instagram takipçi satın al
Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu
Toplam 16 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Uluslararası İlişkiler SÖZLÜK

  1. #1
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111

    Uluslararası İlişkiler SÖZLÜK

    Booking.com
    (a)

    Abluka (blockade)
    Savaş halinde olan devletlerden birinin, diğerinin kıyılarındanbiri bölümüne veya tümüne giriş ve çıkışı engellemeyi amaçlayan savaş önlemlerinden birisidir. Devletlerin birbirlerine karşı geniş çapta ekonomik bağımlılıkları olmasından dolayı abluka modern savaş aracı olarak etkili bir silah vazifesi görür. Genel olarak abluka yazılı olan veya olmayan uluslararası hukuk kuralları ile düzenlenir. Abluka öncesinde tarafsız devletlere notayla bildirimde bulunmak ve her devlete eşit muamelede bulunmak zorunludur. Abluka ihlallerinde cezai müeyyide olarak gemiye el konabilir fakat zarar verilemez.Uygulama yönünden ablukaları çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür. 18 ve 19. yy.’da yaygın olan kağıt ablukasında sadece ablukanın ilanıyla yetinilmiştir, hukuki bir işlevi yoktur. Çoğunlukla savaş zamanında başvurulana abluka (BM’nin 1990’da Irak’a karşı uyguladığı gibi) savaş olmaksızın da sözkonusu olabilir. (1962 yılında ABD’nin Küba’ya uyguladığı gibi). Ayrıca abluka Irak’a uygulandığı gibi denizden olabileceği gibi, 1948 yılında Berlin’e uygulanan abluka gibi karadan ve havadan olabilir. Ayrıca abluka Amerikan İç Savaşı esnasında Kuzey’in Güney’in limanlarını ablukaya alması sonucu savaşı sona erdiren önemli bir etken olmuştur. Sonuç olarak abluka uluslararası arenada etkinliğini ve işlevselliğini korumaktadır.

    AB iletişim ağı-Coreu
    Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile AB Komisyonu arasındaki iletişim ağı. Çoğunlukla dış politika alanındaki iş birliğinde kullanılır. Acil durumlarda kararların hızlı alınmasını kolaylaştırıcı bir unsurdur.

    Acheson Planı
    Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963-1964 döneminde A.B.D.’nin özel temsilcisi Dean Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek paylaştırılacak, böylece iki müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir sorun çözülmüş olacak ve NATO dışındaki güçlerin adaya müdahalesi engellenecekti. Plan adanın iki ülke arasında nasıl bölüştürüleceğini açıklığa kavuşturmuyordu. Hem Türkiye hem de Yunanistan’dan destek görmeyen bu plan bir sonuç getirmedi.

    Açık Belge Teorisi-Clear Act Theory
    1964 yılında Fransız Danıştayı tarafından oluşturulan uluslararası hukuk teorisi. Buna göre, ulusal mahkemeler Avrupa hukukuyla ilgili bir sorunu, herhangi bir yorumlama sorusu doğmadığı takdirde otomatik olarak Adalet Divanına göndermek zorunda değildir. Teoriye taraf olanlar, ulusal mahkemelerin üstünlüğünü ve yetkisini savunurlarken, karşı görüşte olanlar ise, yorumun merkezileştirilmesini ve Adalet Divanının üstünlüğünü savunmaktadırlar.

    Açık Deniz (High seas)
    Hiç bir devletin egemenliği altında olmayan uluslararası deniz alanları. Bir devletin karasuları ya da içsuları olmayan bu alanlardan bütün devletler uluslararası hukukun izin verdiği ölçüde yararlanırlar. Uluslararası kamu alanı olarak kabul edilen açık denizdeki özgürlük sejimi, seyrüsefer, yapay adalar inşa etme, bilimsel araştırmalar yapma balık avlama, deniz altı kablo ve boruları döşeme ile uçuş serbestliğini kapsar. Devletlerin tekelci yetkilerinin olmadığı bu uluslararası denizlerde düzen, bayrak yasası ve devletler arasında kamuya ilişkin imzalanan sözleşmeler ile sağlanır.


    Açık Diplomasi (Open diplomacy)
    Gizli diplomasiye tepki olarak ortaya atılan diplomasi anlayışı. Bu anlayışa göre, diplomatik görüşmelerle ilgili tarafların yüklenecekleri hak ve sorumlulukların kamuoyunun bilgi ve denetimine sunulması gerekir. Gizli diplomasiye en büyük tepki ABD başkanı olan W. Wilson’dan gelmiştir. Savaş sonucunda yayınladığı “Ondört Nokta”nın birincisinde “açık görüşmeler sonunda varılacak açık sözleşmeler” ilkesini iler sürmüştür. Bu diplomasi anlayışının gelişmesini etkileyen iki ana etkendensözedilebilir. İlk olarak, genel anlamda katılımcı demokrasinin sınırlarının gelişmesi hem kitlelerin meclislerini, hükümetlerini denetleme ve yönlendirme olanağını nisbeten artırmış, hem de kamuoyunu çeşitli baskı gruplarına ait örgütler yolu ile yöneticileri etkileme mesaj iletme kanallarının açılması, açık diplomasiyi belirli bir ölçüde de olsa zorunlu kılmıştır. İkinci olarak da özellikle konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi gibi gizli biçimde yürütülmesi pek de kolay olmayan diplomasi türlerinin yaygınlaşması açık diplomasiyi kaçınılmaz hale getirmiştir.

    Bu tür diplomasinin asıl amacı, iki veya daha fazla devletin aralarında gizlice anlaşarak, bir başka devletin temel hak ve yetkilerine yönelik bir eyleme hazırlanmalarını engellemeye çalışmaktır.
    Fakat iki dünya savaşı arasındaki dönemde ayıp sayılmış olan kapalı ya da gizli diplomasi yöntemine son savaştan bu yana yoğun bir biçimde dönülmüş bulunuyor.

    Açık Kapı Politikası (open door policy)
    ABD’nin, Çin’in toprak ve yönetim bütünlüğünün sağlanması, Çin’le ticari ilişkileri olan ülkeler arasında eşit ayrıcalıkların korunması için ilan ettiği ilkeler bildirgesi (1899-1900). Bu amaçla bu devletin kendi toprakları üzerinde diğer devletlere serbestçe ticaret yapma özgürlüğü tanınması. Bu politika ABD’nin yaygın olarak benimsenmiş ve uzun bir süre ABD dış politikasının temeli olmuştur. Bildirge ABD Dışişleri Bakanı John Hay tarafından Büyük Britanya, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya’ya gönderilen sirküler bir mektup şeklinde hazırlanmıştır. Bildirge şu maddeleri içeriyordu: 1)Her ülke, antlaşmayla dış ticarete açılan herhangi bir limanı serbestçe kullanacak ya da kendi nüfuz bölgesindeki başka kazanılmış haklardan serbestçe yararlanacak, 2)Ticaret üzerinden alınan vergiler yalnızca Çin Hükümeti toplayabilecek, 3)Nüfuz bölgesine sahip ülkeler liman ücreti ve demiryolu resmi ödenekten muaf tutulmayacak. Açık kapı politikası Japonya’nın II. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğraması ve Çin İç Savaşı’nda komünistlerin kazandığı zaferde (1949) anlamını yitirerek son bulmuştur.

    Açılma Politikası (infitah policy)
    Mısır’da Nasır’dan hemen sonra iktidara gelen Enver Sedat tarafından 1974’te uygulamaya konulan devlet politikası. Nasır’ın daha önceki sosyalist devletçi deneyimi başarılı olmamıştı ve dünya da yumuşama (détente) dönemine girmişti. Mısır’a dış yardım sağlayabilmek, komşu Arap sermayesinin ve yabancı yatırımların Mısır’a gelmesini kolaylaştırmak amacıyla bu yeni açık kapı ekonomi politikası uygulandı.

    Ad absurdeo
    Uluslararası anlaşmaların yorumlanmasında kullanılan yöntemlerden biri. Buna göre bir anlaşmanın yorumunun anlamsız ve saçma olmaması gerekir.

    Adana Görüşmesi, 30 Ocak 1943
    Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başkanı Winston Churchill arasında 30 Ocak 1943 tarihinde Adana’da yapılan gizli görüşme. Adana Görüşmesi, II. Dünya Savaşı’nın Almanya’nın aleyhine döndüğü bir sırada gerçekleşti. O zamana kadar Müttefikler, Türkiye’yi Almanya’nın Ortadoğu’ya inmesine bir engel olarak kabul ediyor ve savaşın dışında kalmasını yeterli görüyorlardı. Ancak 1942 sonlarında Avrupa’da ikinci bir cephenin açılması gündeme gelince bu cephenin Balkanlar’da açılmasını isteyen Churchill, Türkiye’nin de Müttefikler tarafından savaşa katılmasını düşünüyordu. Sovyet yayılmasından çekinen Türkiye ise zaten güçsüz olan ordusunun yıpranmaması için savaşa girmek istemiyordu. Görüşme sonrasında Türk-İngiliz ilişkilerinde gelişme sağlanmasına rağmen, Churchill Türkiye’yi savaşa girmeye ikna edemedi. Churchill’in çabaları ile Türk-Sovyet ilişkilerinde bir düzelme sağlanırken bu gizli görüşmeyi öğrenen Almanya ile ilişkiler bozuldu.

    Adem-i merkeziyetçilik-Decentralization
    Yönetim sorumluluğunu dağıtmak, bir merkezden yönetmek yerine, yetkiyi yerel yönetim örgütlerine bırakmak.

    Addis Ababa Konferansı, 22-25 Mayıs 1963
    Afrika Birliği Örgütü (OAU)’nün kurulduğu uluslararası konferans. Etiyopya İmparatoru Haile Selassie’nin çağrısı üzerine 1963 Mayısında bu ülkenin başkentinde toplanan konferansa o zamanki bağımsız yirmi Afrika ülkesinin devlet veya hükümet başkanı düzeyindeki temsilcileri katılmıştı. Sömürgeciliğe ve ırkçılığı karşı mücadele konularının ağırlıklı olarak ele alındığı konferansta Güney Afrika Birliği (Güney Afrika Cumhuriyeti) ve Mozambik’e yönelik boykot uygulanması da kararlaştırılmıştı.

    Ad hoc
    Devamlı olmayan, geçici. Belli bir amaca matuf, belli bir konuyla sınırlı.

    Afganistan Sorunu
    Afganistan’da komünist hükümet ile anti-komünist Müslüman gerillalar arasında başlayan iç savaşa, Sovyetler Birliği’nin hükümet kuvvetlerine yardım adı altında bu ülkeye asker gönderip müdahele etmesi ile uluslararası boyut kazanan bunalım. Savaşın kökeni 1978 Nisanında merkeziyetçi Afgan hükümetinin bir sol darbeyle devrilmesinde yatar. Askerlerin daha sonra iktidarı devrettiği iki Marxist-Leninist parti, ülkenin adını değiştirdi (Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti) ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurdu. Yeni hükümetin başlattığı sosyal ve ekonomik reformlar ise büyük ölçüde Müslüman ve anti-komünist olan halkta tepkiyle karşılandı ve 1978 yazında ilk başkaldırı Nuristan eyaletinde başladı. Kendilerine “Mücahid” diyen Müslüman gerillalar ülkenin her yanında yönetime karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Hükümet-içi anlaşmazlıklar ve başlayan iç savaş komünist hükümeti zor durumda bırakıyordu ve 1979 Aralık ayının sonunda Sovyetler Birliği, 1978 yılında iki ülke arasında imzalanan andlaşmayı ve hükümetin davetini öne sürerek Afganistan’a askeri birlik gönderip bu ülkeyi işgal etti. Bir iki ay içinde ülkede Sovyet askeri sayısı 100.000’i buldu. Sovyet müdahalesi Batılı devletler ve İslam ülkeleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı, birçok ülke bu işgali protesto etmek için 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etti.
    Sovyet birlikleri şehirlerde kontrolü elde tutarken kırsal kesimdeki Mücahitlerle baş edemediler. Mücahitlere karşı pek çok savaş taktiği uyguladılar ama Mücahitlerin sivil halktan aldıkları destek sonucu bu girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Sovyet birlikleri bu halk desteğinin yoğun olduğu bölgelerde sivil halka karşı da operasyona giriştiler. Sonuçta 2.8 milyon Afganlı Pakistan’a, 1.5 milyon Afganlı’da İran’a kaçmak zorunda kaldı. Bu arada ABD Pakistan aracılığıyla mücahitlere silah yardımında bulunmaya başladı.
    Yaklaşık 9 yıl süren savaş sonucu Sovyetler mücahitleri yenilgiye uğratamadılar, savaş deneyimi kazanan mücahitler ise Sovyet birliklerine ağır kayıplar verdirdiler. 1988 yılına gelindiğinde Sovyetlerin asker kaybı 15.000’den fazlaydı. Sovyetler Birliği 1988 sonunda Afganistan’dan çekileceğini açıkladı. Birleşmiş Milletler’in arabuluculuğu ile varılan bu anlaşma ile başlayan geri çekilme 1989 Şubatında tamamlandı. Sovyet çekilmesinden sonra hemen devredileceği sanılan komünist Necibullah hükümeti üç yıl daha ayakta kalmayı başardı ama 28 Nisan 1992’de Kabil’e giren mücahitler yönetimi devraldılar. Ama bu sefer de farklı görüş ve isteklere sahip, farklı etnik ve mezhepsel temellere dayanan mücahit gruplar arasında silahlı mücadele başladı.

    Afrika Birliği-African Union
    Temmuz 2002 tarihinde kurulan ve 53 Afrika ülkesini bir araya getiren bölgesel örgüt. Kendilerine Avrupa Birliği Entegrasyonunu örnek alan Afrika ülkeleri arasında ekonomik ve siyasal alanda ileri düzeyde bir entegrasyon oluşturmayı amaçlayan örgütün genel merkezi Etiyopya’dadır. Ortak Afrika parlamentosu, Afrika para birimi ve Afrika merkez bankasının sembolize ettiği tam bütünleşme nihai hedeftir.

    Afrika Karaib Pasifik Ülkeleri Grubu-African Caribben Pacific Satates Group
    Afrika, Karaib ve Pasifik bölgesindeki geri kalmış ülkeler arasında sürekli işbirliği oluşturmak üzere 6 Haziran 1975 tarihinde kurulan birliktir. Amacı, üye devletler arasında ekonomik, ticari, kültürel bağları geliştirmek ve kalkınmayı sağlamaktır.

    Afyon Savaşları
    XIX yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin’de bizim tarihimizdeki kapitülasyonlar benzeri ticari ve hukuki ayrıcalıklar kazanmaları ile sonuçlanan iki savaş.
    1939 yılında Çin hükümetinin, İngiliz tüccarların gerçekleştirdiği yasadışı afyon ticaretini durdurma girişimi ve bir İngiliz denizcinin yargılanması konusunda doğan hukuki anlaşmazlığın doğurduğu gerginlik sonucu I. Afyon Savaşı patlak verdi. Küçük ama güçlü İngiliz kuvvetleri kısa sürede zafer kazandılar. 1842’de imzalanan Nanjing ve 1843’te imzalanan Bogue Ek Antlaşmaları ve Çin’in önemli bir miktarda tazminat ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın ve İngilizlere bırakılması ve İngiliz yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde yargılanmaları konuları karara bağlandı. Öteki Batılı devletler de hemen Çin hükümetine istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde ettiler.
    “Ok Savaşı” olarak da bilinen II. Afyon Savaşı, ticari ayrıcılıklarını arttırmak isteyen İngilizlerin Ok adlı gemideki İngiliz bayrağının indirilmesini bahane ederek 1856 yılında başlattıkları savaştır. Bir Fransız misyonerinin öldürülmesini bahane eden Fransa da İngiltere yanında savaşa girdi. Savaş sonucunda İngiltere ve Fransa 1858 yılında Çin hükümetini Tianjin Andlaşması’nı imzalamaya zorladır, ancak Çin andlaşmayı onaylamayı reddedince savaş yeniden başladı ve 1860 Pekin Sözleşmesi’yle Çin, Tianjin Andlaşması’na uyması kabul etti. Bu andlaşmaya göre yabancı elçiler Pekin’de yerleşebilecek, birçok yeni liman ticaret ve yerleşim için Batılılara açılacak, yabancılar Çin’in iç bölgelerine seyahat edebilecek ve Hıristiyan misyonerlere hareket serbestisi tanınacaktı. Ayrıca 1858’de Shang-hai da yapılan görüşmelerle Çin’e yapılan afyon ihracatı yasallaştı.
    Çin’in XIX. yy.’da ve XX. yy’ın başında Batılı devletlerle yaptığı Tianjin benzeri egemenlik ve toprak bütünlüğünden büyük ödünler verdiği andlaşmalar “Eşitsiz Andlaşmalar” olarak da alınır.

    Aggression
    Uluslararası ilişkilerde yasal dayanağı bulunmayan her türlü militarist saldırı, taarruz.

    Agarianism
    Tarım reformu savunuculuğu. Zaman zaman değişik ülkelerde gündeme gelen ve küçük çiftçilere toprak tahsisi başta olmak üzere bir dizi iyileştirme çalışmasını savunan siyasal hareket.

    Agreman vermek-Agreation
    Gönderilen elçiyi kabul etmek. Her devletin, ülkesinde görev yapacak kişileri kabul edip etmeme hakkı vardır. Agreman, bu sürecin işlemesidir. Elçilikler aracılığı ile işleyen süreçte, atama yapmak isteyen ülke, söz konusu diplomatik görevlinin hayatı hakkında bilgilerin de bulunduğu atama mektubunu karşı ülkeye verir. Diğer ülkenin cevabı bir aydan daha uzun süre olmamak üzere bildirilir. Eğer karşı ülke bu atamayı kabul etmemiş ise, bunun gerekçelerini bildirmek zorunda değildir.

    AGRIBANK/STAT
    Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün/FAO, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki tarım sektörü çalışanlarına önemli bilgileri sağlamak üzere geliştirdiği bilgilendirme sistemi

    AGRIS
    Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün/FAO tarımla ilgili literatür konusunda oluşturduğu Uluslararası Enformasan Sistemi. 1975 yılından beri yürürlükte olan AGRIS, üç milyona yakın kaynak referansı bir araya toplamıştır.

    Ahali Mübadelesi Sorunu
    30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’e göre Türkiye’deki Rum-Ortodokslar ile Yunanistan’daki müslümanların (Türk olmayanlar dahil) büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. Buna göre Batı Trakya’da yaşayan müslüman ahali ile İstanbul’da yaşayan Rumlar dışında nüfus yer değiştirecekti. Daha sonra Lozan Barış Andlaşması ile Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlar da değişim dışında tutuldu. Değişim konusu olan ahali bir daha geri dönemeycek, yanında götürebildiği kadar taşınır mal götürecek, taşınmaz malları ise oluşturulmuş karma komisyon gözetiminde altın değerine göre tasfiye edebilecekti. Karma Komisyon Ekim 1923’te çalışmalarına başladı. İlk yıl karşılıklı olarak belli bir sayıda yer değiştirme olduktan sonra sorunlar ortaya çıkmaya başladı. En önemli sorun “Etabli” (yerleşmiş) deyiminin kimleri kapsadığı sorunu oldu. Yunanistan İstanbul’da oturan bütün Rumlar’ın “etabli” sayılmasını isterken, Türkiye bunun Türk yasalarına göre belirlenmesi gerektiğini savundu. Milletler Cemiyeti’ne oradan da Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’na sevkedilen sorun, Türkiye’nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da, Yunanistan buna uymadı ve Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyarak bunları Rum göçmenlere dağıtmaya başladı. Türkiye de buna karşılık İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu. Bu biçimde tırmanan anlaşmazlık ilişkilerde bir gerginliğe dönüşünce taraflar bunu 1 Aralık 1926’da imzaladıkları bir andlaşma ile çözmeye çabaladılar. Ancak bu andlaşma uygulanamadı ve Türk Yunan ilişkileri bir kez daha gerginleşti. Daha sonra ise Yunanistan Başkanı Venizelos’un girişimi ile 10 Haziran 1930’da imzalanan andlaşma ile sorun çözüldü ve iki ülke arasındaki ahali mübadelesi resmen sona erdi. Bu son andlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul’daki Rum-Ortodokslar ve Batı Trakya’daki Müslüman ahalinin tamamı “etabli” sayıldı ve mübadele dışı tutuldu.

    Airborne
    1.Uçakla taşınan kara kuvvetleri.
    2.Piyade askerlerin hava yoluyla nakli

    Airborne troops
    Hava yoluyla nakledilen birlikler

    Airbus sanayii-Airbus industry
    Hava otobüsü anlamına gelen Airbus, 1970’li yılların başından itibaren Amerikan Boeign uçaklarına karşı Avrupa tarafından geliştirilen yolcu uçağıdır. Çalışma; Almanya, Fransa, İngiltere ve İspanyanın ortak çabaları ile başlamıştır. Bugün sivil havacılık pazarının yaklaşık yüzde otuzunu elinde tutmaktadır.

    Aix la Chapelle Protokolü-Aix la Chapelle Protocol
    Diplomatik protokolleri düzenlemek üzere, Avrupa ülkeleri tarafından 1881 yılında imzalanan protokol. 1815 tarihli Viyana Anlaşmasının tamamlayıcısı ve devamıdır. Bu protokol ile diplomasi temsilcileri, dört sınıf olarak belirlenmiştir; Büyükelçi, ortaelçi, yerleşik elçi ve maslahatgüzar. Söz konusu diplomatik protokoller nihai şekli 1961 tarihli Viyana Konferansı ile verilmiştir.

    Anlaşma-Agreement
    İmzacı tarafından üzerinde ittifak ettikleri konularda, söz konusu taraflara, anlaşmanın mahiyetine göre, siyasi, hukuki, askeri ya da ekonomik bir takım yükümlülükler getiren sözleşmedir. Ulusal parlamentoların onayından sonra kesinlik kazanır ve yürürlüğe girer. Diğer anlaşma türleri olan uzlaşmadan/accord biraz daha bağlayıcı, anlaşmadan/treaty ise gevşektir.

    Anlaşma uzlaşma-Accord
    Diplomasi dilinde hukuki bağlayıcılığı görece düşük olan bir bağdaşma biçimidir. Treaty olarak adlandırılan ve imzacı devletler arasındaki bağlayıcılığı yönünden aşağı statüdedir.

    Akdeniz Paktı (Akdeniz İttifakı)
    II. Dünya Savaşı öncesi dönemde İtalya’nın Akdeniz’de oluşturduğu tehdit karşısında İngiltere ile Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında herhangi bir saldırı durumunda karşılıklı askeri yardımlaşma sözlerine dayalı güvenceler sistemi.
    1935 Ekiminde İtalya Habeşistan (bugünkü Etiyopya)’a saldırınca, Milletler Cemiyeti Konseyi aldığı bir kararla bu ülkeyi saldırgan olarak ilan etti ve İtalya’ya karşı üye devletlerin zorlama tedbirleri-bütün ticari ve parasal ilişkilerin kesilmesi gibi -almalarını kabul etti. Bu ortamda İngiltere, İtalya’nın Habeşistan’a yerleşmesinin, imparatorluk yolu açısından taşıdığı tehlikeli dikkate alarak, İtalya’nın 1935 Kasımında zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık ayında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri güvence verdi. İspanya dışındaki devletler 1936 Ocağında bu güvenceye kabul ettiklerini açıkladılar. İngiltere’nin verdiği güvenceye göre, zorlama tedbirlerine katılmalarından dolayı bu devletler İtalya’nın saldırısına uğrarlarsa, İngiltere kendilerine askeri yardımda bulunacaktı. Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan da buna karşılık olarak İngiltere’ye aynı güvenceyi verdiler. İtalya’nın Akdeniz’de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan bu güvenceler sistemine siyasi tarihte “Akdeniz Paktı” (Akdeniz İttifakı) adı verilir.
    Akdeniz Paktı ile Türkiye, İtalya tehdidi karşısında güvenliğini sağlama açısından İngiltere’ye dayanmaya başlamıştır. Bu, Türkiye’nin İngiltere ile ilişkilerinde bir dönem noktası sayılabilir. İki devlet arasındaki bu yakınlaşma, üç yıl sonra, II Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir ittifaka kadar varacaktır.

    AKKA (AKKUM), 19 Kasım 1990
    Avrupa’da konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması görüşmeleri. Görüşmeler ilk olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın Viyana’daki izleme toplantısında 1989 yılında gündeme geldi. 1987 Aralık ayında ABD ileSSCB arasında imzalanan orta menzilli nükleer füzelerin karşılıklı olarak imha edilmesini öngörüne INF Antlaşması (Orta Menzilli Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması) gündeme konvansiyonel silahların indirimini de getirdi. Bu alandaki çalışmaların iki ülke yerine pakt arasında yapılması öngörüldü. Bu çalışma için 1975’ten bu yana konvansiyonel silahsızlanma görüşmelerinin merkezi olan Viyana seçildi. Görev yönergesinin 1989 Ocak ayında kabul edilmesi ile 9 Mart 1989’da “AKKUM” diye adlandırılan görüşmeler başladı.
    Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) onaltı ve Varşova Paktı’nın Demokratik Almanya’yı da kapsayan yedi ülkesinin Viyana’da biraraya geldikleri AKKUM’un 3 temel amacı vardı. a)Konvansiyonel silahlarda daha alt düzeylerde güvenli ve istikrarlı bir dengenin sağlanması, b)İstikrarı ve güvenliği tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, c)Sürpriz taarruza geçme ve geniş kapsamlı saldırı başlatma yeteneğinin öncelikli olarak ortadan kaldırılması.
    Bu görüşmeler sonucunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması (AKKA) 19 Kasım 1990 tarihinde yirmi iki ülkenin lideri tarafından imzalandı. Antlaşma Avrupa bazında ve merkezi Avrupa’dan birbirinin içine geçecek dışarı doğru açılan 4. bölgeye uyarlanarak yapıldı. Türkiye, Yunanistan, Norveç, Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği’nin altı askeri bölgesi aynı kapsamda ele alındı.
    Antlaşma her dört bölgedeki ülkeler için öngörülen sayısal sınırların bölge içerisinde yeniden pay edilmesi ile taraf ülkeler açısından hukuki yükümlülükler belirlendi. Buna göre global tavanlar NATO ve Varşova Paktı için tank ve toplarda 20.000 olarak saptanırken, zırhlı savaş araçlarında 30.000, savaş uçaklarında 6800, saldırı helikopterlerinde 2000 rakamında anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye’nin elinde Güneydoğu Anadoluyu kapsayan uygulama içinde 279 tank, 3120 zırhlı savaş aracı, 3523 top 750 savaş uçağı bulunacaktır. Bu tavanların dışında eldeki silahlar ise antlaşmaya göre imha edilecektir. Öngörülen indirimler iki pakta da “asimetrik” biçimde uygulanacağı için Varşova Paktı saptanan tavanlar çerçevesinde silah düzeyini NATO’ya eşitlemek amacı ile daha çok imha işlemi gerçekleştirecektir.
    Antlaşmanın getirdiği en önemli unsur, iki pakta birbirlerinin silah miktar ve yerlerini etkin biçimde denetleme olanağını vermesidir.

    Aktif Halk (Active population)
    Sistemi düzeltmek, değiştirmek için çaba harcayan ve siyasal sistemle yakından ilgilenip ona faal olarak katılan halk grubu Aktif kişiler ya düzenden yana olurlar ve onun bütün güçleriyle destekler, ya da düzene karşı çıkarlar ve düzeni değiştirmeye, gerekirse yıkmaya çalışırlar. Bu halk grubu dış politika konularında bilgi sahibidir ve sosyal-eğitimsel yapıda üst düzeyde bulunurlar. Aktif halk grubu tüm halkın %9-11 gibi küçük bir kısmını teşkil eder.

    Aktivist okul/ekol-Activist school
    Uluslararası hukuk normların aslında gelişmiş batılı ülkelerin çıkarlarını yansıttığını savunan üçüncü dünyacı teorisyenlerin oluşturduğu grup.

    Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, 24 Ağustos 1939
    Sovyetler ve Batılılar arasında yapılmaya çalışılan ortak cephe ya da “barış cephesi” görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkması üzerine, Stalin zaman ve alan kazanmanın Hitler’le doğrudan anlaşarak gerçekleşebileceğine karar verdi. 10 Mart 1939’da Stalin Batılıları bir Alman-Sovyet çatışmasının gerçekleştirmeye çalışmakla suçladı. Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişeleniyor ve bunu bozmak istiyordu. Hitler, 20 Ağustosta Stalin’den Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop’u kabul etmesini istedi ve 23 Ağustos’da Moskova’da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Tipik bir saldırmazlık paktı olan bu anlaşmanın gizli maddesinde Doğu Avrupa’da ve özellikle Polonya ile Baltık bölgelerinde Almanve Sovyet etki alanları belirlendi. Bunu izleyecek Polonyanın işgali ile birlikte 2. Dünya Savaşı başlayacaktır.

    Alman Ulusal Birliği, 1871
    XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bugünkü Almanya sınırlarında onlarca bağımsız prenslik yer alıyordu. Bu prensliklerin sayıları Viyana Kongresi’nden sonra azaltılmıştı ve bir Germen Konfederasyonu kurulmuştu. Bugün Almanya’nın doğusu ve Polonya toprakları üzerinde kurulu olan Prusya güçlenerek bu prenslikleri birleştirip Almanya Ulusal Birliği’ni oluşturmaya çalışıyordu. Bu yolda Prusya’nın en önemli rakibi Avusturya’ydı. Prusya’nın Alman Ulusal Birliği’ni kurabilmesi için Danimarka ve Fransa ile de savaşması gerekliydi. 1964 yılında iki Alman dükalığı olan Schlezwig ve Hollestein’i ele geçirmek amacıyla German Konfederasyonu adına Prusya ve Avusturya Danimarka’ya savaş açtı. Savaştan sonra bu iki dükalığın yönetimi konusunda Prusya ve Avusturya arasında anlaşmazlık çıktı. Prusya Başbakanı Bismarck, Fransa ve Rusya’nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Avusturya’ya savaş açtı ve 1866’da bu ülkeyi Sadowa’da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra 1867’de Prusya’nın denetiminde Kuzey Germen Konferedasyonun kuruldu. Bismarck Avusturya’dan sonra Fransa’nın da gücünü kırmak istiyordu. Be sefer Avusturya ve Rusya’nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Fransa’ya savaş açtı.
    1870’te Sedan Savaşı’nda yenilen Fransa’nın böylece Katolik Alman prenslikleri üzerindeki denetimi kırılmış oldu. Prusya 1871 Frankfurt Barışı ile Alsace-Lorraine’i de ilhak etti. Bundan sonra Mein akarsuyunun güneyindeki Katolik Alman devletçikleri Prusya’ya katıldılar ve böylece Alman Ulusal Birliği kurulmuş oldu. Prusya Kralı Alman İmparatoru, Bismarck da Alman Şansölyesi ünvanını aldılar.

    Almanya’nın Birleşmesi, 3 Ekim 1990
    Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya’nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi olayı. Birleşme, “Birleşme Antlaşması”nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.
    Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş’ın simgesi olan Almanya’nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990’da “Birinci Devlet Anlaşması” imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu’da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.
    Daha sonra II. Dünya Savaşı’nın galibi dört müttefik ülke İngiltere, Fransa, A.B.D., S.S.C.B. ile iki Almanya arasında “2+4″ görüşmeleri yapıldı ve 3 Ekim 1990’da imzalanan “Birleşme Andlaşması” ile iki Almanya resmen birleşti. 2 Aralık 1990’da yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha sonra aldığı bir kararla birleşik Almanya’nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi.

    Alfabetik düzen-Alphabetical order
    Diplomatik törenlerde öncelik ya da oturum başkanlığı makamı gibi önemli koltukların sahibinin belirlenmesinde kullanılan bir yöntem. BM, AB ve İKÖ gibi uluslararası kuruluşlarda, birçok idari düzenleme, delege koltuklarının tayini ve evrak düzenlemeleri ve hatta giriş kapısının önündeki bayrakların dizilişinde İngiliz alfabesindeki sıralama esas alınırken; Dünya Posta Birliği gibi Fransızcanın resmi dil olarak kullanıldığı kurumlarda ise, her türlü tasnif ve idari düzenlemede Fransız alfabesi esas alınır.

    Allowance
    Devletin yasama organınca, bütçe yoluyla yürütme organına verdiği harcama miktarı.

    Alternat uygulaması-Alternat
    Uluslararası bir anlaşmaya imza atan ülkelerin ve yetkililerin isim sıralamasında kullanılan yöntem. Buna göre, resmi kopyalardan her birine, o nüsha hangi ülkeye ait ise, o ülke yetkilisinin isim ve imzası diğer imzacıların en üstünde olacak şekilde sıralanır.

    Alternative delegate
    Alternatif temsilci, asıl temsilcinin yerine vekâlet eden delege.

    Amalgamate
    İki ya da daha fazla kurumun birbirine katılması.

    Ambassador extraordinary and plenipotentiary
    Kendi devlet başkanı adına, diğer devlet başkanı nezdinde akredite olan ve kendi devlet başkanının kişisel temsilcisi durumunda bulunan diplomatik görevli.

    Amerikan Ambargosu, 1975-1978
    A.B.D.’nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Şubat 1975’ten itibaren Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu. Amerikan yöntemi, 1971’de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim yasağını kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve A.B.D.’nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı da Türkiye’nin bu ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Harekat sonrası Kongre’de bir grup üye Türkiye’ye karşı silah ambargosu uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun için de A.B.D.’nin Türkiye’ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs’ta kullanmış olmasına sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre’de çıkacak herhangi bir ambargo kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate Skandalı yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye’nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975’te Türkiye A.B.D.’ye verdiği bir nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma İşbirliği Anlaşması’nı (Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki bütün Amerikan üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “kontrol ve gözetimi” altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki ülke arasında yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976’da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi silah ambargosunun kalkması şartına ve Kongre’nin onayına bağlanmıştı. Temmuz 1978’de KTFD Başkanı Rauf Denktaş’ın Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla yumuşayan hava ve Başkan Jimmy Carter’in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül 1978’de kaldırıldı.

    Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (American Declaration of Independence), 4 Temmuz 1776
    Kuzey Amerika’daki 13 İngiliz sömürgesinin bağımsızlıklarını ilan edip Amerika Birleşik Devletleri’ni kurduklarını bütün dünyaya duyuran belge. Bildirinin hazırlanması görevi Philadelphia’da toplanan Kongre tarafından 7 Haziran 1776’da John Ademo, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson’un denetimindeki bir kurula verilmişti. Kurulun hazırlayıp Jefferson’un kaleme aldığı belge 4 Temmuz 1776’da Kongre’de kabul edildi. Bildirgenin özü işi idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar; devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlanmasını sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de ödevdir; İngiltere Hükümeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur; bu suretle serbest kalan Amerikan halkı, yeni bir hükümet kurmaya karar vermiştir.

    Amerikan Devrimi (American Revolution)
    1774’te başlayan Amerika’daki İngiliz kolonilerinin İngiltere’ye karşı yürüttükleri bağımsızlık hareketi. Kuzey Amerika’ya XVII. yüzyıldan itibaren Britanya Adaları’ndan göçler başlamıştı. İlk göç edenler üzerindeki dini baskıdan kaçan Prütenlerdi. Onları daha sonra pekçok sebepten birçok grup izledi. Burada yeteri kadar nüfus birikince, bazı birimler özerk devletler haline gelmeyi, bir anayasa hazırlamayı ve eşit haklara dayalı bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Kolonilerde bu yönde bir gelişme olurken Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları’ndan dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu ve denizlere hakim devleti olarak çıkan İngiltere, artık çok genişlemiş olan bu imparatorluğa bir çekidüzen vermek ve sömürgeler ile bağlarını güçlendirmeyi istiyordu. Ayrıca Yedi Yıl Savaşları’nın masraflarını da bu sömürgelerden çıkartmak niyetindeydi. İngiltere’nin yeni vergiler koyması Kuzey Amerika’daki kolonilerde tepkiye yol açtı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damla oldu ve Boston limanında İngiltere’ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık hareketi başladı. İngiltere’nin rakibi Fransa’nın desteği ile 4 Temmuz 1776’da Amerikan bağımsızlık mücadelesi resmen ilan edildi. İngiltere ile başlayan askeri çatışma sonucu 1782’de İngiltere Amerika Birleşik Devletleri’ni tanımak zorunda kaldı.

    Amerikan İç Savaşı (American Civil War), 1861-1865
    Amerika Birleşik Devletleri’nde 1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney eyaletleri arasında yapılan savaş. Savaş köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini savunan Güney eyaletleri arasında olmuştur. Görünüşte insancıl bir sebep olmasına rağmen savaşın bir de ekonomik boyutu vardı. Kuzey eyaletleri zenci kölelerin bağımsızlık kazandıktan sonra Kuzey’e gelip oradaki sanayi kuruluşlarında ucuz emek olarak çalışacaklarını umuyorlardı. Ayrıca Kuzey, Güney ile İngiltere arasındaki ticari ilişkilerden de rahatsızdı. İngiltere Güney eyaletlerine Afrika’dan zenci köle sağlıyor, karşılığında pamuk alıyordu. Kuzey eyaletleri pamuğu hem kendi endüstrileri için istiyorlardı, hem de pamuğun ucuza dışarı satılmasına karşıydılar. Sonuçta köleliği kaldırmak istemeyen 13 Güney eyaleti Amerika Konfedere Devletleri adı altında A.B.D.’den ayrılmaya karar verdiler. Bunun üzerine 1861’de başlayan savaşı 1865’te Kuzey kazandı ve o tarihten sonra A.B.D.’de kölelik yasaklandı.

    Amerikan Planı (White Plan), 1944
    Bretton Woods uluslararası para sisteminin kuruluş çalışmalarında A.B.D.’nin görüşlerinin toplandığı plan. Plan 1944’teki Bretton Woods Konferansı’nda Harry D. White tarafından hazırlanmış ve bazı değişiklikler dışında aynen kabul edilmiştir. Bretton Woods görüşmelerinde White’in planının yanında İngiltere’nin görüşlerini yansıtan Keynes Planı da tartışılmıştır. Görüşmelerde, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası değer taşıyan paralara istikrar kazandırmanın yolları aranmış, ortak bir para biriminin oluşturması konusu tartışılmıştı. White Planı bu iki sorunu Birleşmiş Milletler İstikrar Fonu ve Dünya Bankası’nın kurulması şeklinde çözümlenmiştir.
    A.B.D. ve İngiltere arasındaki görüşmelerde Keynes Planı ile birlikte ele alınan White Planı, Nisan 1944’te Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kuruluşuna ilişkin Ortak Bildiri’de önemli yer tutmuştur.

    Amerikan liderliği modeli teorisi-American leadership model theory
    Uluslararası sistemdeki aktörlerin işbirliği ve sorumluluklarını yerine getirme gibi her türlü eylemlerinin, ABD’nin liderliği ve inisiyatifine bağlı olduğu yönündeki görüş.

    Amerikan satış fiyatı-American selling price
    ABD de kullanılan gümrük koruma tekniğidir. Buna göre, gümrük fiyatı olarak FOB/Free on Board fiyatı değil, benzer ürünün ABD deki fiyatı esas alınır. Bu işlem özellikle kimyevi maddelerde uygulanır.
    Amerikan Süper 301 Maddesi-American Super 301 clause
    Amerikan Ticaret Yasasında bulunan bir maddedir. Buna göre, ABD, korumacılık yapan ticari ortaklarını yüzde yüz gümrük vergisi koyarak cezalandırabilmektedir.

    Amerikancılık-Americanism
    Amerikaya ya da onun kurumlarına bağlılık, hayranlık ve onlar gibi olma arzusu.

    Amnesia/socially
    Toplumsal hafıza kaybı. Bir toplumun yaşamış olduğu acı tecrübeleri unutması.

    Amfibik Harekat (amphibic operation)
    Stratejide, deniz ve kara müşterek harekatına denir ve daha ziyade denizden karaya asker ve zırhlı araçlar çıkarılmasını kapsar. Bu alanda özel olarak hazırlanmış deniz piyadesi birlikleri ile denizden yüzen tank ve zırhlı araçlar yapılmıştır.
    Kıbrıs olaylarının 1963’ten beri ciddi bunalımlar göstermesi karşısında silahlı kuvvetlerimiz amfibik harekata girişme kapasitesi elde etmişlerdir. Nitekim 1974 Temmuz’unda girişilen Barış Harekatımız çok başarılı olmuştur.

    Amfibi saldırı-Amphibious attack
    Kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ortak taarruzu.

    Amfibi birlik-Amphibious troops
    Hem karada hem de denizde savaşabilen birlik.

    Anakronizm, tarih hatası-Anachronism
    Bir olayın ya da şahsın gerçek zamanından başka bir zamanda olmuş ya da yaşanmış gibi gösterilmesi.

    Anarşizm (anarchism)
    Anarşizm, kural tanımamazlık. Bir ülkede veya milletlerarası alanda çeşitli amaçlarla ve türlü yollarla kargaşalık ve huzursuzluk yaratılması çabalarına ve olaylarına anarşizm denir. Anarşizm, mevcut düzeni sarsmak ve yıkmak, ekonomik, politik ve sosyal karışıklar çıkarmak gibi amaçlara yöneliktir. Menfi propaganda faaliyetleri şekliyle olanlara karşı kanuni ve fiili tedbirler alırlar.
    XIX. yüzyılda ortaya çıkmış olan ve her türlü kural ya da otoriteye karşı olan siyasal ve toplumsal akım. Birey ve toplumun kurtuluşunun ancak, olumsuzlukların kaynağı olan devletin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını savunur.

    Andean Paktı-Andean Pact
    Güney Amerika ülkelerinden Kolombiya, Peru, Venezüella, Ekvador ve Bolivya arasında imzalanmış bölgesel ekonomik pakt. Mayıs 1988 tarihinde kurulan paktın amacı, üye ülkeler arasında ekonomik entegrasyonu gerçekleştirmektir.

    Anglikanlık-Anglicanizm
    1547 yılından beri İngiltere’nin resmi dini. Protestanlığın genel ilkelerini benimsemekle birlikte, Katolikliğin ibadet şeklini esas almıştır.
    Anglo American

    • Angloamerikan, İngiliz ve Amerikan yönetimlerine ait, olanlara özgü.
    • Bu iki ülke kültür ve siyasetinin ortak özelliklerine dayanan.
    • ABD ye özgü

    Anglophone
    Anglophone, İngilizce konuşan milletler. İngiltere, ABD, Kanada ve Avustralya halkları.

    Anglo Sakson-Anglo Saxon
    Anglo-Amerikan kavramıyla benzer anlamdadır. Uluslararası ilişkilerde Anglo-Saksonluk, İngiliz-Amerikan ortak anlayış ve politikalarını ifade eder. İngiliz ve Amerikan topluluğunu belirtir. Diplomaside, bu iki ülkenin kendilerine özgü milli çıkarları olsa da, çoğu olayda, bir nevi akrabalık, kader birliği ve manevi yakınlık hissi politik yakınlaşmada etkili olmaktadır.

    Animus Belli
    “Savaş amacı” anlamına gelen latince terimdir.

    Animus occupandi ilkesi
    Bir devletin herhangi bir toprak parçası üzerinde hak iddiasına ilişkin yasal hüküm. Buna göre böyle bir iddiada olan devletin, o toprak parçası içinde egemenlik güçlerini uygulama niyetinde olduğunu söz ve davranışları ile göstermesi gereklidir.

    Ankara Andlaşması-Ankara Agreement
    Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortak üyelik statüsü kuran andlaşma. Türkiye, Topluluğa ilk kez 31 Ağustos 1959’da başvurmuş, sözkonusu andlaşma 12 Eylül 1963’de imzalanarak ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylandıktan sonra 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir. Ankara Andlaşması’nın temel amacı, Türkiye ile Topluluk arasında aşamalı bir biçimde gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai amacın ise, Batı Avrupa ile hem ekonomik, hem de siyasal yönden bütünleşme olduğu ileri sürülebilir.
    Andlaşma uyarınca, gümrük birliği birbirini izleyen üç dönemde gerçekleştirilecektir. Bunlar:
    a) Hazırlık Dönemi (5 yıl),
    b) Geçiş Dönemi (22 yıl),
    c) Son Dönem (ya da tam üyelik dönemi)’dir.
    Hazırlık döneminde Türk ekonomisinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Topluluğun Türkiye’ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması ve finansal yardımlarda bulunması öngörülmüştür. Geçiş Dönemi fiilen 1 Eylül 1971 tarihinde başlamıştır. Bu dönemde Topluluk ile Türkiye arasında sanayi malları alanında gümrük birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal ürünler arasında bu dönemde gümrük birliği sözkonusu değildir; ancak Topluluğun tarım ürünleri alanında Türkiye’ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması öngörülmüştür. Üretim faktörlerinin serbest dolaşımı ise andlaşmaya göre 1976-1986 arasında gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca, Topluluk, Türkiye’nin tam üyeliğini kolaylaştırmak için finansal yardımlar sağlayacaktır. Türkiye’deki yasal mevzuatın ve iktisat politikalarının Toplulukla uyumlulaştırılması da geçiş döneminde gerçekleştirilmesi öngörülen konulardandır. Son (yani tam üyelik) döneminin ise 1995’ten itibaren başlaması öngörülmüştür. Ankara andlaşmasına göre, geçiş döneminde bu son dönemde tarım ürünlerinin de serbest dolaşımı sağlanmış olacak; diğer yandan Türkiye’de izlenen iktisat politikaları da Toplulukla uyumlu duruma getirilmiş bulunacaktır.

    Ankara İtilafnamesi, 20 Ekim 1921
    TBMM ile Fransa arasında imzalanan antlaşma (20 Ekim 1921). Mondros Mütarekesi’nden sonra Fransa, Ermeniler ile işbirliği yaparak güney bölgelerimize hakim olmaya çalıştıysa da ummadığı bir dirençle karşılaştı. Fransa 1921 ortalarında TBMM hükümeti ile temas girişimlerinde bulundu. Bunda Yunanlılara karşı kazanılan askeri başarılar, Sovyetlerle imzalanan antlaşmalar, İtalyanların Anadoluyu terke başlaması, Ren bölgesinin geleceği konusunda İngiltere’nin Fransayı desteklememesi gibi nedenler de rol oynadı. Fransa Franklin Bouillon’u 9 Haziran 1921’de TBMM hükümeti ile gayri resmi bir temas kurmak üzere Ankara’ya gönderdi. Görüşmeleri M. Kemal Paşa yönetti. Sakarya Meydan Savaşının kazanılması Fransa’nın tereddütlerini giderdi. Türk temsilcisi Yusuf Kamil Bey (Tergirşenk) ile Fransız temsilcisi Franklin Bouillon arasında Ankara İtilafnamesi imzalandı. Antlaşmayla Türkiye ile Fransa arasındaki savaş durumu sona erdi. Türkiye Suriye sınırını çizdi. İskenderun ve Antakya Türk özerkliği kabul edilmek şartıyla ve korunmak şartıyla Fransa’ya bırakıldı. Böylece Fransa Anadolu’nun işbirliği yaptığı dostlarından ayrıldı. Güney cephesinin tasfiyesi ile batı cephesinin güçlendirilmesi sağlandı. Daha sonra Lozan’da bu anlaşma koşulları kesinlik kazanacaktır.

    Anlaşmaları değiştirme-Amendment of treaties
    Uluslararası ilişkilerde kimi anlaşmalar ya da bu anlaşmaların bazı maddeleri, zaman içinde kullanışsız hale gelebileceği gibi, anlamını kaybederek günün ihtiyaçlarını karşılayamayabilir. Rebus sie standibus/zamanın değişimi ile hükmün değişmesi ilkesi gereği tüm tarafların rızası ve katılımı ile anlaşmalar değiştirilebilir. Ancak bu değişikliklerin haddinden fazla olması durumunda, diplomaside genel uygulama, eski anlaşmanın tamamen iptal edilerek, koşullara uygun yeni bir anlaşma yapılmasıdır.

    Annan Planı-Annan Plan
    BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıslı Türk ve Rum taraflara 11 Kasım 2002 tarihinde sunduğu kapsamlı barış planı. Şubat 2003’te revize edilerek yayınlanan plan, Kıbrıslı Türk ve Rum tarafları, tek bir devlet çatısı altında ama eşit yetkilere sahip iki ayrı parça devlet olarak birleşmeyi öngörmektedir. Birleşik Kıbrıs Devletinin temel nitelikleri ve kurumlarını ayrıntılı biçimde ortaya koyan plan, Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü adlı temel bir anlaşma ile bağlı 5 ana bölüm altında 47 alt ekten oluşmaktadır. Toprak paylaşım, mülkiyet ve göçmenler konusundaki anlaşmazlıklar sebebiyle Kıbrıs barışı için görüşme zemini olması konusundaki tartışmalar, Türkiye ve Avrupa Birliği zeminine sıçramış ve oldukça uzun bir pazarlık sürecini başlatmıştır. Planın ana bölümleri:
    Ek A: Kuruluş Anlaşması,
    Ek B: Sonuçlandırılma Sürecine Eşlik Edece ve Yardımcı Olacak Düzenlemeler,
    Ek C: Kıbrıs, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık/İngiltere Arasında Kurulacak Yeni Düzen ile İlgili Anlaşma,
    Ek D: Karar için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine Sunulacak Hususlar,
    Ek E: Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine Katılımı Konusunda Avrupa Birliğinden Talepler.

    Annuit coeptis
    ABD büyük mührünün arkasında bulunan ve Tanrı yardımcımızdır anlamına gelen simge.

