin de aksine bir delil ve bir işarettir. Eğer vesvese kalbte kabul görmüyorsa, bu durumda vesvesenin zararı, zararlı olduğunu düşünmeye münhasır kalır; başkaca da bir zararı yoktur. Hatta kalbin reaksiyonunun şiddeti, kişinin imanındaki kuvvetle doğru orantılıdır. Evet imanın kuvveti nisbetinde kalb vesveseye karşı reaksiyon gösterir. Bazen gafletle kalbin gösterdiği bu reaksiyon tasdik zannedilir. Bu zanna düşen bazı kimseler, kalblerinde müthiş bir heyecan ve helecan hissederler. Bazen de bu durumdan kurtulmak için huzurdan kaçıp gaflete dalmak arzu ederler. Halbuki ortada vesveseyi tasdik diye bir husus söz konusu değildir. Sadece bir reaksiyon vardır. Ve esasen bu reaksiyon da onun imanının salabet ve kuvvetini göstermektedir. Ve yine bu sebepledir ki, Allah Rasulü, bu hal ve durumu anlatırken, "İmanın ta kendisidir!" (Müslim, İman 211; Müsned, 2/456; 6/106) buyurmuşlardır.

Kalbten çıkan manalar ile hayalin dokuduğu lafızlar arasında bazen münasebet bulunmayabilir. Zira dıştan veya içten bir çok sebep her zaman hayale tesir edebilir. Muhayyile, duygular içinde en çabuk ve en çok tesir altında kalan bir duygudur. Dolayısıyla da, dokuduğu lafızlar, o anda müteessir olduğu sebeplerle ciddi şekilde alakadardır. Bu durum çoklar tarafından bilinmediği için, bunlar, en nezih anlarda hayalin dokuduğu çirkin lafızlar sebebiyle, kalblerinin bozulup tefessüh ettiğine hükmederler. Ve vardıkları bu hükümler de onları şeytanın kucağına iter.

Eğer, kalbten çıkan mukaddes manalara, arzettiğimiz şekilde, herhangi bir tesir ile müteessir durumda bulunan hayalin dokuduğu lafızlar arasında yakınlık veya temas varsa telaş edip heyecana kapılmamalı. Zira, mukaddes manaların mülevves suretlere yakınlığı zarar vermez; temas ise bir telebbüs (giymek, giyinmek) değildir. Ayrıca hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet, hayalde yakınlık sebebidir. İki zıttan birinin zikredilmesi, diğerini hatırlatır. Gece, gündüzü; ak, karayı; iyi, kötüyü hatırlattığı gibi... Bu münasebetle gelen tahattura çağrışım denilir. Çağrışım ise, çok kere ihtiyarsızdır ve onda mesuliyet yoktur. Eğer zihin, bu ve buna benzer hallere mübtela olursa, yapılacak tek iş, düşünceden vaz geçmek ve onun üzerinde fazla durmamaktır. Zira ehemmiyet verip tetkike daldıkça, vesvese kuvvetlenir ve hayalde bir hastalık meydana getirir. Evet, endişe edecek bir şey yoktur. Çünkü tesir, kalbte değil sadece hayaldedir.

Vesvese imanî meselelere ait ise, bilinmelidir ki gelen vesveseler, sadece hayale uğramıştır ve bunların akıl ve kalb tarafından tasdik edilmiş hükümlerle alakası yoktur. İnsanın, küfrü hayal ve tasavvur etmesi veya dalaleti düşünmesi hiçbir zaman, küfür ve dalaletin kendisi değildir. Tasdik, tasavvurdan başkadır. Çok şey vardır ki, tasdik ettiğimiz halde tasavvur edemeyiz. Ve yine nice şeyler vardır ki, tasavvur ettiğimiz halde tasdik edemeyiz. Zaten imkan da hiç bir zaman yakîne zarar vermez.

Bir de, yaptığı ibadet ve amellerin en güzelini araştırmadan doğan vesvese çeşidi vardır ki, çok kere bu vesveseye mübtela olanlar, en güzelini ve en iyisini yapayım derken güzel ve iyiyi de terkettiklerinin farkına bile varmazlar.

