Solunum Sistemi

Soluduğumuz hava yoluyla, her tür çevresel etkiyle doğrudan ilişki kurmuş oluruz. Yaşamın soluğunu içimize çektiğimizde, bu havayı tüm insanlarla, yeryüzündeki tüm canlılarla paylaşmış oluruz. Solunum yoluyla, ağaçlarla ve denizlerle bütünleşiriz. Bir dakika boyunca 10-15 kere soluk alırız. Her gün binlerce balonu şişirebilecek kadar havayı kullanmamız gerekir. Böylece beden, yaşam kaynağı oksijeni havadan alır ve kanda oluşmuş olan karbondioksiti hava yoluyla dışarı atar. Soluduğumuz havanın yalnızca beşte biri oksijendir. Bedenimiz, yaşamını sürdürebilmek için bu elemente muhtaçtır; çünkü yaşam için zorunlu kimyasal enerjiyi ancak onun sayesinde sağlayabilir. Pek çok hücre, bir süre oksijensiz kalabilir, ama bazı hücrelerin oksijen gereksinimi süreklidir. Örneğin, beyin hücreleri oksijensiz kaldıkları birkaç dakika sonunda ölürler ve bu ölümün geriye dönüşü yoktur.

Solunum ve dolaşım sistemleri, beden hücrelerinin oksijenle beslenmesinden sorumludurlar. Soluk alıp verme ritminin düzenlenmesi ise beyinde programlanır. Aldığımız her solukla, gerekli yaşam enerjisini içimize çekeriz. Bu nedenle, gaz değiş tokuşunun engellenmesine yol açan solunum problemleri, bedensel canlılığın azalmasına, metabolizma sorunlarının artmasına ve dokuların yıkımına yol açar.

Solunum sisteminin işlevi ve oluşum biçimi, uyum ve bütünlüğün karmaşık, ama güzel bir örneğini oluşturur.

Solunum hastalıklarına karşı önlemler

Yalnızca beslenmemiz değil, solumamız da bizi biçimlendirir. Solunum yalnızca başka organları ve sistemleri etkilemekle kalmaz, hastalıklara da yol açabilir. Beden bir bütün olduğuna göre, bu etkileşimin ters yönde gerçekleşmesi de olasıdır. Akciğer tedavisinde, dolaşım sisteminin durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Kalp ve dolaşım sistemi hakkında öğrendiklerimiz, akciğerler için de önemlidir. Bu doğrultuda, sindirim sisteminin ve özellikle dışkılama organlarının durumuyla da ilgilenmek gerekir; çünkü akciğerler, bağırsakların, böbreklerin ve derinin görevini, yani bedende oluşan atıkların dışkılanma görevini paylaşır. Bu organlardan herhangi birinde bir problem oluştuğunda, beden, öteki organlara daha fazla görev yükleyerek, dengeyi sağlamaya çalışır. Ama, atıkların dışkılanmasında akciğerlerin rolü sınırlıdır. Örneğin, bağırsaklardaki bir tıkanıklığa akciğerler çözüm üretemez.

Doku ortamı sürekli olarak oksijenle beslendiğinde, pek çok hastalıklı doku değişiklikleri önlenmiş olur. Kan dolaşımı yoluyla dokulara taşınan oksijenin miktarı ise, öncelikle solumaya bağlıdır.

Değinilen konulara bakıldığında, bu sistem için öngörülecek olan önlemlerin, öncelikle düzenli beden hareketleri yapmak ve doğru solumak olduğu görülür. Solumak, farkına varılmadan gerçekleşen bir işlevdir, ama doğru ve bilinçli solunumun değeri anlatılmakla bitmez.