    Anomik grup-Anomic group
    Herhangi bir konuda duyulan kaygılar üzerine, kendiliğinden oluşan çıkar grubu. Herhangi bir ön çatışma ve örgütlenme söz konusu değildir.

    Anschluss, 12 Mart 1938
    Almanca “Birlik”. Avusturya ile Almanya’nın siyasi birleşmesini öngören ve 1938 Martında Hitler Almanyasının Avusturya’yı ilhakı ile gerçekleşen siyasi düşünce.
    İlk kez 1919’da ortaya atılan “Anschluss” fikri, 1933’e kadar Avusturyalı sosyal demokratlarca desteklenmiş, 1933’te Almanya Nazilerinin iktidara gelmesi ile çekiciliğini kaybetmiştir. Hitler “bir ulus-bir devlet” ideali doğrultusunda “Anschluss”u gerçekleştirmek için 1934 Temmuz’unda Avusturya’da Nazilerin iktidarı ele geçirme çabasını desteklemiş, ama bu başarısızlıkla sonuçlanınca bunu bir süre ertelenmiştir. 1937’de Almanya İtalya ile anlaştıktan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmış ve Almanya’ya davet ettiği Avusturya Şansölyesi Schuschnigg’e bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği isteklerde bulundu. Schuschnigg bu isteklerin çoğunu yerine getirdi ama Anschluss’u halk oyuna sunmak istedi. 13 Mart 1938 olarak tespit edilen plebisit tarihinden bir gün önce 12 Mart’ta Alman birlikleri Avusturya’ya girdi ve iki ülkenin birleşmesi bir oldu bitti ile gerçekleşti.
    Versailles Andlaşması’nın açık bir şekilde ihlali olan Anschluss, Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’na doğru ilerlemesinin ilk sinyallerinden biriydi.

    Antarktika Antlaşması-Antarctic Treaty
    1959 yılında imzalanan ve Haziran 1961 tarihinde yürürlüğe giren çok taraflı antlaşma. Söz konusu antlaşma ile hiçbir ülkenin Antarktika’da bilimsel araştırmalar dışında herhangi bir askeri faaliyet ya da egemenlik iddiasında bulunamayacağı hükmü getirilmiştir.
    1 Aralık 1959 tarihinde Washington’da imzalanan ve Antartika kıtasının silahlandırılmasını önlemeyi amaçlayan andlaşma. Aralarında ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’nın da bulunduğu on iki devlet tarafından imzalanan andlaşma Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği tarafından imzalanan ilk silahsızlanma andlaşması olması bakımından önemlidir. Ayrıca nükleer silahlarla ilgili olarak imzalanan ilk andlaşma olma özelliğini de taşır. Andlaşma Antartika’da askeri üslerin kurulmasını, silahların denenmesini, askeri tatbikatların yapılmasını bölgede radyoaktif atıkların bulundurulması ve nükleer patlamalara yol açılmasını yasaklamıştır. 23 Haziran 1961’de yürürlüğe girmiştir.

    Antebellum
    Savaştan evvel, çatışma öncesi.

    Anti balistik füze-Anti balistic missile
    Nükleer başlık taşıyabilen balistik füzeleri havada iken vurarak hedefe varmadan yok eden füze. Orta ve uzun menzili olabileceği gibi, denizaltından ya da havadan atılan türleri de vardır.

    Anti balistik füze sistemi-Anti balistic missile system
    Saldırı halindeki bir uçağın ya da füzenin hedefe varmadan yok edilerek hedefin korunmasını sağlayan sistem. İlk defa 1960’ların başında Sovyetler Birliği tarafından Moskova’yı korumak için kurulmuştur.
    Nükleer silahlara karşı geliştirilen, düşman balistik füzesini yok etmeye ya da etkisiz hale getirmeye çalışan savunma sistemi. Saldırı halindeki bir uçak ya da füzenin hedefine varmadan yok edilerek hedefin korunması amacıyla kullanılan sistem, yok edilmek istenen saldırı araç ya da füzesinin hangi aşamada yok edilmek istenişine göre çeşitlilik gösterir. Balistik füzelerin ortaya çıkmasıyla kent, sanayi merkezleri ve füze depoları büyük ölçüde tehlike oluşturuyordu. ABD ve Sovyetler Birliği bu tehlikeyi bertaraf etmek için ABM savunma sisteminin kurulmasını tasarladılar. Aynı zamanda bu sistem çok iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığını gerektirmekteydi. Kurulması ve devam ettirilmesi çok yüksek maliyetlere mal olan bu sistem, 26 Mayıs 1972’deABD ve SSCB arasındaki Salt-I antlaşmaları çerçevesinde büyük ölçüde sınırlandırıldı. 1975 yılından bu yanaABD’de hiç bir ABM Savunma Sistemi çalışmamaktadır. SSCB’de ise Moskova çevresinde “Galoş” tipi 64 füze savardan oluşan sistem bulunmaktaydı.

    Anti-Balistik Füze Sistemlerinin Sınırlandırılması Andlaşması ve Ek Protokol (Treaty on The Limitation of The Deployment of Anti-Ballistic Missile Systems and Protocol), 3 Ekim 1972
    Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri çerçevesinde (SALT) A.B.D. ve Sovyetler birliği arasında 26 Mayıs 1972’de Moskova’da imzalanan anti-balistik füze sistemlerini sınırlandıran andlaşma. 3 Ekim 1972’de yürürlüğe girmiştir.
    Onaltı (16) maddelik bu andlaşma ile her iki tarafın anti-balistik füze (ABM) sistemleri nicelik, nitelik ve coğrafi bakımdan geniş sınırlamalara tabi tutulmakta, böylece her iki taraf için “ilk darbe” girişimi rasyonel bir politika olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktaydı. Ayrıca, andlaşma ile bir sürekli Danışma Komitesi kurulmakta, bu komite ile Andlaşma hükümlerinin uygulanmasının kolaylaştırılması hedeflenmekteydi. Andlaşma doğrultusunda A.B.D. ve Sovyetler Birliği topraklarında sadece ikişer tane ABM savunma sistemi kurabileceklerdi. Bu sistemlerden biri ülkelerin başkentleri çevresinde ötekisi de bir kıtalararası balistik füze (ICBM) koruganı çevresinde olacaktı. Alan savunmasını önlemek amacıyla da her iki sistem arasında en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en fazla 100’er rampa ve füzeden ve gerekli radar ağından oluşacağı hükme bağlanmıştı. Ayrıca taraflar kendi ülke toprakları dışında başka ülkelerde ABM sistemi kuramayacaklardı.
    Moskova’da 3 Temmuz 1974’te imzalanan bu andlaşmaya ek protokol ile tarafların sahip olabileceği ABM sistemi sayısı ikiden bire indirilmişti. Bu protokol 24 Mayıs 1976’da yürürlüğe girdi.

    Anti damping yasası-Anti dumping code
    Dünya Ticaret Örgütü tarafından benimsenmiş olan ve dampingli malların ticaretine engeller getiren yasal düzenleme.

    Anti damping prosedürü-Anti dumping procedure
    Avrupa Birliği içindeki şirket ya da şahısların üçüncü ülke kaynaklı dampingli ve sübvansiyonlu mal ithalatı yaptığının saptanması halinde başvurulan işlemler. Buna göre, önceden komisyon nezdinde dava açılır ve bir rapor hazırlanır. Bu rapor çerçevesinde, Avrupa Komisyonu harekete geçerek Birliğin ticari yasalarını uygular.
    Antiemperyalizm, emperyalizm karşıtlığı-Anti imperialism

    Bir devletin kendi sınırlarının dışındaki halklar üzerinde onların rızası olmaksızın siyasal, ekonomik ya da kültürel olarak hâkimiyet kurma politikalarına karşı gelme.

    Anti-Komintern Paktı, 25 Kasım 1936
    Görünüşte Komünist Enternasyonal’i ama asıl Sovyetler Birliği’ni hedef alan andlaşma. 25 Kasım 1936’da Almanya ile Japonya arasında imzalandı. Daha sonra 6 Kasım 1937 tarihinde Pakt’a İtalya da katıldı. Pakt’ın hazırlanmasına Hitler önderlik etmiştir. Hitler kendi kurmak istediği Büyük Almanya’ya Avrupa’da en büyük engel olarak Sovyetleri görüyordu. Japonya ise Çin’e karşı giriştiği savaşta Sovyetlerin tutumundan ve Çin’e savaş açacağı ve askeri malzeme satmasından rahatsızdı. Pakt biri açık diğeri gizli olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Açık bölüm Komintern (Komünist Enternasyonal)’in faaliyetlerini hedefleyen bir siyasi anlaşma görünümündeydi. Gizli bölümde ise askeri içerikli maddeler ağırlıktaydı ve Sovyetler Birliği ile gerçekleşebilecek bir çatışmada tarafların nasıl tutum alacakları ele alınıyordu.


    Antiliberalizm,liberalizm karşıtlığı-Anti liberalism
    Ekonomik ve politik anlamda liberalizme düşman olma. Ekonomik açıdan serbest piyasa ekonomisi anlayışını, siyasal olarak da, liberal siyaset görüşünü reddetme. Ekonomik olarak himayecilik ve devletçiliği savunurken, siyasal olarak da, özgürlüklerin kısıtlandığı kapalı rejimi savunur.

    Anti militarizm-Anti militarism

    • Uluslararası ilişkilerde askeri güç kullanımına karşı olma.
    • Yönetimde tamamen sivilleşmeyi savunma.

    Anti-Semitizm (anti-Semitism)
    Yahudi ırkına karşı duyulan düşmanlık. İlk çağlarda Musevilerin putperestliğe karşı çıkışının nedeninin ülkelerine bağlı olmamaları biçiminde yanlış anlaşılması sonucu, anti-semitizmin temelini din farklılıkları oluşturuyordu. Fakat 19. yy.’da milliyetçilik akımının Avrupa’yı etkisi altına alması sonucu anti-semitizmin dayanağı dinsel nitelikten ırkı üstünlüğe kayarak kitlelerden büyük destek görmüştür. Anti-semitizm bazı devletlerin devlet politikası haline gelmiş. Örneğin Orta Çağ’da Rusya’da Çarlık dönemi boyunca devlet politikasının bir parçası olarak süre gelmiştir. Yahudilerin özellikle Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde çok iyi koşullarda yaşamaları, milliyetçilik akımının etkisiyle Yahudileri birinci hedef haline getirmiştir. 1933’te Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle anti-semitizm çığrından çıkarak tüm dünyaya yayılmıştır. II. Dünya Savaşı boyunca Almanlar tarafından altı milyon yahudi öldürülmüştür. İslam ülkelerinde anti-semitizm ehli kitap sayılan Yahudiler’in zımmilik statüsüne tabi tutulması sonucu bir sorun oluşturmamıştır.
    Musevilere karşı düşmanca duygular besleme. Musevi düşmanlığı tarihin derinliklerinden gelmektedir. Hz. İsa’yı Çarmıha Musevilerin gerdirdiğine inanan Hristiyan gruplar tarih boyunca Musevilere karşı şiddet eylemlerinde bulunmuş, onlara karşı ayrımcılık yapmışlardır. Bunun Orta Çağ’daki en uç örneği İspanyol Engizisyon’unun Musevilere karşı tutumu olmuş, bu dini terk etmeyenler zorla İspanya’dan çıkarılmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Orta Avrupa’da yükselen milliyetçilikle beraber anti-semitizme ırkçı bir nitelik de eklendi, özellikle Almanya ve Avusturya’da zengin Musevi kesim milliyetçi akımların hedefi haline geldi. Sonunda 1933’te Almanya’da Nasyonel Sosyalistlerin işbaşına gelmesi ile anti-semitizm doruğa çıktı. Önce Museviler ayrı gettolarda yaşamaya zorlandı, daha sonra II. Dünya Savaşı’na kadar pekçok Musevi ülkeden ya sınırdışı edildi ya da göçe zorlandı. Savaş sırasında ise Almanya’nın çeşitli yerlerinde ve Alman işgalindeki ülkelerde -özellikle Polonya’da- kurulan toplama kamplarında milyonlarca Musevi soykırıma tabi tutuldu. Savaş sonrasında ise Musevilere bir ulusal yurt kurmak amacıyla 1948’te İsrail devleti kuruldu ve anti-semitizm daha başka bir biçim kazandı.

    ANZUS
    Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD arasında 1952 yılında kurulan üç taraflı güvenlik anlaşması.

    Aparthayd (apartheid)
    Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1994 yılına kadar yürürlükte kalan ve beyaz olmayan ırklar arasında yasal olarak bir ayrımı öngören politika. Apartheid rejimi Avrupalı azınlığın ülkenin yönetimini kontrol etmesi için düzenlenmiştir. Böylece ülke nüfusunun sadece %15’ini oluşturan beyazlar ülkenin siyasal liderliğini ellerinde tutuyorlar ve ülke ekonomisini de istedikleri şekilde yönlendiriyorlardı. Apartheid düzeni 1950 tarihi Nüfus Kayıt Yasası’na dayanıyordu. Bu yasaya göre Güney Afrika vatandaşlarıBantu (bütün zenciler), Renkliler (melezler) ve Beyazlar şeklinde üçe ayrılıyorlardı. Bu ayrıma daha sonra Asyalılar (Hindistan ve Pakistan kökenliler) de eklendi.
    Apartheid rejimi ile beyaz yönetim, beyaz olmayanların siyasi haklarını meslek seçme, ibadet ve evlenme özgürlüklerini kısıtlıyordu. Zenciler devletçe belirlenen özel bölgelerde yaşamaya zorlanıyordu. Bunun üzerine 1963’ten itibaren zenciler yönetime karşı pasif direnişe başladılar. Bu hareketin liderliğini Afrika Ulusal Kongresi yaptı. Bu arada Apartheid uluslararası alanda da tepki görüyordu. 1961’de Güney Afrika Cumhuriyeti İngiliz uluslar Topluluğu’ndan çıkartıldı. Birleşmiş Milletler’in çağrısı üzerine bu ülkeye yönelik çeşitli ambargolar uygulanmaya başlandı.
    1980’lere gelindiğinde ülkede bir yumuşama havası hakim olmaya başladı. 1986’da bazı yasaların iptali ile Apartheid biraz daha esnek duruma getirildi. Apartheid’a karşı mücadele eden Afrika Ulusal Konseyi’nin lideri Nelson Mandela’nın 27 yıllık bir hapisten sonra Şubat 1990’da serbest bırakılması ile Apartheid’in yıkılmasına yönelik çabalar hız kazandı. 1990 ve 1991 yılında da Klerk hükümeti aralarında 1950 Nüfus Kayıt Yasası’nın da bulunduğu pek çok ayrımcı yasayı yürürlükten kaldırdı. 1992 ve 1993 yılında hükümet ile Afrika Ulusal Kongresi arasında yapılan görüşmeler sonucunda 27 Nisan 1994’te ülkede ilk kez bütün ırklardan kişilerin tek oya sahip olacağı eşit ve adil seçimlerin yapılması kararlaştırıldı. 27 Nisan 1994’te yapılanseçimlerde Afrika Ulusal Konseyi büyük bir başarı elde etti ve Nelson Mandela Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı oldu.Aynı tarihte yürürlüğe giren yeni anayasa ve haklar anayasası ile Apartheid rejimi tarihe karışmış oldu.
    Apolitical

    • Siyasetten uzak, siyaset ile ilgisiz, apolitik.
    • Siyasal etki ve nüfuzu olmayan.

    Appeasement
    Yatıştırma politikası uygulama. Bir saldırının oluşması ya da bir saldırı tehdidinin ortaya çıkması halinde, saldırgan devlete karşı uygulanan pasif politika. Yatıştırma politikası, soruna çözüm bulunmasını kolaylaştırabileceği gibi, saldırgan tarafı cesaretlendiren bir sonuca da yol açabilir.

    Applicable international instruments
    Uygulanması mümkün uluslararası belgeler. Tatbik edilebilir, uluslararası diplomatik dokümanlar.

    Aday ülke-Applicant country
    Herhangi bir uluslararası ya da bölgesel örgüte üye olmak için başvurulmuş olan ülke.

    Apply for membership
    Üyelik başvurusu yapma, herhangi bir uluslararası örgüte üyelik talebinde bulunma.

    Appreciate
    Bir ülke tarafından alınan herhangi bir kararın karşı tarafça anlayışla karşılanması.

    Approve
    Kanun maddesini kabul etmek, meclisten geçirmek.

    AQUASTAT
    Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün/FAO dünyadaki su durumuna ilişkin bilgileri bir araya getirdiği küresel enformasyon sistemi.

    Arabuluculuk (mediation)
    Uluslararası bir anlaşmazlıkta, taraflar arasındaki anlaşmazlığa çözüm aramak veya kesin görüş ayrılıklarını azaltmak amacıyla üçüncü bir tarafın yardımına başvurulmasına dayanan bir uzlaştırma yöntemi. Arabulucu, önce tarafları buluşturup görüşmelerini sağlar. Görüşmelere kendisi de katılır. Ancak, arabulucunun önerileri taraflarca kabul edilmeyebilir, bu durumda arabuluculuk durumu da sona ermiş olur.

    Arap İşbirliği Konseyi-Arab Cooperation Council
    1980’li yılların başından itibaren Ürdün, Irak, Mısır ve Kuzey Yemen arasındaki ikili işbirliği anlaşmaları ile başlayan ve 1989 yıllında bölgesel bir örgüte dönüşen siyası yapılanma. Amacı, üye ülkeler arasında bütün alanlarda işbirliğini güçlendirmek ve bölgesel bir blok oluşturmaktı. Tüm yeni üyelere açık olduğunu duyuran Konsey, 1991 yılındaki Körfez Savaşından sonra dağıldı.

    Arap Avrupa Diyalogu-Arab European Dialogue
    1973 Savaşı ardından yaşanan petrol krizi ile birlikte, Arap ülkelerine biraz daha yakınlaşma ihtiyacı hisseden Avrupa ülkeleri ile Arap ülkeleri arasında 1974 tarihinde başlayan işbirliği süreci. Kapsamlı toplantıların ilki 1982 yılında başlayarak, iki yılda bir tekrarlandı. 1993 ten itibaren toplantıların mahiyeti ekonomik ve güvenlik alanlarına yoğunlaştır.

    Arap-İsrail Savaşları
    İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında meydana gelen çatışmalar. Bunların en önemlileri 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982 savaşlarıdır.
    Balfour Bildirisi ile Filistin’de bir “ulusal yurt” sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin’deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947’de Filistin’de biri Arap diğeri Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşı başladı. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak güçleri bu ülkeye saldırdı. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye katlayarak uluslararası tanınan sınırlarına ulaştı.
    İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır’ın Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında başladı. İngiltere ve Fransa Mısır’ın bu kararını tanımadıklarını bildirdiler. Ekim ayında Londra’da toplanan konferanstan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim ayının sonunda İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve Sovyetler Birliği’nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve kuvvetlerini 6 Kasım’da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız paraşütçü birlikleri çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş sonucunda Mısır-İsrail sınırına Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve İsrail Akabe Körfezi’ne bir çıkış kazanmış oldu.
    1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail gemilerinin Akabe Körfezi’ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise İsrail-Suriye sınırında çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden daha fazla kuvvete sahip olduğunu anladığı Arap devletlerinin ani bir saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı gerçekleştirmeye karar verdi. 5 Haziran’da İsrail Hava Kuvvetleri’nin Mısır Hava Kuvvetleri’nin bulunduğu üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve “Altı Gün Savaşı” olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır’dan Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı Ürdün’den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye’den Golan Tepeleri’ni aldı.
    Altı Gün Savaşı Arap devletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açtı. Diplomatik çabalar İsrail’in işgal ettiği toprakları geri vermeyi reddetmesi ile sonuçlandı. Bunun üzerine Ekim 1973’te Yahudilerin kutsal ayı olanYom Kippur’da Mısır ve Suriye birlikleri eşgüdümlü bir sürpriz saldırı gerçekleştirdiler. İsrail, Golan ve Sina’da ilk başta gerilemek zorunda kaldı ama ikinci haftanın sonunda Galon Tepelerini geri aldı ve Mısır birliklerini Sina’dan püskürttü. Bu savaş ile İsrail’in yenilmezlik miti sarsıldı.
    5 Haziran 1982’de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında tırmanan gerginlik sonucu İsrail F.K.Ö kamplarının bulunduğu Beyrut ve Güney Lübnan’ı bombaladı. İsrail birlikleri Lübnan’ın güneyini işgal etti ve Beyrut’un kenar mahallelerine kadar ilerledi. Kentteki Filistinli mülteciler kenti terk ederek mülteci kamplarına gönderildi. İsrail kentten çekildikten sonra 14 Eylül’de tekrar Beyrut’a girdi. 16 Eylül günü İsrail destekli Falanjist gerillalar Beyrut’taki Sabra ve Şatilla kamplarına girerek yüzlerce Filistinli mülteciyi öldürdüler.

    Arap milliyetçiliği-Arab nationalism
    İlk defa 1847 yılında Lübnan’da Arap edebiyatını canlandırmayı amaçlayan kültürel bir hareket olarak ortaya çıkan, XIX. Yüzyılın sonlarında siyasal örgütlenmeye giderek, I. Dünya Savaşı ve sonrasında bağımsız Arap devletlerinin kurulmasında rol oynayan milliyetçi düşünce. Arap milliyetçiliğinin ikinci evresi. 1943 yılında Suriye’de kurulan Sosyalist Baas Partisinden sonra başlamıştır.

    Arap Zirveleri
    Arap ülkelerinin liderlerinin bir araya geldikleri, sorunları tartıştıkları zirve toplantıları. Bu toplantıların büyük çoğunluğu Arap Birliği çerçevesinde olmuştu.
    Bu zirve toplantılarından ilki 5-11 Eylül 1964 tarihleri arasında 13 Arap devletinin katılımı ile Kahire’de yapıldı. Yemen sorununun tartışıldığı bu toplantı herhangi bir sonuç elde edilemeden sona erdi. Ağustos 1967’deki Hartum Zirvesi’nde 1967 Arap İsrail Savaşı’nın sonuçları ile Yemen’deki Mısır askerlerinin geri çekilmesi konuları ele alındı. Zirve sonunda Mısır ve Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum Andlaşması’yla Mısır askerlerinin 1967 sonuna kadar Yemen’den ayrılması kararlaştırıldı. Zirvede ayrıca İsrail ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamasına ve Filistinlilerin haklarının sonuna kadar savunulmasına karar verildi. Üçüncü Arap zirvesi 25 Kasım 1978 tarihleri arasında yapılan Bağdat zirvesi oldu. Zirvenin toplanması için girişimi Mısır’ın İsrail ile Camp David Antlaşmaları’nı imzalamasına tepki gösteren Arap devletleri yaptı. Zirvede Mısır Camp David Andlaşması’nı iptal ederek diğer Arap devletleriyle ortak hareket etmeye davet edildi.
    1990 Haziran’ında yine Bağdat’ta Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ın çağrısıyla yapılan dördüncü Arap zirvesinde İsrail işgali altındaki topraklara yapılan Yahudi göçü konusu ele alındı. Zirvede ayrıca Türkiye’nin GAP çerçevesinde Fırat’ın sularını bir süre tutması ve bu projenin geleceğinden duyulan kaygılar, İsrail, Ürdün ve Suriye arasındaki Ürdün nehrinin durumu, Mısır’a akan Nil sularının azalması ve bundaki “İsrail etkisi” de görüşüldü. Zirvede Sovyetler Birliği’nden İsrail’e, ayda yaklaşık 10.000 kişiyi bulan Yahudi göçü kınandı ve bu göçe yardımcı olan ülkelerle olan ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuldu. Sonuç bildirgesinde bu göç için “insan haklarının köklü bir ihlali ve Arap ulusuna yönelik bir tehdit” ifadeleri yer alıyordu. Zirvede ayrıca Mısır’ın Camp David Andlaşması’nın imzalanmasından sonra Tunus’a taşınan Arap Birliği örgütünün merkezinin tekrar Kahire’ye alınmasına ve zirvenin her sene olağan bir şekilde Kahire’de toplanmasına karar verildi. Ama Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine Beşinci Arap Zirvesi olağanüstü bir şekilde 10-12 Ağustos 1990’da Kahire’de toplandı. Zirvede bir araya gelen 21 Arap ülkesi lideri Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu doğan bunalımı görüştüler. Suudi Arabistan’ın olası bir Irak saldırısına karşı bir Birleşik Arap Gücü kurulması önerisi sert tartışmalara yol açtı. Sonuçta 12 leyhte oy ile bu gücün kurulmasına karar verildi. Bu olay Arap Birliği’nin tam bir parçalanmanın eşiğine geldiğini göstermiştir.

    Aristokrasi-Aristocracy
    Yönetimde soyluların egemen olduğu, devlet yönetiminde sosyal statü bakımından seçkinler grubunun söz sahibi olduğu siyasal sistem.

    Asya Krizi-Asian Crisis
    1997 yılı Temmuz ayında Tayland da başlayan ve ilerleyen haftalarda Güney Kore, Malezya, Endonezya ve son olarak da 1998 Ağustos ayında Rusya’yı vurarak büyük iflaslara yol açan zincirleme kriz. Ekonomik boyutları muazzam olan kriz ardından birçok ülkede sosyal çalkantılar ve iktidar değişiklikleri meydana gelirken, Uluslararası Para Fonunun/IMF kalkınma programlarına yönelik ağır eleştiriler gelmiştir.

    Asimilasyon-Assimilation
    Güçlü bir toplum ya da kültürün, daha zayıf toplum ve kültürleri kendi içinde dönüştürerek eritmesi, kendine eklemesi.

    Asimetrik federalizm-Asymmetrical federalism
    Eyaletler arasında güç ve iktidar yetkisinin eşit olmayan bir şekilde bölüşüldüğü federasyon biçimi. Bu bazı eyaletlerin daha geniş sorumluluk üstlenmesi biçiminde olabileceği gibi, bazılarının özerklikten daha fazla yararlandırılması biçiminde uygulanır.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  2. #2
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    Atanmış elçi-Ambassador designate
    Büyükelçi olarak tayin edildiği halde, henüz görev yeminini etmemiş -dolayısıyla vazifesine başlamamış- olan elçi.

    Atatürk’ün Dış Politikası
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği dış politika. Üç döneme bölünerek incelenebilir: i. Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Türk Dış Politikası, ii. Lozan Andlaşması’ndan 1930’a kadar olan dönem, iii. 1930’dan Atatürk’ün ölümüne kadar ki dönem.
    Birinci dönemde Atatürk’ün amacı en kısa sürede ve tam bir şekilde ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasıydı. Bu işgalin sona ereceği sınır ise son Osmanlı Mebusan Meclisince belirlenen Misak-ı Milli sınırları idi. Ayrıca Misak-ı Milli ilkeleri bu dönem dış politikasını temelini oluşturuyordu. Bu dönemde Türkiye yeni kurulmuş Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurarak bu devletten yardım almış ve gerek bu devleti Batılı devletlere gerekse de Batılı devletleri Sovyetlere karşı kullanarak kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk Müttefik devletler arasındaki menfaat çatışmalarından doğan ayrılıkları da kullanmasını iyi bilmiştir.
    Lozan’dan sonra Türkiye’nin gerçekçi bir dış politika izlediği söylenebilir. Her ne kadar Lozan’dan arta kalan sorunlar çözülmek isteniyorsa da-Hatay, Musul, Boğazlar gibi- bu dönemde Türkiye Lozan’la elde ettiği statükoyu koruma çabasındadır. Sovyetler Birliği ile dostça ilişkiler sürmekle beraber bu ülke artık Türkiye’nin dayandığı tek devlet olmaktan çıkmaktaydı. Bu arada 1925’te Musul sorununun Türkiye’nin aleyhine bir şekilde çözülmesi ile Türk-İngiliz ilişkilerinde bir soğukluk yaşanmıştır.
    Son olarak 1930-1938 döneminde Türkiye bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve Türk dış politikasının temelini belirleyen “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü bu dönemde söylenmiştir. 1932’de Milletler Cemiyeti’ne giren Türkiye, Yunanistan ve diğer Balkan devletleri ile kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda bu devletlerle Balkan Antantını imzalamıştır. 1937 yılında da aynı barışçı politika doğrultusunda Türkiye İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Türkiye bu dönemde de statükocu bir politika izlemiştir. Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Türkiye’ye katılması bu statükoculuktan kayış gibi değerlendirilse de bu gelişmelerin barışçı ve meşru yollardan sağlanması Türkiye’nin statükocu dış politikasının sürdüğünün göstergesidir.

    Atlantik Bildirisi (Atlantic Charter), 14 Ağustos 1941
    II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile o sırada henüz savaşa girmemiş olan ABD’nin Başkanı Franklin Roosevelt arasında Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren görüşmeler sonucunda 14 Ağustos 1941’de yayınlanan ortak bildiri. 8 maddelik bu bildiri bir bakıma Wilson’un 14 noktası’na benzemektedir. Bu bildiri ile A.B.D.’nin tarafsızlık politikasını terk ettiği açıkça ortaya çıkmıştır. Bildirinin maddeleri özetle şöyledir: i.Savaştan sonra toprak kazanılmayacak ii.ilgili halkın onayı anılmadan toprak değişikliği yapılmayacak, iii.Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacaklar (self-determination), iv.Uluslararası işbirliği gerçekleştirilip geliştirilecek, v.Temel hammaddelerden eşit biçimde faydalanılacak, vi.İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak vii.Açık denizlerde ticaret serbestliği gerçekleştirilecek, viii.Mihver devletleri silahtan arındırılacak ve savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek. Bu maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın içine de alındı.

    Atlantik Paktı-Atlantic Alliance
    4 Nisan 1949 tarihinde Washington da imzalanan ve NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşmasının/North Atlantic Treaty diğer ismidir.

    Atlantik Yasası-Atlantic Charter
    1941 yılı ağustos ayında İngiliz Başbakanı Winston Churchill ile ABD Başkanı Franklin Roosevelt arasında imzalanan ve ileride BM Yasasının da temelini oluşturacak olan ortak bildiri. Bu ortak beyannamede, özgürlük ve demokrasinin korunması, devletlerin zora başvurarak toprak genişletme çabalarının kınanması ve insanlığın korkulardan uzak yaşaması vurgulanıyordu. Beyannamenin bir diğer anlamı da o sırada henüz II. Dünya Savaşına girmemiş olan ABD’nin, açık biçimde müttefikleri desteklediğinin ilanı olmasıydı.

    Ataşe-Attache
    Ülke dışındaki elçiliklerde, kendi uzmanlık alanına göre raporlar hazırlayıp temsilcilik yapan, diplomatik misyona bağlı teknik uzman. Ataşeler siyasi, askeri, ekonomik, basın, tarım ya da kültürel alanlardaki uzmanlardan oluşabilir. Ataşelerin görevleri arasında, kendi alanı ile ilgili olarak ülkesini temsil etme, bilgi toplama ve ilişkileri geliştirme gibi konular bulunmaktadır. Ataşelerin bir kısmı dışişlerine bağlı olarak görev yaparlarken, diğer bir kısmı da farklı hükümet organlarının diplomatik misyonlarının uzantısı konumundadırlar.
    Bir ülkenin yabancı ülkelerdeki diplomatik misyonlarında belirli bir uzmanlık alanı ile ilgili olarak temsil ve bilgi toplama fonksiyonunu gören diplomatik görevli. Siyasal memur statüsündeki bu görevli, bulunduğu yabancı devletin durumunu ve davranışlarını kendi yetki alanında kalmak koşuluyla izler ve hükümetine bildirir. Bazılarına göre onun bilgi toplama hareketi casusluk olarak kabul edilir. Ataşeler çeşitli hizmet alanlarında görev yaparlar. Örneğin askeri ataşeler (ataşe militer) bağlı oldukları ulusal ordunun komutanlığının temsilcisi sıfatıyla hem elçiliğin askeri danışmanıdır, hem de kendi ülkeleri için haber toplarlar. Basın ataşeleri basın, film, radyo ve televizyon gibi alanlarda uzmanlaşmış danışmanlardır. Ticaret ataşeleri, bulundukları yabancı ülkelerle kendi ülkeleri arasındaki ticaret ilişkilerini izleyen, ticaret anlaşmalarının hazırlanmasında rol alan ve kendi ülkelerinin ekonomik çıkarlarının korunması doğrultusunda danışma görevi yapan görevlilerdir. Kültür ataşeleri ise bulundukları yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kültürünü tanıtmaya ve iki ülke arasındaki kültür bağlarını geliştirmeye çalışırlar.

    Ateşkes (cease fire-truce)
    İki ya da daha çok taraf arasındaki çarpışmalara son vermek için yapılan antlaşma. Ateşkes antlaşmasının koşulları, kapsadığı alan ve süresi, genellikle antlaşmayı yapan taraflarca belirlenir. Ateşkes antlaşması ölülerin toplanması gibi özel amaçlarla, bölgesel ya da geçici olarak yapılabilir. Buna bölgesel ateşkes ya da mütareke denir. Bu antlaşmayla savaş durumu sona ermez. Bu tür antlaşmaların en önemli fonksiyonu, çatışan taraflara aralarındaki sorunu görüşmeler yoluyla çözme konusunda yeni bir fırsat oluşturmasıdır. Son zamanlardaki eğilim, ateşkes antlaşmasının kapsamını genişleterek biçim ve içerik açısından bir ön barış antlaşmasına dönüşmesini sağlamak yönündedir.
    Ateşkes antlaşmasına ilişkin genel kurallar 1907 Lahey Barış Konferansı’nda saptanmış ve Lahey Kara Savaşı Yönetmeliği’nde yer almıştır. Bu yönetmeliğin koşullarına göre, bir ateşkes antlaşmasının yeterince açık olmaması, savaşın yeniden başlamasına sebep olabilir. Kasıtlı ilerlemeler, bir birliğin hattı dışındaki noktalara el koyması ve birliklerin istenmeyen ya da zayıf bir noktadan geri çekilmeleri, ateşkes antlaşmasının bozulmasını doğuran davranışlar arasındadır.

    Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Andlaşma, 5 Ağustos 1963
    Atmosferde, uzayda ve su altında nükleer denemelerini barışçı ya da askeri-yapılmasını yasaklayan andlaşma. 5 Ağustos 1963’te Moskova’da imzalanan andlaşma 10 Ekim 1963’te yürürlüğe girdi. Toprak altında nükleer deneme yapılmasını yasaklamadığı için “Sınırlı Deneme Yasağı Andlaşması” olarak da bilinir. Andlaşma metninde nükleer silah denemelerinin yanısıra “herhangi başka nükleer patlama” şeklinde barışçıl denemelerin de yasaklandığı belirtilmektedir.

    Atom Bombası (atomic bomb)
    Plütonyum 239 ya da uranyum 235 izotopları gibi ağır element çekirdeklerinin bölünmesiyle açığa çıkan enerjiden kaynaklanan büyük patlayıcı güce sahip nükleer salih. Bu bölünme, çok hızlı bir zincirleme tepkime içinde bölünebilir çekirdeklerin nötronlarla bombardımanıyla başlatılır. Bir atom bombasının gücü, kimyasal patlayıcılarla yapılmış aynı boyuttaki bir bombayla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Patlama sırasında, şok dalgaları ve rüzgar basıncıyla yarattığı etkinin yanı sıra ısı, ışık ve öldürücü ışınlar radyasyon yayar.
    İlk atom bombaları, II. Dünya Savaşı sırasında ABD’de Manhettan Projesi adıyla bilinen bir program çerçevesinde ve iki farklı türde üretildi. Plütonyumlu atombombası 16 Temmuz 1945’te New Mexico eyaletindeki Alamogordo’da denendi. Uranyumlu ilk atombombası ise, 6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine atıldı ve kentin büyük bölümünün yerle bir olmasına, 200 binden çok kişinin ölümüne neden oldular. Bu çapta bir yıkıma yol açan ikinci bir plütonyum bombası da, 9 Ağustos’ta Nağazaki’ye atıldı. 1950’lerin ilk yıllarında termonükleer bombanın geliştirilmesiyle, atom bombaları ve silahları stratejik silahlar olmaktan çıkıp taktik silahlar sınıflardan sayılmaya başlandı.

    Audiovizuyel politika-Audiovisual Policy
    Avrupa Birliğinin 1986 da kabul ettiği Avrupa çapında audiovizuyel ortam kurma çalışmaları. Buna göre üye ülkeler arasında, programların serbest dolaşımını sınırlayan hukuki ve teknik engellerin kaldırılması, üretilen programlara Avrupa içeriği verilmesi ve telif haklarının yaygınlaştırılması ve bu yönde bir sanayi alt yapısı kurulması öngörülmüştür.

    Augsburg Barışı, 1555
    Almanya’da Lutherciliğin varlığını kabul eden ilk kalıcı yasal düzenleme. Augsburg’da toplanan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dieti tarafından 25 Eylül 1555’te ilan edilmiştir. Buna göre imparatorluğun üyesi hiçbir devlet dinsel gerekçelerle bir başka üye devlet ile savaşa giremeyecek ve mezhepler silaha başvurmadan yeniden birleşene dek barış geçerli olacaktı. Ayrıca imparatorluğun her topluluk diliminde sadece bir mezhep tanınıyor -Katolik veya Luthercilik- böylece prenslerin seçtiği mezhep uyruklarını da bağlıyordu. Öteki mezhepten olanlar mülklerini satarak, bağlı oldukları mezhebin tanındığı prensliklere göç edebilirlerdi. Augsburg Barışı, eksikliklerine rağmen yarım yüzyılı aşkın bir süre Kutsal Roma-German İmparatorluğu’nu ciddi bir iç çatışmadan korudu.

    Avrosantrizm Diplomasisi (eurocentric diplomacy)
    Uluslararası ilişkilerdeki yaklaşım biçimlerinden birisidir ve Avrupa’yı önem ve öncelik bakımından en ön planda ve bütün işlerin ve olayların merkezi olarak görmek ve bunu kabullenmektedir. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllardaki kabuğuna çekilme politikası nedeniyle ve Sovyetler Birliğinin içerdekomünizmi yerleştirip pekiştirmek için meşgul bulunuşu sonucu Avrupa daima en önemli diplomasi odağı olarak göze çarpmıştır. Savaş sonrası yıllarda ABD ve Sovyetler’in iki süper devlet oluşları dünya politikasını iki kutuplu hale getirmiş, zamanla Çin’in ve Üçüncü Dünya denilen gelişmekte olan ülkelerin gruplaşmaları ile çok kutuplu (multipolar) bir durumda söz edilmeye başlanmıştır. Bu arada Avrupa kendi birliğini kurma yolunda bazı önemli adımlar atmış ve AET (Ortak Pazar veya Avrupa Ekonomik Topluluğu) çerçevesinde önce 6 sonra 9 ülke ekonomik birliğe yönelmiş ve diplomatik alanda ortak ve uyumlu bir dış politika amaçlanmakta ve sürdürülmektedir. Böylece bir çok önemlidünya sorunlarında ve olaylarında bunlar birarada hareket ile avronsantrizm diplomasisini güçlendirmekte ve iki süper güç arasında önemli bir pozisyon sağlamaktadır. Avrupa ülkelerinin ekonomik ve teknik gelişmeleri ile ortak diplomasileri bu durumunu sürdürmesinin başlıca etkenleri olacaktır. Türkiye’nin de avrosantrik gelişmeleri iyi izlemesi ve bir rol alması, üzerinde önemle durulan bir husustur.

    Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme)
    İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ekonomileri büyük bir yıkıma uğramıştı. Savaştan sonra bu ülkeler yoğun bir ekonomik anırıma giriştiler. Onarım için gerekli araç ve gereçlerin sağlanabileceği tek kaynak ABD idi. Fakat bu da o ülkelerin kapasitelerini aşan altın ve döviz rezervi gerektiriyordu. 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall önderliğide, Batı Avrupa ülkelerinin onarımı amacıyla hazırlanan bir Avrupa İmar Programı ortaya çıktı. Bu programın finansmanı için ABD’nin yaptığı yardımlar Marshall Yardımları diye bilinir. 1947’de bir miktar yardım dağıtılmakla birlikte, programın asıl uygulanışı 1948’de olmuştur. Programın başlatılmasından sonraki dört yıl içerisinde 17 Avrupa ülkesine toplam 12 milyar dolar tutarında hibe veya kredi şeklinde kaynak transferi yapılmıştır. Türkiye de az da olsa bu yardımlardan yararlanmıştır.

    Avrupa Uyumu-Concert of Europe
    1815 ile 1914 yılları arasında Avrupa çapında hakim olan siyasal uyum politikası. Napolyon’u mağlup eden devletlerin, Napolyon öncesi Avrupa’nın yeniden inşası ve her türlü ayaklanmayı bastırma ve statükoyu koruma amacına yönelik imzaladıkları Viyana Kongresinin kararları doğrultusunda giriştikleri sıkı işbirliği ortamı. Sistem daha çok, büyük devletlerin toprak sorunlarında birbirine danışmaları biçiminde sürmüştür. Belirli bir örgütsel yapısı olmayan sistem, Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile sona erdi. Avrupa Uyumu Sistemi Avrupa’da siyasi istikrara büyük katkıda bulunmuştur. Büyük güçlerin birliğinin bozulması Avrupa’yı doğrudan I. Dünya Savaşı’na sürükledi.
    XIX. yüzyılda Avrupa’da barışı tehdit eden önemli olaylar karşısında büyük güçlerin kurduğu ad hoc bir karşılıklı danışma sistemi. Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya’ya daha sonra Almanya ve İtalya katılmış, geri kalan küçük devletler ise kendileriyle doğrudan ilgili bir olay durumunda sisteme dahil olmuşlardır. Uyum sistemi genellikle büyük devletlerin barışın tehdit edildiğine inandıkları anda topladıkları konferanslar şeklinde yürüyordu. Sonuçta büyük güçlerin hegemonyası egemen oluyordu. Sistem büyük güçlerin Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf şeklinde iki kutupta kamplaşmasına kadar sürmüştür.

    Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı AGİK-Conference on Security and Cooperation in Europe
    İlk defa 1954 yılında gündeme getirilen; ancak, ciddi çalışmalarına 1971 yılında başlayarak, 1994 yılına kadar sürdüren 20 aşkın konferans dizisi. Tüm Avrupa ülkeleri, Kanada ve ABD’den oluşan 37 ülkenin katıldığı hükümetler arası konferansın başlıca iki amacı vardı: Avrupa da bloklar arası gerilim nedeniyle tehlikede bulunan istikrarı sağlamak ve Avrupa ülkelerinin demokratik, insan haklarına saygılı yönetimlere kavuşmaları. 1975 yılında Nihai Senet imzalanmış ve Helsinki İzleme Komitesi kurularak alınan kararların ciddi biçimde uygulanması amaçlanmıştır. Konferansların en önemli kazanımı, bloklar arası gerilimi yumuşatan bir platform olmasıydı. 1990 yılında imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması AKKA, ile bu yönde ciddi adımlar atan AGİK, yine 1990 da kabul ettiği Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı ile kurumlaşma kararı almış ve 1994 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı adını almıştır.

    Avrupa Silahsızlanma Konferansı-Conference on the Disarmement of Europe
    Avrupa’da askeri anlamda yumuşamaya doğru önemli adımların atıldığı konferanstır. Stockholm’de 1984-1986 yılları arasında 12 defa toplanmıştır. Çoğu kez Stockholm Konferansı olarak da anılır. Avrupa’da karşılıklı güven, emniyet, silahsızlanma konuları görüşülmüş ve sonunda Stockholm Anlaşması imzalanmıştır. Bu yönüyle, Doğu-Batı ile bütün Avrupa’da konvansiyonel askeri güçleri konu eden ilk anlaşmadır. Anlaşmayla ülkelerin bir-birlerine büyük askeri hareketlerini haber vermeleri esası konmuştur.

    Anayasa-Constitution
    Bir devletin temel siyasi ve idari organizasyonu ile vatandaşların temel hak ve ödevlerini belirleyen temel kanun. Bu yönüyle anayasa bir ülkede tüm kanunların temel dayanağıdır. Anayasa, bir ülkenin egemenlik unsurlarından biri olduğu için, çiğnenmesi her ülkede ağır suçtur.

    Akdeniz’in Korunması Sözleşmesi-Convention for the Protection from Marine Pollution of the Mediterranean
    Adına Barcelona Sözleşmesi de denir. 1976 yılında Arnavutluk dışında Akdeniz’e kıyısı olan 18 ülke tarafından imzalanmış ve Şubat 1978 de yürürlüğe girmiştir. Daha sonra üç protokol ile tamamlanmıştır. AB’nin de taraf olduğu bu protokol ve sözleşmeler, BM Çevre Koruma Programına dahildir.

    Avrupa Konseyi-Council of Europe
    1949 yılında imzalanan Londra Anlaşması ile kurulmuş devletler arası örgüt. Amacı, insan haklarını, bireyin temel özgürlüklerini ve hukukun üstünlüğünü kabul eden üyeleri arasında siyasi, hukuki, kültürel ve sosyal alanlarda işbirliğini geliştirmek ve inandığı bu ilkeleri koruyup geliştirmektir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu otuz üyesi vardır. Örgütün organları: Bakanlar Komitesi, Parlamenterler Asamblesi ve Sekreterliktir. Bakanlar Komitesi, üye ülkelerin dışişleri bakanlarından oluşurken, Parlamenterler Asamblesi, ülkelerin nüfusuna göre düzenlenmiş kontenjan adedi kadar parlamenterden oluşur. Parlamenterler, ülkelerini değil kendilerini temsil ederler. Çok sayıda alt birimden oluşan Konseyin en önemli birimlerinden biri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Konseyin merkezi Fransa’nın Strasbourg kentindedir. Konseyin AB ile doğrudan hiçbir yapısal bağlantısı yoktur. AB’nin karar organı olan Avrupa Birliği Konseyi /Council of European Union/ ile karıştırılmamalıdır.

    Avrupa Birliği Konseyi-Council of European Union
    Avrupa Birliğinin karar organıdır. Merkezi Brüksel dedir ve AB üyesi ülkelerin bakanlarından oluşur. Konsey, toplantı gündemini oluşturan konudaki bakanların düzenli toplantılarından oluşur. Örneğin ekonomi ile ilgili konularda AB üyesi ülke ekonomi bakanları, tarımla ilgili konularda AB üyesi ülke tarım bakanları bir araya gelerek Konseyi oluştururlar. AB mevzuatını hazırlar ve yas yapma konusunda Avrupa Parlamentosu ile eşgüdüm halinde çalışır.

    Avrupa Adalet Divanı-Court of Justice/EU
    Avrupa Birliği sınırları içindeki anlaşmaları, yasa ve kararları inceleyen, birlik kurumlarının üye ülkelerle, birbirleri ile ya da özel kişi ve kurumlarla ihtilaflarına bakan çok uluslu mahkeme. Divan 16 yargıçtan oluşur ve 6 yıllık bir süre için AB Bakanlar Konseyince atanır. Yargıçlar kararları basit çoğunluk ile alırlar. Kararları bağlayıcıdır ve temyiz imkanı bulunmamaktadır. Davalar bu mahkemenin önüne gelmeden önce ilk Aşama Mahkemesinde görülür.

    Avrupa Konseyi Kültür İşbirliği Konseyi-Cultural Cooperation Council of Council of Europe
    Avrupa Konseyinin eğitim ve kültür politikalarını geliştirmek ve uygulamasını izlemek üzere kurulmuş olan birimi.

    Atlantik İlişkileri Bildirisi-Declaration on Atlantic Relations
    19 Haziran 1974 tarihinde kabul edilen ve değişen dünya koşulları göz önünde bulundurularak, NATO içindeki ilişkilerin yeniden düzenlenmesini öngören bildirge. On dört maddeden oluşan belge, Soğuk Savaş dengelerinin korunmasını ima etmekle birlikte, Doğu-Batı ilişkilerinde gerekli olan pozitif tutumun benimsendiği dile getirilmiştir.

    Askerden arındırılmış bölge-Demilitarized zone
    Bir savaş sırasında, tarafların aralarında uzlaşarak karşılıklı askerlerini çekip boşalttıkları yerler. Söz konusu durum, savaş içinde veya savaş sonrasında olabileceği gibi, savaş olmaksızın bazı bunalım bölgelerinde de başvurulabilir.

    Avrupa Birliği Anlaşma Projesi-Draft Treaty for European Union
    14 Şubat 1984 tarihinde Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen ve Avrupa’daki entegrasyon sürecinin ekonomik alanın yanı sıra siyasal temele de dayanması için çalışmalar yapılmasını öngören proje. İtalyan parlamenter Altiero Spinelli 1907-1986 öncülüğünde hazırlanan proje, Avrupa Topluluğunun Avrupa Birliğine dönüştürülmesi yolunda önemli bir dönüm noktası olmuştur. 1980 yılında kurduğu -Corocodile Kulübü – ile bu yönde çalışmaları başlatan Spinelli, 1982 yılında AP’ye Avrupa Birliğine gitmek için daha önceki anlaşmanın reformunun gerektiğini bildirmiş, 1983te ön proje sunmuş ve 1984 yılında AP tarafından kabul edilmesini sağlamıştır. Ama söz konusu proje zaman içinde sönük kaldıysa da 1989’dan sonra başka isimler ve inisiyatifler altında AB sürecinin bu günlerine gelmesinde ciddi katkısı olmuştur.