"Din bir kolaylıktır; zorlaştıran sonunda mağlup düşer." (Buhari, İman 29; Nesei, İman 28; Müsned, IV/422; V/350, 351)
hadisindeki hikmetli ikazın düstur edinilip yaşanması, herhalde şeytanın bu yolla insanı mağlup etmek istemesine karşı en güzel hareket tarzıdır.

Ayrıca, dinde zorlama yoktur... İslam'ın hükümleri, zâhire göredir. Biz, meselelerin içyüzünü tetkik ve tahkikle mükellef değiliz. Bu gibi durumlarda bilmeliyiz ki şeytan, bizim bir zayıf anımızı kollamakta ve her an hücuma hazır bekleyip durmaktadır.

Buraya kadar şeytanın insana karşı bir silahı sayılan vesvese üzerinde durduk. Şimdi bu hususu bir kaç madde içinde özetleyelim:

1) Vesvese İmanın Kuvvetindendir

Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, vesvese aslâ korkulacak birşey değildir. Çünkü herhangi bir şahsa vesvesenin gelmesi, onda imanın bulunduğuna alamettir. Sahabe-i Kiram'dan Efendimiz'e gelip, "Ya Rasulallah, vesveseye müptelayım." diyen birine, Efendimiz (s.a.s.)'in cevabı: "Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın ta kendisidir." (Müslim, İman 211; Müsned, 2/456; 6/106) şeklinde olmuştu. Şeytan, sizde de iman sermayesi, ibadet hazinesi, namaz ve dine hizmet cevheri olduğunu bildiği içindir ki, korsanlık yapmakta ve size karşı sürekli taarruzda bulunmaktadır. Korsanlık, belki denizlerde yapılan şekliyle tarihe gömülmüştür ama, şeytana bakan yönüyle, Adem (a.s.) ile başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Şeytan, kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz ve böyle sermayesiz kimselere vesvese okları göndermez. Deniz korsanlarının, her zaman hazine bulunan, yüklü gemilere taarruz etmeleri ve define bulunan adalara saldırmaları gibi şeytan da, her zaman iman cevheri taşıyan kalblere hücum eder.

Vesveseye düşen mü'min, "Şeytan bütün cephelerde mağlup oldu; bu yüzden, şimdi de imana, İslam'a ait mes'elelerde vesvese ve şüphelerle beni meşgul etmek, hazineme el atmak istiyor; ama -inşaallah- benden birşey koparamayacaktır. Bu onun son çırpınışlarıdır; kapıma haydut kılıklı birinin gelip, birkaç gün el açtıktan sonra çekip gitmesi gibi, bir gün gelecek, o da benden bir şey koparamayacağını anlayınca çekip gidecektir. Zaten gitmese de kapılar ona sürmeli. Beni koruyan kale çok sağlam ve Allah'ın izniyle onun buna birşey yapması sözkonusu değildir." diye düşünmelidir.

2) Vesvese Kalbin Malı Değildir

Kalb vesveseden rahatsız olduğuna göre, o vesvese kalbe mâl edilemez. Çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, kalb ondan rahatsız ve tedirgin olmazdı; zaten böyle bir kalble şeytan da uğraşmazdı.

Kalbin rahatsız ve tedirgin olması, kalb ve sahibinin vesveseye razı olmamasından ve vesvese ile o kalbin arasında mana ve mahiyet bakımından bir münasebetin bulunmamasındandır. Bunu, tıpkı vücuda giren yabancı mikroplara ve bu mikropların fizyolojik yapıda meydana getirdiği arızalara karşı vücudun antikorları devreye sokması neticesinde hararetin yükselmesi gibi, kişinin vesveseye karşı reaksiyon göstermesi, ateşinin yükselmesi, kaşlarının çatılması, başının ağrıması, iştahının ve ağız tadının kaçması.. gibi şeylerden de anlayabiliriz. İşte, şeytanın da kalbimize gönderdiği, bizim malımız olmayan yabancı hayal, düşünce ve vesveselere karşı, ma'nevi yapımız, iman potansiyelimiz adeta antikor üreterek, bu şer ve şerâreler ordusuna karşı kavga vermekte, bunun neticesinde de ateşimiz yükselip, kalbimiz sıkılmaktadır. Eğer vücudumuz, herhangi bir mukavemette bulunmuyor ve boğa yılanı görmüş bir keçi gibi hemen ona teslim oluyorsa -AİDS virüsüyle gelen mükavemetsizlik gibi- bizim de işimiz bitmiş demektir. Gelen vesvese karşısında kalbimiz, imanımız mukavemet etmezse, o zaman vesvese de olmaz, hararet de yükselmez! Bunun ma'nası şeytan'a "Gel, ne istersen yap!" demektir. Zaten şeytanın istediği de budur.