Tüm hastalıklarda olduğu gibi, burada da geçerli olan başlıca kural şudur: En etkili önlem, doğru yaşam biçimidir. Beslenme, hareketlilik ve yaşam kalitesi, akciğerlerin sağlığını büyük ölçüde etkiler. Akciğerlerin sağlığının korunabilmesi için, kişinin iç dünyası ve dış dünyası uyumlu bir akış içinde olmalıdır. Soluduğumuz hava eğer kirli ise, ormanların yapısında bozulmalar olduğu gibi, akciğerlerin yapısında da bozulmalar başlar. Kimyasal atıklarla, gazlarla ve dumanla kirletilmiş havadan kaçınmak gerekir. Duman konusu açılmışken, sigaradan da söz etmek gerekir. Tütün kullanımı, birey ile çevresi arasında katran ve külden bir katman oluşturarak, akciğerlerin ekolojik işlevini sınırlar. Bu durum, bronşitten kansere kadar uzanabilen çok önemli problemlere yol açabilir. Ayrıca, bedenin geri kalan bölümünün gereksinimi olan oksijen miktarının azalmasından kaynaklanabilecek oluşumları da unutmamak gerekir. Eğer kendimizi ve çevremizi iyileştirmek istiyorsak, sigarayı bırakarak iyi bir başlangıç yapabiliriz.

Ayrıca, tanınması ve kaçınılması gereken daha başka türsel tehlikeler de var. Bir enfeksiyondan (bulaşıcıdan) korunmanın en basit yolu, o enfeksiyon kaynağından uzak kalmaktır. Ama her zaman ve her yerde böyle davranamayacağımıza göre, bedenimizin savunma ve bağışıklık sisteminin hep sağlıklı ve çalışır durumda tutulması kaçınılmazdır. Bu şansa sahip olan beden, dış etkenlere karşı kendini korumada olağanüstü başarılara ulaşabilir. Ama bu düzeye ulaşabilmesi için onu, çeşitli vitaminleri içeren dengeli bir beslenmeyle ve düşüncelerin, duyguların, davranışların dengeli ve sağlığı destekleyici olduğu bir yaşam biçimiyle güçlendirmemiz gerekir. Bu bağlamda, gereksiz yere ya da gereğinden fazla antibiyotik kullanımına son verilmesi doğru olur. Gerektiğinde ve gereğince kullanıldığında hayat kurtarabilen bu tür ilaçlar, sağlığımızı korumakla görevli olan savunma ve bağışıklık sistemini tam anlamıyla iflas ettirebilme gücüne de sahiptirler.

Ayrıca, antibiyotikler, uzun süreli kullanımları sürecinde, alışılmışın üstünde dirençli bakterilerin üremesini sağlayabilirler ve bu durum, söz konusu hastalığın tedavisinin giderek zorlaşmasına yol açar. Doktorların gözlemlerine göre, bu tür gelişmeler son otuz yıl içinde giderek endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Doğru bir yaşam biçimi ve uygun şifalı bitkiler seçimi sayesinde, çoğu zaman antibiyotik kullanımına gerek kalmayabilir.

Solunum Sistemine Yararlı Şifalı Bitkiler

Solunum sisteminin tüm organları, doğru seçilen şifalı bitkilerden yararlanabilir. Bu bitkiler, mukozanın işlerliğini destekleyerek, gaz alış verişinin en yüksek düzeyde gerçekleşmesini sağlar, akciğer dokusunun dışkılayabilme yeteneğini arttırarak, hava nem oranının dengelenmesini ve böylece mukoza zarlarının korunmasını düzenler. Solunum ritmini dengeleyen sinirsel tepkimeleri (reaksiyonları) güçlendirir. Kan dolaşımını uyararak, akciğer dokusunun canlılığını korumasını garanti eder ve tüm dışkılama işlevlerini uyararak, temiz ve uyumlu bir bedensel işleyişin koşullarının sürekliliğini sağlar.

Solunum sistemini bir bütün olarak gördüğümüzde, bu alanda oluşmuş olan bir hastalığı gerçekten tedavi etmek istiyorsak, bedenin tümünü gözden geçirmemiz ve belki de tedavi etmemiz gerekir. Doğa bize, solunum sistemini etkileyen (pectoral) ve aynı zamanda başka sistemlerde de olumlu etkilere yol açan bitkiler sunduğuna göre, geniş çaplı bir bağdaşım (uygunluk) içinde çalışabiliriz.