    Ambargo-Embargo
    Uluslar arası ilişkilerde, siyasal, stratejik ya da ekonomik amaçlarla bir kısım malların, bazı ülkelerce diğerlerine ihracının, satışının ya da naklinin devlet gücü kullanarak yasaklanması. Ambargo, genelleştirilerek her türlü ihtiyaç maddesini kapsadığı zaman ablukaya dönüşür. Ambargoda, bir ülkeyi ekonomik ya da siyasi açıdan zor duruma düşürmek için o ülke ile ekonomik ilişkisi bulunan ülke ya da ülkenin buraya mal ve hizmet satımlarının engellemek üzere önlemler alması söz konusudur. Uluslar arası ilişkilerde bir yaptırım aracı olarak kullanılan ambargo, özellikle savaş durumlarında önem kazanmaktadır. Ambargonun amacına ulaşabilmesi için, hedef ülkenin gereksinme duyduğu malı alabileceği alternatif pazarlara sahip olmaması gerekir.
    Ekonomik politikanın yaptırım araçlarından bir tanesi. Bir ülkeyi ekonomik açıdan zor duruma düşürmek için ticaret gemilerinin ve diğer malların giriş çıkışının, ithalat ve ihracatın yasaklanması. Ambargo etkili olabilmesi için sadece denizden değil, havadan ve hatta karadan da uygulanmalıdır. Ambargo sivil ve uluslararası olmak üzere iki türlüdür. Sivil ambargo, bir devletin kendi gemilerini yabancı devletlerin yağmasından korumak ya da malların belli bir ülkeye ulaşmasını engellemek amacıyla kendi limanlarında alıkoymasıdır. Uluslararası ambargo ise yabancı devlet gemilerinin ve mallarının alıkonulmasıdır. Ambargo amaç yönünden siyasal içerikli yahut misilleme türünde olabilir. Siyasal amaçlı ambargo savaş ya da ayaklanma içinde olan devletlere silah ve savaş malzemesi ihracını engellemek amacıyla uygulanır. İspanyol İç Savaşı sırasında ABD’nin tarafsızlığını belirtmek amacıyla uyguladığı 1937 yılındaki ambargo bu türe bir örnektir. Misilleme türünde ambargo; devletler hukukuna ilişkin yükümlülüklerini çiğnediği düşünülen bir devlete karşı kullanılır. İngiltere ve Fransa’ya konulan 1807 ABDambargosu bu niteliktedir. Ayrıca ABD’nin en gözde devlet olan SSCB’ye uygulamış olduğu kısıtlama da “de facto ambargo” olarak tanımlanır.

    Antant-Entente
    İki ya da daha fazla ülke arasında belirli bir süre için yapılan ve çok fazla karşılıklı yükümlülükler getirmeyen zayıf bağdaşma. Anlaşma, siyasi anlaşma. Devletler arasında bir veya birkaç anlaşmanın imzalanması ile oluşan ittifaklara verilen ad. Antant kelimesi tarih boyunca bazı devletlerarası anlaşma ve birleşmelerin özel adı olarak kullanılmıştır. 1959’da dört Afrika devleti (Fildişi Sahili, Dehemey, Nijer ve Yukarı Volta) tarafından kurulan Antant Kurulu 1904’te Fransa-İngiltere yakınlaşmasını simgeleyen Entente Cordiale, 1920 ve 1921’de Romanya, Yugoslavya ve Çekoslavakya, arasında imzalanan iki taraflı anlaşmalar sonucu doğan”Küçük Antant”, 1898-1905 yılları arasında Fransa, İngiltere ve Rusya’nın aralarında imzaladıkları anlaşmalarla oluşturdukları “Üçlü Antant” tarihte en bilinen antant örnekleridir.

    Avrasya-Eurasia
    Avrupa ve Asya. Batıda Atlas Okyanusundan başlayıp, doğuda Çin Denizi ve Pasifik Okyanusuna kadar devam eden Avrupa ve Asya ana kara kütleleri. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasını, enerji kaynaklarının yüzde 75’ini dünya GSMH’sının yüzde 60’ını barındıran bölge, siyasal, ekonomik, kültürel ve stratejik açıdan uluslar arası siyasetin en önemli alanlarından biridir.

    Avrasya güçleri-Eurasian powers
    Avrasya kara kütlesi üzerinde yer alan Almanya, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye gibi siyasal ve ekonomik açıdan etki sahibi ülkeler.

    Avrasya Geçiş Koridoru-Eurasian Transit Corridor
    Londra’dan başlayarak Güney Çin Denizi ve Japonya’ya kadar uzanan alanda güvenli bir ticaret güzergâhı oluşturulması öngörülen ve İkinci İpek Yolu olarak adlandırılan proje. Proje anlaşması 1993 yılından Avrupa Birliği ile bölge ülkeleri arasında imzalanmıştır.

    Avrupa-Arap diyalogu-Euro-Arab dialogue
    Arap Birliği ülkeleri ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında ekonomik temelli olarak başlayan; ama sonra siyasal alanda ve özellikle barış süreci konusunu da kapsayacak şekilde gelişen diyalog. Bu işbirliği ilk defa 1973 petrol ambargosu ardından, dönemin Avrupa Topluluğu üyelerinin Orta Doğudaki durumla ilgili olarak aldıkları karar üzerine başlamıştır. 1974te kurulan Avrupa-Arap Genel Komisyonu, düzenli toplantılarına 1976 yılından sonra başlamıştır.

    Avrupa komünizmi-Euro communism
    1970li yıllarda bazı Avrupa komünist partileri içinde Sovyet komünizmi çizgisinden bağımsızlaşma ile ortaya çıkan Avrupa tarzı komünizm. Başlıca özelliği, tüm komünist partilerin tek bir öğreti ve merkeze uyum göstermesini öngören Sovyet görüşünü reddetmesidir. Bunun yerine, her partinin kendi ülkesinin yapısına, kültürüne ve gereksinimlerine göre yönünü çizmesini öngörür; Batılı anlamda çoğulcu demokrasi kavramını kabul eder ve sosyalizmin serbest seçim yoluyla kurulmasını ister.
    Avrupa merkezci diplomasi-Eurocentric diplomacy
    Uluslar arası ilişkilerde Avrupa’yı ön plana alıp tüm işlerini Avrupa merkezli olarak düzenlemeyi öngören diplomasi.

    Avrupalılar Avrupa’sı-Europe of the Europeans
    Avrupa’yı Amerikan hegemonyasından kurtarmak ve Amerika yanlısı bir model üzerine kurulmasını önlemek amacıyla 1950’li ve 60’lı yıllarda Fransız lider Charles de Gaulle tarafından savunulan görüş.

    Avrupa Ordusu Projesi-European Army Project
    İlk defa 1952 tarihli Paris Anlaşmasıyla gündeme gelen ama soğuk savaş koşulları nedeniyle işlerlik kazanmayan Avrupa’nın kendi ordusunu oluşturma projesi. Paris Anlaşmasında özgün bir Avrupa ordusu kurulması çabaları, 1953 yılında Fransa’nın itirazları üzerine gerçekleşmemiş ve Avrupa’nın savunması 1990 yılların başına kadarNATO çerçevesinde sınırlı kalmıştır. Ancak 1992 yılından itibaren Avrupa’nın kendi ordusuna sahip olması gerektiği yönündeki görüşlerin ağırlık kazanması, çabaları yoğunlaştırmış ve 2003 yılına kadar, ordunun ilk nüvesini oluşturacak çalışmaların tamamlanması kararlaştırılmıştır.

    Avrupa Bakaloryası-Europen Baccalaureate
    Avrupa okullarında lise bitirme diplomasını esas alan sınavdır. Üye ülkelerdeki Avrupa okullarında yapılan bu sınavları aynı esasa bağlamak üzere Avrupa Konseyinin ilk yönetmeliği 1957 de yayınlanmıştır.

    Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu-European Coal and Steel Community
    1951 yılında imzalanan Paris Anlaşması ile kurulmuş olan ve Avrupa Birliğinin ilk nüvesini teşkil eden yapılanma. Adına Schuman Planı da denmektedir. Amacı, kısa vadede Fransa ve Almanya’yı ekonomik anlamda birbirine yakınlaştırarak İkinci Dünya Savaşına neden olan kömür ve çelik sektörlerinde işbirliği yapmalarını sağlamaktı. Uzun vadede ise ekonomik ve siyasi alanlarda birleşmiş bir Avrupa’nın oluşturulmasıydı. Kurucuları Jean Monnest ve Robert Schuman idi. 1970lerdeki petrol ve çelik krizinden olumsuz etkilenene yapının işlerlik süresi 2002 yılına kadar uzamış ve Avrupa entegrasyonunda önemli rol oynamıştır. 1967 yılında yürütmelerin birleştirilmesi ile üç Avrupa topluluğunun tek bir komisyon, tek bir konsey ve tek bir parlamentoya sahip olmasıyla bağımsızlığını yitirmiş, 1978 yılında Avrupa Parlamentosunun aldığı bir kararla ismi de terk edilerek tüm Avrupa örgütlenmelerinin Avrupa Topluluğu adı altında buluşması kararlaştırılmıştır.
    Avrupa Komisyon u-Europen Commission
    Avrupa Birliğinin yürütme organıdır. 20 üyeden oluşan komisyonun başlıca dört işlevi vardır: 1-AB’nin yürütme organı olarak politikaları uygulamak ve yönetmek, 2-Mevzuata ilişkin öneriler hazırlamak, c-AB yasalarının eş güdümlü bir şekilde tüm üye ülkelerde uygulanmasını ve korunmasını sağlamak, 4-AB uluslar arası alanda temsil etmek, Komisyon, belli bir inisiyatif hakkına sahip olmasına karşın, AB politikalarına ve önceliklerine ilişkin temel kararları kendi başına alamaz. Bu yükümlülük, üye hükümetlerin bakanlarından oluşan Avrupa Birliği Konseyi ile Avrupa Parlamentosunun sorumluluğundadır. Avrupa kurulmalarının en büyüğü olan Komisyon, yaklaşık on beş bin personel, yirmi üç genel müdürlük ve on beş uzmanlık servisinden oluşur. Komisyon üyesi yirmi kişi, haftada bir kez toplanır. Komisyon toplantılarında, her gündem maddesine ilişkin söz konusu politika alanından sorumlu komisyon üyesi sunuş yapar ve kararlar gerekirse oy çokluğu sistemiyle alınır. Komisyon başkanı, Avrupa devlet başkanlarınca seçilir. Üyeler, birlik üyesi ülkelerce Komisyon Başkanına danışılarak aday gösterilir ve parlamento tarafından onaylanarak göreve başlar.

    Avrupa İnsan Hakları Komisyonu-European Commission of Human Rights
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kurduğu soruşturma ve uzlaştırma kurumu. Görevi, bu sözleşmeye aykırı davranıldığını öne süren birey ve devletlerin dilekçelerini incelemektir. Bireysel başvurularda, dostça çözüm bulmaya çalışır. Bu olmaz ise, sorun Avrupa İnsan Hakları Divanına yollanır ve dava burada görülür. Şayet hakkında şikayet olan devlet, Divanın yargılama yetkisini kabul etmeyen bir ülke ise, o zaman görüşünü bir raporla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine bildirir. Bağımsız yargıçlardan oluşur ve kararlarının bağlayıcılığı yoktur.

    Avrupa Toplulukları-European Communities
    Dönemin üç temel Avrupa Kurumu olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AKÇT Avrupa Ekonomik Topluluğu AET ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’na EURATOM verilen kapsayıcı isim. 1967 yılında yürütmelerin birleştirilmesi ile bu üç topluluk tek bir komisyon, tek bir konsey ve tek bir parlamentoya sahip olmuştur. 1978 yılında Avrupa Parlamentosunun aldığı bir kararla isim olarak kullanılması terk edilmiş ve Avrupa Topluluğu kurulmuştur.

    Avrupa Topluluğu-European Community
    1951 tarihli Paris Anlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1957 yılındaki Roma Anlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu adlı üç topluluğun birleştirilmesi ile kurulan örgüt. 1967 yılında yürütmelerin birleştirilmesi ile bu üç topluluk tek bir komisyon, tek bir konsey ve tek bir parlamentoya sahip olmuştur. 1978 yılında Avrupa Parlamentosunun aldığı bir kararla isim olarak da değişmiş ve Avrupa Topluluğu ismi benimsenmiştir. Oluşturulan topluluğun tek bir piyasa şeklinde bütünleşmesi ve görülen-görülmeyen tüm sınırların ortadan kaldırılması için yeni çabalar gerekmiş; bu amaçla hazırlanan Avrupa Tek Senedi, topluluğun sınırları dahilinde bütünlüğü sağlamak üzere 1993 yılını hedef olarak belirlemiştir. Bu hedefler çerçevesinde gerekli alt yapı oluşturulduktan sonra, 1992 yılında imzalanan Maastricht anlaşması ile Avrupa Topluluğuna resmen son verilerek örgütlenmenin adı Avrupa Birliği olmuştur.

    Avrupa Kongresi-European Conference
    Winston Churchill 1874-1965 tarafından Lahey’de 1948 yılında toplanan ve Avrupa’nın yeniden ayağa kalmasına destek olacak temelleri atan kongre. Bunun ardından Avrupa Hareketi, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Divanı kurulmuştur.

    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-European Convention of Human Rights
    4 Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan ve Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren insan haklarını ve temel özgürlükleri korumaya ilişkin sözleşme. Bireyin medeni ve siyasal haklarını güvence altına almayı amaçlayan anlaşma, kişilerin bireysel başvuru hakkını tanımış olan herhangi bir devle aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurma imkanı getirmektedir.

    Avrupa Konseyi-European Council
    Avrupa Birliğinin en üst karar organı. 10 Aralık 1974 yılında kurulmuştur. Avrupa Birliği devlet ya da hükümet başkanlarından oluşur. Her altı ayda bir, dönem başkanı olan ülkenin başkentinde toplanır. Topluluğun makro politikaları ile gündemdeki önemli hususlarda karar alır. Ortak dış politika ve güvenlik politikalarını belirler. Merkezi Strasbourg’ta bulunan Avrupa Konseyi ile karıştırılmamalıdır.

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi-European Court of Human Rights
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1959 yılında kurduğu uluslar arası bir yargılama kurumudur. Sözleşmenin uygulanması ve yorumlanması ile ilgili tüm davalara bakar. Yargı görevinin yanı sıra danışma görevi de vardır. Avrupa Konseyine üye ülkelerin birer yargıcından oluşur. Bireyler doğrudan bu mahkemeye başvuramazlar. Başvurular öncelikler Avrupa İnsan Hakları Komisyonu veya ilgili devlet tarafından yapılır. Sadece üye devlet yurttaşları tarafından yapılan bir başvuru, Komisyon tarafından bu mahkemeye götürülebilir.

    Strasbourg Avrupa Mahkemesi-European Court of Strasbourg
    Avrupa İnsan Hakları Divanına verilen diğer isim. Strasbourg’ta bulunan Avrupa Adalet Divanı ile karıştırılmamalıdır.

    Avrupa Kültür Merkezi-European Culture Center
    1950 yılında kurulan ve Avrupa Birliğinin kurulması için eğitsel ve kültürel sorunları inceleyen kurum. Merkezi Cenevre’dedir.

    Avrupa Kültür Anlaşması-European Culturel Agreement
    1954 yılında Avrupa Konseyi üyesi ülkelerce imzalanan ve Avrupa’nın ortak kültürel varlığını kurumayı amaçlayan anlaşma.

    Avrupa para yılanı-European currency snake
    Uluslar arası para sisteminde yaşanan bunalıma karşı 1972 ile 1979 yılları arasında uygulanan döviz dalgalanma tekniği. 1971 yılında Washington da yapılan anlaşma uyarınca, her paranın değerinin dolara karşı en fazla yüzde 2.23 oynamasına izin veren bir tünel oluşturulması kararlaştırılmıştır. Böylece her Avrupa ülkesindeki merkez bankası, kendi parasının değerini diğer üyelerin paralarına karşı bu sınırlar içinde tutmakla görevlendirilmiştir.

    Avrupa Günü-European Day
    İki farklı gün Avrupa günü olarak kutlanmaktadır. Bunlardan ilki, Avrupa Konseyi Statüsünün Londra’da imzalandığı gün olan 5 Mayıs 1949 günü; ikincisi de, Avrupa bütünleşmesinin temellerinden biri olan Robert Schuman Bildirinin yayınlandığı 9 Mayıs 1950 günü.

    Avrupa Savunma Topluluğu-European Defence Community
    27 Mayıs 1952 Paris Anlaşması ile kurulması öngörülen savunma topluluğu projesi. Bunu gerçekleştirmek için Avrupa Topluluğu yönetimi altında bir Avrupa ordusu kurulması düşünülmüştür. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün karşı çıkması üzerine 1954 yılına savunma topluluğu projesi hayata geçirilmeden yok olup gitmiştir.

    Avrupa Ekonomik Topluluğu-European Economic Community
    Avrupa’da ekonomik entegrasyon sürecinin ilk başlangıcı olan ve 1 Ocak 1958 de yürürlüğe giren Roma Anlaşması ile kurulan topluluk. Kuruluş amacı, üye altı ülke Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda arasında bir ortak Pazar kurmaktı. Bunun için gümrük, ekonomik ve parasal birliğin kurulması gerekiyordu. Gümrük birliği 1968 yılında yürürlüğe girdiyse de, 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik bunalımlar entegrasyon sürecini geciktirdi. Diğer büyük Avrupa örgütlenmeleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile 1967 yılından itibaren birleştirilerek adı önce Avrupa Toplulukları daha sonrada tamamen Entegre edilerek Avrupa Topluluğu halini aldı.

    Avrupa Bayrağı-European Flag
    21 Nisan 1986 tarihinde resmen kabul edilen ve mavi fon üzerinde 12 sarı yıldızdan oluşan bayrak. Tüm Avrupa’yı kapsayacak şekilde bir bayrak fikri 1923 ten beri gündemde bulunmuştur. 1923 tarihinde Comte Richard de Coundenhove tarafından kabul edilen Pan Avrupa bayrağının yanı sıra, 1948 yılında Avrupa Hareketinin kabul ettiği beyaz fon üzerine yeşil E harfinin bulunduğu bayrak belirli münasebetlerle kullanılmıştır. Ancak, bugün de kullanılan mavi bayrak 1986 da tümünün yerini almıştır.

    Avrupa Serbest Ticaret Birliği-European Free Trade Association
    EFTA. Dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğuna rakip olarak İngiltere tarafından, bir grup Batı Avrupa ülkesi ile birlikte 1959 yılında kurulan örgüt. İngiltere, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Norveç ve Portekiz den oluşan birliğin bazı üyelerinin Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye olmaları nedeniyle, EFTA ile AT arasında imzalanan anlaşmalarla 1977 yılında aşamalı olarak başlayan Avrupa Serbest Ticaret bölgesi, 1984 yılında tamamlanmış ve bugün daha geniş bir Avrupa ortamı oluşturulmuştur. 1991 yılında imzalanan ve 1994 yılında yürürlüğe giren anlaşma ile de, AB ve EFTA arasında serbest dolaşım sağlanarak bu işbirliği derinleştirilmiştir. Merkezi Cenevre’de ve halen 7 üyesi, Avusturya, Finlandiya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Norveç ve Liechtenstein olan EFTA’nın en büyük ticari ortağı yine Avrupa Birliğidir.

    Avrupa Para Sistemi-European Monetary System
    1978 yılında kabul edilen ve 13 Mart 1979 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa para stabilizasyon tekniğidir. Amacı parasal birliği kurmaktı. 1989 yılına kadar tüm Avrupa ülkeleri arasında parasal bir istikrar kurulması başarılı olmuş, on bir defa ayarlama yapılmış ve para kurlarındaki bozulmalar azaltılmıştır. Bu sisteme bağlı her ulusal para için, Avrupa para birimine bağımlı bir temel kur vardır.

    Avrupa Parlamentosu-European Parliament
    Avrupa’nın supranasyonal yasama organı. Önceleri, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun ortak meclisi olan organ, 1958 Roma Anlaşması ardından kurulan başka bir meclis ile birleştirilerek kurulmuş ve Avrupa ülkelerinden gelen temsilcilerce ilk defa 1958 yılında toplanmıştır. Resmi adını 1962 yılında almıştır. Parlamento vekilleri, ilk önceleri üye ülkelerin ulusal parlamentolarından atama yoluyla seçilirken, 1979 yılından itibaren üye ülke vatandaşlarınca doğrudan seçilmektedir. Parlamenterler beş yıllık bir süre için seçilir. Başkanının yanı sıra, on dört başkan yardımcısı, bir divan ve çok sayıda komisyon ve siyasi grup bulunmaktadır. Parlamento toplantıları Strasbourgta, Genel Sekreterlik toplantıları Lüksemburgta komisyon ve siyasi grupların toplantıları ise Brüksel’de yapılır. Yasam görevini AB Konseyi ile paylaşmıştır. Konular, parlamento ve konseyde ikişer defa ele alınır. ABpolitikaları ile ilgili her konuyu inceleyebilir, yönetmelik saptar, bütçeyi kabul eder ya da değiştirir, katılmak isteyen ülkeleri onaylar. Konsey kararlarını reddetme ve değiştirme hakkına sahiptir.

    Avrupa Siyasal Topluluğu Projesi-European Political Community Project
    10 Mart 1953 tarihinde ortaya atılan federal anlayışta bir siyasal topluluk projesidir. Avrupa Savunma Topluluğu projesinin reddedilmesi, bu projenin de iptal edilmesine neden olmuştur.

    Avrupa siyasi işbirliği-European political coorperation
    1970 yılında Davignon Raporuyla ortaya atılan ve Avrupa ülkeleri arasında dış politika alanında işbirliğini öngören proje. 1987 yılındaki Avrupa Tek Senedinden sonra fiilen uygulanmaya başlamıştır. Avrupa bütünleşmesi süreciyle birlikte 1992 yılından itibaren bunun yerine Ortak dış politika ve güvenlik politikaları terimi kullanılmaktadır.

    Avrupa Acil Mücadele Gücü-European Rapid Reaction Force
    Avrupa ordusunun ilk nüvesini oluşturması planlanan 60 bin kişilik Avrupa ordusu. 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesinde varılan karar uyarınca 2003 yılı başından itibaren operasyonel hale gelen Avrupa Acil Müdahale Gücünün, ABD kontrolü altında kriz yönetimi operasyonlarına katılmasına karar verilmiştir. Aynı kararda, Avrupa gücünün iki ay içinde olası kriz bölgelerine gönderilmesi ve bir yıl süreyle bu bölgede muhafaza edilmesi amaçlanmıştır. AB’nin yakın bir gelecekte bu gücü, savaşan bir orduya dönüştürme iradesinde olduğu dile getirilirken, teknik açıdan oldukça yetersiz olması çalışmaları yavaşlatmaktadır.

    Avrupa Bölgeler Konseyi-European Regions Council
    Avrupa kuruluşları nezdinde bölgelerin temsil edilmelerini güçlendirmek üzere Fransız siyasetçi Edgar Faureun girişimleriyle kurulmuş olan ve üye kuruluşlar aracılığıyla Avrupa Konseyine ait üye ülkelerin yüz otuz bölgesini bir araya getiren konseydir. Merkezi Strasbourgtadır.

    Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası-European Security and Defence Identitiy
    Avrupa Birliği’nin entegrasyon sürecinin önemli dönüm noktalarından birini oluşturan ve ileride ortak Avrupa ordusunun kurulmasını beraberinde getirecek olan ortak savunma anlayışı. Soğuk savaş dönemi boyunca savunması NATO tarafından sağlanan Avrupa, 1990lı yıllarla birlikte Batı Avrupa Birliğini aktif hale getirerek kendi savunma kimliğini oluşturmayı denedi. 1992 yılında yapılan Roma Bakanlar Konseyi toplantısında BAB’ın teşkilat yasası uluslar arası gelişmeler dikkate alınarak yeniden tanzim edilmiştir. Ama Avrupa ortak savunma politikası için asıl dönüm noktası 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması oldu. Anlaşma ile ortak güvenlik politikasının amaçları belirlenmiştir. 1996 Haziranında yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısında Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinin NATO içinde geliştirilmesi kararlaştırılırken, 1997 de imzalanan, 1999 da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile, ortak güvenlik politikasının amaçlarından birinin ortak stratejiler olduğu belirtilerek, ortak dış politika ve güvenlik politikasından sorumlu olarak bir başkan atanmıştır. 1998 de İngiltere ve Fransa liderleri arasında St. Malo kentinde yapılan toplantıda, Amsterdam Anlaşmasında yer alan ortak güvenlik politikasının uygulamaya aktarılması kararı alınmış ve gerekli adımlar sıralanmıştır. 2000 yılında ABGenelkurmayı kurulmuş ve Askeri Komite oluşturulmuştur. Ortak savunma politikasının oluşum sürecinde 2003 yılına kadar 60 bin kişilik çekirdek bir ordu oluşturulması kararlaştırılmıştır. ABD’nin NATO’nun marjinalize olması tehlikesi nedeniyle pek sıcak bakmadığı süreç, halen sürmektedir.

    Avrupa tek pazarı-European single market
    Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında, malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının kısıtlayan her türlü engelin kaldırılarak tek bir iç pazarın kurulması. 1958 yılında AET’nin kurulmasıyla başlayan bu çabalar, olgunlaştırılarak Komisyonun 1985te hazırladığı Beyaz Kitap ile ciddi bir sürece girmiştir. Bu rapor sayesinde, bir iç Pazar oluşturulması için gerekli ortak politikalar saptanmış; standartlaşmadan, sınırların kaldırılmasına kadar birçok konu için 1993 yılı hedef konmuş ve bunda başarı sağlanmıştır.

    Avrupa Birliği-European Union
    Avrupa devletlerinin bir çatı altında siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak bütünleşmelerine paralel olarak egemenliklerinin bir bölümünü bu supronasyonel yapıya devretmeleri ile oluşan entegrasyon. Avrupa Topluluğunun 1991 Aralık ayında Maastrich kendinde yapılan zirvesi ardından alınan kararla, topluluğun yeniden biçimlendirilerek yapılandırılması konusunda ortak karara varılmış ve Avrupa Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Böylece 1950 yılların başından itibaren başlayan birlik düşüncesi gerçekleştirilmiş oldu. Üye ülkeler, Almanya, Avustralya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan. Avrupa Birliğinin organları ise şunlardır:
    a-Temel Kurumlar-Basic Institutions
    Avrupa Parlamentosu-European Parliament, Avrupa Birliği Konseyi-Council of the European Unnion, Avrupa Başkanlığı-Presidency, Avrupa Komisyonu European Commission, Avrupa Birliği Adalet Divanı-Court of Justice of the European, Avrupa Sayıştayı-European Court of Auditors, Avrupa Ombudsmanı-European Ombudsman
    b-Ekonomik Organları-Financial bodies
    Avrupa Merkez Bankası-European Cenral Bank, Avrupa Yatırım Bankası-European Investmen Bank, Avrupa Yatırım Fonu-European Investment Fund.
    c-Danışma Organları-Advisory bodies
    Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi-European Economic and Social Committee, Bölgeler Komitesi-Committee of the Regions.
    d-Kurumlararası Organları-ınterinstitutional bodies
    Avrupa Toplulukları Resmi Yayınlar Ofisi-Office for Official Publications of the European Communities, Avrupa Toplulukları Personel Seçim Ofisi-European Communities Personel Selection Office.
    e-Avrupa Birliği Merkez Dışı Organları-Decentralised bodies of the European Union
    Avrupa Topluluğu Ajansları-Agencies of the European Community, Ortak Kış Politika ve Güvenlik Siyaseti-Common Foreign and Security Policy, Asayiş Konularında Polisiye ve Adliye İşbirliği-Police and Judicial Cooperation in Criminal Matters.

    Avrupa Birliği Hukuku-European Union Law
    Bütünleşmiş Avrupa’nın yazılı ve yazılı olmayan kaynaklardan oluşan yasal yapısı. Yazılı kaynaklar: a- ABanlaşmaları, b-Türetilmiş hukuk, c-Adalet Divanı kararları, d-Uluslar arası anlaşmalar. Yazılı olmayan kaynaklar: gelenekler ve teamüllerdir.

    Avrupa Bilgeleri Komitesi-European Wisemen Committee
    1978 yılında kurulan ve amacı, Avrupa birliği yolunda ilerlemeler sağlanması için yönetim yapısında yapılması gereken değişiklikleri ve uyumları düşünmek ve öneriler vermek olan komite.

    Avrupalılaştırmak-Europeanise
    Gerek siyasal ve gerekse ekonomik olarak Avrupa Birliği tarafından geliştirilmiş olan anlayışı benimsetme, Avrupa’nın oluşturduğu standartlara uyumlu kılma.

    Avrupa anayasası-Europes constitution
    Avrupa Birliğini yapısal olarak tek bir hukuki varlık haline getiren anayasa. Avrupa Birliği liderlerinin 2000 yılındaki Nice zirvesinde, Avrupa’nın geleceğini şekillendirme çağrısı ardından Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard dEstaing liderliğinde 108 kişilik bir konvansiyon oluşturularak başlayan çalışmalar, yaklaşık 16 aylık bir süreç ardından Haziran 2003 Selanik zirvesinde kabul edildi. Oluşan ilk Avrupa anayasası taslağı; Avrupa Birliğine yeni bir başkanın ve dışişleri banının atanması, Avrupa Komisyonunun küçültülmesi ve Avrupa Parlamentosunun yetkilerinin genişletilmesini öngörüyor. Yeni anayasa taslağı, daha önce Roma, Amsterdam, Maastricht ve Nicede imzalanan tüm anlaşmaları aynı çatı altında toplayarak, bir bakıma onların yerini aldı.

    Avrupa Polis Ofisi-Europol
    Avrupa Birliğine üye ülkeler arasındaki ortak polis yapılanması. 1995 yılında kabul edilen ve 1998de yürürlüğe giren Europol anlaşmasıyla, üye ülkelerin uluslar arası örgütlü suçlarla, terörizmle ve uyuşturucu kaçakçılığı ile ortak mücadelesi öngörülmüştür.

    Ayrımcılık-Discrimination
    Bir devletin kendi sınırları içinde yaşayan etnik unsurlara farklı muamelesi. Ayrımcılık, ırk, renk, etnik köken ve dini inançlara göre olabileceği gibi, başka bir devletin uyruklarına yönelik de olabilir. Böyle bir durumda, iki ülke arasında etnik gerilimin doğması kaçınılmazdır. Her türlü ayrımcılık BM tarafından yayınlanan çeşitli evrensel beyannameler ile yasaklanmıştır.
    Irk ayrımının yanısıra, bir kısım ülkelerde bazı başka devlet uyruklarına da maksatlı olarak ayrım politikası (discrimination) uygulanır. Genellikle sosyal durum, din ve ırk, köken yönünden bu ayrım göze çarpar. Örneğin, Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türkler’e uyguladığı politika böyledir. Kağıt üzerinde bütün vatandaş haklarına sahip gözükmekle beraber Türkler çeşitli formalitelerle birçok haklarından fiilen yoksundurlar ve ayrıma uğramaktadırlar.

    Az gelişmişliğin gelişmesi-Development of underdevelopment
    Uluslar arası bağımlılık kuramcılarından Andre Gunder Frank’ın 1929 az gelişmişlik teorisi. Buna göre, az gelişmişlik; uydu konumundaki fakir ülkeler ile, merkez konumdaki gelişmiş ülkeler arasında, kapitalizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de devam eden ekonomik ilişkilerin tarihsel bir ürünüdür.
    Sermayenin nüfusa ve mevcut gelir kaynaklarına göre yetersiz olması. Ekonomik kalkınmışlığın göstergesi olan sanayileşmeyi sağlayamamış, ulusal geliri ve dolayısıyla tasarruf düzeyi sanayileşmeyi gerçekleştirecek yatırımların finansmanına yetmeye ülkeler, azgelişmiş ülkeler olarak adlandırılır.İlk kez BM Genel Kurulu’nda kullanılan bu terim, kişi başına düşen reel gelir düzeyi ve üretim kapasitesi ile tanımlanmıştır. Bunların ortak özellikleri, 1)düşük tasarruf ve yatırım hacmi, 2)döviz gelirinin büyük kısmının tarım kesimindensağlanması, 3)Emek yoğun bir üretime dayanma ve bunun çoğunun da tarım kesiminde istihdamı, 4)yetersiz alt-yapı, 5)bozuk gelir dağılımı, 6)düşük okuma-yazma oranı, 7)hızlı nüfus artışı, yetersiz beslenme, yüksek çocuk ölümleri. Hızlı nüfus artışı durumu daha da kötüleştirmektedir.
    Bu ülkeler genellikle dünyanın geri kalan kısmından işlenmiş ürünler ithal eder ve onlara sınai veya zirai ilk madde ihraç ederler. Görünmeyen hizmetler (navlun, turizm, sigorta vb.) mübadelesinden kar sağlama imkanları yoktur. Ödünç sermaye alırlar ve faiz, yıllık borç taksiti, temettü ödemek zorunda kalırlar. Bu da onları zengin ülkeler ve borç verenlere bağımlı kılar. Azgelişmiş ülkeleri dünya kapitalist sisteminin gelişme sürecinde ve bu süreç içinde aldıkları roller çerçevesinde inceleyen kuramlar, az gelişmişliği dünya, kapitalist sistemi ile bağımlılık ilişkisine göre tanımlarlar. Kurama göre azgelişmişlik “uydu” ya da “çevre” ya da merkez gelişmiş ülkeler arasında kapitalizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de sürmekte olan ekonomik ilişkilerin tarihsel ürünüdür. Azgelişmenin gelişmesi ise, dünya kapitalizminin gelişme sürecinde, dünya işbölümü ile bütünleşme biçimlerine bağlıdır.

    Azınlık Grubu (minority group)
    Bir toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan din, dil, etnik köken vb. yönlerden farklı özellikler gösteren topluluk. Yerleşik azınlığın çoğunlukla eşitliğini sağlayıcı kurallar genillikle şu konulardan konulmaktadır; 1) Yaşama hakkı, 2) Özgürlüklerden yararlanma, 3) Medeni ve siyasal haklardan yararlanma. Azınlıkların farklı kimliklerini sürdürmelerine ilişkin kurallar ise genellikle şu konularda kabul edilmektedir. 1) dillerini kullanma ve kendi ibadetlerini serbestçe yapma, 2) Özel kültürlerini sürdürme. Bu haklardan yararlanma, azınlığa mensup kişilerin bireysel düzeyde yararlanmaları ve uyrukluğunu taşıdıkları devlete bağlılık göstermeleri ile gerçekleşir. Halen, herkesçe kabul edilmiş bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu çözümlenmesi çok zor bir uluslararası sorun olarak varlığını sürdürmektedir.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  3. #3
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (b)

    Baas Partisi-Baath Party (Hizb el Ba’s el-Arabi el-İştiraki)
    Ortadoğu siyasetinde büyük etkisi olan Arap milliyetçisi sosyalist parti. Tam adı Arap Sosyalist Baas Partisi ve Arap Sosyalist Yeniden Doğuş Partisi. Tek bir sosyalist Arap toplumu oluşturmayı hedefleyen radikal siyasi hareket. Pekçok Arap ülkesinde kolları vardır. Özellikle soğuk savaş yılları döneminde, Batı karşıtı çizgisi ile Ortadoğu’daki siyasal gelişmelere damgasını vuran parti ilk defa Sureye deki Fransız işgali sırasında, 1943 yılında Mişel Eflak ve Salah Biter tarafından kurulmuş ve Arap ülkelerindeki bağımsızlık söyleminde ciddi rol oynamıştır. Nasırizm’den önemli ölçüde etkilenen Baas Partisi, 1953 yılında Suriye’de iktidarı ele geçirmiş, 1958 yılında Nasır ile –Birleşik Arap Cumhuriyeti- denemesini gerçekleştirmiştir. 1961 yılındaki Mısır-Suriye bölünmesinden sonra Baas Partisi de 1963 yılında bölündü. Birçok Arap ülkesinde aynı adla ama farklı örgütlenmelerle varlığını sürdüren Baas Partisi, sadece Irak ve Suriye’de iktidar olmuştur.
    Baas Partisi 1943 yılında Mişel Eflak ve Salah el-Bitar tarafından Şam’da kuruldu. 1953’de Suriye Sosyalist Partisi ile birleşen parti Arap Sosyalist Baas Partisi adını aldı. Bağlantısızlık politikasını, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı çıkmayı benimseyen Baas Partisi, İslam’ın bazı unsurlarından faydalanarak sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir hareket gerçekleştirmeye çalışmıştır. Katı disipline dayalı aşırı merkeziyetçi bir yapıya sahiptir.
    1963’te Suriye’de iktidarı ele geçiren Baas, “milliyetçi” ve “ilerici” diye anılan iki gruba bölündü ve 1970’te Hafız Esad’ın başa geçmesiyle iki grup arasındaki çekişmeyi milliyetçiler kazanmış oldu. Irak’ta 1963 yılında kısa bir süre Baasçılar iktidara geldiyse de 1968’de yeniden iktidarı ele geçirdiler. Irak ve Suriye’deki Baas Partileri arasındaki anlaşmazlık iki ülkenin siyasi birliğine engel oldu ve daha sonra iki ülke birbirine karşı pek dostça olmayan siyaset yürütmeye başladı. Suriye’de Baas hükümetine en önemli tehdit Müslüman Kardeşler Örgütü olmuştu. Ama Hafız Esat 1982 yılında Hama’da kanlı bir müdahale ile örgüte ağır bir darbe indirdi. Irak’ta ise kuzeydeki Kürt ve güneydeki Şii gruplar Baas için en önemli tehlikelerdi.
    Suriye Baas Partisi yıllardır Batı’ya karşı sert olan tutumunu Orta Doğu Barış Süreci doğrultusunda yumuşatırken Irak’ta Baas, Körfez Savaşı ve sonrası Batı ve özellikle Amerika karşıtı bir siyaset izlemektedir.

    Bağdat Paktı-Baghdad Pact
    Ortadoğu’da barış ve güvenliğin korunması için 1955 yılında İngiltere, Türkiye ve Irak arasında kurulan bir savunma paktıdır. Daha sonra ABD, İran ve Pakistan’ın katıldığı askeri pakt, 1958 yılında Bağdat’taki askeri darbeden sonra dağılmış ve yerine Merkezi Anlaşma Örgütü/Central Treaty Organisation (CENTO) kurulmuştur. Bütün Arap Birliği üyesi ülkeler ve büyük Batılı devletlerden bazıları da Pakt’a davet edilmiş ama hiçbiri buna ilgi göstermemiştir. 1959’da rejim değişikliği ile Irak’ın üyelikten ayrılmasıyla Pakt, Merkezi Andlaşma Örgütü (CENTO) adını almıştır.

    Bağımlılık-Dependence
    Bir devletin ihtiyaç maddelerini -özelikle de savunma araçlarını- yabancı ülkelerden temin etme zorunluluğunun getirdiği ilişki biçimi. Bu kavrama uluslar arası siyaset literatüründe iki farklı yaklaşım vardır:
    a- Bir devletin (i)tutum ve davranışlarının başka bir devletin (ii)tutum ve davranışları ile açıklanabilmesini, (i) nin (ii) ye bağımlılığı olarak izah eden Anglo Sakson yaklaşım, ve
    b- uluslararası sistemi merkez-çevre ikilemi içinde gören neo-marksist yaklaşım.
    İki veya daha fazla sayıdaki uluslararası politika biriminin arasında simetrik olmayan bir etki ilişkisi. Günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. İlki, özellikle Anglo-sakson yazarlar kavramı, bir (A)devletin tutum ve davranışlarının bir başka devletin (B)tutum ve davranışları ile açıklanabilmesini, (A)’nın (B)’ye bağımlılığı olarak tanımlamaktadırlar. Bu türden bir bağımlılık terimi en azından derecelendirme yolu ile ölçülmeye nisbeten uygun bir görünümdedir. İkinci olarak uluslararası sistemi merkez/çevre ikilemi içerisinde gören ve Andre GundenFrank başta olmak üzere Latin Amerika üzerinde uzmanlaşmış bazı yazarlar ise, kavrama devletlerarası bir ilişkinin ötesinde bir anlam yüklemektedirler. Bu bağlamdan bağımlılık olgusu, metropol ülkenin karar alma mekanizması, merkez/çevre bağlantısında önemli bir role sahip olan çok uluslu ve uluslarüstü şirketler, çevredeki yerel karar oldakları, gibi birimler arasındaki bir ilişki ve bu ilişkinin içerisinde oluştuğu yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir bağımlılık ilişkisinin derecelendirme yolu ileölçülebilmesi oldukça zor görünmektedir.

    Bağımlılık teorileri-Dependence theories
    Gerek uluslar arası ekonomiyi ve gerekse uluslar arası ilişkileri, tek tek ülkelerin üzerinde global bir sistem olarak ele alan, az gelişmiş ülkeleri, söz konusu kapitalist dünya sisteminin gelişmesi sürecinde aldıkları roller çerçevesinde inceleyen ve tüm bu devletlerin rolünü bağımlılık ilişkisi ile açıklayan kuramlar. Bu kuramlara göre, uluslar arası bir aktörün davranışı hangi yönden analiz edilirse edilsin, öncelikle bu davranışın yer aldığı global sistemin bütününün araştırılması gerekmektedir. En dikkat çeken nokta, uluslar arası sistemin dinamiklerini incelerken, ekonomik faktörlere ağırlık, vermeleridir. Bu bağımlılık teorilerini üç kategoriye indirmek mümkün:
    a- dependencia ekolü (Paul Prebish),
    b- neo-marksist merkez-çevre analistleri (Andre Gunder Frank),
    c- dünya sistemi analistleri (Immanuel Wallerstein).

    Bağımsızlık (independence)
    Uluslararası politika ve uluslararası hukuk alanında farklı sayılabilecek anlamlarda kullanılan kavram. Uluslararası politikada bağımsızlık, bir ülkenin başka bir ülke ya da ülkelerin yönetim ya da denetimi anlamındadır. Bununla beraber tam bağımsızlıktan söz etmek güçtür. Devletlerin birbirinden etkilendiği kabul edilir. Bağımsızlık uluslararası hukukta devletin kurucu öğelerinden biridir. Devletin kurucu öğelerinden egemenlik ilkesinin uluslararası hukukun alanını sınırlaması, dolayısıyla bazı hukukçular bunun yerine bağımsızlık kavramını kullanmaktadırlar. Klasik devletler hukukuna göre bağımsızlık bir devletin dışa karşı egemenliği anlamına gelir ve tüm egemen devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Bu çerçevedeki bağımsızlık, uluslararası hukukun sujeleri konumunda bulunan devletlerin yetki limitlerinin uluslararası hukuk kurallarınca belirlenmesi ve garanti altına alınması anlamını taşımaktadır.

    Bağımsızlık verme ilanı-Declaration of the grantig of independence
    Bir devletin, işgali ya da sömürgesi altında bulundurduğu başka bir devlet ya da halka bağımsızlık verdiğini açıklaması.

    Bağımsız Devletler Topluluğu-Commonwealth of Independent States
    Sovyetler Birliğinin 1991 yılından dağılmasından sonra, Rusya öncülüğünde 8 Aralık 1991 tarihinde kurulan, siyasal, ekonomik ve bölgesel işbirliği örgütü. Onbeş eski Sovyet cumhuriyetinden on ikisinin üye olduğu topluluğun merkezi, Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’tedir. Topluluğun amacı, üye devletler arasında ekonomik, sosyal, mali ve kültürel alanlarda işbirliğini geliştirmek ve nihai olarak Bağımsız Devletler Birliğini oluşturmaktır. 1992 yılında askeri işbirliği, 1993 yılında ortak Pazar anlaşmaları imzalanmıştır. 2001 yılında teşkilat içinde dört farklı siyasal oluşum meydana gelmiş olması, topluluğun entegrasyonunu zayıflatmıştır. Bunlar:
    a-Rusya/Beyaz Rusya birliği,
    b-Kazakistanın girişimleri ile kurulan Orta Asya Ekonomik Topluluğu/ Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan,
    c-Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan, Moldova arasındaki ileri düzeyde işbirliği /GUUAM,
    d-Avrasya Ekonomik Topluluğu /Kazakistan, Rusya, Beyaz Rusya, Kırgızistan, Tacikistan


    Bakteriyolojik silahlar-Bacteriological arms
    Biyolojik silahlar da denilen ve atıldığında değişik mikroplar yayan bombalardır. Özellikle soğuk savaş döneminde gelişen bakteriyolojik silah teknolojisinin önünü kesmek için 1971 yılında BM tarafından bu tür silahların üretilmesi yasaklanmıştır.

    Bakü Kongresi, 1920
    III. Komünist Enternasyonal (Komintern) tarafından Bakü’de düzenlenen toplantı. 1920 yılında Bolşevikler artık Batı’da umdukları büyük devrimin pek de yakın olmadığına inanmaya başlamışlardı. Bu ortamda Doğu halklarına doğru yönelen Sovyetler Birliği onlarla Batı’ya karşı bir ittifak kurmaya çalışıyor ve Batılı emperyalist güçlerin egemenliği altındaki Doğulu halkları bu güçlere karşı ayaklandırmayı düşünüyorlardı. Eylül 1920’de Bakü’de çoğunluğu sömürge rejimi altındaki Doğu ülkelerinden gelen komünist partilerin temsilcilerinin katıldığı bir Kongre düzenlendi. Kongrede iki ana konu üzerinde yoğunlukla duruldu.
    i) Doğu halklarının ulusal kurtuluş mücadeleleri beklenen dünya devrimi açısından nasıl değerlendirilecek.
    ii) Komintern bu konuda nasıl bir strateji izleyecek.
    Kongre’de komünist nitelikli olmayan -bu sırada Anadolu’daki kurtuluş mücadelesi dahil- ulusal kurtuluş hareketlerine karşı nasıl bir tutum takınılacağı da tartışıldı.

    Bakü-Ceyhan Hattı/Baku-Ceyhan Line
    Orta Asya ve Kafkasya’daki yeraltı kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştırmak amacıyla inşa edilen stratejik petrol boru hattı. 1990’lı yılların başından itibaren büyük siyasi tartışmalara yol aşan hattın anlaşması, Nisan 1999 tarihinde Azerbaycan ile Türkiye arasında İstanbul Protokolü adıyla imzalandı. Anlaşmaya göre, 2002 yılında inşaatına başlanan hattın 2005 yılında tamamlanması ve en geç 2006 da petrol pompalamaya başlaması planlanıyor. Toplam uzunluğu 1730 km olan hat, Bakü-Tiflis-Erzurum-Erzincan-Kayseri-Ceyhan güzergâhını izlemektedir.

    Balfour Bildirisi-Balfour Declaration
    İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur J. Balfour’un 2 Kasım 1917’de, Uluslararası Siyonist hareketin önderlerinden Lord Rotschild’e gönderdiği, Filistin’de Yahudilere bir “ulusal yurt” kurulması çabasının İngiliz hükümetince destekleneceğinin belirtildiği mektup. Ancak yine mektuba göre, Yahudiler için kurulacak böyle bir yurt, bölgenin Yahudi olmayan kesiminin haklarını ihlal etmeyecekti. Birinci Dünya Savaşında ekonomik açıdan sarsılan İngilizler, bu bildiri ile bir yandan Amerika’daki Yahudi sermayesinin desteğini almayı, öte yandan da rakibi Almanya’daki siyonistleri yanına çekmeyi hesaplıyorlardı. Söz konusu mektup, bugünkü Filistin sorunun oluşumu açısından en önemli dönüm ve hatta başlangıç noktasıdır. Nitekim savaştan sonra, 1920 yılında Filistin bölgesini işgal eden İngiliz manda yönetimi, Yahudi göçü önündeki engelleri kaldırmış ve bölgede bugünkü Orta Doğu sorunu ile devam eden kargaşa dönemi başlamıştır.
    İngiliz Dışişleri Bakanını böyle bir mektup yazmaya iten en önemli sebep, toprakları üzerinde çok sayıda ve önemli etkiye sahip Yahudi’nin yaşamakta olduğu A.B.D.’nin sempatisini ve Almanya’ya karşı yürütülen savaşta katkısını sağlamaktı. Mektubun zamanlaması da iyi yapılmıştı. Çünkü kısa bir süre sonra Almanya ve Osmanlı Devleti de Yahudi desteğini sağlayabilmek için özellikle Almanya Siyonistlerine savaş sonrası ödünleri vermeye başlamışlardı.
    Siyonist liderlerden H. Weizman ve N. Skolov’un ısrarlı çabaları ile yayımlanan Bildiri, Filistin’de yalnızca Yahudilere ait bir devletin kurulmasını isteyen Siyonistlerin isteklerini tam anlamıyla karşılamıyordu ama ilerde İsrail’in kuruluşu için bir dayanak oldu.

    Balıkçılık Bölgesi (fishing zone)
    Balıkçılık amaçlı olarak belirlenmiş, karasuların dış sınırının ötesindeki deniz bölgesidir. Kıyı devletlerin istemiyle oluşturulan bu bölgeye “balıkçılık bitişik bölgesi” adı da verilir. Ancak, balıkçılık bölgesi kavramının varlığı günümüzde sözkonusu olmaktan çıkmıştır. Türkiye 15 Mayıs 1964 tarihli Karasuları Kanunu ile 6 millik karasularına 6 millik bir balıkçılık bölgesi kurmuştur.

    Balkan Antantı-Balkan Entente
    9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan ittifak andlaşması. Avrupa’nın revizyonist ve anti-revizyonist iki kamp etrafında toplanmaya başlaması Balkan devletlerini bir grup kurmaya yönlendiriyordu. Yaklaşmakta olan II. Dünya Savaşı tehlikesine karşı, zikredilen ülkelerin karşılıklı olarak sınır güvenliklerini garanti etmeyi amaçlıyordu.
    İlk kez 1929’da Yunanistan Başbakanı Papanastasio’nun ortaya attığı bir Balkan birliği kurulması fikri çeşitli devletlerden destek görmüş ve arka arkaya Balkan devletleri arasında gayriresmi nitelikli konferanslar toplanmaya başlamıştı. Konferanslar sonucu verilen uzlaşma doğrultusunda 9 Şubat 1934’te Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Atlantı imzalandı. Üç maddeden oluşan Antant Balkan ülkelerinin kendi aralarında olan sınırları koruyor ve bu ülkeler arası işbirliğini geliştirmeyi amaçlıyordu. Antant bölgede revizyonist politika izleyen Bulgaristan’ı hedeflemekteydi. II. Dünya Savaşı’nda Türkiye dışındaki üyelerin Alman işgaline uğraması ile Antant geçerliliğini kaybetmiştir.