3) Vesveseye Maruz Kalp, Kötülerin Çer-Çöp Attığı Pınara Benzer

Meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı düşünün ki bu, bileşikleri, tadı ve va'dettiği şifasıyla tam zemzem suyu gibi bir su kaynağı.. herkes tarafından malum ve meşhur hale gelmiş, dünyaca da kabul edilmiş bir mübarek kevser uzantısı... Şimdi, hain biri geliyor, sinsice o kaynağa yaklaşıp, su üzerine boya, toz, çer-çöp döküp kaçıyor. Siz bunu görünce, "Eyvah" diyorsunuz; "Pınarım bulandı, mahvoldu, pislendi ve ölüp gitti!" Oysa, hakikat böyle değildir. Akan su, üzerine atılan o çer-çöpü götürecek ve safiyetini yine muhafaza edecektir. Sizin kalbiniz, imanınız berrak, pırıl pırıl bir pınar gibi ise, o zaman onu bulandırmak için üzerine atılan tozun, toprağın ona hiçbir zararı olmayacaktır. O toz, toprak zamanla akıp gidecek ve sizin o pislik kabul etmez kaynağınız her zaman temiz kalacaktır. Demek oluyor ki, o bulanıklık pınarın kendinden değil...

Evet, işte vesveseye maruz bir kalble alakalı da böyle düşünülmelidir.

4) Vesvese İradî Olmayıp, Fiiliyata Dökülmüyorsa İnsanı Mes’ul Etmez

Malum olduğu üzere, mükellef ve mes'ul olmada irade ve şuur esasdır. Hayvanların yanısıra, mecnunlara ve aklı, şuuru yerinde olmayanlara da teklif yoktur. Bu itibarla gelen vesveseler iradî olarak gelmiyor ve biz planımızı, programımızı yapıp, "gel" diye kalb ve düşünce kapılarımızı bizzat kendimiz aralamıyorsak, mes'ul sayılmayız.

İrade, genellikle kendi kendine gelen vesvese ile karşı karşıya kalır ve davetsiz geldiğinden dolayı da ona karşı mukavemet edemez. Ayrıca insan, tedayi-i efkâr ile iradesi dahilinde olmadan, gördüğü, duyduğu, okuduğu şeylerle de bir takım hatıralara, hayallere, düşüncelere maruz kalabilir. İnsanın bu hali, yaratılışın muktezası olduğundan çok defa bunlardan kurtulmak da mümkün değildir.

5) Vesvese, İnsanın İlerlemesine Mani Olmayan Örümcek Ağı Gibidir

Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla iyi bilindiği zaman kat'iyen zararlı olmaz. Zira Kur'an'da,

"Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa, 4/76)
buyurularak, şeytanın tuzaklarının zayıflığına işaret edilmektedir. Evet şeytanın hilesi var ama, tutarsızdır ve yok gibidir. Mesela, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağını gerip yolunuzu kapatmış. Şimdi böyle bir durumda geri mi dönersiniz, yoksa yolunuza devam mı edersiniz? Örümcek ağı, sizin ilerlemenize mani olabilir mi, olamaz mı? Şüphesiz hiçbir şey yokmuş gibi onu bir engel gibi görmez ve yolunuza devam edersiniz.