Burada, şifalı bitkileri etki alanlarına göre titizlikle sıralamak gereği olmasa da, bazı ana hatların belirtilmesi yararlı olabilir. Gözden geçireceğimiz bitkiler: Solunum sistemini uyaranlar, rahatlatanlar, dengeleyen/normalleştirenler (amphoter) ve mukoza koruyucular (demulcentia)

Solunum sistemini uyaranlar

Bu sınıflandırılmada yer alan bitkiler, sindirim sistemindeki bazı sinir uçları yoluyla ilettikleri reflekslerle, solunum sistemi sinirlerini ve kaslarını uyarırlar. Bu durum, balgam dışkılama gereksinimine yol açar. Balgam söktürücü(expectorant) droglar da, balgamın solunum sisteminden sökülüp dışkılanmasına yardımcı olurlar. Uyarıcı bitkiler sırasıyla: Sütotu, yaban yasemini, koyungözü, adasoğanı, çuhaçiçeği (bitki ve kök), kekik, rezene, meyan kökü.
Solunum sistemini rahatlatanlar

Bu bitkiler, öncelikle, akciğer dokusunun gerginliğini azaltır ve bu yolla, gerginlik ya da aşırı hareketlilik (hiperaktivite) nedeniyle oluşan problemlere karşı kullanılabilir. Bilimsel bir açıklaması olmadığı halde, gerginliklerin giderilmesi balgam akışkanlığını arttırır ve böylece balgamın dışkılanabilmesini sağlar. Pek çok bitki bu sınıfa alınabilir, ama aşağıdakiler en önde gelenlerdir: Andızotu kökü, anason, sinirliot, melekotu kökü, keten tohumu, denizüzümü, kekik, lavanta.
Solunum sistemini normalleştirenler (Amphoter)

Amphoter etkime yöntemi, çelişkili etkiler oluşturabilen bitkiler kullanıldığında yararlı olabilir. Amphoter, kimyasal bir terimdir ve baz ya da asit özellik gösteren, bazlara karşı asidik, asitlere karşı bazik özellik gösteren, bazik ve asidik özelliklerin her ikisini de taşıyan drogların tanımlanmasında kullanılır.

Amphoter ilaçlar, normalleştirici/dengeleyici özelliklere sahiptir ve hastalığın belirtilerine göre etkenliklerini değiştirerek, problemin çözülebilmesini sağlarlar. Fitoterapide bu tür bir uygulamanın yer alıyor olması, ilk bakışta şaşkınlığa yol açabilir. Çünkü bilimsel tıp, her ilaçtan, dozaja bağlı ve kolay kontrol edilebilen, belirli bir etki bekler. Bu beklenti, bedeni eğer genel anlamda bir makine olarak görüyorsak geçerlidir. Ama bedeni sistemlerden, organlardan ve hücrelerden oluşan bir bütün olarak gördüğümüzde, tedavi eden kişinin öncelikli görevinin, bedenin kendini iyileştirme işlevini desteklemek ve güçlendirmek olduğunu göz ardı edemeyiz. İşte burada, amphoter drogların, söz konusu sistemdeki hastalığın gerektirdiği etkiyi oluşturarak, bedenin kendi dengesini yeniden sağlayabilmesine yardımcı olduğunu görüyoruz. En önemli amphoter droglar sırasıyla: Bozotu, küçük çiçekli sığırkuyruğu çiçeği, andızotu kökü, sütotu, mercanköşk, sinirliot, ökaliptüs yaprağı.

