Bu Görüşün Beyanı

Bu görüşe göre İslam’ın ilk ortaya çıktığı ve Yevmu’d-Dar vakasında Resul-i Ekrem (s.a.a) “(Önce) en yakın hısımlarını uyar”[18] ayetinin hükmü gereği kendi kabilesinin bireylerini misafirliğe davet etti ve onlardan Müslüman olmalarını istedi. Sonra onlara şöyle buyurdu: “İçinizden hanginiz benim kardeşim, vasim ve halifem olarak bu işte bana yardım edecek!” O kabalıkta Resul-i Ekrem’in (s.a.a) davetine Hz. Ali’den (a.s) başka icabet eden olmadı. Resul-i Ekrem (s.a.a) elini Hz. Ali’nin (a.s) boynuna koymuş bir halde misafirlere şöyle buyurdu: “Bu (Ali) benim kardeşim, vasim ve aranızdaki halifemdir. O halde sözünü işitin ve ona itaat edin!”[19]

Seyyid Muhammed Bakır kendi kitabında şöyle diyor: “Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden sonra İslam’ın geleceğini düşünüyor ve bu iddiaları akli ve nakli belgelerle ispatlamaya çalışıyor ve bu doğrultuda şöyle yazıyor: “Resul-i Ekrem (s.a.a) vefatından sonra İslam’ın geleceği için kendi hayatı döneminde olumlu bir strateji belirledi ve bu iş için de girişimde bulundu. Allah’ın emriyle yerine birini seçerek davet ruhunu vücudunun derinliklerine aşıladı. Sonra İslam’ın fikri merciliğinin ve siyasi önderliğinin onda şekillenmesi ve Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra Ensar ve Muhacirlerden oluşan agâh bir kurulun yardımıyla İslam’ın önderliğini ve ümmet inancının yeniden yapılandırılması için onu hazırladı. Bu işi ümmet rehberlik sorumluluğunu kabullenmeye liyakat bulana kadar devam ettirecekti. Bu yol İslam’ın geleceğini garanti altına alacak ve İslam’ın ilerlemesi yolunda sapmalardan uzak kalmasını sağlayacak tek sağlıklı yoldu. Nitekim Resul-i Ekrem’de (s.a.a) bunu yaptı ve hayata geçirdi.[20]

Gerçek şu ki Peygamber (s.a.a) efendimiz döneminde dini, siyasi ve toplumsal alandaki yegâne şahsiyet Allah resulünün kendisiydi ve o hazretin sözü bütün konuşmalarda ve söyleşilerde Müslümanlar arasında “Faslul Hitap” yani bağlayıcı olarak kabul edilirdi. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) varlığı Müslümanlar arasındaki ihtilafların giderilmesini sağlıyordu. Öyle ki kimse Allah Resulü’nün (s.a.a) sözünün karşısında aleni olarak siyasi bir muhalefet etmeye cesaret edemiyordu.

Hal böyle iken Allah Resulü’nün (s.a.a) hayatı döneminde kâfir ve müşriklerle yapılan savaş ve cihatlarda Müslümanlar arasında çeşitli siyasi eğilimler göze çarpmaktaydı ki bunların etkisi siyasi ve nizami alanlarda kendini gösteriyordu. Gerçekleşen çeşitli hadiselerde Peygamberin (s.a.a) sahabesi arasında yavaş yavaş sevgiler ve nefretler belirmişti. Resmi olmayan bazı küçük gruplar ortaya çıkmıştı. Bir grup büyük ve önde gelen sahabe Resul-i Ekrem’in (s.a.a) bisetinin ilk başlarından itibaren Hz. Ali’ye (a.s) sevgi duydular ve “Ali’nin Şiileri” olarak tanındılar. Resul-i Ekrem’de (s.a.a) Şia ismini onlar hakkında kullanmış ve defalarca onlara “Ali’nin Şiileri” diye hitap etmiştir.[21]

Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali’nin (a.s) Şiilerine birçok müjdeler vermiş ve bizleri onlara uymaya tavsiye etmiştir. Şia ismi Resul-i Ekrem (s.a.a) döneminde de yaygın bir isimdi ve bir grup bu isimle tanınmaktaydı. Onlar Şiiliğin ilk çekirdeğini oluşturan kimselerdi.

Ehlisünnet ve Şia kaynaklarında Resul-i Ekrem’in (s.a.a) dilinden çok sayıda nakledilen rivayetlerde risalet döneminde belirli bir gruba “Ali’nin Şiileri” tabiri rapor edilmiştir. Bu rivayetler hadis ve tarih kitaplarının metinleri arasında dağınık[22] bir halde nakledilse de hadislerin nakledilme sebepleri göz önüne alınarak çeşitli tabirlerle kullanıldığı dikkat çekmektedir. Ancak bu hadislerin tamamında özel anlamda ve lügatte “Ali’nin Şiileri” tabiri bir grubun bu isimle tanınmasının ötesinde oldukça değerli bir metot ve yola işaret edildiği göze çarpmaktadır. Örnek olarak Suyuti kendi tefsirinde “İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır.” [23]Ayetinin tefsirinde silsile senet olarak Cabir B. Abdullah Ensari’ye dayanan rivayette bu büyük sahabenin dilinden şöyle nakleder: “Allah Resulü’nün (s.a.a) huzurunda bulunduğumuz sırada Ali (a.s) yanımıza geldi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali’yi görünce şöyle buyurdu: Canım elinde olan Allah’a andolsun ki şüphesiz ki bu (Ali) ve Şiileri kıyamet günü saadete ermişlerin ta kendileridir.”[24]