Tarihi Belgeleri İncelemek

Konunun daha da netleşmesi ve açıklık kazanması için burada Hz. Ali’nin (a.s) Resul-i Ekrem (s.a.a) dönemindeki konumunu tarihi olgularla incelemek istiyoruz.

Resul-i Ekrem’in (s.a.a) siresini, davetinin başlangıcında “Akrabalarını uyar” ayeti nazil olduğundan itibaren Hz. Ali (a.s) ile olan muaşereti ve davetinin başlangıcında buyurduğu meşhur “Dar Hadisi, Sakaleyn ve Menzilet” hadisleri gibi tarihi belgeler ve hadisler açıkça şunu gösteriyor ki Resul-i Ekrem (s.a.a) layık bir ferdi terbiye etmek istiyordu. Bu tarihi olayları ve hadisleri yan yana koyup incelediğimizde mantıklı bir netice elde edebiliriz.

Hz. Ali (a.s) Resul-i Ekrem’in (s.a.a) en yakın ve en samimi ashabıydı. Mekke’de kıtlık baş gösterdiği yıllarda Resul-i Ekrem’in (s.a.a) muhafızlığını yapıyordu. Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) gerek hicretinden önce gerekse Medine’de kendi kardeşi olarak tanıtmıştı.

Tarihte Ali (a.s) Müslüman olan ilk kişi , Hz. Hatice (s.a) ise Müslüman olan ilk kadındır. Ali (a.s) Peygamberin (s.a.a) yadigârı ve yegâne kızı Hz. Fatıma’nın (s.a) eşidir. Resul-i Ekrem (s.a.a) torunları Hasan (a.s) ve Hüseyin’i (a.s) son derece çok severdi.

Tüm bu imtiyazlar, faziletler ve kişisel meziyetler Ali’nin (a.s) Peygamberin (s.a.a) sahabesi ve aile fertleri arasında çok daha üstün ve yüce bir makama sahip olduğunu gösteriyor. Ali’nin (a.s) ilahi renge bürünmesi ve takvası bir grubun hatta Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde kalplerini fethetmiştir ve bu şahıslar ömürlerinin sonlarına kadar kendilerini o hazrete vakfetmişlerdir. Beklide bu delile göre Şia, hatta Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hayatı döneminde Şiiliğin var olduğunu iddia etmiştir.

Milel ve Nihel (İslami fırkaları tanımada uzman) ilimlerinde en eski yazarlardan olan Sa’dul Eş’ari ve Nevbahti açıkça ifade ederler ki Şiilik (Hz. Ali’nin kişisel imtiyazlarını nazara alarak) Hz. Muhammed’in (s.a.a) hayatı döneminde ortaya çıkmıştı. Buna ilave olarak Resul-i Ekrem (s.a.a) kendi zamanında cereyan eden birçok olayda Hz. Ali’nin (a.s) erdemlerini dikkate alarak ona özel teveccüh etmiş ve hilafet zeminini ona müsait etmek için çaba sarf etmiştir.

Hilafete Hz. Ali’nin Daha Layık Olduğu Konusunda Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Teveccühü

Hz. Ali’nin (a.s) Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra hilafet makamına her kesten daha layık olduğu konusunun daha da netleşmesi için şunu söylemek mümkündür: Peygamberin (s.a.a) bu konunun tespitinde yani Şiiliğin kendi döneminde olduğu konusundaki özel inayeti Şiiliğin o zamanda var olduğunun göstergesidir. Burada iddiamızın ispatı için birkaç tarihi olayı hatırlatıyoruz:

1-Resul-i Ekrem’in (s.a.a) risaletinin başlangıcında ““(Önce) en yakın hısımlarını uyar” ayeti nazil olduğunda (yaklaşık olarak ilk vahyin inmesinden üç yıl sonra) Hz. Hatice (s.a), Hz. Ali (a.s) ve Ebubekir’in Müslüman olmalarından sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) tüm Abdülmuttalib oğullarını etrafına toplayarak risaletini ve davetini onlara bildirdi. Sonraki işlerin yapılması için birtakım vazifeler belirleyerek onlardan kendisini savunmalarını istedi. Onlar Resul-i Ekrem’e (s.a.a) yardım edeceklerine alay etmeye başladılar. O zamanlar henüz 13 yaşında olan Hz. Ali’den başka kimse yardım etmedi. Ali (a.s) tüm varlığıyla hiçbir şeyden çekinmeden Resul-i Ekrem’e (s.a.a) yardım edeceğini bildirdi ve davetine icabet etti.