Mukoza koruyanlar (Demulcent)

Bu tür droglar, tahriş olmuş ya da iltihaplanmış olan mukozayı rahatlatır, yükünü hafifletir ve yumuşatır. Sümüksel özellikleriyle, mukozayı ve öteki dokuların yüzeylerini korur ve kayganlıklarını sağlarlar. Tedavi, onların bu yardımlarıyla gerçekleşebilir. Akciğerler için en önemli olanlar şunlardır: Hatmi (bitki ve kök), öksürükotu, ebegümeci, sığırkuyruğu çiçeği, keten tohumu, meyan kökü, salep.
Solunum Sisteminin Hastalık Belirtileri

Adları belirlenmiş olan tüm solunum hastalıklarının ve hastalık belirtilerinin, genelde iki ana durumdan kaynaklandığı söylenebilir: Yığılma/birikme durumu ve kramp/spazm durumu. Yığılma/birikme durumları, gereğinden fazla üretilen ya da yeterince dışkılanamayan balgamın akciğerlerde birikmesiyle oluşur. Bu durum, zamanla dejenerasyona (bozulmaya) yol açar. Bronş kaslarının spazmı(bronşiyospazm), solunum hastalıklarında ikinci bir grup oluşturur ve pek çok nedenden kaynaklanabilir.

Bu iki grubun dışında kalan hastalıklar ise (örneğin akciğer kanseri), bedenin bir bütün olarak ele alınıp tedavi edilmesi gereği ile ilgili örneklerdir.


Yığılma/birikme (Kongestion)

Bilimsel tıp genelde, akciğer, burun ya da boğazdaki birikimlerin, bakteri ya da virüs enfeksiyonlarından kaynaklandığını kabul eder. Ama enfeksiyonun, bir organdaki birikimden kaynaklandığını düşünmek herhalde daha doğru olurdu. Virüsler bedende ancak, uygun yaşam alanı bulduklarında çoğalabilirler. Akciğerdeki balgam birikimi, virüslerin çoğalabileceği, uygun bir yaşam alanıdır, ama normal bir durum değildir. Yalnızca enfeksiyon tedavi edildiğinde, hastalığın asıl nedenini oluşturan durum ortadan kalkmış olmaz. Aynı rahatsızlığın yinelenmemesini sağlamak için, balgam birikiminin de tedavi edilmesi kaçınılmazdır.

Balgam birikimlerinin oluşumunda, genelde beslenme biçiminin de payı vardır. Balgam yaptırıcı besin maddeleri bedenin gereksinimini aşan oranlarda tüketildiğinde, örneğin akciğerlerde balgam oluşumu artar. Bu doğal temizlik işlevi, antibiyotiklerle baskı altına alındığında, bir balgam birikiminden, kronik ya da dejeneratif (organ bozukluğu) hastalıklara uzanan yol açılmış olur. Bu nedenle, balgam birikimiyle ilgili tüm solunum sistemi hastalıklarında, balgam yaptırıcı özelliği öne çıkmayan besin maddelerinin tüketimine öncelik verilmelidir. Örneğin bir sinüzit olayında eğer balgam/sümük birikimi oluşmuşsa, olası mukoza iltihaplarının oluşumuna katkı sağlayabilecek maddeleri daha az içeren besinlerin tercih edilmesi yararlı olacaktır. Herhangi bir hastalığın söz konusu olmadığı durumlardaki sümük ve balgam birikimlerinin bile, uzun sürede bedeni zorlayabileceği ya da dejeneratif hastalıklara yol açabileceği söylenebilir. Çünkü bu birikimler, metabolizmanın dışkıladığı zararlı ve zehirli maddeleri bünyelerinde tutarlar. Balgam ya da sümük, aslında kötü maddeler değil, bedenin ürettiği doğal karbonhidratlardır ve beden atıklarının dışkılanmasında önemli işlevleri vardır. Biz yalnızca, bedenin bu maddeleri gereğinden çok üretmemesine dikkat etmeliyiz ve bunun için de, bu maddelerin hangi besinlerden kaynaklanabileceğini bilmemiz gerekir. Bu besin maddeleri :

Yoğurt dahil, tüm süt ürünleri, yumurta, özellikle yapışkan albümin içeren, buğday, yulaf, çavdar ve arpa türü tahıllar, şeker, patates ve nişasta içerikli besinler.

Balgam üretiminin azaltılmasını amaçlayan bir diyette, adı geçen bu besin maddelerinin yerine, taze meyve ve meyve suları tüketilmelidir.