    Balkan Paktı-Balkan Pact
    Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya’nın taraf olduğu siyasal nitelikli bölgesel örgüt. Pek uzun ömürlü olamamıştır.
    A.B.D. 1950’lerin başında Sovyetlerle gergin ilişkileri olan Yugoslavya ile ilgilenmeye başlamıştı ve NATO’ya girmeleri kesinleşmiş olan Türkiye ve Yunanistan ile bu ülkeler arasında bir pakt yapılması yönünde çabalıyordu. 1951 yılı sonuna doğru ve üç ülke arasında başlayan yakınlaşma 1952 boyunca da devam etmiş ve 28 Şubat 1953’te Ankara’da üç ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından bir “Dostluk ve İşbirliği Andlaşması” imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre üç devlet ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklar ve üye devletlerin Dışişleri Bakanları yılda en az bir defa toplanacaktı. Dışişleri Bakanları arasında süren toplantılar sonucu yeni ilerlemeler sağlanmış, 9 Ağustos 1954’te üç ülke arasında Bled Andlaşması imzalanmıştır. Bu andlaşmaya göre taraflar, aralarından herhangi birine ya da birkaçına yönelen bir saldırıyı kendilerine de yapılmış sayarak askeri güç de dahil her türlü önlemi alacaklardı.
    Ama daha paktın ilk günlerinden itibaren Türkiye ve Yugoslavya arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ve 1955’ten itibaren Sovyetlerle ilişkilerini düzeltmeye başlayan bu ülkenin pakta ilgisi azalmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasıyla da Paktın doğurduğu olumlu hava silinmeye başlamıştı. Pakt 1960 yılına kadar devam etmiş 1960 Haziranında da resmen sona erdiği açıklanmıştır.

    Balkan İstikrar Paktı-Balkan Stability Pact
    Balkanlar bölgesindeki çatışmaları önlemek ve gerilim ortamını yumuşatmak amacıyla Avrupa Birliğinin girişimleri ile 10 Haziran 1999 tarihinde kurulan bölgesel pakt. Kosova Savaşının harareti yükselttiği 1998 yılında gündeme gelen pakt, bölgeyi Atlantik eksenine bağlamak ve demokrasi, insan hakları gibi değerleri yerleştirmek amacıyla 40 devletin imzasıyla kuruldu. O sıralarda çıkardığı gerilimler sebebiyle paktın kurulmasında önemli rol oynayan Yugoslavya pakta katılmadı. Pakt, askeri bir birlikten ziyade, gevşek bir bölgesel istikrar forumu mahiyeti taşımaktadır.

    Balkan Savaşları, Ekim 1912-Haziran 1913
    Birincisi Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti, ikincisi Balkan devletlerinin kendi aralarında yaptıkları iki savaş. I. Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de kalan son topraklarını da kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.
    1912 yılı boyunca Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan kendi aralarında yaptıkları ittifak andlaşmaları ile Osmanlı Devletine karşı bir birlik kurdular. 1912 Eylül’ünde seferberliklerini tamamlayan Balkan devletleri Osmanlı’nın Trablusgarp Savaşı ile uğraşması ve iç siyasi çekişmelerinden faydalanarak hazırlıklarını pekiştirdiler. 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın savaş ilanı ile I. Balkan Savaşı başladı ve bunu öteki devletlerin savaş ilanları izledi. Hazırlıksız yakalanan Osmanlı orduları hemen hemen her cephede yenildi ve Midye-Enez hattının gerisine çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etti. 17 Aralık’ta Londra’da toplanan bir konferans sonunda 30 Mayıs 1913’te bir barış andlaşması imzalandı.
    Londra barışından umduğunu bulamayan Bulgaristan’ın 30 Haziran’da Yunanistan’a saldırması ile II. Balkan Savaşı başladı. Bulgaristan savaşta pek bir başarı sağlayamadı ve Romanya’nın savaşa girmesi ile yenilgiye uğratıldı. Bulgaristan’ın zayıf durumundan yararlanan Osmanlı Devleti de Edirne’yi aldı. 10 Ağustos 1913’te Bükreş’te imzalana barış andlaşması ile II. Balkan Savaşı sona erdi. Osmanlı Devleti de Yunanistan’la Atina, Bulgaristan ve Sırbistan ile İstanbul Andlaşmalarını yaptı. Böylece bugünkü Türk-Bulgar ve Türk-Yunan sınırları birkaç istisna dışında çizilmiş oldu ve yapılan andlaşmalarda Balkan devletleri sınırları içinde kalan Türk azınlıklarla ilgili maddeler yer aldı.

    Baltık Denizi Devletleri Konseyi-Concil of Baltic Sea States
    1992 yılında Baltık Denizine komşu olan tüm ülkelerin katılımı ile kurulan bölgesel ekonomik örgütlenme. Amacı, öncelikle eski Doğu Bloku’na üye olan Baltık ülkelerini ekonomik anlamda Batı ya entegre etmek, Baltık Denizi’nden ortak şekilde yararlanmak, ulaşım ve çevre konularında işbirliği yapmaktır. Üye ülke dışişleri bakanları her ay düzenli olarak toplanmaktadır. Üye ülkeler: Danimarka, Finlandiya, Estonya, Almanya, Letonya, Litvanya, Norveç, Polonya, Rusya ve İsveç.


    Barselona Süreci-Barcelona Process
    Avrupa Birliği ile Akdeniz’e kıyısı olan 12 Afrika ve Orta Doğu ülkesi arasında 1995 yılında yayınlanan Barselona Deklarasyonun ardından başlayan geliştirilmiş bölgesel işbirliği süreci. Başta siyasi ve ekonomik işbirliği olmak üzere, insan ahlakları, demokrasi ve güvenlik konularında yakınlaşma öngörülmüştür. Sürecin Afrika ve Orta Doğulu tarafları: Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, İsrail, Ürdün, Filistin Özerk Yönetimi, Lübnan, Suriye, Türkiye, Kıbrıs ve Malta’dan oluşmaktadır. Libya gözlemci üye statüsündedir.

    Barışçı Çözüm (peaceful settlement)
    Güce başvurmadan devletler arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesidir. Barışçı çözüm devletlerin önemli hakları ve görevleri konusundaki uyuşmazlıkların çözümlenebileceği süreçleri içerir. Uluslararası uyuşmazlıkların barışçı çözümü için iki tür teknik vardır. Hukuki ve siyasal, hukuki olan uluslararası hukuki uyuşmazlığın gerçeklerine (öğelerine) uygulamayı içerir. Bunun başlıca iki yöntemi sözkonusudur. Hakemlik ve uluslararası yargı. Siyasi olan ise diplomatik müzakere, dostça girişim, arabuluculuk, soruşturma komisyonları, uzlaştırma komisyonları ve BMörgütü aracılığıyla çözüm yöntemleridir. 1899 ve 1907 Hague Barış Konferansları zorunlu barışçı çözüm sürecini kurma çabalarının oluşmasına neden oldu. Bu tür çabalar ve metodlar Briand-Kellog Paktı’nda, BM anlaşmasında yer aldı. Barışçı çözüm alanındaki gelişmeler (ilerlemeler) silahsızlandırma, uluslararası örgütsel etkinlikler, ekonomik gelişme ve eğitimsel ve kültürel değişiklikler gibi ilgili alanlardaki çalışmalarla daha da büyümektedir.

    Barış Gücü (peace force)
    Birleşmiş Milletler’in bazı bunalımların üzerine ve Güvenlik Konseyi’nin kararı ile üye ülkeler askerlerinden oluşan ve kritik bölgelere gönderilen kuvvetlerdir.
    İlk defa Kore Savaşı çıktığında buraya Birleşmiş Milletler kuvvetleri sevkedilmiştir. Ancak, doğu bloku ülkeleri bunu arzulamadığındn bu konudaki karar Güvenlik Konseyi yerine, Genel Kurulu’nca alınmış ve uygulanmıştır. Esasen bu operasyona daha ziyade ABD kuvvetleri önemli ölçüde katılmıştır. Daha sonraları ise, başka durumlarda da Birleşmiş Milletler üyelerinden bazılarının askerlerinden oluşan kuvvetler kullanılmış ve bunlara doğu bloku ile batı bloku ve tarafsız (bloksuz) ülkeler askerlerinin de katıldığı görülmüştür. Bu da, Birleşmiş Milletler Anayasası’nda öngörülen bu örgütün askeri kuvvetlerinin olmayışının herkesçe bir boşluk olarak kabul edildiğine bir işarettir. Nitekim, Birleşmiş Milletler bazı olaylarda (Ortadoğu, Kongo, Kıbrıs) silahlı kuvvetler göndermiş bazı yerlerde de askeri gözlemciler bulundurmuştur.
    Örneğin Kıbrıs’taki B.M. Barış Gücü (UNFICYE) adıyla anılan ve bir ara toplam 6 bin kişi civarına kadar çıkan Avusturya, Kanada, Danimarka, Finlandiya, İrlanda, İsveç ve İngiliz askerlerinden oluşan bir askeri kuvvet görevlendirilmiştir. Ayrıca, bu kuvvetlerin masraflarının karşılanmasına çok daha fazla sayıda BM üyesi ülkeler katılmaktadırlar ve hepsi kendi arzusuna göre bir miktar para vermektedir. 1964’te Kıbrıs’a gönderilen bu kuvvetlerin finansmanına 55 ülke katılmış bulunmaktadır. Bu kuvvetin süresi de her 6 ayda bir Güvenlik Konseyince görüşülmekte ve yeniden uzatılmaktadır. 1974 yazında Türkiye’nin yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı ile B.M. Barış Gücünün yeterli ve yararlı olmadığı ortaya çıkmıştır. Halen Adada 2500 kadar Barış gücü askeri vardır.
    Son olarak, Ortadoğu’daki Altı Ekim Arap-İsrail Savaşı’ndansonra, Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin bir kısmı Sina Yarımadası’nda gönderilerek, Mısır-İsrail kuvvetleri arasında bir bölgede görev almışlardır. Ortadoğuda UNTSO, UNEF, UNDOF Mısır-İsrail arasında ve UNIFIL Lübnan’da görev alan kuvvetlerin isimleridir. B.M. Barış Gücü askerlerine politika lisanında ayrıca “Mavi Bereliler” (casque blues) denmekte olup, bunun nedeni, sözü geçen askerlerin Birleşmiş Milletler bayrağındaki mavi renkte bere giymeleridir. 1978’de Afrikalılar da bir Barışgücü oluşturup Zaire’ye yollamışlardır.

    Barış İçinde Birarada Yaşama (peaceful co-existence)
    II. Dünya Savaşı’nı izleyen soğuk savaş yıllarından sonra SSCB tarafından ortaya atılan, kapitalist, sosyalist sistemler arasındaki ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdürülebileceği belirtilen doktrin.
    1920’lerin başında V.İ. Lenin tarafından ilk söz edilerek çerçevesi çizilen terim, farklı toplumsal sistemleri olan ülkeler arasında barışçı ilişkiler kurulmasını öngörüyordu.
    Sovyetler birliği Komünist Partisi (SBKP) birinci sekreteri Nikita Kruşçev, 21 Haziran 1960’ta yaptığı bir konuşmada kapitalizm koşullarında savaşın kaçınılmaz olduğu yolundaki kuramın artık geçerli olmadığı görüşünü yineledi. Kruşçev, daha sonra da sosyalizmin başarısının anahtarının barış içinde bir arada yaşama olduğunu vurguladı. Bu kural ulusal kurtuluş savaşlarını geçersiz kılmıyordu. SSCB, sömürgesi aktif bir biçimde destekleyecekti. Gene Kruşçev’e göre barış için mücadele sloganı ile, komünizm için mücadele sloganı çatışmıyordu. Bu doktrinin ana çizgileri Ekim 1964’te Kruşçev’in yerine geçen Leonid Brejnev tarafından izlendi.
    Bu yorum esas itibariyle nükleer bir savaşta her iki tarafın da yok olacağının anlaşılmaya başlanmasıyla ilgilidir. Kruşçev’e göre barış içinde birarada yaşama ilkesi, sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelerle olan mücadelesinin daha çok ekonomik ve teknolojik alanlara kayması sonucunu doğuracaktı.

    Baruch Planı, 1946
    1946’da A.B.D. tarafından Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonu’na sunulan atom silahının yayılması ve atom enerjisinin kontrolü ile ilgili teklif. Plan hazırlaycısı Bernard Baruch’un adıyla anılır. Plan önce atom enerjisi üzerinde etkili bir denetimin kurulmasını, sonra da nükleer stokların tümünün yok edilmesini öngörüyordu. Ayrıca bir Uluslararası Atomu Geliştirme Örgütü (International Atomic Development Agency) kurulacak, dünyanın güvenliği için tehlike teşkil eden tüm atom enerjisine bu örgüt sahip olacaktı. Eğer Sovyetler Birliği bu örgütün kurulmasını kabul ederse, A.B.D. elindeki tüm atom silahlarını ve bunların yapılması için gerekli bilgiyi bu örgüte devredecekti. Örgütün çalışmasıyla ilgili olarak Güvenlik Konseyi’nde hiçbir devlet veto yetkisini kullanamayacaktı. Ancak, Sovyetler Birliği bu öneriyi kabul etmedi, veto yetkisinin devamında direnerek, etkili bir tedbir için önce nükleer silah stokunun yok edilmesi, denetimin bunun izlemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Taraflar görüşlerinde ısrar edince, Atom Enerjisi Komisyonu’nda bu konuda yapılan uzun tartışmalardan hiçbir sonuç çıkmamıştır.

    Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi (Euzkadr Ta Azcatasuna-ETA)
    İspanya’da Bask azınlığının yoğun olarak yaşadığı bölgenin bağımsızlığı için mücadele eden silahı örgüt. ETA, Franco döneminde bütün baskılara rağmen 1950’lerden sonra belirli bir örgütlenme düzeyine ulaştı ve yönetime karşı silahlı mücadeleye başladı. Düzenlediği birçok bombalı saldırı ve suikastten en önemlisi 1973 yılında İspanya Başbakanı Blanco’nun öldürülmesidir. Franco döneminin sona ermesinden sonra Bask bölgesine özerklik tanınmasına rağmen ETA mücadeleye devam etti.

    Başat Güç (dominant power)
    George Modelski tarafından geliştirilen bu kurama göre, XV. yüzyılla birlikte dünya tarihi, belirli devletlerin belirli bir süreyle yeryüzünde üstün duruma yükselmeleri ve sonra bu statülerin düşmeleri zinciri içinde bugüne doğru çıkmaktadır. Bu üstün duruma geçen devlet başat güç adını almaktadır. Bu başat güç durumuna yükselme ve bu durumdan düşüş kabaca yüzer yıllık sürelerle olmaktadır. Belirli bir devlet yükselerek dünya denizlerinde egemen duruma geçmekte-başat gücün tanımında okyanuslara egemen olmak önemli ve belirleyici bir özellik olarak gösteriliyor- ve bu egemenliğini hemen hemen yüz yıl sürdürmektedi. Bu süre içinde, başat güce meydan okuyan başka bir güç (challenger) çıkmakta ve ikisi arasında belki sistemin öteki üyelerinden bir kısmının da katıldığı büyük bir savaş, yeni başat gücün belirmesini sağlamaktadır. Bu büyük savaştan ise genellikle başat güç ve meydan okuyan güç değil, üçüncü bir devlet kazançlı çıkarak, dünya egemenliğini o kurmaktadır.
    Dünya siyasetinde, XVI. Yüzyıldan bu yana, her yüzyılda belirli bir gücün dünyada üstün duruma yükseldiğini ve böylece zincirleme bir güç değişimi yaşandığını savunan görüş. Buna göre XVI. Yüzyılda İspanya, XVII. Yüzyılda Hollanda, XVIII. Yüzyılda Fransa, XIX. Yüzyılda İngiltere ve XX. Yüzyılda ABD başat güç olmuştur.

    Batı Birliği Savunma Teşkilatı-Defence Organization of the Western Union
    1948 yılında Batı Birliği çerçevesinde kurulmuş olan askeri örgüt. Batı Birliğine üye 5 ülkenin savunma bakanlarından oluşan bir savunma kanadından, genelkurmay başkanlarının oluşturduğu bir askeri kanattan ve bir de orta komutanlıktan _Batı Avrupa Daimi Başkomutanlığı_oluşmuştu. Merkezi Paris’te olan teşkilat, 1950 yılındaNATO’yla birleşmiş ve böylece Avrupa da NATO dışında savunma örgütü kalmamıştır.

    “Bekle ve Gör” Politikası (wait and see policy)
    Diplomasi ve genellikle politika alanında, çok sözü geçen İngilizce kökenli deyim, Türkçe’ye “Bekle ve Gör” politikası şeklinde çevrilmektedir. Bir takım olaylar karşısında, acele etmeden beklemek ve hemen harekete geçmeden, bu olayların gelişmesini dikkatle ve yakınen izleyerek, son ve en uygun duruma göre bir tutum saptamak politikasıdır.
    Bazen de bir politik amacın gerçekleşmesi için hareketsizliği benimseyip sabırla beklemek anlamına gelen ve “attantizm” de denilen tutum ile aynı olarak kullanılmaktadır.

    Belgrad Konferansı, 1-6 Eylül 1961
    1-6 Eylül 1961 tarihleri arasında Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’ta yapılan ilk Bağlantısızlar zirvesi. Konferansa yirmibeş ülkenin devlet veya hükümet başkanı katılmıştır. Konferans Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu dönemlerden birinde, Berlin ablukasının sürdüğü ve Sovyetlerin nükleer denemelere yeniden başladığını açıkladığı sırada toplanmış ve uluslararası ortamın gerginliği konferansa da yansımıştır. Tito, Abdulnasır, Sukarno ve Nkrumah’ın en faal liderler olarak göze çarptıkları konferans sonunda kabul edilen yirmiyedi maddelik deklerasyonda çeşitli uluslararası sorunlara değinilmiştir.

    Benelüks Ekonomik Birliği-Benelux Economic Union
    1 Kasım 1960 tarihinde Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında kurulan ekonomik birlik. Amacı bu üç ülke arasında ekonomik, maliye, gümrük, dış politika alanlarında işbirliği kurmak ve Avrupa Birliği nezdinde ortak hareket etmektir.

    Berlin Ablukası, 1948-1949
    1948-1949’da Sovyetler Birliği’nin, Batılı işgal devletlerini Batı Berlin’deki egemenlik haklarından vazgeçmeye zorlama girişiminin yol açtığı uluslararası bunalım. Mart 1948’de İngiltere,Fransa ve A.B.D.’nin Almanya’daki işgal bölgelerini tek bir ekonomik birim halinde birleştirme kararı Sovyetlerin tepkisine yol açtı ve Sovyetler Birliği Müttefikler Kontrol Konseyi’nden çekildi. Batı’da yeni bir Alman Markı’nın piyasaya çıkmasını Doğu Alman parasına karşı rekabet olarak gören sovyetler Batı ile Berlin arasındaki demir, kara ve su yollarını kapatarak kenti ablukaya aldı. 26 Haziran 1948’de ABD ve İngiltere kente acil gereksinimleri havayoluyla sağlamaya başladılar ve Berlin’den dışarı yapılan sanayi ihracatının hava yoluyla gerçekleşmesi için bir “hava köprüsü” kurdular. Artan gerginlik karşılıklı askeri güç tırmanmasına yol açtı. Gerginlik sovyetler Birliği’nin 12 Mayıs 1949’da ablukayı kaldırmasına değin sürdü.

    Berlin Andlaşması, 3 Haziran 1972
    Berlin kentinin A.B.D., Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere’nin yükümlülüğü altına konduğuna ilişkin andlaşma. 3 Eylül 1971’de hazırlanıp parafe edilen andlaşma, 3 Haziran 1972’de imzalandı. Bu andlaşmayla Batı Berlin’de A.B.D., Fransa ve İngiltere’nin sorumluluğu devam ediyor ama Batı Berlin’i temsil yetkisi Federal Almanya’ya geçiyordu. Sovyetler Birliği ise Doğu Berlin üzerindeki haklarını Demokratik Alman hükümetine devretmeyecekti.
    Bu andlaşma sonucunda 12 Ağustos 1970 tarihli Federal Almanya ile Sovyetler Birliği arasında imzalanmış olan Moskova Andlaşması ve 7 Aralık 1970’de yine Federal Almanya ile Polonya arasında imzalanmış olan Varşova Andlaşması da yürürlüğe girmiştir.

    Berlin Batı Afrika Konferansı, 1884-1885
    Afrika’nın kıyılarında ve büyük nehirlerde ticaret serbestliğinin sürekliliğini sağlamak ve bu kıyılardaki yeni yerlerin işgal koşullarını belirlemek amacıyla Bismarck’ın girişimi ile 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 tarihleri arasında Berlin’de toplanan uluslararası konferans.
    O tarihe kadar sömürge işletmelerine pek rağbet etmeyen Alman başbakanı, Alman egemenliğine konan toprakları değerlendirecek imtiyazlı şirketlerin kurulmasını göz önüne alarak tavrını değiştirdi. Bismarck, öteki Avrupa devletleri arasındaki sömürge rekabetini kızıştırıyor ve Fransa’yı yeni sömürge hayalleri ile kışkırtarak bu ülkenin Almanya’ya karşı bir öç alma siyaseti gütmesini önlemeyi umuyordu. Jules Ferry’nin ve sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığının onayını alan Bismarck, Viyana Antlaşması’nı imzalayan devletler ile Belçika, İtalya, ABD ve Türkiye’yi konferansa çağırdı.
    Antlaşmanın sonuç belgesi Nijer ırmağında ulaşım özgürlüğünü ve Atlas okyanusundan Hint okyanusuna kadar uzanan Kongo havzasında ticaret serbestliğini güvence altına alıyordu. Bu, Fransa ile Portekiz’in toprak ilhakları ve 1884 İngiliz-Portekiz anlaşması ile bir süre için tehlikeye düşen liberalizmin zaferi demekti.
    Konferans Afrika’nın paylaştırılmasını gerçekleştirmedi ama bunu kuşkusuz hızlandırdı. Konferansta, imzacı devletlerden birinin gerçekleştireceği toprak ihlallerinin, ancak öteki imzacı devletlere bildirilmesi koşuluyla geçerlik kazanabileceği ilkesi kabuledildi.
    Bir bildirge de köle ticaretiyle ilgiliydi (md. 9). Genel olarak, imzacı devletler, yerlileri, gezginleri ve din özgürlüğünü korumayı yükümlüyorlardı. Ancak Afrikalılara alkollü içki satışı, Almanya ile Hollanda’nın itirazı üzerine yasaklanmadı. 1885 sonunda Fransa ile Almanya arasında Togo-Kamerun sınırını belirleyen özel bir antlaşma imzalanmasıyla Berlin Antlaşması tamamlandı.

    Berlin Deklerasyonu, 1955
    II. Dünya Savaşı sonrasına İngiltere, A.B.D.,Fransa ve S.S.C.B.’nin işgali altındaki Berlin üzerinde bu devletlerin haklarını belirleyen belge. Bu deklerasyona göre kentin güvenliği, kentte bulunan askeri birliklerin gözetimi ve sivil havacılığın denetimi işgal birliklerinin sorumluluğu altındaydı. Hukuki açıdan Batı Berlin Federal Almanya’nın bir parçası değildi ve kentin bu kesiminde 12 bin Müttefik devletlere bağlı asker bulunmaktaydı. Bu yüzden Federal Alman Parlamentosu ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının Batı Berlin’de uygulanabilmesi için Batı Berlin Parlamentosu’nun bunları onaylaması gerekiyordu. Müttefiklerin parlamentodan geçen yasalara itiraz ve bu yasaları geçersiz kılma hakları vardı. Bu nedenle Federal Alman Parlamentosu’ndan çıkan yasalar Berlin’e gelmeden önce Bonn’daki Müttefik devletlerin büyükelçileri tarafından gözden geçirilmekteydi. Ayrıca Batı Berlin’in silahlanması yasaklandığı için Batı Berlinliler’in askerlik yapmaları da yasaktı. Deklerasyona göre, Müttefik devletler gerekli durumlarda Batı Berlin polisi üzerinde de yetkili olabilmekteydiler.

    Berlin Duvarı-Berlin Wall
    1961 yılında, Batı Berlin ile Doğu Berlin’i birbirinden ayırmak için inşa edilen ve 1989 yılında Doğu Blokunun çökmesine kadar Soğuk Savaşın en açık sembolü olan duvardır. 28 yıl boyunca binlerce insan, batıya kaçmak için duvarı aşmaya çalışırken öldürüldüğünden Utanç Duvarı da denilmektedir. Duvarın yıkılması 1990 yılında iki Almanya’nın birleşme sürecini de başlatmıştır.

    Berlin Kongresi, 13 Haziran-13 Temmuz 1878
    Osmanlı Devleti, Rusya, Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa’nın katılımı ile gerçekleşen kongre. Kongre sonunda 1887-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası imzalanan Ayastefanos Andlaşması’nın yerine geçmek üzere bir andlaşma yapıldı. Ayastefanos ile kurulan “Büyük Bulgaristan” oldukça küçülerek Osmanlı’ya bağlı bir prenslik haline geldi. Doğu Rumeli eyaleti kuruldu ve Ayastefanos’ta Bulgaristan’a bırakılan Makedonya reform yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne iade ediliyordu. Osmanlı Devleti açısından daha olumlu görülen bu andlaşma, bu kazançları Bosna-Hersek ve Kıbrıs’ta geçici yönetimler adı altında Avusturya-Macaristan ve İngiltere’nin yönetimine vermesi ile geri alıyordu.
    Berlin Kongresi her ne kadar Rumeli’nin Osmanlı Devleti’nin elinde kalmasını sağlamışsa da ilerde ortaya çıkacak bunalımlara da ortam yaratmış oldu.

    Berlin Senedi, 1885
    Berlin Batı Afrika Konferansı olarak adlandırılan ve Kasım 1884 ile Şubat 1885 arasında Berlin’de yapılan bir dizi görüşme sonucunda kabul edilen belge. Konferans Orta Afrika’daki Kongo Havzası ile ilgili anlaşmazlıkları çözmek amacıyla toplanmıştı. Berlin Senedi ile Kongo Havzası Alman Doğu Afrikasını da kapsayacak şekilde tarafsız bölge ilan edildi. Burada bütün devletlere serbest ticaret ve taşımacılık hakkı tarafında ve Portekiz’in Atlas Okyanusu’ndaki hak iddiaları reddedildi. Bu senet ile sömürgeleştirmede “fiili işgal” ilkesinin benimsenmesi sonucu olarak Avrupalı devletler Afrika’da mümkün olduğu kadar geniş toprak parçalarını hızla işgal etme yarışına girdiler. Böylece Afrika’nın sömürgeleştirilmesi süreci hızlanmış oldu.

    Beşinci Kol (fifth column)
    Ellerindeki her türlü araca başvurarak bir ulusun dayanışmasını ve bütünlüğünü yok etmeye çalışan yıkıcı yeraltı grubuna ve bu harekete verilen isim. İspanya iç savaşı (1936-39) sırasında faşistlerin dört koldan Madrit’e doğru ilerlediği bir sırada, hükümeti çeşitli sabotaj ve eylemlerle içeriden yıkmaya çalışan Françisco Franco taraftarlarıbeşinci kol diye nitelendirilmiştir. Beşinci kolun başlıca yöntemlerinden biri yıkıcı unsurların, hedef ülkenin tüm yapısına, özellikle de siyasal karar alma ve ulusal savunma merkezlerine sızmasıdır. Benzeri uygulamalar Nazi Almanyası tarafının Avusturya, Çekoslovakya, Norveç gibi ülkelerin ele geçirilmesinde uygulanmıştır. 1940 yılında Nazi Almanyası’nın Norveç’e saldırısında vatan haini olarak tanımlanan dünya grubu beşinci kol olarak çok etkili bir rol oynamıştır.

    Beş Prensip (parch sheala)
    Hindistan ile Çin arasındaki ilişkilerde uyulması gereken kurallar, Çin başbakanı Çu en Lay, Hindistan başbakanı Nehru ile görüşerek, ilişkilerinde Beş Prensibin egemen olmasına karar vermişlerdir. Bunlar; birbirlerinin toprak bütünlüğü ve egemenliklerine karşılıklı saygı, saldırmazlık, birbirlerinin iç işlerine karışmama, etkinlik ve karşılıklı fayda ve barış içinde birarada yaşama.

    Beyrut Deklarasyonu-Beirut Declaration
    Arap Birliği Örgütünün 27 Mart 2002 tarihinde Beyrut’ta yaptıkları zirve toplantısı ardından yayınladıkları barış planı ve bildirisi. Bildiride, İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarından geri çekilmesi karşılığında Arap ülkelerinin bu ülke ile tüm savaşı bitirecekleri ve normal bir ilişki süreci başlatacakları sözü verilmekteydi. Filistin ayaklanmasını-Agsa Intifada bastırmakla meşgul olan İsrail, bildiriye olumlu yanıt vermemiştir.

    Beyzbol diplomasisi-Baseball diplomacy
    1975 yılında ABD ile Küba arasındaki soğukluğu gidermek için, iki ülke beyzbol takımları arasında maç tertip etme girişimleri ile kendini gösteren diplomatik çabalar.

    Bildirge-Declaration
    Gerek ulusal olsun gerekse uluslararası düzeyde olsun; kararların, belirlenmiş ilkelerin, ulaşılan sonuçların yada sahip olunan görüşlerin kamuoyuna duyurulduğu belge.

    Bildirim doktrini-Declaratory doctrine
    Uluslararası hukukta, bir devlet ya da hükümetin yasal varlığının, o ülkedeki hukukun hayata geçmesiyle birlikte otomatik biçimde meydana geleceğini öngören doktrini.

    Bildirilmiş tesis-Declared facility
    Herhangi bir ülke tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na bildirilen be ajansın denetimi için gerekli koşulları hazırlanmış olan tesis. Nükleer silah sahibi ülkelerde sadece ilgili ülke tarafından belirlenmiş tesisler bu kategoriye girerken, nükleer silah sahibi olmayan bir devlette ise, işler durumda bulunan tüm nükleer tesisleri içine alır.

    Bilirkişi-Amicus curiae
    Normal koşullarda mahkemelerin istediği uzman görüşü anlamına gelen bu ifade, diplomaside yaklaşık bir anlamla, uluslararası bir anlaşmazlığın çözümü için dost bir ülkenin yapmış olduğu iyi niyetli çözüm çabalarını ifade etmektedir.

    Birim-veto Sistemi (unit veto system)
    Varsayımsal bir uluslararası sistem türü. Uluslararası politika teorisinde Morton A. Kaplan tarafından ortaya atılan bu sistemde bulunan hemen tüm birimler, bir nükleer savaşı başlatabilecek ölçüde nükleer silaha sahip olacaklardır. Böylece günümüzün esas itibari ile iki kutuplu nükleer denge anlayışı, yerini daha değişik bir denge anlayışına bırakacak, sistemdeki birçok birim, genel bir barış ya da savaş konusunda söz sahibi olacaklardır. Günümüzde nükleer güç dağılımı henüz bu aşamadan uzak olmakla birlikte, gelişmenin bu yönde olduğu bir gerçek.

    Birinci Çeçenya Savaşı-Chechnya War I
    27 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Çeçen-İnguş Cumhuriyeti ile, bu bağımsızlığı tanımayan Rusya arasında 1994-1996 yılları arasında meydana gelen savaş. 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan’a giren Rus birlikleri ile Cevher Dudayev liderliğindeki Çeçen direnişçiler arasındaki savaşta 120 bin insan hayatını kaybetti. Bir milyona yakın insanın göç etmek zorunda kaldığı savaş, önce 31 Ağustos 1996 tarihinde ardından da 12 Mayıs 1997 tarihinde ayrı ayrı varılan iki anlaşma ile sona erdi. Anlaşmada, Çeçenistan’ın Rusya ile eşit bir devlet statüsünde olduğu teyit edilirken, 5 yıllık bir geçiş dönemi konarak, sorunun çözümü için 2001 yılına kadar, uluslararası kurallara göre hareket edeceği vurgulandı. Ancak bu sürenin dolmasına yakın dönemde yaşanan gerilim yeni bir savaşı beraberinde getirdi.

    Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918
    1914 yılı yazında Avrupa’da başlayıp sonradan dünyanın geri kalan bölgelerine yayılan ve 1918 yılının sonuna kadar süren topyekün savaş. 1914 Haziranında Saraybosna’da Avusturya Macaristan veliahtının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi sonucunda Avusturya-Macaristan önce Sırbistan’a bir nota vermiş ardından bu ülkeye savaş açmıştı. Bu olaydan sonra Rusya’nın Sırbistan’ı savunması, bu ülkenin seferberliğini ilan etmesiyle daha önce bu durumu savaş sebebi sayacağını ilan eden Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesi sonucunda I. Dünya Savaşı başlamış, Rusya’nın müttefikleri İngiltere ve Fransa’nın da Almanya’ya karşı savaşa girmeleriyle savaş diğer kıtalara da yayılmıştır. Savaşın nedenleri üzerinde tarihçiler arasında hala görüş birliğine varılamamıştır. Ama savaşın en temel nedeni olarak Avrupa devletleri arasındaki emperyalizm mücadelesini gösterebiliriz. 1870’lerin son çeyreğinde ulusal bütünlüğünü sağlayan Almanya sanayiini geliştirmesine rağmen bu sanayii destekleyecek sömürgelere sahip değildi. Almanya sömürge elde etmeye karar verdiğinde ise dünyanın hemen hemen tamamının komşusu Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmış olduğunu gördü. İngiltere de Almanya’nın sömürgecilik yönündeki faaliyetinden rahatsız oluyordu. Öte yandan benzer bir mücadele de Balkanlar üzerinde Rusya ve Avusturya-Macaristan arasında yaşanıyordu. 1878 Berlin Kongresi’nden sonra Bosna-Hersek’in yönetimini ele geçiren ve daha sonra burayı ilhak eden Avusturya Macaristan’ın sınırları dahilinde pekçok Slav asıllı ulus yaşamaktaydı. Bu ülke küçük Sırbistan’ı kendisi için tehlike görmekteydi. Rusya da Avusturya’nın Balkanlar’daki etkisinden rahatsızdı ve Sırbistan’ı Avusturya’ya ezdirmeye kararlıydı.
    Yukarıdaki gelişmeler Avrupa’yı bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya, diğer yanda, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bulunduğu bir üçlü ittifak ve üçlü itilaf kamplaşmasına götürdü ve böylece Avrupa’da Viyana Kongresi’nden bu yana süren Avrupa Uyumu bozulmuş oldu.
    27 Temmuz 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’a savaş açması ile başlayan savaş Almanya’nın 31 Temmuz’da Rusya’ya, 3 Ağustos’da Fransa’ya savaş açmasıyla genişledi. 4 Ağustos’ta Belçika’nın Alman kuvvetlerince işgali sonunda İngiltere’de Almanya’ya karşı ilan etti. Bu arada Osmanlı Devleti 2 Ağustos’ta Almanya ile Rusya’ya karşı bu ülkenin yanında yer almayı öngören bir İttifak imzaladı.
    Akdeniz’deki İngiliz donanmasından kaçan iki Alman gemisi 10 Ağustos’ta Osmanlı Devleti’ne sığındı. İngiltere’nin protestosu üzerine Osmanlı devleti bu iki gemiyi satın aldığını söyleyerek bunlara Yavuz ve Midilli adalarını verdi. Bu iki geminin 1914 Ekimi sonunda Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalaması ile Osmanlı Devleti de Almanya yanında savaşa girmiş oldu. Osmanlı Devleti savaşta dört ana cephede çatışmaya girdi. i)Çanakkale, ii)Kafkas, iii)Kanal-Filistin, iv)Mezopotamya. Bunlardan sadece Çanakkale cephesinde başarılı oldu. 1917 yılı sonunda Rusya’da meydana gelen Bolşevik devriminin sonucunda yeni kurulan Sovyetler Birliği ittifak devletleri ile Brest-Litovsk Andlaşmaları’nı imzalayarak savaştan çekildi. Ama 1917 Nisan’ında itilaf devletleri yanında savaşa girenABD Rusya’nın boşluğunu fazlasıyla doldurdu. ABD’nin savaşa girme nedeni ticaret gemilerinin Alman denizaltıları tarafından batırılması idi. Sonuçta savaş ittifak devletlerinin yenilgisi ile noktalandı. Savaş sonunda itilaf devletleri Almanya ile Versailles, Avusturya ile St. Germain, Macaristan ile Trianon, Bulgaristan ile Neuilly ve Osmanlı Devleti ile Sevres Antlaşmalarını imzaladı. Bu andlaşmalarla yukarıda anılan devletler önemli oranda toprak kaybına uğradılar ve yüklü miktarda savaş tazminatı ödemek durumunda kaldılar. Bu antlaşmalardan Serves Andlaşması sadece yukarıdaki özellikleri göstermekle kalmayıp Osmanlı Devleti’ne yaşam hakkı dahi tanımayacak bir özelliğe sahiptir. Anadolu Hareketi ve Kurtuluş Savaşı sonucunda imzalanan Lozan Andlaşması ile yürürlüğe giremeden hükmünü kaybetti. Bu andlaşmalar doğrultusunda kurulan savaş sonrası düzen mağlup devleti tatmin etmedi ve revizyonist diye adlandırılacak mevcut statüko karşıtı politikaların bu devletlerce izlenmesine neden oldu. Özellikle Versailles Andlaşması ile Almanya’ya getirilen kısıtlamaların II. Dünya Savaşının tohumlarını atmış olduğu söylenebilir.

    Birinci Vuruş Yeteneği (first-strike capability)
    Bir nükleer çatışmada ani bir nükleer saldırıya karşı tarafın gücünü hızlı bir şekilde tahrip etme veya zayıflatma yahut misilleme imkanını ortadan aldırma stratejisini uygulama yeteneği. Birinci vuruş teorisi bir tarafın yapacağı büyük çaptaki bir saldırıya karşı tarafın yaralarını saramayacak şekilde tahrip edilmesi ve felce uğratılması sonucu savaşın kazanılmasını varsayar. Birinci vuruş yeteneği bir devletin elinde bulunan nükleer başlıkların sayısına ve gönderme araçlarına bağlıdır fakat aynı zamanda da düşmanın ikinci vuruş yeteneğine sahip olma gelişmişliğiyle sınırlıdır. İkinci vuruş yeteneğinin tahribatından kaçınmak için, ABD ve SSCB filolarda ve uydu ülkelerde katılararası füzeleri yerleştirmişler, çok yönlü nükleer başlıklı füzeleri denizden fırlatan denizaltıları da dünyanın değişik okyanuslarına dağıtmışlardır.

    Birleşik Görev Kuvveti-Combined Task Force
    Çekiç Güç olarak bilinen ve Türkiye’nin İncirlik üssünde konumlanmış bulunan askeri güç. Temmuz 1991 tarihinde ilk defa kurulan güç, Saddam Hüseyin’in olası bir saldırısına karşı Kuzey Irak Kürtlerini korumayı amaçlıyordu. Yetmiş yedi uçak ve helikopterin yanı sıra, beşeri unsurlar olarak Amerikan-İngiliz-Fransız-Türk 1862 kişilik personelden oluşuyordu. 2003 yılında Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminin ABD ve İngiliz ortak askeri operasyonu ile yıkılması ardından, bu gücün işlevi de sona ermiştir.

    Birleşme-Enosis
    XIX. yüzyılın sonundan itibaren kullanılmaya başlanan ve antik Helen uygarlığının yayıldığı her yerin Yunanistan’a bağlanması gerektiğini savunan görüş.

    Bir Millet, Bir Devlet İlkesi (Ein Volk, Ein Reich)
    Hitler’in bütün Almanca konuşan toplulukları tek bir Alman devleti (Reich) altında toplamayı amaçlayan ülküsünün sloganı ve Nazi Almanya’sının dış politikasının temellerinden biri. Hitler 1933’te iktidara gelmesinden sonra bu amacı adım adım gerçekleştirmeye başladı. 1934’te Almanya ile Avusturya’nın birleşmesi için yaptığı ilk girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bunun ardından Versailles Andlaşması’na göre Saar bölgesinde yapılan plebisit sonucu, bölge Fransa’dan ayrılarak Almanya’ya katıldı. 1938’deki ikinci Anschluss denemesi ise başarıyla sonuçlandı ve Mart 1938’de Avusturya Almanya’ya katıldı. Aynı yıl Hitler Çekoslavakya’nın Südetler bölgesinin Almanya’ya katılması için bu ülkeye baskı uygulamaya başladı. Eylül 1938’deki Münih Konferansı ile de önce Südetler bölgesi sonra da Çekoslovakya’nın geri kalanı Almanya tarafından ilhak edildi. Hitler “bir millet, bir devlet ilkesi”ni büyük ölçüde gerçekleştirdikten sonra dış politikasının ikinci aşaması olan “hayat sahası” (Lebensraum) için çalışmaya başladı.

    Bitişik bölge-Contiguous zone
    Kıyı devletlerinin, üzerinde egemenlik haklarının değil de, gümrük, maliye, sağlık ve göç gibi konulardaki çıkarlarını koruma yetkisine sahip oldukları yakın açık deniz parçası. Bir ülkenin kendisine ait kara sularının ölçülmeye başlandığı esas sınırdan itibaren yani en fazla 12 mile kadar devam eden karasularının dış sınırından sonra başlayan deniz alanıdır. Birbirine yakın olan kıyı devletlerinin söz konusu bölge üzerinde egemenlik hakları yoktur. Ama değişik konularda, bu bölge içinde kendi çıkarlarını koruma yetkisi bulunmaktadır.
    Bismarck, Otto Von

    Alman devlet adamı ve şansölyesi. Alman ulusal birliğinin kurulmasında, belkide en önemli rolü oynamış kişi.
    Bismarck, Kral Wilhelm I ile birlikte, Alman ulusal birliğini kurmak için Danimarka, Avusturya ve Fransa ile savaştı. Her seferinde, ince diplomatik girişimlerle, diğerlerini dışarda bırakmayı başararak, her üç savaştan da zaferle çıktı. 18 Ocak 1871 tarihinde II. Reich’ın kurulduğu ilan edildi.
    Bismarck, Berlin Kongresi (1878)’ni izleyen barışçı dönemin kurucusu oldu. Bismarck’ın diplomasisinin iki temel karakteri vardır: i)gerçekçilik, ii)çok yönlü etkinlik. Ayrıca, Avrupa’ya egemen olma özleminden kaçındı ve savaşı yalnızca diplomasiyi destekleyen bir araç olarak gördü.
    Wilhelm II’nin genişlemeci ve ihtiraslı politikalarını benimsemeyen Alman şansölyesi Bismarck, bu görevini bırakmak zorunda kalmıştır.

    Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi-Convention on Biological Diversity
    1992 yılındaki BM Çevre Konferansında benimsenen ve dünyadaki canlı çeşitliliğinin korunması ve geliştirilmesi için devletlerin yapması gereken yükümlülükleri sıralayan sözleşme.

    Biyolojik savaş-Biological warfare
    Atıldığında çeşitli mikropları yayan biyolojik silahların kullanıldığı savaş. Bu yöndeki ilk savaş denemelerini 1935 yılında Japonya yapmıştır. Daha sonra elinde böyle bir teknoloji bulunan tüm ülkeler biyolojik savaş senoryaları hazırlamışlardır. Soğuk Savaş döneminde biyolojik savaş senaryolarının Afrika’daki kabileler üzerinde denendiği bilinmektedir. 1971’de bu tür silahların kullanımı yasaklandığından biyolojik savaş bir ara gündemden düşse de, biyolojik terör-bioterror sorunu olarak 1990’larda yeniden güvenliğin üst sıralarına yerleşmiştir.

    Blitzkrieg (yıldırım savaşı)
    II. Dünya Savaşı’nda Alman ordularının uyguladığı savaş taktiği. Blitzkrieg zırhlı birliklerin yoğun ve seri bir şekilde düşman hatların belirli noktalarına saldırarak onları arkadan kuşatmalarına dayanmaktaydı. Bu taktik Hitler’in gerek Polonya’da gerekse Batı cephesinde kısa zamanda büyük zaferler kazanmasını sağladı. Ama coğrafi, topografik ve iklimsel şartların zırhlı araç harekatına elvermediği durumlarda bu taktik işlemiyordu. Bu yüzden Alman orduları -başka şartların etkisiyle beraber- Rusya’da kısa sürede hedefe ulaşamadılar.

    Bloklaşma
    Ülkelerin aralarında, özellikle politika ve askeri yönden işbirliği yapmak üzere ve diğer bazı ülkelere yönelik olarak anlaşmalar yoluyla gruplar kurmalarına, milletlerarası politika lisanında “bloklaşma” denmektedir.
    Bloklar kurma tarih boyunca görülmüştür. Yüzyılımızda ise en önemli bloklaşmaların ilki, Birinci Dünya Savaşı öncesinde oluşan İngiltere, Fransa, Rusya ile diğer bazı devletlerden kurulan “itilaf” yani “antant devletleri” bloku ile bunun karşısında bulunan Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer bazı devletlerden oluşan ve adına “ittifak” yani “Alyans Devletleri” veya “Merkezi İmparatorluklar” denilen bloktur.
    Birinci Dünya Savaşı da zaten bu iki blok arasında olmuştur. (ABD’de birinci bloka katılmıştır). Bu savaşın bitimini izleyen yıllarda, özellikle Almanya’da Nazizm’in (Nasyonel Sosyalizm) gelişmesi, Rusya’da da Komünist rejimin yerleşmesinden sonra dünya politikasında ilişkilerini artırması ve çekingen tutumundan sıyrılması ile ayrıca Uzak Doğu’da Çin-Japon savaşının gelişmesi ile tekrar bloklaşmalara doğru eğilimler ve girişimler artmıştır.
    Böylece, bir yandan Almanya, İtalya ve Japonya’nın öncülüğünü yaptığı Mihver (Axis) denilen blok doğmuş, diğer yandan da Müttefikler (Allied Powers) denilen, İngiltere ve Fransa ile sonradan onlara katılan Çin, ABD ve diğer bir çok ülkeden kurulu blok arasında İkinci Dünya Savaşı yapılmıştır.
    Bloklaşmalar, bir çatışma halinde birçok ülkenin savaşmasına yol açmakta ve dünya yüzünde bir genel savaş meydana gelmektedir. Birinci Dünya Savaşında 16 ülke aralarında savaşmışlar, İkinci Dünya Savaşına katılan ülkelerin sayısı ise 50’yi aşmıştır.
    İkinci Dünya savaşından sonra ise “Soğuk Savaş” denilen psikolojik gerginlik ve baskılar devresine giriliş, bazı yerlerde “Bölgesel Savaşlar” denilen gerçek silahlı çatışmalar başgöstermiş ve yine yeryüzünde ve bu kez ideolojik faktörlerinde rol oynadığı yeni bir bloklaşma dönemi yaşamaya başlanmıştır.
    Bu kez bloklaşma bir yandan “Doğu Bloku” denilen sosyalist ülkeler (Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile Çin’den oluşmuştur) bir yandan da “Batı Bloku” denilen (ABD, İngiltere, Fransa ve diğer birçok Avrupa ve amerikan kıtası ülkesinden oluşmuştur) iki grup yaratmıştır.
    Bu iki blok daha öncelerinden farklı olarak aralarında daha değişik sıkı bağlar kurmuşlar, bazı konularda ise birbirlerine fazla bağlanmamışlardır. Örneğin, Batı Bloku veya Batı Dünyası denilen bloktan 15 ülke sıkı bir askeri ve siyasi ittifak olan NATO’da işbirliği yaparken, diğer birçoğu bu işbirliğinin dışında fakat genel eğilimi bakımından birbirine yakın bir politika içinde oluşmuşlardır. Öte yandan, Doğu Bloku’nda da Varşova Paktı içinde 7 ülke sıkı askeri ve siyasi işbirliği sürdürürken; Çin, Arnavutlu, Küba gibi ülkeler bunun dışında fakat eğilim bakımından Doğu Bloku içindedirler.
    Ayrıca bu kez, bir diğer blok olan “Üçüncü Dünya” ülkeleri denilen sözü geçen iki önemli blokun dışında kalan pek çok ülkenin oluşturduğu bir grup da ortaya çıkmıştır.
    Üçüncü Dünya denilen gruptaki ülkelerin aralarındaki bağlar, diğer iki bloka nazaran çok değişikti. Bunlar daha ziyade aynı problemlere sahip olmaları ve çeşitli nedenlerle bir kesim blok içinde bulunmak istemeyişleri dolayısıyle kader yönünden birbirlerine benzemekte oluşlarından bir blok gibi görünmekte ise de esas “ortada” denilebileek bir durumdadırlar. Fakat dünya politikasının tartışıldığı birçok milletlerarası kuruluş, konferans ve toplantılarda önemli bir rol oynamaktadırlar.

    BM Anlaşması-Charter of the United Nations
    İkinci Dünya Savaşı ardından uluslararası düzenin temel kurallarını belirleyen ve BM örgütünü kuran anlaşma. 51 ülkenin imzası ile 26 Haziran 1945 tarihinde imzalanan anlaşma. 111 maddeden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu maddelere, Adalet Divanının statüsünü belirleyen 70 maddelik bir ek bulunmaktadır. BM Sözleşmesinde, insan haklarının ve dünya barışının korunması üzerinde önemle durulurken, maddelerin tamamında, barış ve güvenliğin korunması, halkların ekonomik ve sosyal gelişimlerinin sağlanması için devletlerin işbirliği imkanları ve BM’nin bu yöndeki rolü ortaya konmaktadır.