2- Resul-i Ekrem (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s) arasındaki gerçekleşen mezhebi din kardeşliği bu tarihi olaylar arasında özel bir yere sahip olmalıdır. Resul-i Ekrem (s.a.a) hem hicretten önce hem de Medine’de Hz. Ali’yi (a.s) kendisine mümin kardeş olarak seçti. Bu olay öylesine büyük ve şüphe edilmez bir tarihi olaydır ki hiçbir tarihçi bunu inkâr etmemiştir.

3-Hz. Ali (a.s) Bedir, Uhud Ve diğer gazvelerde Resul-i Ekrem (s.a.a) tarafından bayraktarlığa seçilince makamı ve şahsiyeti ashap arasında çoğaldı.

4-Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Tebuk’e askeri sefer hazırlığı sırasında Hz. Ali’yi (a.s) Medine’de kendi yerine naip ve vekil olarak bırakması Hz. Ali’nin (a.s) fazilet ve makamının yüceliğine bir başka tarihi belgedir. İşte buradaydı ki Allah Resulü (s.a.a) meşhur Menzilet hadisini buyurdu: “Ey Ali! Senin bana olan konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir, ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.” Resul-i Ekrem’in (s.a.a) bu hadisi Tebuk Gazvesi sırasında buyurduğunu tarihçilerin büyük bir çoğunluğu zikretmiştir. Burada Resul-i Ekrem’in (s.a.a) risaletinin önceki peygamberlerin risaletine benzerliği göze çarpmaktadır. O hazretin (s.a.a) bu benzerliği ümmete hatırlattığına dikkat ettiğimizde bu hadisin kabulünde hiçbir sıkıntı yaşamayacağımızı göreceğiz. Kuran-ı Kerim’in birkaç ayetinde Hz. Musa’nın Allah’tan şöyle bir istekte bulunduğunu görmekteyiz: “Ailemden birini bana yardımcı ve naip kıl; kardeşim Harun’u bana vezir yap ve onunla sırtımı güçlendir ve onu (risalet) işinde bana ortak et!”

Bu yüzden Hz. Harun (a.s) olmadan Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Hz. Musa (a.s) ile mukayese edilmesi eksik ve hatalı olurdu ve Ali’den (a.s) başka hiçbir Müslüman tıpkı Harun (a.s) gibi Resul-i Ekrem’e (s.a.a) hizmet edemezdi.

5-Bir diğer önemli tarihi belge Beraet Suresi’nin müşriklere iblağ edilme hadisesidir. Hicretin dokuzuncu yılında Resul-i Ekrem (s.a.a) Ebubekir’i Emirül-Hac (hac kafilesi başkanı) olarak hacca gönderdi. Ebubekir’in Mekke’ye hareket etmesinden sonra Beraet (Tevbe) Suresi Allah Resulü’ne (s.a.a) indi. Peygamber (s.a.a) bu sureyi halka bilhassa da müşriklere ulaştırmakla görevlendirilmişti. Halk, Allah Resulü’ne (s.a.a) bu sureyi müşriklere ulaştırmak için Ebubekir’i görevlendireceğini sorduklarında hazret: “Hayır, ben bu sureyi Ehlibeyt’imden bir kişinin aracılığıyla göndereceğim!” buyurdu ve ardından Hz. Ali’yi (a.s) huzuruna çağırdı. Hz. Ali (a.s) hazretin huzuruna gelince ondan hiç zaman kaybetmeden Kuran-ı Kerim’in mesajını kendisinden taraf müşriklere iletmesi için Mekke’ye hareket etmesini istedi.

İslam mezheplerinin genelinin naklettiği bu tarihi rivayetin sıhhati konusunda hiçbir şüpheye mahal kalmıyor. Hatta gereğinden fazla ihtiyatkâr ve şüpheci bir şahıs bile Hz. Ali’nin (a.s) hakkında nakledilen ve tarihin geniş sayfalarına yayılmış bunca tarihi olayları ve hadisleri inkâr edemez. Öyle ki muhaddis ve tarihçilerin büyük bir çoğunluğu ta eski zamanlardan beri bu somut tarihi belgeleri kaydetmek zorunda kalmışlardır.