Öksürük

Öksürük, pek çok şifalı bitki ile tedavi edilebilir. Ama, bitkileri kullanan herkesin, öncelik tanıdığı bir bitkisi ya da bitki karışımı vardır ve bitki karışımlarının kullanımı genelde daha yararlı olur.

Karışımlar: Ebegümeci, meyan kökü, sinirliot ve hindiba, eşit oranda, ince kıyılarak karıştırılır. 1-2 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3 kere 1 bardak çay, balla tatlandırılıp, yudumlanarak içilir. *İnatçı öksürüğe karşı, hatmi kökü çayı, yarım saatte 1 yudum içilir. İnce kıyılmış 2 yemek kaşığı dolusu kök, 1 litre suda ağır ateşte 2 saat kaynatılır ve süzülür. *İnce soğan dilimleri, nöbet şekeriyle birlikte şurup kıvamına gelene kadar kaynatılır. Saat başı 1 tatlı kaşığı şurup içilir. *Öksürük gıcığı, biraz sirke eklenmiş 1 tatlı kaşığı toz şeker alındığında sakinleşir. *Limon suyu karıştırılmış bal, balgam söktürücüdür. * 1 avuç dolusu arpa, 1 litre suda yarım saat kaynatılır, süzülür ve biraz balla tatlandırılır. Yarım saatte 1-2 yudum içilir. *Rendelenmiş kara turpa bal karıştırılır. 1-2 saat sonra oluşan şuruptan saatte 1 tatlı kaşığı alınır. Şurup, 1 günden fazla bekletilmez. *125g nöbet şekeri, 125g kuru üzüm ve 2-3 tatlı kaşığı ince kıyılmış meyan kökü, 1 litre suda, suyun yarısı kalana kadar kaynatılır. Günde 2-3 kere, 1 yemek kaşığı dolusu alınır. *Çok iyi yıkanan 3-4 patates, kabuğu soyulmadan haşlanır, haşlama suyu, nöbet şekeriyle kaynatılır. Günde 2 kere, 1 bardak sıvı, yudumlanarak içilir. *Andızotu kökü 20g, kekik 15g, çuhaçiçeği kökü 5g ince kıyılmış olarak karıştırılır. 1 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak soğuk suya eklenir, kaynama derecesine geldikten sonra 1-2 dakika kaynatılır ve süzülür. Biraz balla tatlandırılarak, günde 2-4 kere 1 bardak çay, soğumadan, yudumlanarak içilir. *Çuhaçiçeği kökü 20g, ezilmiş anason 10g, ebegümeci yaprağı 10g, ezilmiş rezene 10g. Bu karışımdan 1 tatlı kaşığı dolusu, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Sıcak çay balla tatlandırılarak, günde 2-3 kere 1 bardak, yudumlanarak içilir. *Taze sinirliot yaprakları havanda biraz ezilir, biraz su eklenir ve kaynama derecesine kadar ısıtılır. Süzmeden, bolca balla karıştırılır. Öksürük ateşli de olsa, saatte 1 tatlı kaşığı dolusu alınır. *1 tatlı kaşığı dolusu ince kıyılmış gülhatmi çiçeği, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3 kere 1 bardak çay, 1 tatlı kaşığı balla tatlandırılır ve soğutulmadan, yudumlanarak içilir. *Meyan kökü 20g, gülhatmi çiçeği 10g, sinirliot 10g, çekirdeksiz kuşburnu 10g, ince kıyılmış olarak karıştırılır. 1 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. 1 tatlı kaşığı balla tatlandırılır, günde 2-3 kere 1 bardak çay, soğutulmadan, yudumlanarak içilir. *Kekik 20g, çuhaçiçeği kökü 10g, ezilmiş anason 10g, sinirliot 10g, meyan kökü 10g. 1 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür ve bal ile tatlandırılır. Günde 2-3 kere 1 bardak çay, soğutulmadan, yudumlanarak içilir. *Yaraotu çiçeği 30g, sinirliot 20g, ince kıyılarak karıştırılır. 1 yemek kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10-15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 kere 1 bardak sıcak çay, balla tatlandırılır ve yudumlanarak içilir.