    BM güçlerini yerleştirme-Deploment of U.N. forces
    Gerginlik olan bir bölgede, barışı korumak üzere BM Barış Gücü askerlerinin konuşlandırılması. 2004 yılına gelindiğinde dünyanın 20 ye yakın bölgesinde 10 bini aşkın BM Barış Gücü askeri bulunmakta ve bunların yıllık maliyeti ortama 1 milyar doları aşmaktadır. Halen; Kosova, Bosna, Hırvatistan, Batı Sahra, Haiti, Sierra Leone, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kıbrıs, Güney Lübnan, Filistin, Golan, Irak-Kuveyt, Timor, Hindistan-Pakistan, Tacikistan, Afganistan ve Gürcistan da BM güçleri konuşlanmış bulunmaktadır.

    Boğazlar Komisyonu
    Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 10. maddesine göre İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan geçişi denetlemek amacıyla kurulan komisyon. Karada herhangi bir yetkiye sahip olmayan Komisyon, bir Türk temsilcinin başkanlığında sözleşmeye taraf olan devletlerin temsilcilerinden oluşacaktı. Eğer ABD ve Karadeniz’e kıyıdaş öteki devletler sözleşmeye katılırlarsa Komisyon’a birer temsilci gönderebileceklerdi. Sözleşmenin 14. maddesine göre Boğazlardan geçen savaş gemileri ve Boğazlar’ın üstündeki hava sahasını kullanan askeri uçakların geçişi ile ilgili kuralların gereğince uygulanıp uygulanmadığı Komisyon’un denetimine tabi olacaktır. Komisyon, Milletler Cemiyeti’nin koruması altında olacak ve Cemiyet’e faaliyetlerini gösteren bir yıllık rapor sunacaktır. Ayrıca Komisyon kendi çalışması ile ilgili gerekli yasal düzenlemeleri yapmakta serbest kılınmıştı. 1936 yılında imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar komisyonu kaldırılmıştır.

    Boğazlar Sorunu
    Türk Boğazları’nda (İstanbul ve Çanakkale Boğazları) yabancı devletlere ait deniz araçlarının geçişine ilişkin olarak çeşitli dönemlerde ortaya çıkan anlaşmazlık. XVIII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devletinin boğazlar üzerinde kayıtsız şartsız bir egemenliği söz konusuydu. Bu tarihte Rusya Karadeniz’in kuzey kıyılarını ele geçirmeye başlamıştı. 1774’te iki ülke arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş hakkı tanındı. 1798 ve 1805 Osmanlı-Rus ittifak andlaşmalarıyla da boğazlar bütün üçüncü devletlerin savaş gemilerine kapatılırken Rus savaş gemilerine serbest geçiş hakkı tanındı. Ancak 1807’de iki ülke arasında çıkan savaş sonucunda bu andlaşma yürürlükten kalktı. Bu arada Osmanlı Devleti 1809’da İngiltere ile imzaladığı Kala-i Sultaniye Andlaşması ile Boğazları kapalı tutmayı taahhüt etti. Daha sonra 1829’da Rusya ile yapılan Edirne Antlaşması sonucunda Boğazlar tekrar Rus ticaret gemilerinin serbest geçişine açıldı. 1833’te Osmanlı Devleti’ni iyice zor duruma sokan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Rusya Osmanlı Devleti’ne yapacağı askeri yardım karşılığında bu devletten boğazları üçüncü devletlerin savaş gemilerine kapalı tutma sözünü aldı. Hünkar İskelesi Andlaşması, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile iptal edilmişti. Bu sözleşme barış zamanında boğazların Osmanlı dışındaki bütün savaş gemilerine kapalı tutulmasını öngörüyordu. londra Sözleşmesi 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasına kadar yürürlükte kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonundaki Mondros Ateşkes Andlaşması ile boğazlar itilaf devletlerince işgal edilmişti. Bu devletlerin Ağustos 1920’de İstanbul hükümetiyle imzaladıkları Serves Andlaşması, Boğazların denetimini bir uluslararası Boğazlar Komisyonuna devrediyordu. Bu komisyon çeşitli devletlerin gönderecekleri üyelerden oluşacak ve adeta bir devlet niteliğine bürünecekti. Serves’in hiçbir zaman yürürlüğe girememesi ile bu Komisyon da hiç bir zaman kurulamadı.
    1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar bölgesi Türkiye’nin egemenliğine bırakılıyordu ama Türkiye bu bölgeyi silahlandıramazdı. Her ne kadar Türkiye’nin başkanlığında bir Boğazlar Komisyonu öngörüyorsa da bu komisyonun statüsü Serves’dekinden çok daha farklıydı. Sözleşme ile bütün savaş gemilerine boğazlardan geçiş serbestisi tanınmıştı. 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı sırasında Türkiye bu sözleşmenin değiştirilmesi yönündeki talebini imzacı devletlere sundu. İtalya dışındaki bütün imzacı devletlerin katılımıyla 1936’da Montreux’de toplanan Konferans sonucuna 20 Temmuz 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye göre Türkiye Boğazlar bölgesini silahlandırabilecek, savaşta, barışta ve savaşa yakın hissettiği durumlarda Boğazlardan gemi ve diğer deniz araçlarının geçişi hakkında çeşitli kararlar verebilecektir. Boğazlar Komisyonu da kaldırıldı.
    Sovyetler Birliği 1945 yılındaki Yalta ve Potsdam Konferanslarında Montreux düzeninin değiştirilmesi ile ilgili öneriler ileri sürdü ama bu konuda ABD ve İngiltere ile uzlaşamadı. Savaş sırasında Türkiye’nin Montreux Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini öne sürecek boğazların Karadeniz’e kıyıdaş devletlere açık, geri kalan devletlere ise kapalı tutulmasını istedi. Ayrıca boğazları, Türkiye ile ortaklaşa savunma talebinde bulundu. Batılı devletler ise sorunun bir uluslararası konferans çerçevesinde çözülmesini savundular. Türkiye de Sovyetlere verdiği notalarla sorunun uluslararası görüşmelerle çözülmesi gerektiğini ileri sürdü ve Sovyetlerin ortak savunma talebini reddetti. Bir uluslararası konferans toplanması girişimleri de bir sonuç getirmedi ve Boğazlar rejiminde bugüne kadar bir değişiklik olmadı.

    Bolşevizm-Bolshevism
    Lenin/1870-1924 ve arkadaşlarının Karl Marksın/1818-1883 görüşlerinden yola çıkarak geliştirdikleri ihtilalci anlayış. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde 1903 yılından sonra oluşan bu grup bir süre sonra Rus Komünist Partisi haline gelmiş ve 1917 Devrimini gerçekleştirmiştir.

    Bosna Savaşı-Bosnian War
    1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Bosna Hersek Cumhuriyetinin Sırplara ve Hırvatlara karşı verdiği bağımsızlık savaşı. Yaklaşık 4 yıl süren savaştaki Boşnak etnik grubu, hem Bosnalı Sırplara hem de Sırbistan Sırplarına karşı savaşmak zorunda kaldı. Büyük katliamlara sahne olan savaş, 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Anlaşması ile sona erdi. Savaş sırasında 312 bin insan hayatını kaybederken, 21 bin kadın tecavüze uğramış, 49 bin kişi sakat kalmış ve 48 bin adet ev, cami yok edilmiştir.

    Boş koltuk politikası-Empty chair policy
    Oturum boykot politikası. Bir ülkenin, üyesi bulunduğu uluslar arası örgütün belli bir kararına tepkisini göstermek için toplantılarına katılmayarak, kendisine ait üyelik koltuğunun boş bırakması.

    Boykot-Boycott
    Uluslararası siyasette ticari yaptırım biçimlerinden biridir. Bir ülkeyi ekonomik açıdan zarara sokmak ya da haksız uygulamalarda bulunması durumunda bu ülkeyi protesto etmek ve cezalandırmak amacı ile başvurulan ilişki kesme eylemidir. Bu tür baskı yönteminin amacı ekonomik olabileceği gibi, siyasi, askeri ya da ideolojik olabilir.
    Boykot, bir ülke ya da ülkeler grubuyla toplu ve organize edilmiş bir şekilde ekonomik ilişkileri kesme. Dış politikada etkili ticari yaptırım biçimlerindendir. Boykot ekonomik olabileceği gibi politik, askeri ve ideolojik kaynaklı da olabilir. Boykot çoğunlukla işçi örgütlerini daha iyi ücret ve çalışma koşulları elde etmek için başvurdukları bir yöntemdir. ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan önce Japon ithal ürünlerine karşı uyguladığı boykut, kendi iş alanlarına ve endüstrisini dış rekabete karşı genel olarak korumaya yönlendirilmiştir. Boykot terimi, belirli olarak eylemlere katılmayı reddetme anlamını da içerir. Bir ülkenin temsilcileri, başka bir ülkenin izlediği politikadan ya da tutumdan hoşnut olmadıklarını göstermek için uluslararası konferansları ya da toplantıları boykot edebilir. Bir ülkenin, ülke topluluğunun ya da uluslararası örgütlerin başka bir ülkenin politikasını ve hareketlerini etkilemek ya da protesto etmek amacıyla giriştiği boykot biçimleri de vardır. Birleşmiş Milletler’in 1965 yılında yasal olmayan yollarla İngiltere’den ayrılıp bağımsızlığını ilan eden Rodezya ile ekonomik ilişkiler kesilmesi yolunda bütün üyelerine yaptığı çağrı uluslararası bir örgütçe uygulanan bir boykot örneğidir.

    Boxer Ayaklanması, 1900
    Çin’de bütün yabancıları ülkeden atmayı amaçlayan ve devletten destek gören köylü ayaklanması. XIX. yüzyılın sonlarına doğru yoksullaşmanın artması, karşılaşılan doğal afetler ve şiddetlenen yabancı saldırıları sonucu Çin’in kuzey eyaletlerinde Boxer’ler güç kazanmaya başladı. Boxer’lerin kışkırtmalarıyla başlayan köylü ayaklanması Alman elçisinin öldürülmesi ile doruğa ulaştı. Bunun üzerine Ağustos 1900’de bir uluslararası birlik Pekin’i işgal etti. Mahsur kalan diğer elçilik görevlileri ile öteki yabancıları kurtardı. Yapılan görüşmeler sonunda imzalanan bir protokol ile çatışmalar sona erdi ve Çin’in yabancı devletlere ödeyeceği tazminat belirlendi.

    Böl ve yönet politikası-Divide and rule policy
    Geçmiş dönemlerde sömürgeci ülkelerin uyguladığı politika. Genellikle XIX. Yüzyılda İngiltere ve diğer sömürgeci devletlerin izledikleri bir yöntemdir. Politikanın özü; bölünmek yoluyla birliği ve gücü zayıflayan bir ülkenin daha kolay dış etkilere açıldığı esasına dayanır. Böylece, bölünme ardından doğmuş yeni ülkeler de kendilerine yardımcı olan devletlerin nüfuzuna daha kolay girerek dolaylı biçimde onlar tarafından yönetilebilir.
    Rakiplerini bölerek ya da onları bölünmüş vaziyette tutarak zayıf durumda bırakmak isteyen devletlerin izledikleri yoldur. Bu bir tür hükümran olmak için bölmektir. XIX. yy.’da sömürge imparatorluklarının kuruluşunda, Asya ve Afrika’nın komşu topluluklarını birbirine düşman etmek için bu kuraldan çok yararlanıldı. Bu politikanın en iyi örneklerini Almanya’ya karşı Fransa’nın politikasında ve Avrupa’nın öteki ülkelerine karşı izlenen Sovyet Politikası’nda görüyoruz. Son birkaç yüzyıldan beri II. Dünya Savaşınınsonuna değin, Fransa’nın Almanya’ya karşı politikasının ana teması, ya Alman İmparatorluğunu küçük bağımsız devletlere bölmek ya da bu gibi küçük devletlerinbirleşerek tek bir devlet kurmalarını önlemek olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölünmüş olan Almanya’nın birleşmesine de yine Fransa karşı çıkmıştır. Bunun gibi Sovyetler Birliği de Avrupa’nın birleşmesi konusundaki her plana karşı çıkmış; birleşmiş bir Avrupa’yı kendisi için bir tehlike olarak görmüştür.

    Bölgesel diller ve Azınlık Dilleri Bildirgesi-European Charter for Regional and Minority Language
    Kırk üyeli Avrupa Konseyi tarafından 1992 yılında kabul edilen bildirge. Amacı, imzacı üyelerin azınlık dillerinin eğitimde, hukuksal süreçlerde, idari hizmetlerde, kamu hizmetlerinde ve medyada kullanımına izin vermesini sağlamaktır. Şu ana kadar çok az sayıda ülke tarafından kabul edilmiştir.

    Brandt Raporu, 1980
    Azgelişmiş ülkelerin sorunlarına yönelik olarak Almanya eski başbakanı Willy Brandt tarafından hazırlanan rapor. Dünya Bankası, Willy Brandt’in başkanlığında bir komisyonun kurulmasını önermişti. Kurulan bu komisyonda hazırlanan ve azgelişmiş ülkelerin sorunlarını ele alan rapor, 1980’de “Kuzey-Güney: Yaşam Savaşı İçin Bir Program” başlığı ile yayınlandı. Rapora göre Kuzey ve Güney ülkeleri arasında giderek artanoranda bir gelişmişlik farkı vardır. Zengin Kuzey ülkeleri fakir Güney ülkelerine yardım etmeli ve bu şekilde aradaki açık kapatılmalıyda. Rapor, azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının başarıya ulaşması, bu ülkelerdeki açlık ve yoksulluğun giderilmesi amacıyla azgelişmiş Güney ile kalkınmış Kuzey arasında işbirliği oluşturmaya çalışmıştır.

    Brejnev Doktrini-Brezhnev Doctrine
    Sovyetler Birliği’nin herhangi bir sosyalist ülkede rejim karşıtı bir gelişmeye karşı o ülke ve diğer sosyalist ülkelerdeki düzeni korumak amacıyla “büyük ağabey” olarak müdahalesini öngören siyasi görüş. Sovyet liderlerinden Leonid Brejnevin/1906-1982 siyasal felsefesini ortaya koyan sertlik yanlısı tutum. Buna göre, Sosyalist bloğa üye olan ülkelerden herhangi birinden mevcut sol rejimi tehlikeye düşürecek bir harekete göz yumulmayacaktı. Yine bu doktrine göre, herhangi bir ülkeye sosyalist rejimin yerleştirilebilmesi için diğer sosyalist ülkelerin müdahale hakkı bulunmaktaydı. 1968 Prag Baharı döneminde Çekoslovakya’da gerçekleşen liberalleşme hareketine Sovyetler Birliği’nin kanlı bir şekilde müdahalesini meşru göstermek amacıyla Sovyet Devlet Başkanı Leonid Brejnev tarafından ortaya atılmış ve onun adıyla anılmıştır.
    Brejnev, 12 Kasım 1968’de Polonya Komünist Partisi 5. Kongresi’nde yaptığı konuşmada sosyalist ülkeler arasında Çekoslovakya benzeri müdahalelerin normal olduğunu savunuyordu; bir sosyalist ülkedeki gelişmeler diğer sosyalist ülkeleri de ilgilendirirdi ve sosyalist bir ülkenin egemenliği dünya sosyalizminin çıkarlarıyla ters düşemezdi. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa sosyalist ülkeler topluluğu adına yapılacak bir müdahale meşru bir hareket olacaktı.Brejnev Doktrini’ne karşı en önemli tepkiler İspanyol ve İtalyan Komünistleri başta olmak üzere Avrupalı komünistlerden geldi ve bu gelişme Avrupa Komünizmi için önemli bir uyarıcı durum oldu.

    Bretton Woods Anlaşmaları-Bretton Woods Agreements
    II. Dünya Savaşı sonrasının ekonomik düzenine ilişkin olarak 22 Temmuz 1944’te ABD de imzalanıp 27 Aralık 1945 tarihinde yürürlüğe giren anlaşmalar. Bu anlaşmalar, savaş sonrası uluslararası para sistemini, doların altın konvertibilitesi ve ulusal paraların istikrarı üzerine dayandırmışlardır. Ancak bu esaslar 1965 ten sonra geçerliliğini kaybetmiş ve yani arayışlar Jamaika Anlaşmalarına yöneltmiştir. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu/IMF gibi bugün dünya ekonomisine yön veren kuruluşlar, Bretton Woods Anlaşmaları ile kurulmuştur.

    Bretton Woods Konferansı-Bretton Woods Conference
    Başını Amerika ve İngiltere’nin çektiği 44 ülkeden temsilcilerin bir araya gelerek, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşacak uluslararası ekonomik düzeni belirlemeye çalıştığı konferans. 1944 Temmuzunda toplanan konferansta, Amerikan yönetimi tarafından hazırlanan White Plan kabul edildi. Bu planla IMF ve Dünya Bankasının çerçevesi çizilmiştir.

    Bretton Woods Sistemi-Bretton Woods System
    1944 yılındaki konferansın ardından oluşturulan ve 1946-1973 yılları arasında uygulanan uluslararası para sistemi. Bu sistemde, uluslararası parasal ilişkilerde dolar dışındaki paraların dolar, doların ise altın cinsinden tanımlandığı sabit döviz kuru sistemi benimsenmiş ve yabancı dövizler için altın-dolar ilişkisine dayalı sabit bir parite/Standart Gold Exchange belirlenmiştir. Bu sistemin bel kemiğini dolar oluşturduğundan dolar sistemi de denmektedir. Ancak 1973 yılında ABD dolarının aşırı değer kaybı üzerine, bu sistemden vazgeçilmiş ve esnek döviz oranı sistemine/Flexible Exchange Rate geçilmiştir.

    Brest-Litovsk Barış Andlaşmaları, 1918
    I. Dünya Savaşı sırasında Üçlü İttifak devletlerinin Sovyetler Birliği ve Ukrayna ile imzaladıkları barış andlaşmaları.
    Bolşevik Devriminden sonra kurulan Sovyetler Birliği savaştan çekilmek istiyordu ve Sovyet hükümetinin 1917 Kasım’ındaki barış talebinden sonra Aralık sonuna doğru barış görüşmeleri başladı. Zorlu geçen ve kimi zaman kesilen görüşmeler sonunda 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk’ta barış andlaşmaları imzalandı. Sovyetler Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya’dan çekilirken Osmanlı Devleti’ne de 1877-1878 savaşında kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum’u geri veriyordu.
    Bu andlaşmalarla ittifak devletleri önemli toprak kazançları elde etmekle beraber doğu cephelerinde de savaşa son veriyorlardı, ama 1918 sonunda savaşı yenilgiyle bitirdiler ve Brest-Litovsk’un hükümleri müttefik devletlerce tanınmadı.

    Briand Kellogg Paktı-Briand Kellogg Pact
    ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında Ağustos 1928 tarihinde Paris’te imzalanan barış paktı. Anlaşmaya göre taraflar savaşı bir dış politika aracı olarak kullanmamayı, sorunların çözümünde barışçıl yöntemlere başvurmayı kabul etmekteydiler. Daha sonra anlaşmaya katılan ülke sayısı 50 ye ulaştıysa da, uygulama değişmemiş ve İkinci Dünya Savaşı ile işlerliğini kaybetmiştir.
    Savaşı ulusal politikanın bir aracı olmaktan çıkarmayı amaçlayan, 1928’de tamamlanıp daha sonra hemen hemen bütün ülkelerce imzalanan genel andlaşma. Resmi adı Savaşın Terk Edilmesi İçin Genel Andlaşma’dır. Paris Paktı olarak da bilinir, ayrıca Amerika metinlerinde Kellog-Briand Paktı olarak da geçer. ABD Dışişleri Bakanı Frank B.Kellog ileFransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand’ın girişimleri sonucu hazırlanan Pakt 1928 Ağustos’unda ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya tarafından imzalandı. Türkiye daha sonra bu Pakta katılacaktır. Andlaşmanın iki ana maddesine göre taraflar:
    i. Uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde savaşa başvurmayı kınıyor ve savaşı ulusal politikalarının aracı olarak kullanmayacaklarını açıkca ilan ediyorlardı.
    ii. Hangi şart ve kökene sahip olursa olsun hiçbir anlaşmazlık ve çatışmanın çözümü için barışçı yollar dışındaki yollara başvurulmayacaktı. Yine de Paktı imzalayan pek çok ülke andlaşmaya kendilerine yönelik “saldırı” olması durumuyla ilgili olarak çekince koydular.
    Briand-Kellog Paktı Birleşmiş Milletler öncesi dönemde barışı koruma konusundaki en önemli girişimlerden biridir. Paktın tarafları andlaşmayı çiğnemiş olsa da II. Dünya Savaşı’na kadar Pakt güvenilir bir belge olma özelliğini korumuştur ve savaş sonrası oluşturulan savaş suçları kavramına hukuksal temel olmuştur. Ayrıca Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri’nde Briand-Kellog Paktı’nı ihlal eden suçlardan dolayı da yargılamalar olmuştur.

    Brinkmanship
    Aşırıcılık, risk alma siyaseti, aşırı yaklaşım politikası. Maksimum fayda ve çıkarı elde etmek için güvenlik sınırlarını sonuna kadar zorlayıp, gerekirse büyük tehlikeleri göze alma.

    Brüksel Andlaşması, 17 Mart 1948
    17 Mart 1948 tarihinde Brüksel’de imzalanan savunma ve işbirliği andlaşması. İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg II. Dünya Savaşı sırasında Londra’da bir gümrük andlaşması imzalamışlardı ve 1948 yılı başından itibaren bu ülkeler arasında gümrük oranları büyük ölçüde azalmıştı. Bu Benelux Ekonomik Birliği’ne temel oluyordu. Öte taraftan İngiltere ve Fransa Mart 1947’de Dunkirk Andlaşması’nı imzalayarak askeri ve ekonomik işbirliği yolunda önemli bir adım atmışlardı. Sovyetlerin Doğu Avrupa’da etkinliğini arttırarak Şubat 1948’de Çekoslovakya’da komünistleri iktidara getirmesi Batı Avrupa Birliği’nin kurulması doğrultusundaki çabaları hızlandırdı. Brüksel Andlaşması ile taraflar ortak bir savunma sistemi kurmaya, ekonomik ve kültürel bağları kuvvetlendirmeye karar vermişlerdi. Andlamanın 4. maddesine göre taraflardan herhangi biri “Avrupa’da silahlı bir saldırıya uğrarsa andlaşmaya taraf diğer devletler bu devlete mevcut askeri ve diğer bütün olanaklarla yardım edeceklerdi. Andlaşma ile “Batı Birliği”nin en üst organı olarak, beş ülkenin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla oluşan Danışma Konseyi ve bu Konsey’e bağlı Savunma Bakanlarından kurulu Batı Savunma Komitesi kuruluyordu.
    Brüksel Andlaşması 1949’da kurulan NATO ile 1955’te kurulan Batı Avrupa Birliği’ne öncülük etmiştir.

    Bükreş Barış Andlaşması, 10 Ağustos 1913
    II. Balkan Savaşı’nı sona erdiren andlaşma. I. Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni ağır bir yenilgiye uğratan müttefik Balkan devletleri arasında, ele geçirilen toprak konusunda anlaşmazlık çıktı. Bulgaristan’ın Yunanistan’a saldırması sonucu tekrar ama bu sefer eski müttefikler arasında başlayan savaş Bulgaristan’ın yenilgisiyle sonuçlandı. I. Balkan Savaşı’na katılmamış olan Romanya da Bulgaristan karşısında savaşa girdi. Bükreş’te 10 Ağustos 1913’te imzalanan barış andlaşmasıyla Bulgaristan’a Makedonya’nın küçük bir bölümü ve Batı Trakya bırakılırken Bulgaristan Güney Dobruca’yı Romanya’ya vermek zorunda kaldı. Sırbistan Makedonya’nın orta ve kuzey, Yunanistan ise güney bölümünü aldı.

    Burjuvazi
    1-Kent soylu, orta sınıf toplumsal tabaka. Kendilerini yönetici sınıfına yakınlaştıracak derecede belli miktar servete sahip olan iş adamı, memur ya da aydın kesimi.
    2-Marksist kuramda, kapitalist toplumda artık değerin bölüşülmesi konusunda işçi sınıfı ile mücadele eden ve kapitalizmin korunmasından çıkar sağlayan orta sınıf. Kavram ilk defa 1780’lerde Fransa’da ortaya çıkmış ve 1789 Devriminde iyice belirginleşmiştir.

    Buyrultu, güven belgesi, tanıtbelge-Exequatur
    Bir ülkeye atanmış bulunan yeni başkonsolos veya konsolos için, onu kabul eden ülke devlet başkanı tarafından imzalı olarak hazırlanan kabul belgesidir. Yeni başkonsolos ya da konsolos, kendi devlet başkanınca imzalı bir atama belgesi ile yeni görevine gelir. O belgeyi görev yapacağı ülkenin dışişleri bakanlığına sunar ve karşılığında exequatur belgesini alır. Bu belgede kimlik bilgileri ve iznin yanı sıra görev yapacağı bölgelerde belirtilir.

    Bürokrasi-Bureaucracy
    Siyasal kararların uygulamaya geçirildiği, çalışan personelin hak, sorumluluk ve ilişkilerinin yazılı olarak belirlenip, bütün işlerin hiyerarşiye uygun olarak yerine getirilmesinden dolayı formalitelerin önem kazandığı kamu kurumları.

    Bütünleşme (integration)
    En genel anlamda, daha büyük siyasi veya ekonomik birimlerin ortaya çıktığı bir gelişim süreci. Entegrasyon iki alanda ele alınabilir; a)uluslararası alanda, yeni birim yaratma amacı ile girişilen entegrasyon, b)iç yani ulusal alanda; kurulmuş bir bütün kendi içinde işbirliğini kurma ve geliştirme amacı ile girişilen entegrasyon. Ulusal entegrasyon olarak sözü edilen ikinci bir durum, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan eski sömürgeler açısından önem taşımaktadır. Birinci anlamda ise, uluslararası platformda devletlerin siyasi ve ekonomik alanda daha büyük birimler oluşturmaları olarak açıklanabilir. Ekonommik entegrasyon, iki veya daha çok ülkenin birbirleri ile ekonomik, mali, parasal ve sosyal alanlarda anlaşmasıdır. Bu anlamda kurulan birlikler bölgesel niteliklidir ve gümrük duvarları kaldırılarak tam bir alışkanlık sağlanmasını amaçlar. Siyasal entegrasyon ise, ekonomik entegrasyonun başarılı işleyebilmesi için gerekli karar ünitesi yaratmayı amaçlar. Bu ünitenin amacı siyasal, dengesizlik ve anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Merkezi ünite aracılığı ile belirlenen ortak politikalar, bir dizi siyasal ve teknik nedenler ile başvurulur. Tarihsel nedenler, savaşları durdurma ve barışı sağlama amacı taşir. Ekonomik nedenler; a)ekonomik sürtüşmelerin yıkıcı etkilerinden arınma isteği, b)istihdam ve yaşam standartlarının yükseltilmesi ile ortak kalkınma isteği, c)geniş pazar olanakları yaratma isteği, d)ulusal ekonomilerin uluslararası değerlerle yönlendirilmesinin zorunluluğu. Siyasal nedenler; a)tek tek etkisiz kalınan konularda bütünleşerek siyasal etki oluşturma eğilimi; b)dünya dengesini koruma. Teknik Nedenler; a)teknoloji ve bilim alanında ortak çalışma çoğunluğunun ortaya çıkması, b)uluslararası şirketlerin faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli ortamın hazırlanması.
    Bir entegrasyonun başarılı olabilmesi şu şartlara bağlıdır.
    a) Ülkelerin sahip olduğu doğa ve ilişkiler
    b) Ülkelerin çıkarlarının çatışıp çatışmadığı
    c) Ülkelerin sağlayıp dağıttığı güç
    d) Topluluğun sürekliliği
    e) Ortak politika ve eylemler

    Büyükelçi, sefir-Ambassador
    Görevli bulunduğu yabancı ülke nezdinde kendi devlet başkanını temsil eden en üst düzey diplomat. Emrindeki elçilik personeli ile çeşitli alanlarda, iki ülke arasındaki ilişkileri yürütür.
    Bir devletçe bir başka devlete gönderilen en yüksek rütbeli diplomatik temsilci. Diplomatik ilişkiler üzerine gerçekleşen Viyana Kongresi (1961) diplomatik temsilcileri üç kategoriye ayırmıştır. 1)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan büyükelçiler ve eşit rütbedeki diğer misyon başkanları. 2)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan elçiler, orta elçiler ve diğer temsilciler. 3)Ev sahibi ülkenin Dışişleri Bakanına güven mektubu sunan maslahat güzarlar.
    Başlangıçta yalnızca krallıklara gönderilen büyükelçiler sonraları eşit düzeyde görülen cumhuriyetlerde de görev yapmaya başladı. Geçmişte Avusturya, Macaristan, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Rusya ve ABDgibi büyük devletlerin yanı sıra ispanya ve Osmanlı Devletini de kapsayan devletler arasında genel bir büyükelçi değişimi vardı. 1945’ten sonra, bütün devletlerin resmi yasal eşitliği öğretisine uygun olarak diplomatik ilişki kurulan ülkelere büyükelçiler yollanmaya başlandı.
    Modern iletişim araçlarının gelişmesinden önce, büyükelçilere tam yetkiye varan geniş yetkiler veriliyordu. Günümüzde büyükelçiler kendi Dışişlerinin sözcüsü konumunu taşır; bir büyükelçi çok seyrek olarak kendi başına karar verebilir. Bununla birlikte bir büyükelçinin kişiliği ve saygınlığı temsil ettiği devletin görüşlerini karşı tarafa anlatmakta önemli bir rol oynayabilir. Gönderildiği; ülkeye ilişkin ilk elden bilgi edinerek, devletin izleyeceği politikalarda belirleyici bir etkide bulunabilir.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  4. #4
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (c)

    Camp David Anlaşmaları/Sina Anlaşması-Camp David Deals
    17 Eylül 1978 tarihinde Mısır ile İsrail arasında imzalanan çerçeve anlaşmalar. Bu anlaşmalar temelinde ve A.B.D.’nin çabaları sonucunda iki ülke 26 Mart 1979’da yine Washington’da bir Barış Antlaşması yaparak aralarındaki 30 yıllık savaş durumuna son verdiler. İki kısımdan oluşan anlaşmaların ilkinde Filistin sorunu ele alınmakta, ikincisinde ise Mısır ve İsrail arasındaki barışın esasları belirlenmekteydi. Birinci anlaşmayla, İsrail, Mısır ve Ürdün’ün kendi aralarında yapacakları görüşmelerle, Batı Şeria’da ve Gazze’de Filistinlilere özerk bir yönetim kurmaları, ikinci anlaşma ile İsrail’in Mısıra ait Sina Yarımadası’ndan geri çekilerek tüm Mısır topraklarını boşaltması öngörülüyordu. Anlaşma, Arap cephesinde büyük bir çatlağa yol açarken, Mısır’ın Arap Birliği’nden dışlanmasını da beraberinde getirdi.
    Mısır ve İsrail, İsrail devletinin 1948’deki kuruluşundan beri birbirlerine düşman durumundaydılar. A.B.D. Başkanı Jimmy Carter bu iki devleti antlaşma masasına oturtarak sürmekte olan Arap-İsrail sorununa bir çözüm bulmayı amaçlıyordu. 1977 Kasım’ında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın sürpriz Kudüs ziyareti bu yolda önemli bir adım oldu. Sonuçta A.B.D.’nin sürekli çabası ve her iki devlete görülmemiş miktarda ekonomik yardım sözü karşılığında Mısır Cumhurbaşkanı Sedat ile İsrail Başbakanı Begin 1978 Eylül’ünde Camp David’de biraraya geldiler ve 17 Eylül’de Camp David Antlaşmalarına imza koydular. Antlaşmalar Batı Şeria, Gazze, Filistin ve Sina Yarımadası konularını kapsayan ve iki devlet arasında gerçekleşecek barışın esaslarını belirliyordu. Buna göre İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılacak görüşmelerle Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinliler’e özerklik tanınacaktır. Sina Yarımadası bu antlaşmalardan sonraki üç ay içinde imzalanacak barış antlaşmasından sonraki üç ay zarfında İsrail tarafından boşaltılacaktı. Öngörülen Barış Antlaşması 26 Mart 1979’da Washington’da imzalandı. Bu antlaşma, Filistin Kurtuluş Örgütü ile hemen hemen bütün Arap dünyasında tepki ile karşılanmış, Mısır’a karşı geniş bir siyasi ve ekonomik boykota girişilmiştir. Mısır belirli bir süre Arap dünyasında yalnızlığa itilmiştir.Öte yandan İsrail, 1979 Eylül’ünde Sina Yarımadası’ndan tamamen çekilmiştir.

    Carter Doktrini-Carter Doctrine
    1979 sonlarında Sovyetler’in Afganistan’a askeri müdahalede bulunarak ülkeyi kontrol altına alması üzerine, ABDbu hareketin Basra Körfezi ve petrol bölgesine yayılmasından kuşkulandığından, Başkan Carter bir açıklama yaparak, herhangi bir yabancı devletin bu Körfezin kontrolünü ele geçirmeye çalışılmasının ABD’nin hayati menfaatlerine saldırı sayılacağından, askeri kuvvet kullanılması da dahil her türlü tedbiri alacaklarını ilan etti. Bu açıklama ve politik tutum Carter Doktrini olarak anılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ABD başkanlarından Jimmy Carter tarafından 1980 yılında açıklanan ve Fars Körfezi’ne dışardan yapılacak herhangi bir müdahalenin ABD ve Batı çıkarlarına bir saldırı sayılacağı ve gerekli cevabın verileceği yönündeki tehdide dayanan Amerikan stratejisi. 1979 yılında yaşanan İran Devrimi ve Afganistan’ın Sovyetlerce işgali gibi iki önemli olay ardından, Amerikan’ın bölge çıkarlarını koruma kaygılarıyla oluşturulmuştur.

    Casablanca Konferansı, 15-24 Ocak 1943
    II. Dünya Savaşı sırasında A.B.D. Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill arasında Fas’ın Casablanca kentinde yapılan görüşme. Konferansa daha sonra sürgündeki Fransız hükümeti adına da Gaulle de katılmışsa da pek bir ilgi görmemiştir. Konferans, 15-24 Ocak 1943 tarihleri arasında müttefiklerin Kuzey Afrika harekatından önce yapılmıştı. Görüşmelerde bu harekatle beraber Sicilya ve Güney İtalya’ya yapılacak çıkarma da ele alındı. Konferans sonunda alınan karara göre Mihver Devletleri kayıtsız şartsız teslim olacaklardı. Bu kararın sebebi I. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Wilson’un 14 noktasına göre teslim olduğunu ileri sürmüş olan Almanya’nın Versailles düzenine bunu göstererek karşı çıkmış olmasıdır. Savaş sonrasında Almanya’nın bu gibi gerekçelere dayanarak sorun çıkarması istenmiyordu.

    Castlereagh, Robert Stewart
    1818-1822 yılları arası İngiltere Dışişleri Bakanı. Napoleon’a karşı kurulan Büyük İttifak’ın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, ayrıca 1815’te Avrupa haritasını yeniden çizen Viyana Kongresi’nde önemli rol oynamıştır. Avusturya Şansölyesi Metternich ile beraber 1815 sonrası Avrupa düzenin mimarlarından sayılır.

    Casus Foederis
    Latince’de “bir anlaşmanın uygulanabilir ve bağlayıcı hale geldiği koşul” demektir. Ayrıca bir devlet başka bir devlete tek taraflı, bir anlaşma ile yardım edeceğini açıkladığında devletler arasındaki ilişkilerde (sözgelimi dışardan bir saldırı ya da bir ayaklanma durumunda) böyle bir taahhütü hatırlatmaya gerek kalmadan anlaşmada belirlenen durum ortaya çıktığı anda otomatik olarak uygulanabilen bir doktrini ifade eder. Mesela Nato Andlaşması’nın 5. maddesi imzacı devletlerden herbirini her hangi bir dış saldırı olduğunda, diğerlerine askeri olarak yardım etmesini zorunlu kılmaktadır.

    Casusluk (Espionage)
    Bir devlet hesabına, başka bir devletin askeri, siyasi, ekonomik, teknik ve b aşka alanlardaki gizli bilgilerini yasal olmayan yollardan aktarma. Her ülkenin iç hukukunda bu alanda hükümler mevcuttur ve ağır cezai yaptırımlar getirilmiştir. Ancak diplomatik statüsü bulunan yabancıların böyle eylemeler yaptığının tespit edilmesi halinde cezalandırma yerine sınır dışı etme söz konusudur. O diplomat -persona non grata- istenmeyen kişi ilan edilerek, bundan sonra görev yapması imkansız hale getirilir. Bugün gelişmiş teknoloji sayesinde klasik yöntemlerden çok daha etkin araçlarla casusluk yapıldığı da bilinmektedir.
    Milletlerarası ilişkilerde casusluk, diğer bir devlet hesabına olarak, bir devletin askeri, siyasi, ekonomik, teknik ve başka alanlarda gizli olarak bilgilerinin toplanması ve diğer devlete aktarılmasıdır.
    Hemen her ülkenin iç hukukunda bu alanda hükümler mevcuttur ve ceza kanunlarına girmiştir. Yabancı veya kendi uyruğunda olması durum değiştirmez. Ancak diplomatik statüsü olarak yabancıların böyle eylemler halinde yakalanmaları genellikle sınırdışı edilmeleri sonucunu verir ve o diplomat “İstenmeyen Kişi” (Persona Non Grata) ilan olunur.
    Bugün casusluk eylemi kişilere bağlı olmaktan çıkmıştır. Teknik araçların çok gelişmesi bu durumu yaratmıştır, bu gün de devam etmekle beraber, artık gizli dinleme ve fotoğraf araçları çok yüksekten uçan casus uçaklarındaki veya gemilerdeki elektronik cihazlar, uzayda casus uydular gibi araçlardan çok etkili roller oynamaktadırlar.
    İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra casusluk olayları çok artmış ve teknik bir nitelik kazanmıştır. Bu konuda bir çok önemli örnekler verilebilir. Atom bombasına ait sırların bazı bilim adamlarınca Rusya’ya verilmesi, ABD’nin casus uçakları olan U-2’lerden birinin Rusya, üzerinde düşürülüp pilotunun yakalanması sonucu 1960 Mayıs’ında Paris’de yapılacak Doğu-Batı Zirve Konferansı’ndan vazgeçilmesi, İngiltere’de Savunma Bakanı’nın Ruslarla ilgisi olan kiralık kadın şebekesiyle ilişki kurması ile ortaya çıkan Profumo Skandalı, Pueblo isimli bir ABD casus gemisinin Çin Denizi’nde yakalanması, Londra’daki Sovyet büyükelçiliğinin yüzden fazla diplomatın casusluk yaptıkları gerekçesiyle 1971’de topluca İngiltere’den sınırdışı edilmeleri, Batı Almanya Başbakanı Brandt’ın başdanışmanının Doğu Alman casus olmasının anlaşılmasıyla Başbakanın istifası ve hükümetin düşmesi gibi durumlar, NATO’da görevli sekreterlerin Doğu Almanya’ya kaçışları, son yılların önemli casusluk olaylarıyla ilgilidir.
    Türk Ceza Kanunu’nun 131/1 ve 416/3 maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu’nun 56/1. maddesinde bu konu hükme bağlanmıştır. Özetle, devletin emniyeti ve beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması lazım gelen malumatı, siyasi ve askeri casusluk maksadıyle başka devlete aktaranlar. Türkiye ile harp halindeki bir devletin menfaati için istihsal edenler ve milli savunmaya hiyanet cürmünü işleyenler veya bu yolda bir talebi veya arzı kabul edenler hakkında duruma göre çeşitli hükümler öngörmüştür.

    Ayrıca 1975’de çıkan 1803 sayılı Af Kanunu yabancı ülkelerde tutuklu Türklere karşılık bazı mahkum casusların takas edilmesini öngören bir hükümde taşımaktadır.

    Caydırma (deterrence)
    Düşman bir devletten gelebilecek nükleer bir saldırıyı engellemek amacıyla anında ve güçlü bir misilleme yapma tehdidi etkili biçimde kullanmaya dayanan askeri strateji. Caydırma, nükleer silahların ortaya çıkışından bu yana bu silahların kullanılmasıyla siyasi bir başarı elde edilemeyeceğinin anlaşılmasından ötürü nükleer güce sahip devletlerin ve ittifak sistemlerinin temel stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejide nükleer silah ile karşılık verilebileceği ihtimali gündemde tutularak, düşman belirli bir davranıştan alıkonulur. Bu stratejinin uygulanabilmesi için, devletlerin herhangi bir saldırıya karşı yüksek düzeyde kesin tahrip yeteneğine sahip olması gerekir. Başarılı olabilmek için gerekli diğer bir öğe ise potansiyel saldırganın kuşku içinde bulunmasıdır. Sonuç olarak caydırma stratejisinin iki temel şartı, beklenmedik bir saldırının ardından misilleme yapma yeteneğinin karşı tarafa inandırcı bir şekilde gösterilmesi ve karşı tarafın misilleme kararlılığının bir ihtimal olarak göz önüne alınmasıdır.

    Cenevre Anlaşmaları, 1954
    Nisan-Temmuz 1954 arasında Cenevre’de yapılan, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere, Fransa, S.S.C.B., A.B.D., Kamboçya, Laos, Kuzey ve Güney Vietnam’ın katıldığı konferansta kabul edilen, fakat bağlayıcı niteliğe sahip olmayan belgeler. İmzalanan on belgeden, üçü askeri anlaşma, altısı tek taraflı bildiri ve sonuncusu da Sonuç Bildirgesiydi.
    Fransa, Kuzey-Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya arasında başlayan görüşmeler 21 Temmuz’da bu ülkeler arasında imzalanan anlaşmalar ile sonuçlandı. Buna göre Vietnam’ı ikiye bölen 17. enlem boyunca ateşkes ilan ediliyor, karşılıklı olarak askeri birliklerin çekilmesi için taraflara 300 gün tanınıyordu. Ayrıca komünist gerillaların Kamboçya ve Laos’tan çekilerek bu ülkelerde serbest seçimlerin yapılması ve bu ülkelerin rızası doğrultusunda Fransız birliklerinin bu ülkelere yerleştirilmesi öngörülüyordu. Anlaşmalar ile bölünme çizgisi olarak ileri sürülen sınırları da ortadan kaldırıyorlardı. Anlaşmaların uygulanması, Polonya, Hindistan ve Kanadalı temsilcilerden oluşacak bir kurul tarafından denetlenecekti. Konferans’ın Sonuç Bildirgesi ise Vietnam’ın yeniden birleştirmesi ve 1956 Temmuz’unda bu ülkede seçimlerin yapılması çağrısında bulundu.
    Konferansa katılan ülkeler anlaşma hükümlerine uymayı taahhüt ettiler, ama A.B.D. anlaşmaların kendisini bağlamadığını ileri sürdü. Güney Vietnam da anlaşmayı imzalamayı geciktirince Sonuç Bildirgesi imzalanamadı.

    Cenevre Bildirgesi, 30 Temmuz 1974
    I. Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974) sonrasında Birleşmiş Milletlerin çağrısı ile Cenevre’de bir araya gelen Türk, Yunan ve İngiliz Dışişleri Bakanlarının imzaladıkları bildiri. Buna göre i-Adada 1960 Anayasası ile kurulmuş düzene dönülmesi için gerekli önlemler alınacak ii-Adada taraflar 30 Temmuz 1974 günü denetimleri altında bulundurdukları alanları genişletmeyecekler iii-30 Temmuz ateşkes çizgisinde sadece Birleşmiş Milletler kuvvetleri denetimi altında olacak bir güvenlik bölgesi oluşturulacak iv-Kıbrıs Rum ve Yunan kuvvetlerinin kuşatması altındaki bütün Türk bölgeleri bu kuvvetlerce boşaltılacak ve bu bölgeler Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin koruması altına girecek v-Adada anayasal düzenin yeniden kurulması için, üç Dışişleri Bakanı, Kıbrıs’daki iki toplumun liderlerinin de katılımıyla 8 Ağustos’ta Cenevre’de yeniden bir araya gelecekti.

    Cenevre Konferansları, 25-30 Temmuz 1974, 8-14 Ağustos 1974
    Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çağrısı ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Cenevre’de yapılan Kıbrıs Sorununun çözümüne yönelik iki konferans, 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Enosis amaçlı EOKA’cı Nikos Sampson tarafından yapılan darbe üzerine Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmeye çabaladı. Bir sonuç alınamaması sonucu Türkiye I. Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirdi (20 Temmuz 1974). Bunun üzerine Güvenlik Konseyi aldığı 353 sayılı kararla, tarafları ateşkes yapmaya, yabancı güçleri Kıbrıs’tan çekilmeye ve üç garantör devlet olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’yi görüşmeler yapmaya çağırdı. 25 Temmuz’da Cenevre’de biraraya gelen üç ülke Dışişleri Bakanları 30 Temmuz’da Cenevre Deklarasyonu’nu imzaladılar. Deklarasyona göre 8 Ağustos’ta üç ülke Dışişleri Bakanları Cenevre’de bir kez daha biraraya geldiler. Görüşmelerde bir sonuç alınamaması üzerine Türkiye, 14 Ağustos’ta II. Kıbrıs Barış Harekatı’na başladı.

    Cenevre Sözleşmeleri, 1949
    12 Nisan-12 Ağustos 1949 tarihleri arasında Cenevre’de toplanan uluslararası konferansta imzalanan ve Uluslararası İnsancıl Hukuk’un temelini oluşturan dört sözleşme. Bu sözleşmeler şunlardır: 1)Kara savaşında yaralıların ve hastaların durumlarını iyileştirme hakkında sözleşme 2)Deniz savaşında yaralıların ve hastaların durumlarını iyileştirme sözleşmesi 3)Savaş tutsaklarına yapılacak işlemlere ilişkin sözleşme 4)Savaş zamanında sivil halkın korunmasına ilişkin sözleşme.

    Cezayir Anlaşması, 1975
    6 Mart 1975’te Irak ile İran arasında Cezayir’de imzalanan iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlığı ve bazı diğer sorunları çözüme bağlayan anlaşma. 1969 Nisan’ında, A.B.D.’nin desteğine sahip ve askeri gücü yüksek olan İran Şahı, önemli bir suyolu olan Şatt-ül Arab’ın Irak’a ait bulunduğu 1937 tarihli Irak-İran Sınır Antlaşması’nı ortadan kaldırmak istedi. Bu amaçla İran gemilerini bir güç gösterisi olarak bölgeye gönderdiğinde, iki ülke kuvvetleri arasında silahlı çatışma çıktı ve 1970’te de diplomatik ilişkiler kesildi. Ancak çok geçmeden 1973 yılında Irak ile İran arasında diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu. 1975 yılında Cezayir’deki Petrol İhraç Eden Ülkeler toplantısında, Cezayir Devlet Başkanı Bumedyan’ın arabuluculuğu ile iki ülke arasında Cezayir Anlaşması imzalandı. Buna göre, iki ülke arasındaki sınır Şatt-ül Arab suyolunun en derin noktasından geçecek ve İran, Irak’taki Kürtleri merkezi hükümete karşı desteklemekten vazgeçip onlara yaptığı yardımı kesecekti. Ancak 1979’da İran’da Şah’ın devrilip İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler kötüleşti ve 1980 Eylül’ünde İran-Irak savaşı başladı.

    Cezayir Konferansı, 1973
    Bağlantısız ülkeler dördüncü zirve toplantısı. Cezayir’in başkenti Cezayir’de toplanan zirveye 77 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştır. Konferans 5-9 Eylül 1973 tarihleri arasında yapılmış, 1970’teki Lusaka Konferansı’nda olduğu gibi bu konferansta da ekonomik sorunlar ağırlıklı ele alınmıştır. Bunun sebebi uluslararası ortamdaki “yumuşama” ile beraber artık bu ülkeleri ilgilendiren pekçok siyasi bağımsızlık mücadelelerinin başarıya ulaşmış olmasıydı. Bunun sonucu bazı Latin Amerika ülkelerinin konferansa ilgi duyması olmuştur. Konferans sonunda yayınlanan “Ekonomik Bildiri”de “Siyasal Bildiri”den daha geniş yer almıştır.

    Chaumont Andlaşması, 1814
    1 Mart 1814’te İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında imzalanan ve bu devletler arasında sürekli bir diplomatik işbirliğinin temellerini atan antlaşma. 1822 yılına kadar yürürlükte kalan antlaşma bu tarihte İngiltere tarafından geçersiz sayılarak sona ermiştir.

    Chester Projesi
    Amerikalı emekli Amiral Colby Chester’in aracılığı ile bir ABD-Kanada ortaklık grubu şirketi tarafından hazırlanan, inşa bölgesinin çevresindeki madenleri işletme imtiyazı karşılığında bazı bölgelerde demiryolu ve liman yapımını içeren proje. Projeye göre şirket Adana-Yumurtalık, Musul-Kerkük ve Samsun bölgelerinde yaklaşık 4400 km’lik bir demiryolu; Yumurtalık ve Trabzon’a birer liman inşa edecek, buna karşılık olarak da bu bölgelerin çevresindeki 40 km’lik bir kuşak çevresinde bilinen ve sonradan bulunabilecek petrol ve diğer bütün madenlerin 99 yıllığına işletecekti. Şirket gerek demiryolları ve limanlardan gerekse madenlerin işletiminden elde ettiği kardan Türk hükümetine belirli bir pay verecekti.
    Chester Projesi ile verilen imtiyaz, Cumhuriyet döneminin ilk yabancı sermaye yatırım girişimi olması bakımından önemlidir. Nisan 1923’te Meclis tarafından onaylandıysa da Musul ve Kerkük’ün Lozan Antlaşması ile alınamaması nedeniyle proje uygulamaya konamadı ve Meclis Aralık 1923’te sözleşmeleri feshetti.