Efendimiz (s.a.s), şeytanın, kimsenin elinden tutup dalalet, küfür ve günaha sürükleyemeyeceğini ve zorla kötülük yaptırıp günah işletemeyeceğini beyan buyurur. (bk. İbrahim, 14/22) Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip cazip ve çekici göstermektir. (bk: Muhammed, 47/25; En'am, 6/43) İyiyi de kötüyü de yaratan, dalalete de hidayete de sevkeden ancak Cenab-ı Hakk'tır. (bk. Fatır, 35/8; Hadis için bk. İbni Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, IV/409,410) Şeytanın vesveseleri, rengarenk köpüklerle süslenip imar edilmiş bir saray gibidir; ilk bakışta insanı çabuk etkiler ve kendine çeker. Bu cazibeye kapılanlar için o cazip görülen şeyin altında derin çukurlar bulunur, hem de kilometrelere ulaşan derin çukurlar...

Hülasa, gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese aslında, üflemekle uçup giden bir tüy kadar zayıftır. Veya bir ara toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer, ama ardından ne yağmur gelir ne de yel!.. Bir başka ifade ile o, uçak yolcularının her zaman hissettikleri bir hava boşluğu gibidir ki içine girilince ne feryat etmeye değer ne de dövünüp yakınmaya!..

6) Vesvese, Üzerinde Durulmaz ve Dert Haline Getirilmezse Hiçbir Zarar Vermez

Düşüncenize bulaşıp da duygularınızı kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Zira vesvese, hayal aynasında sönüp gidecek kadar zayıf ve gelip geçici bir iz, bir leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü, bir yansımadan ibarettir. Akla ve hayale gelen şeyler, hayır kaynaklı ise, akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şek kaynaklı bir vesvese ise, akla, düşünceye ve kalbe kat'iyen tesir etmez, kirletmez ve zarar da vermez. Hz. Bediüzzaman'ın yaklaşımıyla, elinizde tuttuğunuz aynaya, karşıdaki yılanın görüntüsü aksetse, o aynadaki yılanın elinize zararı olmadığı, ya da aynaya akseden bir pislik elinizi kirletmediği veya yanan ateşi elinizdeki aynaya tevcih ettiğiniz zaman eliniz yanmadığı, keza elmasa zararı olmadığı gibi şeytanın dışta, ya da içte müessiriyet ölçüsünde herhangi bir zararı sözkonusu değildir.

Evet, üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz takdirde vesvesenin hiçbir zararı olmaz. Öyle ise ona hep tepeden bakmalı ve "Allah (c.c.)'ın izniyle bunun altından vurup, üstünden çıkarız." denmelidir.

7) Vesvese Zararlı Tevehhüm Edildiği Zaman Zarar Verir r

Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilafına hareket edildiğinde az dahi olsa vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvesenin zararsız olduğu bilinmeyip, zararlı tevehhüm edildiği zaman o zararlı olabilir. Yani üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman büyütülebilir.. büyük görüp önem verdikçe o da büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelebilir. Bir arı-kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama, siz önemsemeden onun önünden geçer gidersiniz.. onlar da size ilişmez. Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey bundan farklı olmamalıdır.

Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar, biz de onu cazip bulur ve işletirsek, o bir karelik manzara, hayal sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir; gelir ve biz bunun farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele nefsaniliğe bakan, bedeni tesir altına alan manzaralar karşısında... Evet, insan onu alır ve hayalinde maceralı bir film haline getirir. Halbuki şeytana ait olan, o ilk dar sahnedir. Öyleyse o ilk oltaya takılmamak, oyununa gelmemek ve onu işlettirmemek gerekir ki, şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayallerimizi gerçeğe dönüştürmesin; biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.

8) Hassas ve Asabî Ruhlar, Şeytanın Vesvesesine Önem Verip Vehme Kapılmamalıdır

Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda, daha da zararlı bir hastalık, hatta zamanla meleke haline gelebilir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır, kalben, fikren ve im'ân-ı nazarla (iyice tetkikle) derinleşip, o meseleyi kendine mâl eder; derken kendisinde o, bir huy haline gelerek onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye'se düşüp, büsbütün bir yenilgi ifadesidir. Böyle biri, ümitsiz bir halde "Artık ben mahvoldum" deyip, mağlubiyeti kabul eder ve merkezi, şeytanın kullanmasına hazır hale getirir ve hatta ona bırakır.