Eğer öksürük, zayıf bir kalbe baskı yapıyorsa, karışıma 1 ölçek arslankuyruğu ya da ökseotu eklemek gerekir. Bu katkı, kalbi rahatlatır ve gücünü arttırır.

Sinirsel kökenli kuru öksürüğü yatıştırmak için, öksürükotu, ebegümeci, keten tohumu gibi, mukozayı koruyucu ve solunumu rahatlatıcı bitkiler kullanılabilir. Ama genellikle sinirsel bir nedenden kaynaklanabileceği düşünülerek, aşağıdaki, sinir sistemini yatıştırıcı ve dengeleyici bitkilerin de kullanılması doğru olur: Oğulotu, lavanta, arslankuyruğu, kediotu kökü ve sarı kantaron.

Bronşit

Akciğerdeki büyük ve orta çaptaki bronşların mukozasında oluşan iltihabik süreçtir. Ama, akciğerdeki tüm hafif enfeksiyonlar genelde bronşit olarak tanımlanabilir. Eğer tedavi şifalı bitkilerle yapılacaksa, zaten tanım kargaşasıyla uğraşmaya da pek gerek yoktur. Bu tür durumlarda kullanılması gereken, balgam söktürücülüğü mukoza koruyuculukla bağdaştırabilen ve böylece iltihaplı dokuları rahatlatabilen, genelde öksürüğe karşı kullanılan bitkilerdir: Öksürükotu, keten tohumu, kestane yaprağı, kekik, hatmi, meyan kökü, ıhlamur, atkuyruğu, kediotu kökü, ısırganotu, çıbanotu, sarı kantaron, ebegümeci, ayrıkotu kökü, adaçayı ve soğan. Ayrıca, ökaliptüs, adaçayı ya da buğuseptil ile inhalasyon tedavisi yapılabilir.

Karışımlar: Öksürükotu, leylak çiçeği, ıhlamur ve atkuyruğu ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. 1 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3-4 kere 1 bardak sıcak çay, balla tatlandırılır ve yudumlanarak içilir. Yatak istirahati gereklidir. *Mürver çiçeği ve ıhlamur, ince kıyılarak eşit oranda karıştırılır. 1-2 tatlı kaşığı dolusu bitki, 1 bardak kaynar suyla haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra süzülür. 2-3 bardak sıcak çay, kısa aralıklarla, yatakta içilir ve terlenir. *Ayrıca, ökaliptus, adaçayı ya da buğuseptil ile buğu tedavisi yapılabilir. *Mürver çiçeği 2 ölçek, boyotu 2 ölçek, civanperçemi 1 ölçek, kekik 1 ölçek, ince kıyılarak karıştırılır. 4-5 yemek kaşığı dolusu (20g) bitki, 1 litre beyaz şarabın içinde 8-10 dakika ağır ateşte kaynatılır, süzülür ve saat başı 1 yemek kaşığı dolusu alınır. *Taze limon suyu ve balla hazırlanan sıcak limonata rahatlatıcıdır. *Pelinotu çayı, saat başı bir tatlı kaşığı alınır. Tüm akciğer iltihaplarında çok iyi sonuçlar verir.

Başka öneriler: Sıcak tuzlu suda 10-15 dakikalık el ve ayak banyoları. Göğse sıcak sirkeli su kompresleri, yarım saatte bir tazelenir. Balgamın böbrekler üzerinden dışkılanabilmesini sağlamak için, günde 2-3 bardak adaçayı, 1-2 hafta süreyle içilebilir.