    Chicago Sözleşmesi, 1944
    Aralık 1944’te Chicago’da toplanan konferansta kabul edilen Uluslararası Sivil Havacılık Sözleşmesi. Daha önce imzalanmış Paris ve Havana Sözleşmeleri’nin yerini almıştır. Sözleşme ile her devlete kendi üzerindeki hava sahasında “kısıtlamasız ve tekelci bir egemenlik” tanınmıştır. Fakat bu egemenliğin kullanımının yanında herhangi bir tarifeye bağlı olmayan uçaklar önceden izin almadan -sözleşmeye taraf devletin ülkesine veya ticari amaçlı inişler hariç- transit olarak sözleşmeye taraf ülkenin hava sahasından geçebileceklerdir. Tarifeli uçuşlar veya charter seferlerinde ise o ülkenin izni gerekmektedir. Sözleşme kabotaj hakkını ülke devletine tanımış ve güvenlik nedeniyle uçuşa yasak bölgeler kurulabilmesine izin vermiştir. Ayrıca Sözleşme ile uçakların uyruğunun belirlenmesi için kullanılabilecek kurallara da açıklık getirilmiş, her uçağın, tescil edildiği devletin uyruğunda olduğu kararlaştırılmıştır.
    Sözleşme ile ilgili bir nokta da Birleşmiş Milletler uzmanlık kuruluşlarından biri olan ve merkezi Montreal’da bulunan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün (ICAO) kurulmasıdır. Bu örgüt, sivil havacılıkla ilgili kural ve yöntemlerin geliştirilmesi için çalışır ve bazı önlemler önerir.
    Chicago Konferansı sonunda Uluslararası Sivil Havacılık Sözleşmesi’yle beraber Uluslararası Hava Servisleri Transit Sözleşmesi ve Uluslararası Hava Nakliyatı Sözleşmesi de imzalanmıştır. Bu sözleşmeler, ülke-devletinin geçiş ile ilgili olarak diğer devletlere tanıyacağı hakları ve geçiş ile beraber nakliyet ve ticaret ile ilgili birtakım hak ve kolaylıkları içermektedir.

    Churchill, Sir Winston
    İngiliz devlet adamı, başbakan ve yazar. 1940-1945 ve 1951-1955 yılları arasında Muhafazakar Parti’nin lideri olarak Başbakanlık yapmıştır. II. Dünya Savaşı’nda ülkesini yenilginin eşiğinden döndürmüş, Roosevelt ve Stalin ile beraber müttefiklerin savaş stratejisini belirlemiştir. Kraliyet Askeri Okulu’nu bitirdi ve 1895’te orduya katıldı. 1900’da ordudan ayrılarak siyasete girdi. 1911’de önce İçişleri sonra Deniz Kuvvetleri Bakanı oldu. Çanakkale Savaşı’nda donanmanın başarısızlığı sonucu bakanlıktan ayrılarak orduya döndü. 1921’de ise Sömürgeler Bakanlığı’na getirildi. Bir ara Maliye Bakanlığı yaptıysa da 1935 seçimlerinden sonra kabineye alınamadı. Savaşın başlaması ile tekrar Deniz Kuvvetleri Bakanlığı’na getirilen Churchill Nisan 1940’ta Chamberlain’in istifası ile onun yerine geçerek Başbakan oldu. Churchill acı sonuçlara ve tartışmalara yol açan bazı kararlar almak durumunda kaldı ama kendine özgü mizah anlayışını bırakmadan halka gerçekçi açıklamalar yapıyordu. Ağzındaki puro ve eliyle yaptığı zafer işareti Churchill’in simgesi olmuştu. A.B.D.’nin de savaşa girmesiyle bu ülke ile her cephede komuta birliği ve ortak strateji kurdu. Başbakan Roosevelt’ten aldığı destekle Sovyetlerden gelen bütün “ikinci cephe” kurulması isteklerini erteledi.
    Savaş sırasında toplanan Kazablanka, Quebec, Tahran ve Yalta konferanslarında Roosevelt ve Stalin ile biraraya gelerek savaşın devamı ve savaş sonrası düzenle ilgili kararlara katkıda bulundu. Savaş sonrasında Potsdam Konferansı’na da katıldıysa da önemli bir rol oynayamadı. Partisinin seçimleri kaybetmesiyle konferans bitmeden ülkesine döndü.

    Colbertçilik
    Fransa Maliye Bakanı J.Baptiste Colbert (1619-1683)’in Fransa’da izlediği, sıkı bir devlet himayesi, sanayileşme ve ekonominin devlet eliyle düzenlenmesi yoluyla bir devletçilik öngören ekonomi politikası. Colbert’in Fransız Sanayisini geliştirecek ihracatı arttırma yönündeki bu politikası “Colbertçilik” diye anılmaktadır. Colbertçiliğe “Fransız Merkantilizmi” veya “Sanayi Merkantilizmi” de denmektedir. Colbert, sanayinin gelişmesi için gerekli mali reformları yapmış ve bundan elde edilen geliri yine sanayie aktarıp devlet eliyle fabrikalar kurmuş ve imalat yöntemleri ile kalite kontrolü hakkında kararnameler yayınlamıştır. Sanayiin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin ithalatı kolaylaştırılırken bunun dışındaki ithalat yüksek vergilerle önlenmeye çalışılmış, ihracat ise teşvik edilmiştir. Bu dönemde ekonomiye devletin müdahalesinin artması ile Colbertçilik gerek sanayiciler gerekse ihmal edilen tarım kesimi tarafından eleştirilmiş ama Colbertçilik Fransa’nın alt-yapı ve imalat sanayiin gelişmesinden önemli bir rol oynamıştır.

    Colombo Konferansı, 1954

    Mayıs 1954’te Seylan (Sri Lanka)’ın başkenti Colombo’da yapılan beş güney Asya devleti temsilcisinin katıldığı konferans. Endonezya Devlet Başkanı Sastroamidi Jojo’nun çağrısı ile toplanan Konferansa Hindistan, Pakistan, Seylan, Endonezya ve Birmanya katılmıştır. Konferansın esas amacı Çinhindi’deki gelişmeleri izlemek olmakla beraber daha büyük bir Asya-Afrika devletleri Konferansı toplanması konusu tartışılmıştır. Konferans 1955’te toplanan Bandung Konferansı’na öncülük etmiştir.

    Colombo Konferansı, 1976

    Sri Lanka’nın başkenti Colombo’da toplanan Bağlantısız ülkeler zirve toplantısı. 11-14 Ağustos 1976 tarihleri arasında toplanan Konferansa aralarında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün de yer aldığı 86 ülkenin devlet veya hükümet başkanları katılmıştı. Konferans’ta Bağlantısızlar hareketinin genel durumu, sömürge ülkelerinden bazılarının bağımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki ırk ayrımı politikası, Filistin ve Kamboçya sorunları, Hint Okyanusu ve Kore yarımadasının silahtan arındırılması gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Konferans’ta ekonomik konulara ilişkin olarak aynı yılın Mayıs ayında Nairobi’de yapılan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nda “77’ler Grubu” tarafından önerilen görüşler tekrarlanmıştır. Ayrıca Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) model alınarak diğer hammaddeler için de benzer uluslararası örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi konusu da tartışılmıştır.

    Colombo Planı
    Üyeleri arasında karşılıklı yardımlaşmayı geliştirmeyi ve çok taraflı bir danışma mekanizmasını amaçlayan bölgesel ekonomik yardım programı. Colombo Planı 1950’deki Colombo İngiliz Uluslar Topluluğu Konferansı’nda kabul edildi. Plan ilk önce gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere altı yıllık bir kalkınma programı dahilinde 5 milyar dolarlık bir yardımda bulunmasını öngörüyordu. Pakistan, Hindistan, Seylan (Sri Lanka), Yeni Zelanda, Avusturya ve İngiltere arasında gelişen bu örgütlenme daha sonra başka Asya ülkelerinin de katılmasıyla genişledi. Sovyetler Birliği’ne karşı çevreleme politikası izleyen A.B.D.de Asya’daki komünist olmayan ülkeleri desteklemek amacıyla plana katılmıştır. 1950’den bu yana kalkınmaları amacıyla Asya ülkelerine 25 milyar dolarlık borç ve yardım bu plan çerçevesinde sağlanmış ve binlerce kişi bu plan sayesinde teknik eğitim edinmiştir.

    Concord diplomasisi-Concorda diplomacy
    Değişik yabancı ülkelere yoğun seyahate dayalı olarak yürütülen diplomasi faaliyeti.

    Conference 4+2 – 4+2 Konferansı
    İki Almanya’nın 1989 yılında birleşmesi halinde meydana gelebilecek olası gelişmeleri görüşmek üzere bir araya gelen altı ülkenin yaptığı toplantı. Almanyanın birleşmesi bir anlamda İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan Soğuk Savaş döneminin bitmesi anlamına geldiği için gerek Batı Bloğu ve gerekse Doğu Bloğu için oldukça ciddi bir gelişme olarak değerlendirilmişti. Bunun üzerine, ABD, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere’nin girişimleri ile Doğu ve Batı Almanyaların da katıldığı bir konferans düzenlandi. İlki 1989, ikincisi 1990 yılında yapılan iki toplantıda, Almanyaların birleşmesi ardından bu ülkedeki askeri üsler başta olmak üzere birçok stratejik unsurun ne olacağı tartışılmış ve yumuşak bir geçişin gerçekleşmesi sağlanmıştır.

    Corps Diplomatique
    Bir devlete atanmış diplomasi temsilcilerinin hepsi birden corps diplomatique diye adlandırılan bir topluluk meydana getirmektedirler. Bu topluluk diplomasi temsilcileri ile elçilik kurulu üyelerini ilgilendiren sorunların, bulundukları devletin hükümetine karşı ortak bir tutumla davranarak halledilmesine yardım eder.

    Cournot modeli-Cournot model
    Uluslararası petrol pazarı modellerinden biri. Bu modelde, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü(OPEC), üye olmayan rakip ülkelerin bir önceki yıl yapmış oldukları üretim miktarına dayalı olarak kendi üretim miktarını belirler. Buna bağlı olararak OPEC üyesi olmayan ülkeler de, maksimum kar edecek şekilde üretim miktarını kararlaştıracaktır.

    Curzon Hattı
    1919-1920 Sovyetler Birliği -Polonya Savaşı’nda Sovyetler ile Polonya arasında ateşkes hattı olarak önerilen sınır çizgisi I. Dünya Savaşı sonrasında Polonya’nın doğu sınırı olarak Lord Curzon tarafından önerilmişse de kabul edilmemiştir. II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Almanya Eylül 1919’da bu hatta kadar olan Polonya topraklarını işgal etmiş ve bu hattın doğusundaki Polonya toprakları ise Molotov-Ribbentrop Antlaşması’na göre Sovyetlerin işgali altına girmiştir. Şubat 1945’teki Yalta Konferansı’nda Sovyetler Birliği, A.B.D. ve İngiltere’ye Curzon Hattı’nı Sovyet-Polonya sınırı olarak kabul ettirdi. 1951’de yapılan ufak bir iki değişiklikle beraber hat, Sovyet-Polonya sınırını oluşturdu.

    Çanakkale Savaşları, Şubat 1915-Ocak 1916
    Müttefik devletlerin 1915 Şubat’ında başlattıkları Çanakkale Boğazı ve İstanbul’u ele geçirmeye yönelik askeri harekat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) kuvvetlerinin katıldığı harekatın amaçları şunlardı i-Boğazları açarak Rusya’ya savaş malzemesi ve yardım göndermek ii-İstanbul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’ni savaş dışında bırakmak ii-Balkanlarda üstünlük sağlayıp henüz savaşa girmemiş İtalya ve Romanya’nın İtilaf Devletleri yanında savaşa girmelerini sağlamak.
    Yaklaşık her iki taraftan da 300.000’er askerin ölmesi ile sonuçlanan Çanakkale Savaşları İtilaf Devletleri için büyük bir başarısızlık oldu. Boğazların açılamaması sonucu yardım alamayan Rusya’da rejim çöktü ve işbaşına gelen Bolşevikler Brest-Litovsk Antlaşmaları ile savaştan çekildiler. İngiltere’de ise Asquith liderliğindeki Liberal hükümet istifa etmek zorunda kalarak yerini koalisyon hükümetine bıraktı. Böylece o sırada Deniz Kuvvetleri Bakanı ve harekatın mimarlarından Churchill kabineden ayrılmak zorunda kaldı. Tarihçiler tarafından savunulan genelkanı, Çanakkale Savaşları’nın başarısızlıkla sonuçlanmasının I. Dünya Savaşı’nın en az iki yıl uzamasına yol açtığı yönündedir.
    Çatışma Sözleşmesi/Çarpışma Tüzüğü-Collision Regulation
    1972 yılında imzalanan çok taraflı sözleşme. Amacı, devletlerin savaş boyunca uyması gereken kuralları, savaş araçlarını,yöntemlerini, tutsakları, herhangi bir bölgenin işgali gibi konularda uymaları gereken kuralları belirlemektedir.

    Çekiç Güç (Combined Task Force-Poised Hammer)
    Temmuz 1991 tarihinde kurulan ve amacı Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı Kuzey Irak Kürtlerine güvence sağlamak olan “Huzur Operasyonu-2″nin (Operation Provide Comfort-2) uygulama birliği olan hava kuvveti ile küçük fakat etkili bir yer unsurunun adı. Türkiye’de İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopterden ve Amerikan-İngiliz-Fransız-Türk 1862 kişilik personelden oluşmaktadır. Kuzey Irak’taki Zaho’da da bir irtibat merkezi (Military Coordination Center-MCC) bulunmaktadır.

    Çekoslovakya Bunalımı, 1968
    Çekoslovakya’da Prag Baharı ile görülen katı Marksist rejim uygulamalarından daha liberal politikalara kayma eğilimine karşı Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı ülkelerinin bu ülkeye yaptıkları askeri müdahale sonrası ortaya çıkan bunalım. 1968 Ocak’ında Çekoslovakya Komünist Partisi Genel Sekreterliğine Aleksander Dubçek’in atanmasıyla birlikte ülkede liberalleşme politikaları gözlenmeye başladı. Üst düzey görevlere Dubçek gibi liberalleşme yanlısı kişilerin getirilmesi Moskova’yı tedirgin etti ve Sovyetler Birliği Dubçek’i, tutumunu değiştirmesi yönünde uyardı. Buna Dubçek’in uymaması üzerine Sovyetler Birliği önderliğindeki Macaristan, Polonya ve Demokratik Almanya birliklerinden oluşan bir Varşova Pakto gücü Çekoslovakya’yı işgal etti. Sovyetler bu olayı bir Pakt içi mesele olarak görürken uluslararası platformda bu olay bir ülkenin egemenliğinin ihlali olarak algılanıyordu. Bu olay, uluslararası komünist hareketler arasında da tartışmaya yol açtı ve bir tarafta Brejnev Doktrini öte yanda ise Avrupa Komünizmi görüşleri ortaya çıktı.

    Çelik Pakt (Pacto d’Acciaio), 1939
    Nazi Almanyası ile faşist İtalya arasında 22 Mayıs 1939’da imzalanan ittifak antlaşması. Her iki devlet kendileri için öngörmüş oldukları “hayat sahası”nı gerçekleştirmeyi hedefleyen bu ittifak antlaşmasına göre taraflar birbirlerini ilgilendiren bütün sorunlarda karşılıklı olarak yardımlaşacaklardı ve taraflardan biri, bir veya daha fazla devlet ile savaşa girer ise, öteki devlet bütün gücü ile ona yardım edecekti. Çelik Paktı, İngiltere ve Fransa’nın doğu ve güney Avrupa’daki bazı küçük devletlerle -Türkiye dahil- yaptıkları ikili antlaşmalara bir tepki niteliğindedir.

    Çevrecilik-Environmentalism
    Çevrenin korunmasını siyasi öncelik sıralamasında en üste koyan anlayış ve bu anlayışın motive ettiği toplumsal hareket. Dengesiz sanayileşme sonucu olarak doğanın kendini yenileyemeyerek hızla kirlenmesi sonucu, doğal hayat ve çevrenin yok olması tehdidine karşı 1960’lı yıllarda başlayan çevrecilik hareketleri, birçok ülkede siyasal partilere dönüşmüştür.

    Çevreleme politikası-Containment policy
    ABD’nin, değişik ülkere karşı uygulamaya koyduğu baskı politikası. Bir diğer ifadeyle, II. Dünya Savaşı sonrası A.B.D.’nin Sovyetler Birliği’ne karşı olarak onun etrafındaki devletlerle oluşturduğu veya oluşmalarında katkıda bulunduğu ittifaklar zinciri. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan bu siyaset, 1979’da İran’a, 1991’den itibaren de Irak’a karşı uygulanmıştır. Doğu Avrupa’da Sovyetlerin kendisine bağlı uydu sosyalist devletler kurmasından ürken A.B.D. bu Sovyet yayılmasını önlemek amacıyla çeşitli tarihi ve politik nedenlerle bu ülkeden çekinen devletlerle bir ittifaklar zinciri oluşturarak onu “çevrelemek” istemişti. En önemli özelliği, çevreleme politikasına maruz kalan ülkenin, siyasal ve ekonomik olarak çepeçevre kuşatılarak, etki alanını genişletmesine izin verilmemesidir. Bu politikanın bir adım ilerisi, geriye doğru katlama (rollback) yani yayılma alanlarından geriye doğru itme politikasıdır. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Balkan Paktı, Bağdat Paktı (CENTO), Güney Asya Antlaşması Örgütü (SEATO), Anzus Paktı bu politikanın ürünleridir.

    Çifte Çevreleme Politikası (Dual-Double Containment Policy)
    Amerika Birleşik Devletleri’nin 1990-1991 Körfez Savaşı’ndan sonra İran ve Irak’a yönelik olarak uyguladığı politika. ABD, 1979’daki İslami nitelikli rejim değişikliği nedeniyle İran’a yönelik olarak uygulamaya koyduğu siyasal ve ekonomik kuşatmaya Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ı da dahil etmiş, yani her ikisini birden karşısına alarak dünya politikasından tecrit etmeye çalışmıştır ve buna da çifte çevreleme denmiştir.
    ABD’nin İran ve Irak’a yönelik olarak 1991 yılından itibaren uyguladığı politika. 1979 yılında meydana gelen İran Devrimi’nden sonra bu ülkeye karşı çevreleme politikası uygulayan ABD, 1991 yılından itibaren bu politika için Irak kattı. Böylece iki ülkeye karşı çifte çevreleme siyaseti uygulamaya başladı. Ancak 2003 yılında Irak’ın ABD ve İngiliz güçlerince işgal edilmesi ardından çevreleme siyasetinde yeniden 1991 öncesine dönüldü.

    Çifte çoğunluk-Double majority
    AB içinde, Konseyin karar alım sürecinde nüfus yönünden büyük ülkeler ile birliğin küçük ülkeleri arasındaki dengenin korunması kuralı. Buna göre, Konseyin kararlarında aynı anda hem üye ülkelerin çoğunluğu aranırken hem de birliğin nüfus çoğunlu da aranmaktadır.

    Çift Meclisli Sistem-Bicameralism
    Yasama yetkisinin iki meclis tarafından paylaşılarak kullanıldığı yönetim türü. Aristokratik geçmişe sahip bulunan ülkelerde soyluların ve halkın ayrı organlarda temsil edilmeleri tarihsel bir zorunluluk olarak belirirken, federal yapılı devletlerde de halkın temsilinin yanı sıra üye devletlerin temsili de gerekli olduğundan iki meclisli yapı öngürülmektedir. Oluşturulma biçimi ve fonksiyonun yanı sıra, bu ikinci meclis üyelerinin niteliği de diğerlerinden farklı olabilir. Birinci meclisler halkın temsilini sağlaması ve nüfusla oranlı temsilcilerden oluşmasına karşılık, ikinci meclisler eyaletleri temsil eden eşit sayıda temsilcilerden oluşur. İngiltere’de Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası, Almanya’da Bondestag ve Bundesrat, Amerika’da Temsilciler Meclisi ve Senato gibi ayrı yapılar, bicameralism uygulamalarının önemli örnekleridir.

    Çift kutuplu sistem-Bipolar system
    Birbirine cephe almış durumdaki iki büyük devletin koalisyon lideri olarak hemen tüm uluslararası olaylarda başı çektiği ve belirleyici olduğu uluslararası düzen. Bu sistemde diğer devletler, güvenliklerini çift kutuptan birinin gölgesinde aramak zorunda kaldıklarından, koalisyon liderlerinden birinin müttefikidirler. Sistem ne oranda sıkı ise, blok üyelerinin blok liderine bağımlılıkları o oranda fazladır. Sistem içinde bloklar arasındaki ilişkileri yumuşatıcı örgütlerin etkinliği ne kadar güçlü ise, çift kutuplu yapı o kadar esnektir. II. Dünya Savaşından sonra oluşan ABD-Sovyet rekabeti iki kutuplu sistemin en açık örneğidir.

    Çin-Sovyet Uyuşmazlığı
    II. Dünya Savaşı sonrasında 1949’da Çin’de kurulan komünist rejim ile Sovyetler Birliği arasında 1950’lerin sonlarında başlayıp 1980’lerin ikinci yarısına kadar süren soğuk ilişkiler. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sovyetler Birliği ile bu ülke arasında sıcak ilişkiler kurulmuştu. Fakat Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler giderek bozulmaya başladı. En başta iki ülke arasında yüzyıllardan beri süren bir tarihi mücadele vardı. Çin Rusya’ya XIX. yüzyılda kendisini sömüren bir devlet gözüyle bakıyordu. Bununla beraber iki ülke önderliği Marksist-Lenininst ideolojiyi farklı şekillerde yorumlamaktaydılar. Mao’ya göre Stalin’in kötülenmesi kampanyası çok ileri gitmişti ve Sovyetlerin “barış içinde birarada yaşama” tezini beğenmiyordu. Ayrıca 1960’lardan itibaren Çin, Çin İmparatorluğu’nun zayıf olduğu ve bu yüzden Çarlık Rusyasına toprak bıraktığı “haksız” sınır antlaşmalarının değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmeye başladı. Bu sınır anlaşmazlığı 1969 yılında iki devletin silahlı kuvvetleri arasında ciddi çatışmalara varacak kadar büyüdü. Bu arada Çin, 1968’de Çekoslovakya’ya yapılan Sovyet müdahalesini kınadı. 1970’lerde sınır görüşmelerinin başlamasına rağmen bunlar ancak belli aralıklarla sürmüş, 1978’de yine ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Çin, kendisine karşı Sovyetler kadar büyük bir tehlike olarak görmediği A.B.D. ilişkileri normalleştirmeye çalışmaktaydı. 1972’de A.B.D. Başkanı Nixon Çin’i ziyaret etti ve 1976’da iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruldu.
    1976’da Mao’nun ölümü ve muhalif önderlerin iktidara gelmesiyle ilişkilerin normalleşmesi yolunda bir engel kalktıysa da bu hemen gerçekleşmedi. 1979’da Çin, Kampoçya ile savaşan Vietnam’a girdi ve Nisan ayında Sovyetler ile 1950 tarihli Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardım Antlaşması’nı iptal etti. Sovyetler ise Vietnam’ın yanında yer aldı. 1979’un sonunda Sovyetlerin Afganistan’a girmesi de ilişkilerin daha da bozulmasına yol açtı. 1982’de Sovyet Devlet Başkanı Brejnev’in ölümünden sonra iki ülke Dışişleri Bakanları görüşmelere başladılar ve 1983’te Moskova’da yapılan görüşmeler sonucunda ticari konularda anlaşmaya varıldı. 1983 Kasım’ında Çin-Sovyet sınırı ticarete açıldı.
    Yine de ilişkilerin normalleştirilmesi için Gorbaçov iktidarını beklemek gerekecekti. Çin’de ekonomik reformla birlikte Sovyetler Birliği, Çin’in dış ticaretine önemli ülkeler arasına girdi ve Çin’in Gorbaçov’un reformlarına ilgisi arttı. 1987 Ağustos’unda iki ülke arasında görüşmelerin başlamasıyla sınırın doğu kesiminde toprak iddialarından doğan sorunların çözülmesi yolunda adımlar atılmaya başladı. Sovyetler Birliği bir yıl sonra Moğolistan’ın kuzeyinden önemli sayıda asker çekti. Nihayet 1989 Mayıs’ında Gorbaçov’un Pekin’i ziyareti sırasında Sovyet ve Çin liderleri karşılıklı olarak dostluk, egemenlik ve birbirlerinin içişlerine karışmama sözü verdiler ve “ilişkilerin normalleştiğini” açıkladılar.

    Çocuk Hakları Bildirisi-Declaration of the Rights of the Child
    BM Genel Kurulu tarafından Kasım 1959 tarihinde kabul edilen ve çocukların haklarını düzenleyen bildiri.

    Çocuk Hakları Sözleşmesi-Convention on the Rights of the Child
    BM Genel Kurulunda Kasım 1989 tarihinde kabul edilen ve 1990 yılında yürürlüğe giren uluslararası sözleşme. Çocukların korunması ve geleceklerinin güvence altına alınması için devletlerin üzerine düşen sorumlulukları öngörmektedir.

    Çoğunluğun sağlanamamış olması -Absence of majority
    Herhangi bir oylamada destek oylarıyla muhalefet oylarının eşit olması yada gerekli karar için yeterli oy bulunmaması hali.

    Çok Başlıklı Füzeler (multiple re-entry vehicles-MRV)
    Herbiri birden fazla başlık taşıyan füze sistemi. İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi bir tek nükleer başlık taşıyorlardı. 1960’ların başlarında Amerikalılar bunları aşmayı başarmışlardı. MRV’yi geliştirdiler. Böylece, bir füzenin taşıdığı birden fazla başlık çeşitli yerlere fırlatılarak geniş bir alana yayılacağından, örneğin, büyük bir kentin imhasında daha iyi sonuç alınabilecektir. Bundan daha geliştirilmiş bir sistem MIRV’ler (Mltiple Independently Targeted Reentry Vehicles)dir. Burada, bir tek füze bağımsız olarak çeşitli hedeflere gidebilen birden fazla başlık taşımaktadır; böylece bir tek füze ile birden fazla hedefin vurulması sağlandığı gibi, gönderilen füzelerin hepsinin tahrip edilebilmesi olasılığı da önlenmiş oluyordu. Bugüne değin Amerikalılar iki tür MRIV geliştirmişlerdir. Birincisi ICMB’ler için (bunlara Minuteman III denilmekte), ötekide SLBM’ler iin (bunlarada posseidon denilmekte) olanlardır. M-X’leri ve SSCB’nin SS-19’ları bu kategoriden silahlardır.

    Çok Kutuplu Sistem (multipolar system)
    Çok sayıda devletin hemen hemen eşit etki, güç ve statüye sahip olduğu sistemdir. Bu sistemde birden fazla devlet uluslararası sistem ve dünya politikası üzerinde söz sahibi ve yönlendiricidir. Bu sistem Tek-Kutuplu veya İki-Kutuplu sisteme göre daha gevşek, karışık ve istikrarsızdır. Çünkü uluslararası alanda yapılan herhangi bir hareketin, müdahalesinin, hamlenin gerçekte kimi hedef aldığı, kime yöneldiği önceden kestirilememekte ve önlem alınamamaktadır.

    Çok Taraflı Nükleer Güç (Multilateral Force-MLF)
    1960’ların başında A.B.D. tarafından öne sürülen Batı bloku çerçevesinde nükleer gücün kullanımının paylaşılması önerisi. 1960’ların ilk yarısında A.B.D., Sovyetler Birliği ve İngiltere’den sonra Fransa ve Çin de nükleer denemeler yapmışlardı. Hindistan, Federal Almanya, İtalya, Japonya, Brezilya, İsrail, Pakistan, İsveç, İran ve Libya’nın da nükleer silah yapmak için çalıştıkları veya bunu arzuladıkları biliniyordu. Bunun üzerine özellikle bağlantısız devletler, Birleşmiş Milletler çerçevesinde nükleer silahların yayılmasını önleme çabalarına girişmişlerdi. Bu ortamda A.B.D. çok taraflı nükleer güç düşüncesini ortaya atmış, bu yolla Avrupalı müttefiklerini nükleer silah yapımı yerine, nükleer silah paylaşımına ikna etmeye çalışmıştı. Buna göre bu projeye katılacak ülkeler, bu amaç için ayırdıkları bütün güçlerini NATO’nun emrine verecek, masrafları da ortaklaşa paylaşacaklardı. Bu şekilde oluşturulacak nükleer güç bazı ülkelere yerleştirilmek yerine denizaltı ve gemilerde bulundurulacaktı. Bu silahlar da ancak ortaklaşa alınacak bir karar ile kullanabilecekti. Bu proje çeşitli tartışmalara yol açtı. Nükleer silahların bu silahlara sahip olmayan devletlerle paylaşılması nükleer gücün yayılması demek değil miydi? Sovyetler Birliği her ne şekilde olursa olsun Almanya’nın “nükleer tetikte” parmağının bulunmasına karşıydı. Sonuçta bu proje 1968 yılında A.B.D. ve Sovyetler Birliği’nin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (The Non-Proliferation Treaty)’nı imzalanması ile gündemden kalkmıştır.

    Çöl Fırtınası Harekatı-Desert Storm Operation
    Irak’ın, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgali ile başlayan kriz ardından, Irak güçlerini geri çıkarmak üzere 17 Ocak 1991 tarihinde başlayan ve 26 Ocak 1991 tarihinde kadar devam eden müttefik güç operasyonu.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  5. #5
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (d)

    D-8 Developing Group
    Gelişmekte olan sekiz İslam ülkesi. (Türkiye, Mısır, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Bangladeş ve Pakistan) arasında 15 Haziran 1997 tarihli İstanbul Deklarasyonu ile kurulan işbirliği örgütü. Türkiye nin inisiyatifi ile kurulan grubun hedefi, üye ülkeler arasında ekonomik işbirliğini arttırmak; bankacılıktan, özelleştirmelere, turizm alanından enerjiye kadar birçok alanda karşılıklı ticaret hacmini genişletmek; ortak yatırımları arttırmak ve üye ülkelerin dünya ekonomisi içindeki konumunu geliştirmektir. İstanbul daki daimi sekreteryanın yanı sıra, üye ülke devlet ya da hükümet başkanlarından oluşan ve yılda bir kere toplanan –zirve- üye ülke dışişleri bakanlarından oluşan ve grubun karar verme organı durumunda bulunan –konsey- ile üye ülke hükümetlerinin görevlendireceği diplomatlardan oluşan ve grubun icra yönetimi olarak görev yapan –komisyon- olarak dört ayrı organı vardır.

    Daimi Tarafsızlık (permanent neutrality)
    Tarafsızlık savaş, bağlantısızlık ise barış zamanlarına yönelik bir dış politika yöntemi iken daimi tarafsızlık hem barış hem de savaş zamanına yönelik bir politikadır.
    Daimi tarafsız devlet, ülke bütünlüğünün ve bağımsızlığının öteki devletlerce garanti edilmesi karşılığında savaş ilan etme, bir savaşa katılma ve bir savaşa yolaçabilecek antlaşmalara taraf olma yetkilerinden vazgeçmiş olan devlettir. Tarafsızlık anlaşması hükümleri dışında iç ve dış işlerinde bütünüyle bağımsız olan sürekli tarafsız devleti silahsızlandırılmış olan devletten ayıran temel fark, ülkesine yönelik saldırıları önlemek amacıyla dilediği gibi silahlanma yetkisine sahip olmasıdır. Günümüzde sürekli tarafsız devlet statüsünde bulunan 3 devlet var. İsviçre (20 Kasım 1815 ParisBildirgesi), Avusturya bir bakıma O’nun 15 Mayıs 1955 tarihli Viyana antlaşması ile bağımsızlığına kavuşması için bir şart olmuştur. Bu çerçevede hiç bir askeri ittifaka katılmamayı, ülkesinde yabancı üslerin kurulmasına izin vermemeyi anayasasında garanti eden Avusturya tarafsızlaştırılmıştır. 1960’larda Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulurken de benzer bir statü anayasada yer almıştır. Laos, On Üçler Konferansı’nın 18 Temmuz 1962 bildirgesiyle bu statüyü kazanmıştır. Türkmenistan’ın sürekli tarafsızlık ilanı 1995’te BM tarafından kabul edilmiştir.

    Daimi Temsilciler Komitesi-Coreper
    AB’ye üye ülkelerin daimi elçilerinden oluşan komite. Görevi, Avrupa Birliği Konseyi’nin gündemindeki konularla ilgili olarak Konseye yardımcı olmak amacıyla ilk müzakereleri yapmak, diyalog ortamı sağlamak ve sonuçları Komisyona iletmektir. İki bölüme ayrılmıştır. Coreper I, daimi temsilci yardımcılarından oluşurken, Coreper II, daimi temsilcilerden oluşur.

    D’Amato Yasası-D’Amatı Act
    1996 yılında ABD’li Senatör Alphonse D’Amato tarafından hazırlanan İran ve Libya’ya yönelik ambargo yasası. Yasa doğrudan İran yada Libya’ya bir yıl içinde 40 milyon dolardan büyük yatırım yapan firmaları cezalandırılmasını öngörmekteydi. Söz konusu yasa, İran ve Libya tarafından olduğu kadar, o sıralarda bu iki ülkede milyarlarca dolarlık yatırım yapan Fransa, Rusya ve Malezya tarafından da tepkiyle karşılandı. Yasa resmen yürürlükten kalkmasa bile, uygulama alanı kısılarak sadece Amerikan şirketlerine uygulandı.

    Danışmanlık statüsü-Consultative status
    Birleşmiş Milletler örgütü tarafından, hükümet dışı örgütlere verilen ve bu örgütlerin BM ile daha özel bir ilişki geliştirmelerini sağlayan statü.

    Danzig Sorunu
    Nazi Almanyası’nın Versailles Antlaşması ile “serbest kent” ilan edilmiş olan Danzig (Gdansk)’i Almanya’ya katma çabaları ve buna karşı Polonya’nın gösterdiği tepki sonucu doğan uluslararası bunalım. Serbest kent olan Danzig 1922 yılında Polonya’nın gümrük sınırları içine alınmıştı. Doğuya doğru genişleme politikası izlemeyi amaçlayan Hitler, İngiltere ve Fransa’nın herhangi bir Alman saldırısına karşı Polanya’ya verdikleri askeri güvencenin boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin ciddi olup olmadığını denetlemek istiyordu. Bunun sonucu 1 Eylül 1939 sabahı Alman birlikleri Polonya’yı işgale başladılar. Almanya çekilmesi için verilen ultimatomu reddedince 3 Eylül günü önce İngiltere sonra da Fransa Almanya’ya savaş ilan ettiler ve böylece II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

    Davignon Planı-Daviglon Plan
    Dönemin AT Komisyon üyesi Belçikalı Etienne Davignonun 1977 yılında hazırladığı plan. Bu planla Avrupa sanayiinin içinde bulunduğu bunalıma karşı alınması gereken önlemler sıralanmıştır.

    Davignon Raporu-Davignon Report
    Etienne Davignon idaresinde, 1970 yılında hazırlanan Avrupa siyasi bütünleşmesi alanında gerçekleştirilebilir adımlar adlı rapor. Bu rapor sayesinde Avrupa siyasal bütünleşmesi ve işbirliği fikri hız kazanmıştır.

    Davranışsalcılık-Behavioralism
    Uluslararası ilişkiler çalışmalarında, bilimsel metotların uygulanmasına ağırlık veren yaklaşım. Uluslararası ilişkiler çalışmalarında bilimsel araştırmalarla ilgili politikalara ağırlık verilmesi gerektiğini savunan yaklaşıma ise Post Behavioral Movement denmektedir.

    Davos Süreci-Davos Process
    Türkiye ile Yunanistan arasında 1988 yılında imzalanan Davos Anlaşması ile başlayan ilişkileri yumuşatma süreci. Dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreau nun inisiyatifinde gelişen süreç, iki ülke kamuoylarının beklenen olumlu tepkileri vermemesi ile çok geçmeden bozuldu.

    Dawes Planı, 1924
    I. Dünya Savaşından sonra Almanya’nın ödeyeceği savaş tazminatı sorununu çözen Amerikalı maliyeci Charles G.Dawes başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan rapor.
    Versailles Antlaşması ile Almanya’nın müttefik devletlere ödeyeceği savaş tazminatı -veya diğer deyişle tamirat borcu- 56 milyar dolar olarak hesaplanmıştı. Daha sonra Almanya’nın itirazları üzerine bu miktar 33 milyar dolara indirildi. Almanya’nın bu miktarı da ödemeyeceğini bildirmesi üzerine bir komisyon kuruldu ve bu komisyon tarafından Dawes Planı diye adlandırılan plan hazırlandı. Bu plana göre Almanya’nın tazminat borcu taksitlere bölünüyor ve bu borç için belirli bir tavan da saptanmıyordu. Rapor Ağustos 1924’te müttefik devletler ve Almanya tarafından kabul edildi. Rapor Almanya’nın 250 milyon dolardan borçlanmak üzere giderek artan oranlarda yıllık ödemeler yapmasını öngörmüştü. Ayrıca Almanya’ya 200 milyon dolarlık bir kredi açılacaktı.
    Planın olumlu sonuç vermesi üzerine 1929 yılında Almanya üzerindeki sıkı denetimin kaldırılmasına ve toplam tazminat borcu miktarının belirlenmesine karar verildi. Bu da 1929 Young Planı ile gerçekleşti. Dawes Planı tazminat borcu sorunu nedeniyle bozulan Alman-Fransız ilişkilerini düzelmesine yardımcı olmuş ve Lokarno Antlaşmaları’na giden yolu açmıştır.

    Dawes Planı, 1924
    I. Dünya Savaşından sonra Almanya’nın ödeyeceği savaş tazminatı sorununu çözen Amerikalı maliyeci Charles G.Dawes başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanan rapor.
    Versailles Antlaşması ile Almanya’nın müttefik devletlere ödeyeceği savaş tazminatı -veya diğer deyişle tamirat borcu- 56 milyar dolar olarak hesaplanmıştı. Daha sonra Almanya’nın itirazları üzerine bu miktar 33 milyar dolara indirildi. Almanya’nın bu miktarı da ödemeyeceğini bildirmesi üzerine bir komisyon kuruldu ve bu komisyon tarafından Dawes Planı diye adlandırılan plan hazırlandı. Bu plana göre Almanya’nın tazminat borcu taksitlere bölünüyor ve bu borç için belirli bir tavan da saptanmıyordu. Rapor Ağustos 1924’te müttefik devletler ve Almanya tarafından kabul edildi. Rapor Almanya’nın 250 milyon dolardan borçlanmak üzere giderek artan oranlarda yıllık ödemeler yapmasını öngörmüştü. Ayrıca Almanya’ya 200 milyon dolarlık bir kredi açılacaktı.
    Planın olumlu sonuç vermesi üzerine 1929 yılında Almanya üzerindeki sıkı denetimin kaldırılmasına ve toplam tazminat borcu miktarının belirlenmesine karar verildi. Bu da 1929 Young Planı ile gerçekleşti. Dawes Planı tazminat borcu sorunu nedeniyle bozulan Alman-Fransız ilişkilerini düzelmesine yardımcı olmuş ve Lokarno Antlaşmaları’na giden yolu açmıştır.

    Dayanışma Hareketi
    Polonya’da Eylül 1980’de Gdansk kentinde kurulan bağımsız Dayanışma Sendikası’nın önderliğinde başlayan komünist rejimin yumuşaması yönündeki hareket. Aralık 1981’de ilan edilen sıkı yönetimle sendikanın faaliyetleri durduruldu ve Ekim 1982’de Polonya Ulusal Meclisi’nin kararıyla resmen kapatıldı. Bu “kapatılmışlık” dönemi boyunca sendika başkanı Lech Walesa liderliğinde komünist yönetimen karşı pasif bir direnişte bulundu. Bu mücadele sonucunda 80’lerin sonlarına doğru Jaruselwski hükümeti Dayanışma ile temaslara başladı. Yönetim ile Sendika arasında yapılan “yuvarlak masa” toplantılarından sonra yasallaştı ve bir siyasi parti niteliğini de kazandı. 4 Haziran 1989’da yapılan yarı serbest seçimlerle birlikte Dayanışma Hareketi parlamentonun seçimle belirlenen %35’inin tamamını kazanarak 460 üyeli Ulusal Meclis’te 151 sandalya kazandı. Tamamı seçimle belirlenen Senato’da ise 100 üyeliğin 99’unu kazanarak büyük bir başarı elde etti. Seçim sonrası Dayanışma Hareketi ile Komünist Parti geniş kapsamlı bir koalisyona gitti ve başbakanlığa Mazowiecki getirilirken Cumhurbaşkanı Jaruselwski görevine devam etti.

    Dayatmacı diplomasi-Assertive diplamacy
    Koşullarını karşı tarafa zorla kabul ettirmeye ve baskıcı yöntemlere dayanan diplomatik tavır.

    Dayton Anlaşması-Dayton Accord
    21 Kasım 1995 tarihinde, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan arasında imzalanan ve 4 yıllık Bosna Savaşı’na son veren barış anlaşması. Anlaşma ile Bosna-Hersek Cumhuriyetinin bağımsızlığı uluslararası garanti altına alınmış olsa da, ülkenin, 1992 yılında BM tarafından kabul edilmiş olan sınırlarının dokunulmazlığı bozularak, bu sınırlar içinde Bosna Sırp Cumhuriyetinin kurulması benimsendi. Kurulan devletin, Bosna-Hırvat Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti olmak üzere iki bölgeden oluşturulması kabul edildi. Başken Saraybosna’daki federal hükümet, dış politika ve dış ticaret ile para politikalarından sorumlu kılındı. Anlaşmanın uygulanması için bölgeye uluslararası barış gücü(IFOR) yerleştirildi.

    De facto hükümet-De facto goverment
    Uluslararası ilişkilerde iç anlamda kullanılır: 1. Resmi olarak diğer ülkelerce henüz tanınmamış olan hükümet. 2. Her hangi bir bölge yada halk üzerinde (hukuki açıdan kendisine ait olmadığı halde) fiili etkinliğe ve üstünlüğe sahip devlet. 3. Halen hukuki olarak yönetim hakkına sahip bir hükümet bulunduğu halde, bu yönetimi tanımayarak güç yoluyla kendini iktidarda tutan hükümet.

    De facto nükleer silah sahibi ülke-De facto nuclear weapon state
    Nükleer Silahların Önlenmesi Anlaşmasını imzalamamış olan; buna karşın, güvenli olmayan bir nükleer silah programına ve tesislerine sahip olan ülke.

    Dehşet dengesi-Balance of terror
    Nükleer güce sahip olan ülkelerden herbirinin, diğerinin de kendisini yok edecek bir karşılık vereceğinden korkarak, nükleer silahlara dayalı bir ilk hareketten kaçınması durumu. Nükleer güçlerden hiçbiri, karşısındakinin cevap verme kapasitesini tamamen ortadan kaldırabilecek bu ilk vuruş kapasitesine sahip değildir. Yine tarafların nükleer hedefler olarak büyük kentleri seçmeleri, olası karşılıklı saldırılardaki yıkımın dehşetini artıracağından, bu korku ve caydırıcılık denge ortaya çıkarmaktadır.
    Nükleer güce sahip devletler arasında olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak topluca yok olma korkusu doğrultusunda doğan denge A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi, çok çeşitli imha silahları ve bunları taşıyacak füze sistemlerine sahip iki taraftan birinin, ilk saldırısına ötekinin vereceği yanıtın önlenemeyeceği anlayışı üzerine yatmaktadır. Ani bir saldırıda karşı tarafın çok iyi şekilde korunan nükleer silah kapasitesinin tam anlamıyla yok edilemeyeceğinin bilinmemesi dehşet dengesinin yarattığı yıldırıyı arttırmaktadır. Dehşet dengesinin yıldırıcılığı tarafların daha çok ürettikleri öldürücü silahlar sonucu daha da artmıştır.
    Dehşet dengesini yaratan geniş nükleer silah stoğu topyekün savaşı akılcı bir devlet politikası olmaktan çıkartırken, kaza sonucu bir savaşın çıkması tehlikesini büyük oranda arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde atom bombası üzerine kurulu olan denge, Hiroşima’ya atılan bombadan binlerce kat daha güçlü bombaların üretimi sonucu daha da şiddetlenmişti. Dehşet Dengesi’nin varlığı Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir topyekün savaşı önlemişse de, Kore ve Vietnam Savaşları gibi “sınırlı savaşlar” devam etmiştir. Dehşet Dengesi “Karşılıklı Mahvolma” (Mutually Assured Destruction) olarak da anılır.

    Delegasyon-Delegation
    Resmi olarak görevli temsilciler heyeti. Diplomaside, yurt dışında görevlendirilen uzmanlardan kurulu heyet. Geçici ve daimi delegasyon olabilir.
    Diplomaside, yurt dışında görevlendirilen uzmanlardan kurulu heyetlerdir. Belirli görev için kısa süreli olarak kurulan ve ikili görüşmeler, kongre, konferans, anlaşma müzakere ve imzasına katılan veya bir törende ülkeyi temsil gibi protokol açısından görevlendirilen delegasyonlar olduğu gibi bir milletlerarası örgüt nezdinde devamlı olarak görevli bulunan uzmanlardan kurulu daimi nitelikte delegasyonlar da vardır.

    Delegatif demokrasi-Delegative democracy
    Halkın, seçtiği delegeler ve temsilciler aracılığı ile yönetime katıldığı dolaylı demokrasi biçimi. Dolaylı demokrasinin bir diğer biçimi olan temsili demokrasi den en önemli farkı, delegatif demokraside temsilcinin seçmenle daha yakın bir ilişki içinde olması ve seçmenin seçimleri beklemeden herhangi bir zamanda temsilciyi geri çağırabilme imkanına sahip olmasıdır. Bu tip demokraside temsilcinin tek fonksiyonu, temsil ettiği kitlenin görüşünü iletmekten ibarettir.

    Demarche

    • Demarj, diplomatik elçi. Yabancı temsilcilikteki diplomat tarafından, kendi ülkesinin bir konuya ilişkin tutumu ve isteğini bildirmek üzere, ev sahibi ülke yetkililerine gönderdiği resmi temsilci.
    • Diplomatik girişim, çaba, hareket.
    • Siyasal teşebbüste bulunma .
    • Harekat planını değiştirme.

    Demerkasyon, sınır çekme, hudut tayini-Demarcation
    İki ülke arasında sınırların teknik olarak saptanmasıdır. Sınırların zamanla teknik niteliğini ve kesinliğini kaybetmesi üzerine tekrar saptanmasına ise redemarkasyon denmektedir.

    Demilitarization

    • Askersizleştirme.
    • Herhangi bir bölgeyi askerden ve silahtan arındırma.
    • Orduyu dağıtma.
    • Sivil yönetim altına alma, askeri yönetime son verme.
    • Belli bir yerin askeri amaçlarla kullanılmasını yasaklama. Ülkeler arasındaki bazı kritik bölgeler üzerindeki bunalımlara kısmi bir çözüm yolu bulmak amacıyla askerden arındırma.

    Demir perde
    II. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin komünist olmayan ülkelerle ilişkilerindeki kapalılık ve gizlilik siyasetini belirten terim. Demir perde terimi ilk kez Winston Churchill tarafından 5 Mart 1946 tarihli ünlü Fulton konuşması sırasında kullanılmıştır. Terim Soğuk Savaş dönemi boyunca Batılı ülkelerce komünist ülkelerin kapalılık, gizlilik yönündeki tutumlarını eleştiri amacıyla sık bir şekilde kullanılmıştır.

    Demokrasi açığı-Democratic deficit
    Bütünleşme süreci içinde gerek kullandığı araçlar, gerekse yöntemler açısından AB’nin sahip olduğu karmaşık yapının, sıradan vatandaşların sürece katıımını ve sürecin demokratik niteliğini olumsuz etkilemesi durumu.

    Demokratik kurumsalcılık modeli-Democratic institutionalism model
    Gerek uluslararası ve gerekse ulusal kurumsallaşmayı, demokratik yollarla seçilmiş liderlerin doğrudan yetkisine bırakmayı öngören model.

    Demokratikleşme-Demokratizatsiia(Rus.)
    Mikhael Gorbachev tarafından Sovyetler Birliği’nde 1986 yılından itibaren başlatılan ve değişik çıkar gruplarının siyasal sürece katılımını öngören siyasal açılım politikası.

    Demokrasi felci-Demosclerosis
    Gelişmiş demokratik rejimlerde, çıkar gruplarının çoğalarak temsili kurumların çalışmalarını tıkaması ve kararların sistematik bir biçimde zengin ve bağlarını sağlam olanların ya da daha iyi örgütlenmiş olanların lehine çıkması durumu.

    Denasyonalizasyon-Denaturalization
    Vatandaşlıktan çıkarma, tabiyetten iskat. Vatandaşlık ilişkisinin, ya vatandaşın istemine bağlı olarak yada ona bir yaptırım niteliğinde uygulanmak üzere geçersiz kılınması. Uluslar arası hukuk, bazı hallerde devletlere, layık görmediği kişileri vatandaşlıktan yoksun kılma yetkisini tanımıştır. Bunlar genellikle, kişinin devlete olan bağlılığını yitirmesi, ona karşı yükümlü olduğu görevi yerine getirmemekte ısrar etmesi, onun güvenliğini sarsıcı eylemlerde bulunması gibi davranışlardır.