Bir kumandan düşünün; ilerde sağ tarafta bir kaç madeni parlama gördü diye, düşman o taraftan saldırıya geçecek vehmine kapılır ve ordusunun sağ kanadını boşaltıp o tarafa sürer; sol tarafındaki dağlarda da ağaç yapraklarının kıpırdanmalarından, düşmanın saklandığı ve hücum edeceği düşüncesine kapılarak, ordusunun sol kanadını da oraya sevkeder. Neticede merkez, hasmın taarruz ve imha hareketine açık ve hazır hale gelmiş olur. Esasen böyle bir davranış taktik bilememenin ve düşmanı tanıyamamanın ifadesidir. Bütün bunlardan açıkça görülüyor ki, şeytanın vesvese adına bir kibrit çöpü kadar önemi yokken, insan onu azmanlaştırıyor, azgınlaştırıyor ve kendi başına salıveriyor. Evet, dikkat etmeli ve onu hayalimizde, düşüncemizde büyütmemeliyiz.

9) İbadet İle Vesvesenin Manyetik Alanından Hemen Uzaklaşıp, Onun Psikolojik Tesirinden Çıkılmalıdır!..

Vesveseye karşı sizi onun manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunmak çok önemlidir. Hadiste de ifade edildiği gibi, böyle bir şey ârız olduğunda, söz gelimi insan bir şeye gadaplandığında ayakta ise oturmalı, oturuyorsa ayağa kalkmalı veya kalkıp iki rekat namaz kılarak, iç dünyasında bazı değişiklikler yaparak içerisindeki sisi, dumanı dağıtacak birşeyler yapmalıdır. Evet, irade devreye sokularak, insan psikolojisine tesir edebilecek ve elde olmadan içine düşülen hava boşluğundan onu çıkaracak veya tutulduğu elektrik akımı gibi o güçlü vakumdan onu çekip alacak, küçük de olsa mutlaka bir vesile aranmalıdır. Efendimiz (s.a.s), bir sefer dönüşü -bir defaya mahsus olmak üzere- yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca

"Burayı derhal terkedin; şeytan burada hakimiyet kurmuş." (Müslim, Mesacid 309; Ebu Davut, Salat 11; Tirmizi, Tefsiru sure 20; İbni Mace, Salat 10; Muvatta, Salat 25)
şekilde ikazda bulunmuştu. Evet, her zaman şeytanın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve şayet bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, şeytan ve şeytanî şeylere birer hüsn-ü istikbalse, evrad-u ezkâr, Allah'ı ilan ve O'nunla irtibatlanma bütün şer kuvvetlere karşı bir müdafaa, hatta bir taarruzdur.

Burada, Efendimiz (s.a.s)'ın şeytanın ezan sesinden nasıl kaçtığını hatırlatıp geçelim. Demek ki, onun ezana ve ezanın ihtiva ettiği manalara tahammülü yok. Öyle ise, şeytan vesveselerle taarruza geçtikçe, biz de Allah ve Rasulü'yle irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve hep lahutî hatıralara dalmalıyız ki, şeytânî buuda yer kalmasın. Efendimiz (s.a.s)'in Mirac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hatta esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenir ki, bu mesele sahih sünnette olmasa bile üzerinde durmaya değer. Keza bir yerde, sol tarafınıza atacağınız üç tükürük, bir de bakarsınız onun geldiği sisli perdeyi yırtıverir. Şeytanın harama teşvik adına gelen vesveselerine karşı bazen yumruğu sıkıp meydan okuma, bazen de hafife alma manasına tebessüm edip geçme onun manyetik alanına karşı gerilimde bulunma ifadesi sayılabilir.

Bir genç arkadaşımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum: "Şeytan, karşına çıkıp da bir harama bakmanı istediğinde şöyle düşün: Bakmakla eline ne geçecek? Bakacaksın, o boş... Daha ileri götürsen, yine boş... Kaldı ki, imanından ötürü duyacağın, sana vereceği pişmanlık ve ızdırabı da unutmamalısın. İşte, sonu böylesine boş, ızdırablı ve karanlık olacak bir bakışın artık ne manası olabilir ki!" Zaten, insan kendini böyle iknâ etmeye çalışırken o haram manzara da kaybolup gitmiş olur.