Enfeksiyon durumunda, öncelikle sarımsak, kekik ve ökaliptus kullanılabilir. Kekik ve ökaliptusun içerdiği uçucu yağlardan, buğu tedavisi ve banyo katkısı olarak da yararlanılabilir. Bronşitte uygulanacak tedavi banyosunda, kekik ve ökaliptus eşit oranda karıştırılır. 2 avuç dolusu bitki karışımı, 2 litre kaynar suya eklenir, 30 dakika demlendikten sonra süzülür ve banyo suyuna eklenir. 37-38 derece sıcaklıktaki banyo suyunda 15-20 dakika kadar kalınır. Banyo sonunda üşütülmemeli, 1 saat kadar yatakta dinlenilmelidir.

Eğer lenf bezlerinde şişkinlik görülecek olursa, lenf sistemini de desteklemek gerekebilir. Sistemin atıklarından arındırılabilmesi için, günde 2-3 bardak yoğurtotu çayı etkili olacaktır.

Akciğer zarı iltihabı (zatülcenp, satlıcan)

Bir akciğer zarı iltihabı ya da akciğer iltihabı oluştuğunda, hastanın öncelikle ateşinin düşürülmesi için bir tedavi başlatılmalıdır. Böylece, öncelikle göğüs olmak üzere, bedenin yükü azaltılmış olur. Bu amaç doğrultusunda kullanılacak bitkilerin başlıca özelliği, ter atılmasını sağlamaları(diaphoretica) ve mukozayı korumaya almaları (demulcentia) olmalarıdır. Terletici bitkiler: Mürver çiçeği, ıhlamur, mayıs papatyası, nane ve sinirliot eşit oranda karıştırılır. Günde 2-3 bardak çay, soğutulmadan içilir. Mukoza koruyucu bitkiler: Keten tohumu, ebegümeci, meyan kökü, hatmi (çiçek-yaprak-kök).
Boğmaca

Yaşamın daha sonraki yıllarında başka rahatsızlıklara ve bünyesel güçsüzlüklere de yol açabileceği için, hastalığın tam anlamıyla tedavi edilmesi gerekir. Tedavide etkili olabilecek bitkiler aşağıda gösterildiği gibi kullanılmalıdır: Frenküzümü yaprağı 2 ölçü, sinirliot 2 ölçü, kekik 1 ölçü, kokulu menekşe (yaprak) 1 ölçü, hatmi (yaprak-çiçek) 1 ölçü, ince kıyılarak harmanlanır. Yarım tatlı kaşığı dolusu bitki, yarım su bardağı kaynar suyla haşlanır, 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür ve biraz balla tatlandırılır. Günde 3-4 kere yarım bardak çay yudumlanarak içilir. Bu karışımın tadı, anason ya da meyan kökü ile zenginleştirilebilir. *Yarım tatlı kaşığı dolusu, havanda hafifçe ezilmiş rezene tohumu, 1 bardak süte eklenir, ağır ateşte 1-2 dakika kaynadıktan sonra 10 dakika demlendirilir ve süzülür. Biraz balla tatlandırılarak, günde 1-2 bardak içilir. *1 bardak sıcak suya 1 yumurta sarısı, biraz limon suyu ve bal karıştırılır. Soğutmadan, yudumlanarak içilir. *Sıcak süte biraz soğan özsuyu ve bal karıştırılır, soğutmadan yudumlanarak içilir. *Taze sıkılmış kara turp suyuna bal karıştırılır. Saatte 1 tatlı kaşığı içirilir. Birgünden fazla bekletildiğinde, kötü kokular oluşturur.
Kramplar/spazmlar

Bir başka önemli solunum rahatsızlığının özyapısı, bronşlarda oluşan kramplar tarafından belirlenir. Astım, bu hastalıkların en çok tanınan bir türüdür. Kramplar, hastalığın kaynağını oluşturmaz, onlar, çok yönlü bedensel gelişimlerin sonucudurlar ve problemin çok küçük bir bölümünü oluştururlar. Bu nedenle, uygulanan tedavilerde genel sağlık durumunun göz önünde bulundurulması doğru olur.
Astım

Hastalık, çeşitli nedenlerin bir araya gelişinden kaynaklanabilir. Genellikle, alerjik bileşkeler astım nöbetlerine yol açar. Bazı durumlarda neden, doğrudan kalıtımla ilgilidir, bazen de uyaran maddelere karşı organizmanın oluşturduğu bir tepkidir. Bedenin esneklik açıdan yetersizliği de bronşiyal kramplara yol açabilir. Astıma eğilimli kişilerde, gerginlik, korku, aşırı hareketlilik ve yorgunluk nedeniyle oluşan stres, bir astım nöbetini başlatabilir. Asetilsalisilik asit (aspirin) ya da benzeri ilaçlar da, bazı alerjik hastalarda bir nöbete neden olabilir.