    Denge politikası-Balance policy
    Uluslararası ilişkilerde bir devletin hem siyasi, ekonomik ve stratejik çıkarlarını korumak hem de kendisine yönelik tehlikelere karşı korunma sağlamak amacıyla, diğer devletlere karşı geliştirdiği ölçülü siyaset biçimi.
    Milletlerarası ilişkilerde, bir veya daha fazla ülkenin, bölgesindeki veya dünya üzerindeki politik, stratejik, ekonomik ve sair çıkarları için diğer ülkelerle anlaşmalar yapması, böylece hem çıkarlarını kollaması, hem de kendisine yönelik tehlikelere karşı korunması suretiyle denge sağlamasıdır.
    Örneğin, her ikisi de sosyalist blok üyesi bulunan Rusya ve Çin’in son 10-15 yıldır çıkarları çatıştığından ve ilişkileri zaman zaman bir savaşa gidecek kadar gerginleştiğinden, Rusya, Amerika ve Batı ülkeleri ile yakınlaşma politikası izlemeye başlamış, Çin de bu ülkelere olaneski tutumunu değiştirerek onlara yanaşmış, böylece her iki devlet de birbirine karşı bir denge kurma çabasına girişmişlerdir. Öte yandan, Çin, Amerika ile Rusya’nın yakınlaşarak anlaşıp dünya politikasına hakim olmalarını önlemek için, dengeyi sağlayacak bir faktör olarak gördüğü Avrupa Birleşmesinin gerçekleşmesi yönünde birer adım olan Avrupa Topluluklarının güçlendirilmesini destekleyen bir politika izlemektedir.
    Askeri ve stratejik alanda denge politikasına bir örnek ise NATO ile Varşova Paktları’dır. Bu iki güçlü askeri blok birbirlerine karşı denge sağlamak, güvenliklerini ve stratejik çıkarlarını korumak isteyen ülkelerden oluşmuştur.
    Ekonomik denge politikasının örneğini de Avrupa’da 6 ülkenin kurmuş bulunduğu Ortak Pazar karşısında 7 ülkenin kurduğu serbest Mübadele Bölgesi (EFTA)’nın ortaya çıkışı teşkil etmektedir. Ancak, bu iki blok zamanla birbirlerine yanaşmamışlardır. Ve Ortak Pazar diğer bloktan İngiltere ve Danimarka’yı kendisine üye olarak almıştır.
    1948’lerden sonra Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (O.E.C.D. karşısında Sosyalist Blok’un kurduğu karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) diğer bir denge politikası örneğidir.

    Denizaltı Balistik Füzeleri (submarine launched ballistic missiles)
    Denizaltından atılan menzilleri 8000 km civarında olan bir gönderme aracıdır (nükleer silah). Bu silahın avantajları hızla hareketliliği olduğu için yerinin saptanmasının zorluğu ve hedefe ulaşma şansının yüksekliğidir. Dezavantajı ise diğer füzelere oranla daha az yük taşımasıdır.

    Deniz Egemenliği Teorisi
    XX. yüzyılın başlarında Amerikalı Amiral Alfred T. Mahan tarafından ortaya atılan jeopolitik egemenlik teorisi. Bu teoriye göre denizlere egemen olan devlet, bütün dünyanın egemenliğine sahip olacaktır. Nitekim Avrupalı devletlerin denizaşırı sömürgeciliğinin en ileri noktaya ulaştığı dönemde yazdığı “Deniz Gücünün Tarih Üzerindeki Etkisi” adlı kitabında Mahan esas olarak dönemin en büyük deniz gücü ve “üzerinde güneşin batmadığı” bir sömürge imparatorluğuna sahip İngiliz imparatorluğunu incelemiştir.

    Denktaş-Kyprianu Anlaşması, 1979
    Kıbrıs sorunun çözümü konusunda toplumlararası görüşmeleri yönlendirecek ana ilkeleri saptamak amacıyla 19 Mayıs 1979 da Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Spiras Kayprianu arasında varılan anlaşma.On maddeden oluşan bu anlaşmaya göre toplumlararası görüşmeler Birleşmiş Milletler gözetiminde 15 Haziran 1979’da başlayacak ve 1977 tarihli Denktaş-Makarios Anlaşması ile Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlar çerçevesinde yürütülecekti. Toprak ve anayasa sorunları temel olarak görüşülecek ama Maraş bölgesinin durumu öncelikle ele alınacaktı. Maraş konusunda bir anlaşmaya varılır varılmaz bu anlaşma öncelikle yürürlüğe geçirilecekti. Anlaşmaya rağmen taraflar ortak noktalarda uzlaşmaya varamadılar.

    Denktaş-Makarios Anlaşması, 1977
    12 Şubat 1977’de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan anlaşma. Dört maddeden oluşan bu anlaşmaya göre taraflar “federal bir cumhuriyet” esasını kabul etmiş ve devlet yapısı ve anayasal sistemi bu esasa dayandırmayı kararlaştırmışlardır. Buna ek olarak toprak düzenlemesi konusunun ekonomik yeterlik ve toprak mülkiyeti ilkelerine göre yapılması kararına da varılmıştır.

    Deprem diplomasisi-Earthquake diplomacy
    Diplomasi literatürüne 1999 yılı 17 Ağustosundaki Marmara depreminden sonra giren ve deprem yaralarını sarma amacıyla Türkiye ile Yunanistan asında başlayan yumuşamanın geliştirilerek; iki taraf arasındaki diplomatik münasebetleri geliştirmek için kullanılmasını ifade eden yaklaşım.

    Deregülasyon-Deregulation
    Özerkleştirme, serbest bırakma, yönetimine karışmama. Ekonomide, Pazar üzerinde devlet müdahalelerinin kaldırılması. Hemen hemen bütün devletler (ABD ve Avrupa dahil) 1970’li yılların başına kadar piyasaları kamu yararına düzenlenmek üzere, çok sayıda müdahaleci önlemler almışlar, kurallar koymuşlardı. Ancak 1970’lerden itibaren yaşanan ekonomik bunalımların bir nedeninin de bu kurallar olduğu anlaşılmış ve piyasadaki kuralcılıktan vazgeçme süreci başlamıştır. Özellikle, ulaştırma, taşımacılık, telekomünikasyon sektörleri bu konuda başı çekmiştir.

    Derin deniz yatağı-Deep seabed
    Uluslararası hukuka göre, bir devletin ulusal egemenlik sınırlarının ötesinde yer alan ve tüm ülkelerin ortak kullanımına açık deniz ve okyanus dipleri.

    Derinleşme-Deepening
    İlişkilerin nitelik olarak geliştirilmesi. AB bütünleşmesinde gümrük birliği, ortak Pazar, euro, tek Avrupa alanı oluşturulması gibi üye ülkeler arası ileri entegrasyonu ifade eden yakınlaşma biçimi. Diğer ülkelerin üyeliğe kabulü ile sağlanan genişleme öncesinde mevcut üyeler açısından zorunlu bir aşama olarak görülür. 1969 yılında Lahey Zirvesi’nde alınan, topluluğun oluşumunu tamamladığı ve artık derinleşme ve genişlemeye geçilebileceği konusundaki kararı üzerine başlatılan politik süreçtir.

    Despotizm-Destotism
    Baskıcı yönetim, dikta rejimi. Bir ülkede, anayasa ve kanunları hiçe sayarak, bir liderin, grubun ya da partinin kendi politikasını halka empoze ederek yürüttüğü siyasal rejim. Bu egemen etki, her alanda veya her konuda görülmese bile, bazı durumlarda despotizme başvurulması dahi, rejimin bu gözle görülmesi için yeterlidir.

    Detainee
    Siyasal nedenlerle tutuklanan ancak hapishanede değil, toplama kampında tutulan mahkum.

    Detant, yumuşama-Detente
    Ülkelerarası gerilimlerin yumuşaması, 1960’lı yılların başında uluslararası sistemde görülen siyasal dönüşüm. II. Dünya Savaşı’nda sonra başlayan Soğuk Savaş, bloklaşma ve silahlanma yarışı, dünyanın birçok bölgesinde tehlikeli bunalımlar ve mevzi savaşlar (Berlin Ablukası, Kore Savaşı, Süveyş Savaşı bv.) çıkmasına neden olmuş ve bu gerilimin yarattığı genel korku, iki süper güç olan ABD ve Sovyetler Birliği’nin nükleer silah rekabeti ile birleştiğinde 1950’li yılları, uluslar arası düzen açısından kabusa çevirmişti. 1962 Küba bunalımı ile zirveye çıkan gerilim, iki süper gücün bu krize barışçıl bir çözüm bularak karşılıklı diyalog sürecini başlatmaları ile bir anda değişmiş ve uluslar arası sistemde gözle görülür bir yumuşama dönemi başlamıştır. Bu dönem, bloklararası ilişkilerin düzeltilmesi, milletlerarası işbirliğinin geliştirilmesi yolunda yeni girişimler yapılması, zirve konferansları, nükleer silahların denetimi çalışmaları, karşılıklı ziyaretlerin yoğunlaştırılması gibi sonraki yıllarda sık başvurulan yöntemlerle 1980’li yılların başına kadar sürmüştür.

    Deve diplomasisi-Camel diplomacy
    Suudi Arabistan’ın yönetim çevrelerine ulaşmak için Almanya tarafından kullanılan diplomasi yöntemi. Bu politika çerçevesinde her yıl Almanya ve Suudi Arabistan’da deve yarışmaları yapılmakta ve bu yarışmalar iki ülke temsilcilikleri için siyasal bir diyalog zemini oluşturmaktadır.

    Devletler Avrupası-Europe of the states
    Supranasyonal olmayan, birlikçi ve konfederal bir Avrupa anlayışını anlatan düşünce. Buna göre, üye ülkeler egemenliklerini korur ama bazı alanlarda yetkilerini delege ederler. Karar almada, oy birliği sistemi esas alınır.

    Devlet borçları-Debts of state
    Bir ülkenin değişik gerekçelerle, iç ve dış kaynaklardan aldığı resmi borçlardır. Devlet borçları konusu geçmişten bu yana uluslararası ilişkilerin en önemli gündem maddelerinden biridir. Sorunun bir yanında borç veren ülkeler bulunurken, diğer tarafında kalkınmak yada ülke içi sosyo ekonomik dengeleri sağlamak için sürekli borçlanmak zorunda olan zayıf ülkeler vardır.1980’li yılların başında, gelişmekte olan ülkelerin Batılı ülkelere toplam borcu 900 milyar doları bulurken, 1990’ların ortalarında bu rakam 1 trilyon 500 milyar dolara yükselmiştir. Üstelik bu süre içinde borçlu ülkeler alacaklılara 1 trilyon 469 milyar dolar ödeme yaptıkları halde, katlanan faizler nedeniyle borç her geçen gün artmıştır. Bugün gelişmekte olan ülkelerin Batılı sanayileşmiş ülkeler borcu 2 trilyon doların üzerindedir. Bunlara karşın 1967 yılında BM öncülüğünde toplanan Kalkınma Konferansı’nda, tehlikeye dikkat çekildiği halde, 1970’lerin sonunda 45 ülkenin borçlarının sadece 6 milyar dolarlık kısmı silinmiştir. 1987 yılından sonra yapılan G-7 zirvelerinde -Venedik, Toronto, Londra- borç affı gündeme gelmiş ve IMF’nin, yeni ödeme programı işlemeye başladıysa da, söz konusu ülkeler geri ödemeler için daha fazla borçlanmayı sürdürmüşlerdir. 1990’larda 41 ülke borçlarının 33 milyar dolarlık kısmı da affedilmiştir.

    Devlet edimi doktrini-Act of state doctrine
    Bir devletin kendi sınırları içinde yapmış olduğu herhangi bir uygulamanın, yabancı bir ülkenin ulusal mahkemesine dava konusu olmayacağı ilkesi.

    Devletlerin görevleri-Duties of states
    Devletlerin uluslar arası ilişkiler açısından görevleri. 1947 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen karar gereğinde devletin uluslar arası görevleri şu şekilde sıralanmıştır:
    a-Diğer devletlerin iç işlerine müdahale etmeme,
    b-Başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmama,
    c-İnsan hakları saygılı olma,
    d-Barışı tehdit edici davranışlardan uzak durma,
    e-Sorunları barışçı yollardan çözme ve savaş yöntemine başvurmama,
    f-Hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmama,
    g-Zorla işgali tanımama,
    h-Anlaşmaları iyi niyetle uygulama.

    Devlet Ülkesi (state territory)
    Bir devletin egemenliği altında bulunan belirli bir yeryüzü parçasına verilen adı. Devlet ülkesi terimi devletin kara ülkesini, ulusal sınırları içindeki gölleri, nehirleri, karasuları ve içsularını ve bunlar üzerindeki havasahalarını kapsar. Devlet ülkesinin yüzeyi gibi, alt kısımlardaki yeratı zenginliklerinden yararlanma ve işletme hakkı da devlet tekelindedir.
    Devlet ülkesinin sınır çizgilerinin saptanmasında doğal sınırlar ve yapay sınırlar olmak üzere iki yol vardır. İki devlet ülkesi arasındaki dağlar, göller, ya da özellikle akarsular (bkz. Thalweg çizgisi) doğal sınırları oluşturmakla birlikte, enlem-boylam çizgileri kullanılarak kabul edilen noktalardan geçirilen hayali “yapay sınır” çizgileri de devlet ülkesinin sınırlarının saptanmasında kullanılabilmektedir.

    Devletin varlığına son vermek-Deballatio
    Savaş sonrasında, yenilen devletin ülkesini tamamen ilhak ederek, bu devletin kurumsal olarak varlığını sona erdirmek.
    Savaş sonunda yenilen devletin ülkesinin tümü yenen devletin ülkesine katılmak ve yenilen devlet ortadan kalkmakta ise buna debellatio adı verilmektedir. Klasik uygulamada ve doktrinde savaş, savaşan devletlerden birinin askeri bakımdan yenilmesi ve barış anlaşması imzalanması ile değil, siyasi ve idari bir kurum olan devlet varlığının tamamen parçalanması ve ortadan kalkması ile sona erebilmekteydi. Bu yolla sona erdirilmiş savaşlardan bazıları şunlardır: Prusya’nın bazı krallık ve dükalıkları ilhakı (1866), İtalya’nın Habeşistan’ı ilhakı (1935).

    Diplomatik muhtıra-Aide memoire
    Diplomatik bir belge türüdür. Bir ülkenin temsilcisinin, görevli bulunduğu ülkenin dışişlerine verdiği nota benzeri belge. Belirli bir konuyla ilgili olan bu belgeler, geleneksel nezaket sözlerini kapsamazlar. Sadece konuyla ilgili bilgi verirler.

    Diplomaside çıraklık dönemi-Apprenticeship in diplomacy
    Göreve yeni başlamış olan bir diplomatın ilk dönemleri.

    Dış Politika (Foreign policy)
    Bir devletin, ulusal çıkarlarının biçimlendirdiği amaçlara ulaşmak için diğer devletlerle ve uluslararası kurumlarla arasında olan diplomatik siyasal, ekonomi ve hukuki ilişkileri kapsayan politika. Ayrıca dış politikayı, başka bir devletin yapmış olduğu girişimler ve tutumlar da biçimlendirebilir. Dış politika uygulamasında bazı önemli noktalar vardır. Herşeyden önce ulusal çıkarlar çerçevesinde belirli ve sabit amaçlar belirlenmeli, bu amaçları etkileyecek olan uluslararası ve ulusal faktörleri bulmak, devletin bu planlanan amaçlara ulaşabilme kapasitesinin yeterliliğinin ölçülmesi, amaçları gerçekleştirme yolunda ortaya çıkan engelleri aşmak için devletin kapasitesini çeşitli şekillerde kullanmayı sağlayan stratejiler geliştirmek ve bu süreci devamlı şekilde yeniden gözden geçirmek ve yorumlamak.
    Dış politika deyimiyle genellikle bir devletin uyguladığı dış politikaların bir bütünü anlaşılırsa da bazen tekbir durum veya tek bir amaca ulaşmak için uygulanan stratejiler anlamına da gelebilir. Diğer yandan kitle halinde siyasal katılımların çoğalması, çıkar ve baskı gruplarının kamuoyunu da yanına alarak karar verenlere etkide bulunması sonucu iç ve dış politikayı birbirinden tamamen ayırmak son derece zorlaşmıştır. Devletler arasındaki bütünleşme, işbirliği ve organizasyonlar arttıkça bir devletin dış politikası başka bir devletin iç politikası olabilmektedir.
    Sabit ve tutarlı bir dış politika izlemek ve uygulamak oldukça zordur. Çünkü, kısa dönem avantajlar veya dezavantajlar bunların uzun-dönem sonuçları arasında bağlantı kurmak, bunların diğer milletler üzerindeki etkisini değerlendirmek, başarısızlığa uğramış bir politikayı çözmek oldukça zordur

    Dış Politika Amaçları (objectives of foreign policy)
    Dış politika amaçları, dış politikanın başarılması amacıyla düzenlendiği sonuçlardır. Bu amaçlar, uluslararası toplumda bir devletin ilişkilerini korumak veya değiştirmek, çalışan karar-alıcı birimler veya kişilerce belirlenir. Birçok devletten devlete değişen bir çeşitlilik gösteren belli başlı amaçlar da şunlardır: Kendi varlığını koruma ve savunma, güvenliğini sağlama, ulusal olarak güçlü olma, ulusal prestij, ideoloji ve gücün korunması ve güçlendirilmesi.

    Dış Politika Stratejileri (strategies of foreign policy)
    Bir devlet ulusal çıkarlarına uygun olarak belirlenmiş olan dış politika amaçlarını gerçekleştirmek için uygulamış olduğu temel politikalar. Stratejiler bir bakış açısına göre üç bölüme ayrılır. Bu gün en çok uygulanan stratejide yabancı bir güç veya güçlere karşı birbirlerine yakın hisseden veya çıkarları aynı olan devletler ittifak yapabilir veya koalisyon kurabilir. Diğer bir strateji ise, bir devletin kendi dışında olan sorunlara mümkün olduğunca karışmaması diğer ülkeler ve uluslararası organizasyonlar ile en düşük seviyede ilişki kurması yani yalnızlık (isolationism) stratejisidir.
    I. Dünya Savaşı öncesi Amerika bu stratejiyi uygulamıştır. Bu stratejilerin sonuncusu ise bağlantısızlık (non-alignment)’dir. Uluslararası ilişkiler uzmanları, Batı Bloku birinci, Doğu Bloku ikinci, bunların dışında kalan devletler de üçüncü dünya ülkeleri demiştir. Doğu Bloku’nun ortadan kalmasıyla 1950 ile 1990 yılları arasında önemli etkileri olan üçüncü dünya ülkelerine Bağlantısızlar denmiştir.
    Bir başka bakış açısına göre dış politika stratejileri, kurulu uluslararası sisteme karşı devletlerin takındıkları tutuma göre revizyonist (antistatükocu) ve anti-revizyonist (statükocu) diye ikiye ayrılabilir. İki savaş arası dönemde Çekoslovakya, Polonya, Yugoslavya ve Romanya anti-revizyonist yani güç dağılımını destekleyen bir politika izlerken, Macaristan, Bulgaristan ve İtalya revizyonist bir politika izlemişlerdir.

    Dış Yardım (foreign aid, assistance)
    Uluslararası kurumlar veya devletler tarafından başka bir devlete verilen askeri, sosyal ve ekonomik yardım ve destek. Ekonomik yardım teknik yardım, sermaye bağışı, gelişim projeleri için borç, yiyecek yardımı, özel yatırımlar için garantiler ve ticari krediler gibi unsurlardan, askeri yardım ise askeri donanım transferleri, tavsiye grupları savunma desteği, iyi niyetli asker kuruluşları desteklemek için ödemeler gibi unsurlardan oluşur.
    Dış yardım yapmanın amaçları; ittifakları kuvvetlendirmek, savaş nedeniyle yıkılmış ekonomileri tekrar kurmak, ekonomik gelişimleri arttırmak ideolojik destek sağlamak, stratejik malzemeleri ve hammaddeleri ele geçirmek, uluslararası ekonomik çöküntüden ya da doğal felaketlerden kurtarmaktır.

    Dinginlik (equilibrium)
    Karşıt güçler veya eylemler arasında denge halinde bulunma durumunu ifade etmektedir. Bu denge hali mutlaka statik olmayabilir. İstikrarlı olabileceği gibi istikrarsız da olabilir.
    Dinginlik fikri siyasal açıdan bakılınca, iki ayrı çevre veya ortam içinde düşünülebilir. Birincisi ulusal çevre veya ortam, öteki de uluslararası çevre veya ortam.
    Dinginliğin bulunmadığı sırada, oldukça yüksek bir istikrar durumunun bulunması olanaklıdır. Bu durum, başat durumda bulunan taraftan saldırgan emelleri taşımaması ve bu durumun sistemin diğer üye ülkelerince uygulanmaz ve kabul edilmiş bulunması halinde ortaya çıkar.

    Diplomat Seçimi-Choice/selection of diplomats
    Ülkeden ülkeye uygulamalar farklı olmakla birlikte diplomat seçiminde genellikle üç yöntem kullanılmaktadır. Birincisi, dışişleri bakanlığı personeli içinden gerekli ehliyete sahip olan kişilerin seçilmesidir ki bu yöntem en sık uygulanan seçim tarzıdır. İkincisi, iş dünyası, medya, edebiyat ve güvenlik gibi alanlarda çalışan ya da eskiden bürokratlık yapmış bakanlık dışı kişilerden, mevcut yönetimin politikalarını mükemmel biçimde uygulayacak kişilerin atanması biçimindedir. Amerika’da uygulanan bu yöntemde, yeni başkanın gelmesiyle birlikte ya da belli bir politikanın yürütülmesi için bürokrasi dışından çok sayıda insan diplomatik sıfatlar kazanmaktadır. Üçüncü yöntem ise, ilk ikisinin bir karışımı gibidir. Özellikle Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki bazı ülkelerde uygulanan bu yöntemde, diplomatların çoğunluğu bakanlık bünyesinden gelmekle birlikte, belli bir oranda dışarıdan atamalar yapılmaktadır.

    Dış Uzayın Barışçık Amaçlar için Kullanılması Komitesi-Committee on Peaceful Use of Outer Space
    1967 yılında kurulan BM özel komitesi. Amacı uzayın, ayın ve diğer gezegenlerin askeri amaçlarla kullanılmasını önlemek, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının uzaya gönderilmemesini ve yerleştirilmemesini denetlemektir.

    Dillon görüşmeleri-Dillon Round
    ABD’nin girişimleri ile Cenevre e 1960-1961 yıllarında yapılan ve Avrupa Ortak Gümrük Tarifesini yüzde 8 indiren çok yönlü ticaret görüşmeleri.

    Diplomasi-Diplomacy
    Uluslararası ilişki ve görüşmeleri kendi çıkarlarına uygun biçimde yürütme sanatı. Bu yönüyle diplomasi, milletlerarası anlaşmazlıkları, savaşla değil barışçı yollarla çözmeyi ön gören bir dış politika aracıdır. Diplomasinin öncelikli niteliği –müzakere-dir. Hatta asıl amaç barış olmak koşuluyla, savaş için yapılan müzakereler dahi diplomasinin sınırlarına girer. Diplomasinin ikinci niteliği –temsil-dir. Diplomasinin uygulayıcısı olan diplomatlar, görevli oldukları ülkede kendi devletlerini ve devlet başkanlarını temsil ederler. XVII. ve XIX. Yüzyıllarda oldukça öne çıkan klasik diplomasi, zaman içinde biçim değiştirerek, günümüzde oldukça geniş bir çeşitlilik arzetmektedir.
    Bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin karar vericilerine iletmesi sürecidir. Diplomasinin bir görüşme sanatı olduğu da söylenir. Modern anlamda diplomasinin Kuzey İtalya’da doğduğu kabul edilmektedir. XII. yy.’dan itibaren burada küçük kent devletleri görülmektedir.
    Bunlar arasında diplomasinin gelişmesine en fazla katkıda bulunan Venedik Cumhuriyeti idi. Venedik Cumhuriyeti’nin diğer devletlerle geniş ticaret ilişkileri içinde bulunması ve Bizans ile temas halinde olması, bu devleti “elçiler okulu” durumuna getirmiştir. XVII. ve XIX. yüzyıl Avrupa’sında altın çağını yaşayan klasik diplomasi, çağımızda eski önemini kaybetmiş, buna karşılık yeni bazı diplomasi türleri ortaya çıkmıştır. Bunlar konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi, sessiz diplomasi, zirve diplomasisidir

    Diplomasi Temsilcileri (diplomatic representatives)
    Devletlerin birbirleri ile ilişkilerde bulunmasını sağlamak amacıyla tayin olunan ve devleti yabancı devlet nezdinde temsil eden kişiler (konsoloslar diplomasi temsilcileri değildir).
    Diplomatik temsilcilerin oluşturduğu bütüne “diplomatik misyon” adı verilir. Misyon şefinin emri altında, diplomatik personel statüsündeki meslek memurları (hariciyeciler) il idari ve teknik personel hizmet görür. Viyana Kongresi’nde belirlenen sisteme göre misyon şefleri statüsündeki diplomatik temsilciler 3’e ayrılır. 1. Devlet başkanları yanına gönderilen büyükelçiler, Papanın temsilcisi olan muncio’lar (elçi), 2.Devlet Başkanları yanına gönderilen orta elçiler ve öteki temsilciler, 3.Dışişleri bakanı yanına gönderilen maslahat güzarlar. Misyonda görevli öteki diplomatik personel ise şöyle sıralanmıştır. Elçi (ya da elçi-müsteşar), müsteşar, başkatip, ikinci katip, üçüncü katip ve ataşe, devletler karşılıklı gönderecekleri misyon şeflerinin hangi düzeyde olacağını aralarında kararlaştırırlar. Bununla birlikte kendilerini temsil ettirmek için büyükelçi atamaları yolundaki uygulama yerleşmiş bulunmaktadır. Diplomatik temsilci gönderilen devletlerden biri açıkça itiraz etmediği takdirde, birkaç devlet yanında tek misyon şefi gönderilebileceği gibi, birkaç devletin aynı kişiyi misyon şefi olarak aynı devlet yanına göndermeleri de olanaklıdır.

    Diplomat-Diplomat
    Kendi devletini uluslar arası düzeydeki ilişkilerde temsil etmekle görevli dışişleri memuru. Diplomatların ilk ve en önemli görevi, görüşmeler ve müzakereler yapmak, bulundukları ülkeden kendi ülkelerine haber iletmektir. Diplomatlarda aranan bir takım özellikler vardır. Bunlar:
    a-Yabancı devlet temsilcileri ile görüşmeler yaparken, hareket alanının sınırlarını doğru saptamalı ve ne istediğini iyi bilmeli,
    b-Esnek olmalı, ılımlı bir dil kullanmalı ve soğuk kanlı olmalı,
    c-Hangi boyutlarda ödün vereceğini çok iyi bilmeli, önemli amaçlar için önemsiz şeylerden vazgeçebilmeli,
    d-İyi derecede yabancı dil bilmeli,
    e-Sosyal temas yeteneği güçlü olmalı. Uluslar arası ilişkilerde diplomatların bir takım dokunmazlık ve ayrıcalıkları bulunmaktadır.
    Gönderilmiş olduğu devlet tarafından yetkili kılınan, ülkesini yabancı bir ülkede veya uluslararası görüşmelerde temsil eden görevli diplomatların sıfatları ve derece sıralaması. 1815 Viyana Kongresi ile belirlenmiştir. Buna göre diplomatlar;
    -Ambassador (büyükelçiler)
    -Envoy resident
    -Charge d’affaires şeklinde sıralanır.

    Diplomatik ayrıcalıkalar-Diplomatic and supplementary privilege
    Yabancı bir ülkede görevli bulunan diplomasi temsilcileri ile elçilik mensuplarına tanınmış olan imtiyazlar. Bunlar üç sınıfta toplanır:
    a-Kişi dokunulmazlıkları. Diplomasi temsilcileri, ülkesinde görevli oldukları devletin yargı yetkisinden, vergi ve resimlerinden muaftır.
    b-Haberleşme dokunulmazlığı. Diplomatlar görevli oldukları ülkeden, kendi hükümetleri ile hiçbir engelle karşılaşmadan haberleşme olanağına sahiptir.
    c-Bina dokunulmazlığı, Elçilik konutlarına, ilgili ülke izni olmadan hiçbir gerekçeyle girilemez.
    Bu ayrıcalıklara göre, diplomasi temsilcileri, görevli bulundukları ülkede hiçbir sebep ve bahane ile tutuklanamazlar, sorguya çekilemezler ve hapsedilemezler. Söz konusu temsilcinin bulunduğu devlet, temsilcinin kişiliğine, özgürlüğüne, onur ve saygınlığına yapılabilecek her türlü saldırıyı önlemek için gerekli tedbirleri almak zorundadır. Yine, diplomatik temsilcinin izni olmadan, diğer ülkenin görevlileri elçilik binasına giremezler. Diplomasi temsilcisi, karşı tarafça kabul edilemeyecek bir iş yada suç işlemiş ise, ona yapılabilecek en ağır davranış, -istenmeyen kişi- ilan ederek kendi ülkesi tarafından geri alınmasını istemektir. Yine, seyahatleri sırasında çantaları aranamayacağı gibi, herhangi bir gümrük vergisine de tabi değildirler. Diplomatlara seyahatleri sırasında vize uygulanmaz.

    Diplomatik sığınma-Diplomatic asylum
    Sığınma hakkı isteyen bir kişinin, ülke sınırları içinde bulunan yabancı bir ülkeye ait diplomasi temsilciliğine sığınmasıdır.
    Sığınmacının suç işlediği ülke üzerinde bulunan bir yabancı diplomasi temsilciliğine sığınmasıdır. İlke olarak, ülke devletinin ülkesel yetkisine dair bir aykırılık oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle, devletlerin diplomatik sığınma tanımama yükümü altında bulunduğu görüşü yaygındır. Bununla birlikte, bir devletin başka bir ülkedeki diplomasi temsilciliğine sığınan bir kişiyi, ilke olarak, ülke devletine temsil etme yükümlülüğü de yoktur. Böyle bir yükümlülük ancak bu yönde bir andlaşma hükmünün ya da başka yolla kabulün varolması ile olanaklıdır. Sığınmacı statüsünün tanınmasının kesin olabilmesi için bunun iki tarafça da kabul edilmesi en sorunsuz durumdur. 1950 tarihli Sığınma Hakkı Davası’na ilişkin kararında, diplomatik sığınma konusunda bir tarafın iradesinin yeterli olmadığını kabul etmektedir.

    Diplomatik pazarlık-Diplomatic bargaining
    Devletler arası ilişkilerde bir devletin, kendi çıkarlarını sağlamak ya da diğerlerinin politika ve faaliyetlerini yönlendirmek, etkilemek, yahut değiştirmek amacına yönelik olarak yürüttüğü siyasal müzakere. Diplomatik pazarlıkta ön koşul, tarafların kuvvet kullanımından ziyade, müzakereye açık olmalarıdır.

    Diplomatik kimlik kartı-Diplomatic card
    Bir devletin, kendi topraklarında görevli bulunan diplomatlar için hazırladığı özel kimlik kartı. Ev sahibi ülkenin dışişleri bakanlığı tarafından hazırlanan kartlarda, diplomatın resmi, kimlik bilgileri ve görevi yazılıdır. Kartın verilmesinden amaç, taşıyan kişinin diplomatik misyonunu ispatlamasını kolaylaştırmak ve çeşitli kolaylıklardan yararlanmasını sağlamaktır. Konsoloslukta görevli diğer memurlar için ise, resmi talep karşılığında ev sahibi ülkenin ilgili birimleri tarafından başka bir özel kart verilir.

    Diplomatik kurye-Diplomatic courier
    Bir ülkenin dışişleri bakanlığınca, gizli yazışmalar ve benzeri malzemeyi diğer ülkelerdeki temsilciliklere götürmekle görevlendirilen memurlardır. Kurye çantaları mühürlüdür ve sınırları geçerken aramaya tabi olamazlar. Ancak çok şüpheli hallerde çantalar açtırılabilir. Fakat bu durum karşı tarafın da aynı şekilde davranması yolunda bir uygulamayı meydan getirir. Diplomatik kuryenin elindeki çantalara ait bir de kurye mektubu taşıması ve bunu istendiğinde göstermesi usuldendir.
    Diplomatik hastalık-Diplomatic ilness
    Resmi bir tören, toplantı ya da görüşmeden kaçmak için, gerçek olmadığı halde hastalık nedeninin ileri sürülmesi.

    Diplomatik dokunulmazlık-Diplomatic immunities
    Yabancı bir ülkede görevli olan diplomatların sahip olduğu dokunulmazlıklar ile mali ayrıcalıklar. Bunlar arasında, görevli olduğu ülkede vergi vermemek, gümrüksüz eşya ya da otomobil getirmek en yaygın olanlardır.

    Diplomatik talimatlar-Diplomatic instructions
    Yabancı bir ülkede görevli bulunan diplomatların, kendi hükümetlerinden aldıkları emir ve yönergeler. Talimatları alan bir diplomatın bu emirleri değiştirme ya da bir kısmını uygulayıp bir kısmını yürürlükten kaldırma yetkisi yoktur.

    Diplomatik lisan-Diplomatic language
    1- Diplomatik ilişkilerde kullanılan üslup, diplomasinin kendine özgü ifade tarzı.
    2- Uluslararası ilişkilerde kullanılan dil.
    Eski dönemlerde Latince olan diplomasi dili, daha sonra Fransızca olmuş, birkaç yüz yıl süren bu hakimiyet İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizceye geçmiştir. Bugün BM’de diplomatik lisan olarak altı resmi dil benimsenmiştir: İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Rusça ve Çince.

    Diplomatik liste-Diplomatic list
    Bir ülkenin dışişleri bakanlığı tarafından hazırlanan ve o ülkede görev yapan tüm diplomat isimlerinin, şahsi bilgilerinin yer aldığı kitapçık. Kitapçıkta, diplomatların isim, görev ve adresleri, misyon şeflerinin öncelik sırası, temsil olunan ülkelerin milli günlerinin listesi bulunur. Diplomatik ayrıcalıklar için resmi kaynak olmanın yanı sıra, kitapçıkta, uluslar arası kuruluşlar, uzman örgütler ve bunların adresleri de yer alır. Resmi protokoller için en önemli veri kaynağıdır.

    Diplomatik misyon-Diplomatic mission
    Bir ülkenin diplomatik görevle diğer devletlere yolladığı temsilci. Bunlar arasında, büyükelçiler, elçiler, daimi delegasyonlar, geçiçi heyetler en yaygın misyonlardır. Devletlerarası ilişkiler, bu misyonlarca yürütülür. 1961 yılında kabul edilen Viyana Sözleşmesi’nde diplomatik misyonların görevleri şöyle sıralanmıştır.
    a-Gönderen devleti, kabul eden devlette temsil etmek,
    b-Devletler hukuku çerçevesinde, görevli olduğu devlet dahilinde, gönderen devletin ve vatandaşlarının menfaatlerini korumak,
    c-Müzakereler yapmak,
    d-Meşru imkanlar çerçevesinde kendi hükümetine gelişmelerle ilgili bilgi göndermek,
    e-İki ülke arasındaki siyasi, ekonomik, kültürel ve bilimsel ilişkileri arttırmak,
    f-Yerine göre konsolosluk işleri yapmak.
    Yine aynı sözleşmeyle, misyonların birçok dokunulmazlık ve ayrıcalığı vardır. Kişisel dokunulmazlık, vergi muafiyeti, yargı muafiyeti vb. en yaygın uygulama alanlarıdır.

    Diplomatik pasaport-Diplomatic passport
    Yurt dışına giden dışişleri memurları ile aile mensuplarına, dış temsilciliklerdeki görevlilere, diplomatik kuryelere, milletlerarası müzakere ve toplantılara devleti adına katılan heyet üyelerine, milletvekillerine ve ilgili ülkenin pasaport kanununda diğer ilgili kişilere verilen pasaport. Biçim açısından ülkenin diğer pasaportlarından birkaç unsur dışında farkı yoktur. Diplomatik pasaportların rengi sıradan pasaportlardan farklı olur ve üzerinde –diplomatic passport- ibaresi bulunur. Pasaportun ikinci sayfasında, veren ülkenin dışişleri bakanlığı adına, söz konusu pasaportu taşıyan kişiye her türlü kolaylığın ve hürmetin gösterilmesini isteyen yazı yer alır. Pasaportun diğer kısımlarında diplomatın, kimlik bilgileri, resmi, dışişleri bakanlığı mühürleri vb. yer alır.

    Diplomatik koruma-Diplomatic protection
    Diplomatik temsilciliğin, görevli olduğu ülkedeki kendi vatandaşlarının o ülke kanunları karşısındaki hak ve çıkarlarını himaye etmesidir. Diplomatik himayeye girişilmeden önce, vatandaşın o ülkenin yetkili mercilerine başvurmuş olması ve mümkün olan bütün yerel kanuni yolları denemiş bulunması bu konudaki ana kurallardandır.

    Diplomatik dereceler-Diplomatic ranks
    Diplomatlar, görev ve yetkilerine göre şu şekilde sıralanır:
    Büyükelçi (ambassador extraordinary and plenipotentiary),
    ortaelçi (minister plenipotentiary),
    elçi (minister),
    mashatgüzar (charge daffaires),
    geçici maslahatgüzar (charge daffaires ad interim),
    elçi müsteşar (minister-counselors),
    müsteşar (counselor),
    askeri ataşeler (military attaches),
    sivil ataşeler (civilian attaches),
    birinci katip (first secretary),
    ikinci katip (second secretary),
    askeri ataşe yardımcıları (assistant army, naval and air attaches),
    sivil ataşe yardımcıları (civillian assistant attaches),
    üçüncü katip (third secretary)
    ve diğer ataşe yardımcıları (assistant attaches).

    Diplomatik ilişkiler-Diplomatic relations
    Diplomatik ilişkilerin kurulması üç önemli koşulun gerçekleşmesine bağlıdır:
    a-Bağımsızlık,
    b-Tanınmışlık,
    c-İlişki kurma konusunda karşılıklı anlaşma.
    Bağımsız bir varlığı olmayan, diğer ülkeler tarafından hukuki ve siyasi varlığı resmen tanınmayan yada ilişkiye girme konusunda irade beyanlarını ortaya koymamış ülkeler arasında diplomatik ilişki kurulması söz konusu değildir.

    Diplomatik temsilci-Diplomatic representative
    Devletlerin birbirleriyle ilişkilerde bulunmasını sağlamak amacıyla tayin olunan ve devleti yabancı devlet nezdinde temsil eden kişi, diplomat.

    Diplomatik temsilciyi kovma-Expulsion of diplomatic agent
    Herhangi bir devletin, kendi topraklarında bulunan yabancı ülke diplomatının topraklarını terk etme konusunda uyarması ve ardından sınır dışı etmesi. Diplomatik ilişkilerde en tehlikeli davranışlardan biridir ve sadece ülke güvenliğini doğrudan tehdit eden çok acil durumlarda başvurulur. Kovulan kişiye ülkeden ayrılması için 24 saat süre tanınır. Bu süre duruma ve suççun türüne göre üç güne yada bir haftaya kadar çıkabilir. Genellikle böyle bir davranış, misliyle karşılık görür ve diplomatı sınırdışı edilen ülkede, bunu yapan ülkenin aynı düzeydeki diplomatını sınır dışı eder.

    Diplomatik çözüm-Diplomatic solution
    Herhangi bir soruna barışçı yollarla bulunan çözüm. Problemi savaşsız biçimde halletme.

    Diplomatik valiz-Diplomatic suitcase
    Hükümetlerin dış ülklerde bulunan temsilcileriyle her türlü idari belge, gizli mektup vb. değişimine olanak sağlayan uluslar arası ayrıcalık ve bu ayrıcalıktan yararlanarak iletilen belge topluluğu. Üzerleri resmi balmumlu mühürlü ve haklarında kurye mektubu düzenlenmiş olmalıdır.

    Diplomatik gelenekler-Diplomatic traditions
    Ülkeler arasındaki diplomatik münasebetlerde, üzerinde ittifak edilmiş, yazılı olmayan kurallar ve teamüller.

    Diplomatik Protokol (diplomatic protocol)
    Diplomatik misyon üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar. Bu konu uzun yıllar tartışmalara yol açmıştır. Diplomatik derecede ve protokol sorunu 1815 Viyana Kongresi ve 1818 tarihli Aix-la-Chapelle Kongresinde ele alınmıştır. Bunlarda alınan kararlar 14 Nisan 1961 tarihinde Viyana’da toplanan Diplomatik İlişki ve Bağışıklıklar Hakkında Birleşmiş Milletler Konferansı’nda da küçük düzeltmeler kabul edilmiştir. Buna göre diplomasi temsilcilikleri üç sınıfa ayrılmaktadır: (1)Devlet başkanı katına atanan büyükelçiler ve nuncio’lar, ya da bunlara eşit durumda bulunan öteki diplomasi temsilcileri, (2)Devlet başkanı katına atanan, ortaelçiler ve internuncio’lar (Papaların ortaelçileri) (3)Dışişleri Bakanı katına atanan işgüderler. Sözleşmenin 16. maddesinde, her sınıfta elçilik kurulunun başlarının, kabul eden devlette, göreve başladıkları tarih sırasına göre önde gelecekleri belirtilmiştir.
    Disiplin kurulu-Disciplinary corps
    Siyasi partilerde, parti tüzüğünün uygulanmasını ve denetimini takip eden birim.

    Doğrudan demokrasi-Direct democracy
    Vatandaşların belirli zaman aralıklarında kanunlar yapmak, anlaşmazlıkları çözmek, genel politikalar belirlemek yada askeri ve sivil makamlar için yetkilileri atamak üzere bir araya geldiği demokrasi uygulaması. Antik Yunan kentlerine özgü bu tür bir demokrasiye günümüzde rastlanmamaktadır. Ancak, kavramsal olarak varlığını sürdürmektedir.

    Doğrudan diplomasi-Direct diplomacy
    Herhangi bir aracı olmadan doğrudan doğruya devletin üst düzey yöneticileri tarafından yürütülen diplomasi.

    Doğrudan etki-Direct effect
    Uluslar arası hukuka göre, bir anlaşmanın, o anlaşmayı kabul etmiş olan devletin uygulamış olduğu aykırı davranışı önlemek amacıyla, söz konusu davranışın mağduru olan herhangi bir birey tarafından uygulamaya geçirilmesi.

    Doğrudan Haberleşme Hattı Antlaşması, 1963
    Kırmızı Telefon Antlaşması olarak da bilinir. A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında, herhangi bir yanlışlık çıkması veya kaza sonucu bir nükleer savaş çıkması tehlikesini önlemek amacıyla imzalanan antlaşma. 1962 Ekim Füzeleri Bunalımı (Küba)’ndan sonra, iki ülke lideri arasında doğrudan devreye girecek ve diyaloğu kolaylaştıracak bir iletişim sisteminin kurulması gündeme gelmişti. Bu amaçla iki ülke arasında 20 Haziran 1963’te Cenevre’de söz konusu antlaşma imzalandı.

    Doğu Avrupa-East Europe
    1989 yılına kadar Sovyet nüfuzu altında bulunan Avrupa ülkeleri grubu. Sovyetler Birliği, Demokratik Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Arnavutluk ve Yugoslavyadan oluşan bu ülkeler arasında siyasal birlikteliğin yanı sıra, COMECON çerçevesinde ekonomik birlik de söz konusu idi.

    Doğu Bloku-Eastern Block
    1945 yılından sonra oluşan soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin güdümündeki ülkeler. Pratikte sadece Doğu Avrupa ülkeleri ön plana çıkmasa da, Sovyet nüfuzundaki tüm komünist dünyayı kastetmektedir. 1989 yılından itibaren dağılmıştır.

    Doğu Politikası (Ostpolitik)
    Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir bakışın sonucu olarak Federal Almanya’nın 1967 yılından itibaren izlemeye başladığı, Varşova Paktı ülkeleri ve Demokratik Almanya ile ilişkilerini normalleştirmeyi amaçladığı Doğu Avrupa politikası. Bu politikanın üç ana unsuru vardı. i-Moskova ile doğrudan diyaloğun açılması ii-Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerin tam olarak normalleştirilmesi için yolların aranması iii-Demokratik Almanya’yı ayrı bir birim olarak tanımaksızın bu devletle “geçici bir anlaşmaya” (modus vivendi) varılması.
    Diyaloğun ilk adımı, 12 Ağustos 1979’te Sovyetler Birliği ile Federal Almanya arasında yapılan andlaşmadır. Bu andlaşmayla iki devlet yumuşamayı en önemli siyasal amaçları arasında tanımlamakta ve ilişkilerinde başlangıç noktası olarak Avrupa gerçeklerini kabul edeceklerini belirtmekteydiler. Ayrıca iki devlet, ilişkilerinde kuvvet kullanmayı ve Avrupa’daki ülkelerin oluşmuş sınırlar içinde bütünlüklerine saygı göstereceklerini taahhüt etmekteydiler. Andlaşmada ayrıca taraflar Oder-Neisse akarsularının Doğu Almanya-Polanya sınırını oluşturduğu kabul ettiklerini de açıklıyorlardı.
    Ostpolitik’in ikinci unsuru 7 Aralık 1970 Federal Almanya-Polonya Andlaşmasıdır. Bu andlaşma ile iki ülke Potsdam Konferansı ile belirlenen Oder-Neisse sınırını tanımayı ve gelecekte de sınırların dokunulmazlığını kabul ve birbirlerine karşı kuvvet kullanmamayı taahhüt ettiler.
    Ostpolitik’in en önemli unsuru ise Federal Almanya ile Demokratik Almanya arasında Soğuk Savaş’ın temelini oluşturan ilişkileri idi. İki Alman devleti arasındaki andlaşma 21 Aralık 1972’de imzalandı. Böylece Federal Almanya’nın Doğu Politikasının en önemli ve anlamlı uygulaması gerçekleştirildi. Bu andlaşmaya göre, taraflar birbirlerine karşı kuvvet tehdit kullanmayacaklar, birbirlerinin sınırlarının dokunulmazlığını ve toprak bütünlüğünü kabul edecekler, birbirlerini uluslararası alanda temsil etmeyecekler, öteki adına davranışta bulunmayacaklar ve aralarında daimi temsilcilikler kuracaklardı. Federal Almanya, andlaşmanın imzalandığı gün Demokratik Alman hükümetine bir nota vererek, imzalanan andlaşmanın Almanya’nın birleşmesi amacıyla çelişmediği görüşünde olduğunu açıklamıştır.
    Federal Almanya’nın Doğu Politikasındaki son engel 11 Aralık 1973 tarihli Federal Almanya-Çekoslovakya Andlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. Bu andlaşma ile, 1938 Münih Düzenlemesinin geçersiz olduğu kabul edilmiş, iki ülke sınırlarının dokunulmazlığı yükümlülük altına alınmıştır. Ayrıca iki devlet arasında diplomatik ilişki kurulmuştur.
    Böylece, Willy Brandt’in 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu politikanın özüne uygun olarak imzalanan andlaşmalarla yürürlüğe girmiş ve Federal Almanya’nın bu tutumu, Soğuk Savaş’tan yumuşama dönemine geçişte en önemli basamak taşı olmuştur.

    Doğu Sorunu (Eastern Question)
    Osmanlı Devleti’nin dağılmaya başlamasından sonra büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki rekabetlerini açıklayan terim (Eski dilde Şark Meselesi). İlk kez 1813 Viyana Kongresi’nde kullanılmıştır.
    1699 Karlofça Andlaşması ile Osmanlı ilk kez büyük toprak kayıplarına uğramıştı. Kuzeyde Rusya’nın büyük bir güç olarak ortaya çıkması ile de XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin hem Karadeniz’de hem de Balkanlar’da nüfuzu sarsılmaya başladı. Bu arada Rusya I. Petro zamanında itibaren Kafkasya’ya da inmeyi başlamış, bu da Osmanlı Devleti için başka bir sorun olmuştur. XIX yüzyılda sömürgeci Avrupa devletleri de Osmanlı Devleti’nin Afrika ve Ortadoğu’daki topraklarına göz dikmeye ve buraları ele geçirmeye başladılar.
    Bu parçalama süreciyle beraber tek bir devletin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini artırılmasından korkan büyük devletler, mevcut dengeye korumak amacıyla Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü Batılı devletlere dayanarak koruması ve bunun karşılığında çeşitli ödünler verme yolunda bir politika izlediler. Ama XIX. yüzyılın sonunda Osmanlı’nın artık yaşamayacağına karar veren bu devletler, başta İngiltere olmak üzere, artık Osmanlı Devleti’ni paylaşma çabasına girdiler. Bu durum Osmanlı Devleti’ni Almanya’ya yaklaştırdı. 1912-1913 Balkan Savaşları’nda Avrupa’daki son topraklarını da kaybeden Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşının hemen öncesinde Almanya ile bir ittifak andlaşması imzalandı. Savaş sırasında Sykes-Picot andlaşması ile Osmanlı’yı paylaşma konusunda anlaşan Batılı devletler, savaş sonrasında Rusya’da Bolşevik Devrimi’nin olması sonucu doğan yeni ortam doğrultusunda San Remo Konferansı’nda yeni bir paylaşıma gittiler. Bunun sonucunda Ortadoğu’daki Osmanlı toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Büyük devletlerin Boğazlar ve Anadolu için öngördükleri paylaşım ise Kurtuluş Savaşı ile başarısızlığa uğratıldı. Sonuçta Batılı devletler 1923 Lozan Andlaşması ile Türkiye’yi tanımak zorunda kaldılar.