Akla gelen her vesvese, her süslü manzara, gelecekte ondan daha mükemmellerinin elde edilebileceğini düşünmekle de izale edilebilir.. hiç olmazsa ta'dil edilebilir. Kur'an'ın pek çok yerinde, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret bulunduğu ve gerçek hayatın ahiret hayatı; yaşanacak gerçek yurdun da, ahiret yurdu olduğu ifade edilir. (Âl-i İmran, 3/185; Ankebut, 29/64) Biz de, bu türlü durumlarda, dünyanın bütün güzelliklerine karşı "İsteyene ver Sen onu, bana Seni gerek Seni" demeli ve o anlamsız hülyalardan uzaklaşmalıyız. Yaz aylarının kavurucu sıcağını bahane ederek, şeytan sizi hizmetten ve irşad gayesiyle etrafa gidip gelmekten alıkoymak ve başkalarına yaptığı gibi, sizi de deniz kıyılarına veya gölgesi serin mesire yerlerine çekmek mi istiyor? Ona Cehennem ateşinin çok daha sıcak olduğunu hatırlatıverin. Öyle zannediyorum ki, kalbinize atmak istediği bu vesvese onun kendi gırtlağına takılıp kalacaktır.

Yine "Allah Rasulü (s.a.s) ve O'nun sadık yaranı ve arkadan gelen salihler bizi bekleyip dururken, benim şurada burada avare ve bana yakışmayan bir vaziyette dolaşmam hiç doğru olur mu?" diyerek de, şeytanın bu mevzuda telkin etmek istediği gaflet ve rehavet vesvesesini izale etmede bir yararı olur zannediyorum.

10) Abdest ve Namazda “Eksik mi Yaptım?” Şeklindeki Vesveselere de Önem Verilmemelidir

"Abdest ve namazımı yanlış ve eksik mi yaptım acaba?" şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama, mükerreren oluyorsa, mesela bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtela ise namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.

11) Vesvesenin İlka Ettiği Şeyin Üzerine Üzerine Gidilmelidir

"Abdest ve namazımı yanlış ve eksik mi yaptım acaba?" şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama, mükerreren oluyorsa, mesela bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtela ise namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.

j. Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine üzerine gidilmelidir.

Vesvesenin üzerinde durmadan tam tersi istikamette yürümek lazımdır. Hiç kâle almadan, önem vermeden, yapılan yanlış bile olsa, "Mezheplerimizden birine uyar" deyip geçmek, maslahata binaen daha muvafık olur kanaatindeyim. Bu türlü durumlarda esas olan şeytanın canını okuyup vesveseyi def etmektir.

Vesvesenin faydalı yanı da vardır. Daha önce de temas ettiğimiz gibi, vesvese çok kimsenin özellikle de hassas fıtratların mahiyetinde, âhir ömre kadar terakkilerine medar olabilecek bir zemberektir. Tıpkı saat zembereği gibi onun kalbi de vesveseye karşı kurulu kaldığı sürece, daima çalışır ve onu ileriye, daha ileriye götürür; çünkü bu sayede imtihan ve mücadele ölünceye kadar devam eder. Evet, itikadı sağlam, ameli yerinde ve nefsini teslim almış bir mü'minde böyle bir "Cihad-ı Ekber"i yaptırtan ve ona gazilik sevabı kazandıran kaynak, vesvesedir.

Diğer bir yönüyle de vesvese, insanı daima müteyakkız ve uyanık tutar. Mü'min, işini halletmiş olmanın ve duruma hakimiyetinin verdiği rehavet ve rahatlık içinde, uyku bilmez bir düşman olan şeytanın çukurlarından herhangi birine düşebilir; düşmemek için, daima tetikte bir asker gibi hep uyanık olmalıdır. Hasta, hastalık vasıtasıyla Allah (c.c)'a karşı yalvarış ve yakarışa geçtiği gibi, vesveseli insan da her vesvese emaresi karşısında: "Aman ya Rabbi" der ve kendini o ifritten kurtarıp gerilime geçer.. geçer ve günahları içeri almayacak bir kalenin içine girer, kurtulur. Elverir ki o, vesveseyi büyütüp, zararlı hale getirmesin...