Bedenimiz, normal şartlarda pek çok etkenle başa çıkabilir. Ama çağımızın şartları, beslenme bozuklukları, yaşamı algılama ve uygulama biçimleri, genel anlamda hastalığın oluşmasında rolü olan öğelerdir ve tedavide göz önünde bulundurulmalıdırlar.

Astım, şifalı bitkilerle tedaviye çok olumlu yanıt veren bir hastalıktır. Ama her hastaya iyi gelebilecek bir örnek reçete hazırlamak olanaksızdır. Çünkü şifalı bitkilerin, hastalığa yol açan etkenlere göre seçilmesi gerekir. *Kramp çözücü ve solunumu rahatlatıcı etkileri olan bitkiler: Şahtereotu, farekulağı(şahinotu-tırnakotu/Hieracium pilosella), güneşgülü(çiğotu/Drosera ratundifolia), çıbanotu, melekotu kökü, mine çiçeği, sedefotu, biberiye, çuhaçiçeği kökü, pelinotu, civanperçemi, kekik, atkuyruğu. *Normalin üstünde balgam oluşumunda, aşağıdaki, balgam söktürücü bitkilerin kullanılması doğru olur: Anason, meyan kökü, öksürükotu, boğadikeni kökü, ökaliptus, ebegümeci, hatmi, sinirliot, ısırganotu, rezene, kekik, çıbanotu, boyotu tohumu, hindiba. *Astım nöbetlerinin kalbi yorduğu durumlarda, arslankuyruğu, alıç ve ökseotu, kalbi güçlendirici etkileriyle, olağanüstü yararlı olabilir. *Kan basıncının yüksek olduğu durumlarda, ökseotu, alıç, ıhlamur dengeyi sağlayabilir. *Korku ve gerginlik hallerinde ise, kediotu kökü, şerbetçiotu çiçeği, arslankuyruğu, yulaf gibi bitkiler başarıyla kullanılabilir. *Alerjik reaksiyonlara karşı ısırganotu denenmelidir.

Ender de olsa, astım bazen yalnızca sinir sistemini güçlendirici droglarla tedavi edilebilir. Çünkü, astım nöbetini başlatan başlıca nedenlerden biri korkudur. Hatta, astım nöbetinden duyulan korku, nöbetin başlamasına neden olabilir. Böyle durumlarda, hastanın iç dünyasını dengeleyici ve kendine güvenini güçlendirici her yöntem uygulanabilir. Sinir sistemini güçlendirici bitkiler, bu süreci destekleyebilir, ama psikoterapinin önemini de göz önünde bulundurmak gerekir.

Süt ve süt ürünleriyle ilgili birkaç söz daha. Çocuk astımlarında ve egzamalarında, sütün alerjik reaksiyonlara yol açtığı kanıtlanmıştır, hatta, yetişkinlerin bu tür hastalıklarının da süt ve süt ürünlerinden kaynaklanabileceğine inanılmaktadır. Çocuklarımızın, mümkün olduğunca uzun süre anne sütü emmeleri mutlaka gereklidir. Ama memeden kesildikten sonra, bazı zararlı maddeleri içeren inek sütüyle beslenmemelidirler. İçinde birçok harika (!) besin maddesi ve şeker bulunan süt ürünlerinden de kaçınmak gerekir. Hatta kırmızı etten de uzak durulmalıdır. Tüm bunlara karşın, inek sütünün içerdiği zararlı maddelerin hiç birini içermeyen keçi sütü ve peyniri ile bu boşluk pekala doldurulabil