    Dolaysız vergiler-Direct taxes
    Yükümlüden doğrudan doğruya alınan vergi. Bu vergiyi belirleyen başlıca özellik, yükümlünün kendine düşen vergi yükünün kendine düşen vergi yükünü başkalarına yansıtma olanağının bulunmamasıdır.

    Dolar diplomasisi-Dollar diplomacy
    Bir devletin, başka ülkelerde yatırım yapmış olan kendi vatandaşı özel girişimcilerinin çıkarlarını korumak için bu ülkelere karşı güç kullanımına kadar varan baskı uygulaması. Daha çok ABD’nin Orta ve Güney Amerika ülkelerine karşı uyguladığı politikaları ifade eder. II. Dünya Savaşından önce ABD, izolasyonist bir politika izleyerek dünya politikasına fazla karışmamış ve genellikle Orta ve Güney Amerika ülkelerine ilgi duymuştu. Bu bölgelerde bulunan Amerikan firmalarının paralarıyla finanse edilen siyasal tertipler, darbeler ve çatışmalar nedeniyle ABDnin izlediği ekonomik baskı politikasına, dolar diplomasisi denmiştir.

    Dolar açığı-Dollar gap
    Genellikle dolar ile ödemeler yapan ve kabul eden bir ülkenin, diğerleriyle olan lehte yada aleyhteki ödeme durumudur. Bu durum, o ülke için lehte ise, karşı ülkenin bu açığı onun için -dollar gap- teşkil eder. Durum aksi ise, bu ülke için bir dolar açığı söz konusudur.

    Dominyon sistemi-Dominion system
    1926 yılında İngiltere tarafından kurulmuş olan ve Kanada, Avustralya, Güney Afrika, Yeni Zelanda gibi eski İngiliz sömürgesi ülkelere iç ve dışişlerinde tam eşitlik hakkından yararlanma imkanı veren ilişki biçimi. Yaklaşık otuz yıl süren sistem, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki uluslar arası düzen içerisinde etkisini kaybederek, başka bir ilişki biçimine dönüşmüştür.

    Domino teorisi-Domino theory
    Yayılma kuramı. Bir ülke komünist olursa, komşularının da birbiri arkasına komünistleşeceğini savunan kuram. Amerikalı siyasetçi Walt W. Rostow un 1916-2003 görüşleri doğrultusunda oluşturulan bu Amerikan dış politika kuramına göre, Asyadaki ülkelerden herhangi birisinin komünizme girmesini önlemek amacıyla ABD elinden gelen her şeyi yapmalı, hatta Vietnamı kaybetmemek için ne pahasına olursa olsun şavaşı sürdürmeli. Ama 1975 yılında geri çekilmek zorunda kaldığında, bu teori ve buna bağlı politikalar önemi bir darbe yemiştir. 1991 yılında komünizmin tehdit olmaktan çıkması ile hiçbir geçerliliği kalmamıştır.
    1950’lerin ortalarından itibaren ABD’nin yaklaşık yirmi yıl boyunca uyguladığı Güneydoğu Asya politikasının dayandığı görüş. Domino teorisi ilk kez Nisan 1964’te Vietnam’la ilgili birbasın toplantısı sırasında Başkan Eisenhower tarafından ortaya atılmıştır. Vietnam’dan geri çekilme yönündeki baskılara, ABD’nin Vietnam’ı kaybetmesi halinde bölgedeki diğer ABD’nin yanında yer alan ülkelerin domino taşlarının yıkılması gibi teker teker Çin ve Sovyet etkisine girecekleri şekilde cevap vermiştir. Daha sonra Amerika dış politikasını yönlendiren diğer devlet adamları tarafından da paylaşılan bu görüş ABD’nin yıllarca Vietnam’dan çekilmeye ısrarla reddetmesinde etkili olmuştur. Bu görüş ayrıca 1965’te ABD’nin Dominik Cumhuriyeti’ne karşı giriştiği askeri harekatı açıklamak, Küba lideri Fidel Castro’nun yaratacağı bir domino etkisinden korunmanın amaçlandığı iddia edilmiştir.

    Domuzlar Körfezi Operasyonu-Bay of Pigs Operation
    1961 Nisan’ında Küba’daki Fidel Castro rejimini devirmek amacıyla A.B.D. İstihbaratı-CIA’nın desteklediği Kübalı mültecilerin ülkenin güneybatısındaki Domuzlar Körfezinde giriştikleri başarısız askeri hareket. 1959 başında Küba’daki Amerikan yanlısı diktatör Batista’yı devirerek iktidara geçen Fidel Castro Sovyet yanlısı bir politika izliyordu. A.B.D. Castro’yu devirebilmek için çeşitli yollar aradı. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS)’ndaki diğer Latin Amerikan devletlerini Küba aleyhinde girişme zorladı ve bu ülkeye karşı bir şekel boykotu uygulamaya başladı. Castro bu harekete, Küba’daki Amerikalıların mülklerini millileştirerek cevap verdi ve Havana’daki Amerikalı diplomatların ülkeyi terk etmesini istedi. Bunun üzerine Başkan Eisenhower Küba ile diplomatik ilişkileri kesti. Bundan sonraki Başkan Kennedy de CIA’nın hazırlanmış olduğu planı uygulamaya koyarak Domuzlar Körfezi Çıkartmasını gerçekleştirdi, ama plan başarısızlıkla sonuçlandı. Kübalı yetkililerin harekata katılmış mültecileri yargılamaları sonucu harekattaki A.B.D. rolü ortaya çıktı. Bu olaydan sonra iki ülke arasındaki gerginlik Sovyetler Birliği’nin Küba’ya nükleer başlıklı Ekim Füzelerini yerleştirmeye başlaması ile daha da arttı.

    Donuk diplomasi-Deep freeze diplomacy
    Deep freeze diplomasi. Bir devlet tarafından uygulanan, üretkenlikten uzak, etkinliği zayıf ve işlevselliği bulunmayan pasif diplomasi.

    Dostane Tutum-Amiability

    • Diplomatların akredite oldukları ülkelerde, ülke hükümeti ve resmi görevlileri ile kişisel ilişkilerini geliştirmesi ve sorunlar ne olursa olsun iletişim kanallarının açık olmasını sağlaması.
    • Bir devletin, diğer devlete karşı uzlaşmacı politika uygulaması.

    Dostça Girişim (friendly demarche)
    Devletlerarası uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümünde kullanılan bir yöntem. Aralarında belirli bir uyuşmazlık bulunan ve uyuşmazlığı çözmek için görüşmelere çeşitli nedenlerle hazır olmayan tarafların bir araya gelmelerini sağlamak, bir dostça girişim örneği olabilir. Bu türden bir çabada temel amaç, sözkonusu devletler arasında belirli bir yumuşama yaratarak görüşme zemini hazırlamak ve tarafları buluşturup görüştürmektir.Taraflar bu girişimi olumlu ya da olumsuz karşılamakta serbesttirler.

    Dörtlü İttifak, 1815
    Viyana Kongresi düzenlemeleri çerçevesinde, 20 Kasım 1815’te Avusturya, Rusya, Prusya ve İngiltere arasında imzalanan ittifak. Rus Çarı Aleksander’in girişimleri sonucu imzalanan Kutsal İttifak’a rağmen Rusya’ya güvenmeyen Avusturya, daha geniş kapsamlı bir ittifak istemekteydi. Yeni ittifak çağrısına daha sonra İngiltere de katıldı. Bu ittifak, Fransa’ya karşı imzalanmış olmasına karşın Avrupa’da yeni oluşturulan statükoyu korumayı amaçlamaktaydı. Her türlü liberalist eyleme karşı tarafların ortak faaliyeti öngörülmekteydi. Aynı şekilde milliyetçilik akımlarına da cephe alınacaktı. Bu ittifaka daha sonra 1818’de Fransa da katıldı. 1848 devrimlerine kadar bir şekilde başarılı olduğu söylenebilecek ittifak, Viyana Düzeni’nin kurucularından Avusturya şansölyesi Metternich’in adıyla da anılır.

    Drago Doktrini-Drago Doctrine
    Arjantin eski dışişleri bakanlarından Luis Maria Drago 1859-1921 tarafından ortaya konulan ve devletlerin dış borçlarını ödeyememeleri halinde ortaya çıkacak duruma ilişkin hükümler içeren hukuk görüşü. Buna göre, bir devletin başka bir ülkedeki vatandaşlarının alacaklarını alamamaları halinde hukuken o ülkeye müdahale hakkı yoktur. Zira, bir devlete borç veren sermaye sahipleri, o ülkenin kaynaklarını, ödeme kabiliyetini ve ödememe durumunda karşılaşabilecekleri olası zararları iyi bildiklerinden, borç şartlarını oldukça ağır tutarlar. Bu nedenle aynı sermaye sahipleri, bu devletin egemen bir birim olduğunu ve borcunu ödemeye zorlanamayacağını göz önünde bulundurmalıdır. Buna karşın borçlu ülke de, borcunu ödeme yollarını bulmakla yükümlüdür. 1907 Lahey Barış Konferansı’nda başı değişikliklerle kabul edilmiştir.
    Ülkelerin dış borçlarının askeri müdahalelerle ödetilmesine karşı çıkan doktrin. Bu doktrin 1902’de Arjantin’in Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılmıştır. Louis M. Drago, borçlu devletin borcunu ödeyemediği durumlarda zorlama tedbirleri uygulamanın veya borçlu devletin topraklarını işgal etme hakkının olmadığını ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ilan etmiştir.
    Drago doktrinine göre, bir yabancı devlete borç veren sermaye sahipleri, söz konusu ülkenin kaynaklarını, ödeme kabiliyetini durumunda karşılayabilecekleri olası zararları gayet iyi bilirler. Bu yüzden de borcun şartlarını o derece ağır tutarlar. Ayrıca sermaye sahipleri borç verdikleri devletin egemen bir birim olduğunun ve borcunu ödemeye zorlanamayacağının da bilincinde olmak durumundadırlar. Buna karşılık borçlu devlet de mutlaka borcunu tanımak ve ödeme yollarını aramak zorundadır. Ancak, varolan borcu zorla ödetmeye kalkmak zayıfların kuvvetlilerin etkisi altına girmesine yol açacaktır. Drago’nun bu görüşleri 1907’de La Haye İkinci Barış Konferansı’nda yeniden ele alınmıştır. ABD temsilcileri Genel Horace Portes’in bazı önerileriyle birlikte biraz değişikliğe uğrayarak kabul edilmiştir.
    Drago Doktrini 1902’de İngiltere, Almanya ve İtalya tarafından Venezuela borçlarını ödemeyince kurulan deniz ablukasıyla gündeme gelmiştir. Drago doktrini Monroe doktrini çerçevesinde Avrupa’nın yarımküreye müdahale etmemesi prensibini desteklemek için ABD tarafından savunulmuştur. Bununla beraber borçlu devlet yargısal ve idari çareler bulamazsa uluslararası hukuk standartlarında hakkın reddi davasına konu olabilir. Böyle bir durumda bir dış devlet kendi vatandaşları adına diplomatik olarak müdahale edebilir.
    Duayen (dean of diplomatic corps)
    Diplomatik protokolde bir statü. Bir meslekte yaşça ve kıdemce başta gelen kimse. Bir ülkede görevli diplomatik temsilcilerden misyon şefi olarak o ülkede en uzun süredir bulunan temsilci.

    Dumbarton Oaks Konferansı-Dumbarton Oaks Conference, 21 Ağustos-7 Ekim 1944
    1944 yılı Ağustos ve Ekim ayları arasında ABD’nin başkentinde Çin, Sovyetler Birliği, İngiltere’nin katılımıyla düzenlenen ve BM Sözleşmesi’nin taslağını hazırlayan konferans.
    Birleşmiş Milletler’in kuruluş ve faaliyetleri hakkındaki ön çalışmaların yapıldığı konferans. İki ayrı safhadan oluşan konferansın ilk ve önemli olan safhasına A.B.D., İngiltere ve Sovyetler Birliği katılmış, ikinci safhada Çin de yer almıştır. Konferansta Milletler Cemiyeti yerine kurulacak yeni uluslararası örgütle ilgili görüş alışverişinde bulunulup önerilerle ilgili taslak planlar hazırlanmıştır.
    Konferansta büyük güçlerin kurulmasını amaçladıkları dünya örgütünün yapısı konusunda büyük oranda anlaşmaya varılmış. Anlaşılamayan konuların çözümü (veto hakkının kullanımı, üyelik, bunalımların çözüm şekli) Yalta Konferansı’na bırakılmıştır. Dumbarton Oaks Konferansı’nda hazırlanan öneriler taslağı 1945 yılında düzenlenen San Fransisco Konferansı sonunda yayınlanan Birleşmiş Milletler Andlaşmasına birkaç değişiklik dışında temel olmuştur.

    Dunkirk Andlaşması, 4 Mart 1947
    İngiltere ve Fransa arasında 50 yıllığına imzalan ve yeni bir Alman saldırganlığına karşı karşılıklı danışma ve ortak hareketi öngören andlaşma. Tam adı Dunkirk İttifak ve Karşılıklı Yardımlaşma Andlaşması’dır. Andlaşma askeri konularda olduğu kadar ekonomik konularda da karşılıklı danışmayı içeriyordu.
    Dunkirk Andlaşması, II. Dünya Savaşı’nda yaşanan felaketten sonra Fransa’nın yeniden bir büyük güç olarak doğuşunu simgeler. Andlaşma bir yıl sonra imzalanacak olan Brüksel Andlaşması’na öncülük etmiştir.

    Duyuru-Annunciation
    Yeni bir politika uygulanacağını bildirme.

    Dünya Hükümeti (world government)
    Devletlerüstü olan; sahip olduğu en yüksek yetki ve güç ile barış ve güvenliği sağlayacağına inanılan global bir politik kurum. Dünya Hükümeti taraftarları kurulacak olan federasyonun merkezi yetkisi federasyonuna üye olan devletlerin vazgeçecekleri yetkiden oluşacağını savunmuştur. Günümüzde dünya hükümeti fikrini savunan ve yaymaya çalışan en hareketli grup, Birleşik Dünya Federalistleridir (United World Federalist).
    Bütün kuvvetin tek bir elde toplandığı uluslarüstü güç. Bu güç, yetkisi altındaki devletler ve onların halkını ilgilendiren bütün politikaları biçimlendirir. Böyle bir askeri fetihlerle kurulacağı gibi devletler arasındaki işbirliği ile de kurulabilir. Eski Roma İmparatorluğu fetih yoluyla bu güce çok yaklaşan tarihin başarılı örneklerinden birisidir.

    Dünya Kamuoyu (world opinion)
    Taahhütte bulunmuş ulusların ya da hiç bir uluslararası güç grubu ile işbirliği yapmayan liderlerin, gerçek ya da tasarlanmış beklenen tepkilerinin manevi gücü.

    Dünya Politikası (world policy)
    Uluslararası politika kavramının bir başka anlatım şekli. Uluslararası politika kavramındaki varsayım ulus devletinin temel birimi olduğudur. Ancak dünyamızda yeralan diğer ulus-devlet dışı bazı birimlerde uluslararası politikanın kapsamı içerisine alınmaktadır. Dünya politikası kavramı ise uluslararası kuruluşlar veya bazı zihinsel kuruluşları da içine alarak biraz farklı çerçeve çizmektedir. Dünya politikası uluslararası ilişkilere farklı bir perspektiften bakan farklı bir yaklaşımdır.

    Dünya Ticaret Örgütü Kurucu Anlaşması-Agreement Establishing the World Trade Organization
    1984 ile 1994 yılları arasında devam eden Uruguay Round görüşmeleri süresince hazırlığı süren ve Nisan 1994 tarihinde Fas’ta kabul edilen çok taraflı anlaşma. Söz konusu anlaşma, uluslararası ticareti düzenleyen dört bölümden oluşmakta ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kuruluşunu resmileştirmektedir.

    Dünya vatandaşlığı, kozmopolitanizm-Cosmopolitanism
    Kendini herhangi bir vatan yada ırk ile sınırlı görmeksizin insan oğlunun bir parçası olarak görme. Politik eğilimleri farklı olmakla birlikte tüm insanların tek bir topluluğa mensup oldukalarını, bu nedenle de bağlı oldukları bu insanlık toplumunun gelişmesi için çaba göstermeleri gerektiğini savunan anlayış.

    Düşük Yoğunlukta Çatışma (low-intensity conflict)
    ABD’nin üçüncü dünya ülkelerindeki gerilla savaşlarına tepkide bulunmak şeklindeki çatışmaları ifade eden bir çeşit savaş stratejisi. Düşük yoğunluktaki çatışma stratejisinde hafif silahların kullanımı sözkonusudur ve bu strateji halen ABD tarafından kullanılmaktadır.

    Düyun-ı Umumiye
    Osmanlı Devleti’nin 1854 Kırım Savaşı’ndan sonra almaya başladığı dış borçları ödemeyecek duruma gelmesi üzerine kurulan kurum.
    Osmanlı Devleti 1854’ten sonraki yirmi yıl içinde on beş defa dış borç aldı. 5.297.676.000 altın Franka ulaşan borcun yıllık faizi de 300 milyon Franka varıyordu. Osmanlı Devleti bu borcun faizini bile ödemeyecek duruma gelince Ekim 1875’te Ramazan Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname ile vadesi gelen taksitlerin ancak yarısının ödeneceği açıklandı. Ancak Mart 1876’da ödemeler tamamen durdu. Bunu, Osmanlı hükümetinin Galata bankerlerinden aldığı ve toplam 8.725.000 Osmanlı lirası iç borcun ödenmesinin durdurulması izledi.
    1881 Eylül’ünde alacaklı temsilcileri İstanbul’da biraraya geldi. Toplantı sonucunda, borçları, alacaklıların seçeceği üyelerden meydana gelen bir meclisin yönetmesine karar verildi. 20 Aralık 1881’de yayınlanan Muharrem Kararnamesi ile de hükümetle anlaşmaya varıldı. Kararname, 1858-1874 arasında alınan 5.5 milyon Franklık borcu içermekteydi. Aynı yıl içinde, göreve borçlara ayrılan devlet gelirlerinin, alacaklıların çıkarlarına uygun biçimde yönetilmesi olan “Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclis-i İdaresi” kuruldu. Düyun-ı Umumiye’nin yönetim kurulu, İngiltere ve Hollanda’yı temsilen bir, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Osmanlı Devleti ile Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen yine birer olmak üzere sekiz üyeleden oluşuyordu. Düyun-ı Umumiye’ye tuz, pul, ipek, tütün, balık avı ve alkolden alınan vergiler ile damga resmi gibi gelirler bırakılmıştı. Avrupa sermaye çevrelerinin baskısı ile tütünden alınan vergiden elde edilen gelirin artırılması amacıyla bu ürünün üretimi denetim altına alındı ve 1884 yılında Tütün Rejisi adında bir şirket kuruldu.
    Osmanlı Devleti, Duyun-ı Umumiye’nin kurulmasından sonra da borç almaktan kurtulamadı. I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul hükümetiyle itilaf devletleri arasında imzalanan Sevres Andlaşması ile Düyun-ı Umumiye’nin devamı öngörülüyordu, ama Lozan Andlaşması ile bu kurum tarihe karışmıştır. Lozan Andlaşması ile Osmanlı borçları ondan bağımsızlığını kazanan devletler arasında paylaştırılmış ve Türkiye 1954’e kadar taksitler halinde kendisine düşen payı ödemiştir.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  6. #6
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (e)

    ECOCROP
    Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün FAO dünyadaki bitki türleri, bunların özellikleri ve yetişme koşulları konusunda oluşturduğu bilgi bankası. Sisteme dünya çapında, iki bine yakın bitkiye ilişkin bilgi kayıtlıdır.

    Edirne Andlaşması, 1829
    Osmanlı devleti ve Rusya arasında 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne’de imzalanan ve 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşını sona erdiren andlaşma. Andlaşma ile Rusya’nın Doğu Avrupa ve Balkanlardaki konumu güç kazanırken Osmanlı devleti zayıflama ve Avrupa’daki güç dengesine bağımlı bir hale gelmiştir. Bu andlaşma Osmanlı’nın Balkanlarda geri kalan son toprakların da kaybetmesi yolunda bir başlangıç olarak kabul edilir.

    Egalitarianizm-Egalitarianism
    Siyasal ve sosyal eşitlikçilik ilkesi. Uluslararası ilişkilerde, güçlü devletin, medeni bir yaşam için gerekli olan minimum yaşam standartlarına tüm devletlerin sahip olması için gerekli koşulları hazırlaması gerektiğini savunan görüş.
    Ege sorunu-Agean disbute

    Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi konusunda; uluslararası suların nereleri kapsadığı, kara sularının 6 yada 12 mil sayılıp sayılmayacağı, Ege üzerindeki hava koridorları, Ege’deki adaların silahlandırılması ve Ege Denizi üzerindeki adacıkların hukuki statüsü gibi konularda yoğunlaşan bir dizi bölgesel sorun/anlaşmazlık. Var olan bu sorunları; karasuları, kıta sahanlığı, FIR hattı-hava sahası ve adaların silahlanması olmak üzere dörde ayırarak incelenebilir.
    Karasuları sorunu
    Lozan Andlaşması Ege’deki karasuları 3 mil olarak kabul edilmiştir. 17 Eylül 1936 tarihinde Yunanistan bir yasa ile karasularını 6 mile çıkarmıştır. O dönemde iyi olan Türk-Yunan ilişkileri nedeniyle, Türkiye buna ses çıkartmamıştır. Böylece Yunanistan’ın Ege’deki payı %35’e çıkmıştır. 6 mili ancak 1964’te uygulamaya başlayan Türkiye ise, %8,8’lik bir paya ulaşmıştır. Eğer Ege’deki karasuları 12 mile çıkarsa bu oranlar sırasıyla %63,9 ve %10’a yükselecektir. Bunun nedeni Ege’deki 12 mil olayının aslında bir adalar sorunu olmasıdır. Yunanistan’ın Ege’de, bir kısmı da Türkiye’ye çok yakın yerlerde bulunan 2383 adası bu ülkeye böyle bir avantaj sağlamaktadır.
    12 mil sorunu, sadece Türkiye’yi değil, Ege denizinin açık denizini bir uluslararası su yolu olarak kullanan her devleti ilgilendirmektedir. Çünkü 12 mil durumunda Ege’deki açık deniz oranı %56’dan, &.1’e inecektir.
    Yunanistan, Ege karasuları sorununda karasularının azami sınırının 12 mil olabileceğini kabul eden 1982 BMSözleşmesine atıfta bulunmaktadır. Türkiye ise, bu sözleşmeye taraf olmadığını vurgulamakta, Ege denizinin bir yarı-kapalı deniz olduğunun altını çizmekte ve Ege’de sınır saptaması yapılırken hakkaniyet ilkesine göre hareket edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Türkiye, ayrıca Yunanistan’ın karasularını 6 milin üstüne çıkarmasının casus belli (savaş sebebi) sayılacağını ifade etmektedir.
    Kıta sahanlığı sorunu
    Yunanistan, Türkiye ile herhangi bir anlaşma yapmadan kıta sahanlığını “eşit uzaklık” ilkesine göre tek taraflı bir biçimde saptayarak, bölgede yabancı şirketlere petrol arama izni vermeye başlamıştır. Böylece Yunanistan Ege denizi kıta sahanlığının tamamını kendisinin sayma eğilimine girmiştir. Türkiye’de, kıta sahanlığının Ege Denizi’nin en derin noktalarından geçen hatta göre sınırlandırılabileceği görüşünden hareket ederek 1 Kasım 1973’te, TPAO’ya, Anadolu’nun doğal uzantısı, yani kendi kıta sahanlığı saydığı yerlerde (ki bazı Yunan adalarının batısına düşüyorsa) petrol arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan bunu 7 Şubat notasıyla protesto etmiş ve böylece sorun tırmanmıştır.
    Yunanistan, Ağustos 1976’da sorunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’na götürdü. Güvenlik Konseyi, taraflarla görüşmelere başlama ve Adalet Divanı’na başvurma önerisinde bulundu. Divan, Yunanistan’ın “ihtiyatı tedbir” istemini 11 Eylül 1976’da reddetti. Ayrıca divan, üç yıl sonra, 1979 Ocağında, Ege Denizi Kıta Sahanlığı konusunda yetkisiz olduğuna karar verdi.
    Taraflar arasında Kasım 1976’da, Bern’de yapılan toplantıda, kıta sahanlığı konusunda yapılacak olan görüşmelerde nasıl davranılacağını belirleyen birtakım kurallar saptandı. Ancak görüşmeler kesildikten sonra, Yunanistan Bern Bildirisi’ni tanımadığını açıkladı. Mart 1987’den sonra kendi kıta sahanlığı olduğunu iddia ettiği bölgede petrol arama izni verdi. Bunun üzerine Türkiye 25 Mart 1987’de Yunan adalarının çevresinde petrol arayacağını belirtti. Silahlı çatışma olasılığının çok yaklaştığı bir bunalım doğduysa da 27 Mart’da her iki taraf şimdiki karasuları dışına çıkmayacaklarını açıkladılar.
    Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan’ın görüşleri şunlardır. a)Türk kıyısı boyunca dizilmiş olan Yunan adaları, Yunan ülkesinin ayrılmaz parçalarıdır. Bu adaların takımada oluşturanlarında en uç noktalar birleştirilerek bu çizginin içi “takımada suyu” kabul edilmektedir. Böylece, Türk kıyılarındaki Yunan adalarının batısında Türkiye’ye kıta sahanlığı kalmamaktadır. b)Adalar kıta sahanlığına sahiptir ve bu kıta sahanlığının sınıflandırılması, kıta ülkeleri ile eşit koşullarda yapılır. c)Kıta sahanlığı konusunda andlaşma yapılmamışsa, Türkiye ile adalar arasında eşit uzaklık ilkesi uygulanmaktadır. Türkiye ise hakkaniyet ilkesi gereğince bir tesbit yapılması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, kıta sahanlığının sınırlandırılmasında doğal uzantı esastır. Ülkesini savunmakta, bir bölgede adaların bulunmasının kıta sahanlığı açısından “özel durumlar” oluşturduğunu, Ege Denizi’nin bir “yarı kapalı” deniz olduğunu iddia etmektedir. Kıta sahanlığı sorununu çözmek amacıyla, konuyu sürekli olarak uluslararası forumlara götürmek eğiliminde olan Yunanistan karşısında Türkiye gene sürekli olarak, karşılıklı görüşme ve anlaşmanın esas olmasını ileri sürmektedir.
    FIR hattı-hava sahası sorunu
    Yunanistan, 1931’de bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile hava kontrol sahasını 3 milden 10 mile çıkarmış ve Türkiye o dönemdeki iyi ilişkiler nedeni ile herhangi bir itirazda bulunmamıştır. 1952 tarihli bir ICAO (International Civil Aviation Organization-Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) toplantısında, Türk-Yunan karasuları çizgisinin batısında kalan hava trafiğinin Atina FIR’ının yetki alanına girmesi kabul edilmiştir.
    Bu hattın doğusunda ise İstanbul FIR’ı geçerli olacaktır. Bu hat 1974’e kadar bir sorun çıkarmamış, fakat 4 Ağustos’ta Türkiye NOTAM 714’ü ilan etmiştir. (Notice to Airmen-Havacılara Duyuru). Buna göre, Türkiye yönünde uçarken kuzey-güney orta çizgisine varan her uçak durumunu ve uçuş planını Türk yetkilerine bildirecektir. Amaç, Türk radarlarının Kıbrıs bulanımında zararsız uçaklarla potansiyel saldırgan uçaklar arasındaki farkı daha iyi saptamalarını sağlamaktır. Böylece Türkiye, FIR hattını fiilen batıya kaydırmış olmaktadır. Yunanistan bunu, Türk kıta sahanlığı iddialarının batı sınırı olarak yorumlayarak reddetti ve 13 Eylül 1974’de NOTAM 1157’yi ilan etti. Yunanistan Ege hava sahasının tehlikeli duruma geldiğini açıklayarak, Ege Denizini uçuş trafiğine kapattığını açıkladı.
    Haziran 1979’da NATO başkomutanı William Rogers’in hazırladığı plan çerçevesinde taraflar, 1980 yılında NOTAM’ları kaldırdılar. Böylece Ege Denizi yeniden sivil havacılığa açılmış oldu. Ancak Yunanistan’ın hava sahasını 10 mil olarak kabul etmesini yarattığı sorunlar halen devam etmektedir.
    Adaların silahlandırılması sorunu
    1960 sonrasında Ege Denizi üzerindeki adalarda taraflar arasında egemenlik, denetim ve güvenliği sağlamaya yönelik anlaşmazlık başlamıştır. Yunanistan, askeri amaçlarla da kullanılabilecek havaalanı ve diğer tesislerin ilkini 1952’de Leros adasında kurmuştur. Ancak, Yunan adalarının, 1974’ten daha doğrusu Türk Ege Ordusu’nun kurulduğu 1975’ten sonra hızlanarak silahlandırıldığını kabul etmek uygun olacaktır.
    Uluslararası andlaşmalar, bu adaları üç katogoriye ayırmaktadır.
    1-Yunan adaları Limni ve Semadirek ile Türk adaları İmroz ve Bozcaada. Bu “Boğaz önü” adaları Boğazlarla birlikte, Boğazlar Rejimine ilişkin Lozan Sözleşmesinin 4. maddesiyle askerden arındırılmıştır.
    2-Limmi, Sakız, Sisam ve Nikarya adlı Yunan adaları. Bunlar Lozan Barış Andlaşması’nın 13. maddesi gereğince ülkelerinde ancak polis ve Jandarma kuvveti bulunabilecek, deniz üssü ve istihdam kurmanın yasak olduğu adalardır.
    3-Oniki ada, sayıları aslında 14 olan bu adalar da 1947 Paris Andlaşması’yla İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verilmiş adalar olup, aynı andlaşmanın 14. maddesine göre üzerlerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kuvvet bulundurulabilir.
    Yunanistan’a göre, andlaşmalar yapıldığı sıradaki koşullar köklü biçimde değişmiştir (rebus sic stantibus), dolayısıyla adalar üzerindeki sınırlama ortadan kalkmıştır. (Ayrıca Boğazları silahtan arındıran Boğazlar rejimini düzenleyen Lozan Sözleşmesi’nin yerine 1936 Montreux Andlaşması geçmiş ve Boğazlar tekrar silahlandırılmıştır. 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi tamamen sona ermiştir. Boğazlar tekrar silahlandırıldığı için, bu sistemin bir parçası olan adalar da silahlandırılabilir. Türkiye’ye göre ise Montreux’den Boğaz-önü adalarının silahlandırılabileceği şeklinde bir anlam çıkarılamayacağı, çıkarılsa bile, Lozan Barış Andlaşması’nın 12. maddesi vardır. Bu madde, anılan adaların 1914’te silahsızlandırıldığını doğrulamaktadır. Yunanistan, ayrıca, Türkiye’nin 1947’nin Paris Andlaşması’na taraf olmadığını, bu nedenle de hak ve yükümlülükler doğurmadığını iddia etmektedir. Türkiye ise, her ne kadar taraf olmasa da, Paris Andlaşması’nın bir “objektif statü” yarattığını, bu nedenle de kendisini ilgilendirdiğini belirtmektedir.

    Egemenlik (sovereignty)
    Sadece devletin sahip olup, diğer sosyal kurumların sahip olmadığı en üst karar alma ve uygulama yetkisi, iktidarı. Egemenlik, iç ve dış egemenlik olmak üzere ikiye ayrılır. İç egemenlik, ulusal sınırlar içinde yalnız devletin yetkisi ve güç sahibi oluşunu, dış egemenlik ise uluslararası düzende de devletin yalnızca kendi taahhütleri çerçevesinde sınırlanabilen mutlak bağımsızlığını içerir. Egemenlik, otuz yıl savaşları sonunda politik bir gerçek olarak kabul edilmiş ve Modern ulus devletlerde en önemli politika, organizasyon birimleri olmuştur.
    Egemenlik, devletin sınırsız özgürlüklere sahip olması demek değildir. Devlet idaresi uluslararası hukuk kurallarına ve devletin üye bulunduğu birçok uluslararası organizasyonların kuralları ile düzenlenir. Egemenlik eşit şartlarda bazı haklara sahip devlet eşitliğini de anlatır. Ayrıca devlet, bağlı bulunduğu devlet sisteminin ortaya koyduğu kurallarla da sınırlıdır.
    Egemenlik terimini ilk kez. J. Bodin kullanmıştır. T. Bodin’e göre Egemenlik: kişiler, vatandaşlar ve uyruklar üzerinde kanunların kısıtlamadığı en yüksek iktidardır.

    Egemen yönetimin otoritesi-A titre de souverain
    Bazı faaliyetlerin sadece siyasal egemenliğe sahip bir devlet tarafından yapılabileceğini öngören uluslararası bir hukuk kuralı.

    Egemen firma modeli-Dominant firm model
    Uluslar arası petrol pazarı modellerinden biri. Genellikle Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünü(OPEC) niteler. Başka yorumlar ise, Suudi Arabistan’ı ve OPEC diğer büyük üretici ülkelerini kasteder. Bu modele göre, piyasaya hakim olan en büyük firma OPEC dünya petrol fiyatları üzerinde kontrole sahiptir. Ama aynı firma, rakiplerinin üretimleri üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir.

    Eğitim diplomasisi-Education diplomacy
    Diğer devlet ile ilişki kurma konusunda eğitim alanındaki değiş tokuş programlarını, eğitim kuruluşları arasındaki işbirliğini vb. eğitsel konuları kullanmaya dayalı diplomasi.

    Eisenhower Doktrini, 1957
    A.B.D. Başkan Eisenhower’in 1957 yılı başında Kongre’ye sunduğu bir raporla açıkladığı ve uluslararası komünizmtehdidine karşı direnmek için Amerikan yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardımı içeren politika. Doktrinin temelinde A.B.D.’nin Sovyetler Birliği’nin Süveyş Bunalımı’ndan sonra Ortadoğu’da kazandığı prestije karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası ve bölgedeki olayları uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir. Kongre’nin 9 Mart 1957’de kabul ettiği yukarda anılan rapor Eisenhower Doktrini’nin temeli oluyordu ve şu noktaları içeriyordu. i-A.B.D. Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü, kendi ulusal çıkarları ve dünya barışı açısından hayati olarak kabul etmekteydi. ii-Uluslararasıkomünizm tarafından desteklenen herhangi bir devletten gelecek açık bir saldırıya karşı yardım isteyen bir devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak amacıyla, Amerikan askeri kuvvetinin kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli yardım ve işbirliğinin sağlanması için Kongre A.B.D. Başkan’ının bu amaçla serbestçe kullanabileceği 200 milyon dolarlık bir ödenek ayrılmaktaydı.
    Eisenhower Doktrini A.B.D. açısından beklenen sonucu vermemiştir. Sovyetler Birliği Mısır ve Suriye doktrini, Ortadoğu ülkelerin içişlerine doğrudan bir müdahale, siyonizm tarafından beslenen emperyalist bir manevra olarak görmüşlerdi. Doktrin İsrail’de bile soğuk karşılanmıştır. Doktrini kabul eden Lübnan ve Libya ile hararetle destekleyen Türkiye, İran ve Irak dışında Batı yanlısı Arap devletleri bile Doktrine katılmaktan endişe duymuşlardır.

    Ek protokol-Additional protocol
    Asıl anlaşmanın dışında, söz konusu anlaşmanın uygulanması ile ilgili diğer ayrıntıların ele alındığıküçük anlaşma.

    Eklektizm-Eclecticism
    Uluslar arası hukukun, doğal ve pozitif hukukların birleşiminden oluştuğunu savunan teori. Buna göre, uluslar arası hukuk;
    a-doğal hukuktan gelmektedir çünkü, belli hak ve yükümlülükler kalıtımsaldır,
    b-pozitif hukuktan da gelmektedir çünkü uluslar arası hukuka uyma yükümlülüğü esasına göredir.

    Ekoloji-Ecology
    Canlılar ile çevre arasındaki karşılıklı etkileşimi inceleyen ve özellikle sanayi ülkeleri merkezli olmak üzere, son 30-40 yılın uluslar arası politikalarında oldukça önemli bir gündem maddesi haline gelen fen bilimi. Siyasal alanda Yeşiller Partisi adıyla çok sayıda örgütlenmenin yolunu açan ekolojik kaygılar, uluslar arası ekonomik ilişkilerde doğayı koruyacak standartların geliştirilmesini sağlamıştır. 1972 yılında Stockholm’de başlayan BM’nin başını çektiği çevre konferansları, doğaya zararlı bir takım kimyasal maddelerin yasaklanması konusunda ön ayak olmuştur.

    Ekonomik ve Parasal Birlik-Economic and monetary union
    İki yada daha fazla ülke arasında kurulan ileri düzeydeki ekonomik entegrasyon düzeyi. Avrupa Birliği’nin bütünleşme parametrelerinden biridir. 1970 yılı başlarından itibaren Avrupada ekonomik ve parasal birlik kurulması yönünde önemli adımlar atılarak bir Avrupa Para Sistemi’nin temelleri oluşturuldu. Avrupa tek pazarının ancak ekonomik ve parasal birlik ile mümkün olacağı anlaşıldığından Delors Komitesi adıyla bir komite kurularak gerekli çalışmaların hızlandırılması kararlaştırılmış ve 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi, ekonomik ve parasal bütünleşme yolunda büyük ivme kazandırmıştır. 1989’da komite tarafından yayınlanan raporda üç aşamalı bir plan yürürlüğe sokuldu:
    1. aşama; mevcut ekonomik yapı içinde ekonomik ve parasal politikaların daha sıkı koordinasyonu, merkez bankaların döviz politikalarında yakın işbirliği,
    2. aşama; ekonomik ve parasal birliğin yapısı, temel organları ve Avrupa merkez bankaları sisteminin oluşturulması,
    3. aşama; Avrupa çapında tek paraya geçilmesi. Eylül 1989 tarihinde Cap dAntibes Fransada toplanan Avruğa maliye bankalarınca, ilk aşama yürürlüğe sokulmuş, 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması ile ekonomik ve parasal birlik konusunda bir takvim belirlenmiş ve yeni bir üç aşamalı plan ortaya konmuştur. İlk aşamaİ 1994’e kadar sürmüş ve Avrupa para birimlerinin birbirine yakınlaştırılması sağlanmıştır. 1997’ye kadar süren ikinci aşamada, Avrupa Para Enstitüsü’nün kurulması sağlanmıştır. En geç 1999 yılına başlaması kararlaştırılan üçüncü aşamada ise Avrupa ortak parasının kullanılmaya başlanması sağlanmıştır. Şu an tamamen tek para birimi euro ile parasal birlik sağlanmışken, ekonomik bütünleşme konusunda da sona yaklaşılmıştır.

    Ekonomik ve sosyal komisyonlar-Economic and social commissions
    BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından kurulan çeşitli çalışma komisyonlarıdır. Dünyanın değişik bölgelerindeki sosyal ve ekonomik sorunlarla ilgili incelemeler yaparak, çözümü konusunda Konseye bilgi verir ve raporlar hazırlar. Şu ana kadar dünyanın değişik bölgeleri için kurulmuş olan komisyonları; Afrika Ekonomik Komisyonu, Latin Amerika Ekonomik Komisyonu, Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu. Söz konusu alt komisyonların merkezleri bölge ülkelerinden birinde yer almakta ve değişik alt birimlerden oluşmaktadır.

    Ekonomik ve Sosyal Konsey-Economic and Social Council
    Birleşmiş Milletler’in çalışma organlarından biri. Genel Kurulca kısım kısım seçilen yirmi yedi üyeden oluşur ve her üye ülke üç yıl görev yapar. Konsey, ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, kamu sağlığı ve benzeri alanlarda faaliyet gösterir ve raporlar hazırlar. İlgi alanına giren bu konular hakkında, gerek Genel Kurula ve gerekse hükümet ve kuruluşlara tavsiyelerde bulunur. Bu konularla ilgili sözleşme tasarıları hazırlar, milletlerarası konferans düzenler ve gündem oluşturur. BM ihtisas kuruluşlarının faaliyetlerini koordine etmek de Konseyin görevidir.

    Ekonomik kriz-Economic crisis
    Bir ülkede ekonomik göstergelerin kötüleşmesine dayalı olarak ortaya çıkan bunalım hali. Bir ülkede ekonomik krizin en önemli göstergeleri; piyasadaki durgunluk, işsizlik oranının yükselmesi, aşırı enflasyon, ödemeler dengesinin büyük açık vermesi ve yüksek borçtur. Ekonomik krizlerin 1929 ABD, 1973 Petrol bunalımı ve 1997’de Asya krizi olduğu gibi bulaşıcı ve geniş çaplı olması siyasal çalkantıları beraberinde getirebilmektedir.

    Ekonomik kalkınma-Economic development
    Bir ülke ekonomisinin, kendine yeterli ve halkın yaşam seviyesini üst düzeyde tutabilecek duruma gelmesi. Kalkınmışlık kriterleri arasında, o ekonominin mal ve hizmet üretim kapasitesinin yükselmesi, milli gelirin artması, altyapının azalması, kişi başına düşen milli gelirin yüksekliği, şehirleşmenin hızlanması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, enflasyonun düşük olması gibi koşullar bulunmaktadır.

    Ekonomik metaryalizm-Economic materialism
    Toplumsal gelişmeyi sağlayan tek gücün ekonomik etkenler olduğunu ileri süren, siyasal kurumların, düşüncelerin ve kuramların bu gelişmede payı olduğunu inkar eden materyalist anlayış.

    Ekonomi politikası-Economic policy
    Bir ülkenin izlediği ekonomi siyaseti. Dış ekonomik ilişkiler açısından diplomasinin konusu olan ekonomi siyaseti, mevcut uluslar arası ekonomik kurallarla uyumlu/çelişik olduğu oranda dış politik ilişkilerde ağırlık taşımaktadır. Telif yasalarına uyum, damping, yabancı sermayeyle ilişkiler ve haksız rekabet gibi Dünya Ticaret Örgütü’nün önemle üzerinde durduğu kurallar, bu tür uygulamaları sürdüren ülkelere ciddi yaptırımlar getirdiğinden, günümüzde ekonomi politikalarının oluşturulmasında uluslar arası faktörler oldukça belirleyicidir.

    Ekonomik yaptırımlar-Economic sanctions
    Hedef ülkeye ihracatı kesme, ondan mal alımını durdurma, mal varlıklarını dondurma ve bu ülke ile girişilmiş olan her türlü iktisadi faaliyeti sona erdirme biçiminde kendini gösteren cezalandırma ve zorlama politikası. Uluslar arası ilişkilerde bir zorlama amacı olarak kullanılan başarılı olabilmesi için, hedef ülkenin alternatif Pazar imkanlarının kısıtlı olması gerekir.
    Birbirlerini istedikleri yönde etkilemek amacıyla devletlerin kullandıkları dış politika araçlarından birisidir. Ekonomik yaptırımlar iki gruba ayrılabilir:
    1)Dış ticarete ilişkin tarife, kota, ambargo, abluka gibi yaptırımlar.
    2)Dış yardım gibi finansal yaptırımlar.
    Ancak ekonomik yaptırımları bir dış politika aracı olarak kullanan devletin diğer devleti istediği yönde etkilemesi bakımından karşı faktörler önemlidir. Bu faktörler ekonomik yaptırımı uygulayan ülkenin kapasitesi ve bu yaptırımların uygulandığı ülkenin yaptırım uygulayan ülkeye olan bağımlılık derecesi olarak özetlenebilir.

    Elçilik-Embassy
    Bir ülkenin, yabancı devletteki temsilciliği. 1961 tarihli Viyana Sözleşmesi’ne göre, elçilik binalarının mutlak dokunulmazlığı vardır. Diplomasi temsilcilerinin izni olmadan, yabancı devlet görevlileri elçilik binasına giremez, binada araştırma yapamazlar. Devletler, elçilik binalarının dokunulmazlığına kendileri saygı gösterdikleri gibi, dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı bunları korumakla yükümlüdürler. Elçilik binaları ile birlikte bahçe ve yan birimleri de, elçilik sahibi ülkenin toprağı gibi muamele görür. Ancak elçilik binaları, adi suçlular için bir sığınma yeri olarak kullanılamaz. Sadece siyasal suçlulara, yaşamları için tehlike söz konusu ise sığınma hakkı tanınabilmektedir.

    Elçi gönderme, elçi atama-Accredition
    Elçinin gönderilmesinde önce elçi gönderen devletin başkanından itimatname/güven mektubu alınması ardından bu mektubun atanmadan önce karşı tarafa elçinin kimliği ve biyografisiyle birlikte iletilmesi gerekir. Karşı tarafın inceleme ve onay süreci beklendikten sonra olumlu cevap üzerine atama gerçekleştirilir.

    Elçilik Hakkı (right of legation)
    Devletin birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamak ve sürdürmek amacıyla temsilci gönderme ve kabul etmelerine bu ad verilir. Bütün bağımsız egemen devletler bu haktan yararlanırlar. Papalık da elçilik hakkına sahip olan uluslararası birimlerdendir. Bu hakka sahip olmayan uluslararası birimler ise bağımsızlığı kısıtlı devletler, uluslararası duruma sokulmuş ülkeler ve uluslararası örgütlerdir.

    Elçilik İşgali-Embassy takeover
    Yabancı ülkede bulunan bir devlet elçiliğinin içindekileri rehin alarak işgal etme.

    Elçilik müsteşarı-Counsellor
    Bir devletin dış temsilciliğindeki üst düzey görevli. Elçiliğin siyasal, ekonomik, ticari birimlerinin yöneticisidir. Seviyesi, başkonsolos(general consul) ile aynı, bakanın altında, birinci sekreterin ise üzerindedir.

    Elmas diplomasisi-Diamond diplomacy
    Afrika’daki elmas üreticisi ülkelerin bazı dönemlerde bir araya gelerek oluşturdukları ortak çıkarlara dayalı diplomasi uygulaması.

    Emperyalizm (imperialism)
    Daha ziyade İkinci Dünya Savaşı öncesi ve hatta yüzyılımızın başı ile ondan önceki yüzyılların siyasi tablosuna uygun ve o devirlereait bir deyimdir. Kelime anlamına uygun olarak bir ülkenin imparatorluk biçimi bir egemenlik kurması için başka ülkelere veya bölgelere doğru yayılma politikasıdır.
    Bugün için Doğu ve Batı blokları birbirlerini böyle bir tutum izlemekle suçlanmakta ise de gerçek odur ki kelimenin tam anlamına uyan imparatorluklar yavaş yavaş kaybolmuşlardır ve uzun yıllar emperyalizmin etki alanında buunan pek çok Asya ve Afrika ülkesi, son 20 yılda bağımsızlık almış, milli kişiliğini bulmuştur. Bu nedenledir ki, bugün Birleşmiş Milletlerin üye sayısı 185 (1994) olmuş ve gittikçe de artma eğilimindedir. Bu kadronun yarısından çoğu, emperyalizmden çıkmış yeni bağımsız ülkelerdir.
    Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onların toprakları üzerinde onların rızası olmadan egemenlik kurma yönündeki politikası. Dar anlamda emperyalizm ise Avrupalı büyük devletlerin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır.
    Emperyalizmin nedenleri ve ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli tartışmalar vardır. Bunları esas olarak dört grupta toplayabiliriz. Birinci grup görüşler emperyalizmin ekonomik yanını ön plana çıkartır. Biriken sermayeye yatırım olanak ve alanları bulma, makineleşme sonucu ortaya çıkan üretim fazlası için pazar yaratma, nüfus fazlası için yerleşim alanı bulma zorunluluğu ve üretim için gerekli hammaddeleri elde etme isteklerinin devletleri emperyalist politikalara zorladığı iddia edilir. Bu tezlere karşı çıkan Adam Smith, Rickardo, Hobson gibi ekonomistler emperyalizmden sadece ufak bir grubun yarar sağladığına işaret ederler.
    Marksist kuramcılara göre kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalizmin en son aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalist devletler ile rekabet halinde yeni pazarlar bulmaya çalıştığı zaman ortaya çıkar. Bu görüşe karşı çıkanlar, bu görüşün tarihsel kanıtlarca yeterince desteklenmediği ve kapitalizmden önceki emperyalizme açıklama getiremediğini öne sürerler.
    Emperyalizmle ilgili ikinci grup görüşler ise emperyalizm ile insanın ve devlet gibi insan topluluklarının doğası arasında bir ilişki kurarlar. Farklı bakış açılarına sahip, Machiavelli, Bacon ve Hitler gibi kişiler bu yolla benzer sonuçlara varmışlardır. Bunlara göre emperyalizm var olabilmek için sürdürülen doğal mücadelenin bir parçasıdır. Güçlü olanların diğerlerine egemen olmaları doğanın kanunudur.
    Üçüncü grup görüşler strateji ve güvenlik üzerinedir. Bu görüşe göre devletler güvenliklerini sağlamak amacıyla stratejik noktalar, önemli kaynaklar tampon devletler ve “doğal” sınırlar ile ulaşım ve haberleşme yollarının denetimini ele geçirmek veya buraları başka devletlerin ele geçirmelerini önlemek zorundadırlar.
    Son grup görüşler ise ahlakla ilgilidir. Buna göre emperyalizm halkları zorba yönetimlerden kurtaran ya da daha üstün bir uygarlığın nimetlerini sağlayan bir araçtır.
    Emperyalizmin zor bir şekilde ortadan kaldırabilmesi, kendilerini emperyalizmin etkisi altında hisseden devletlerin emperyalist amaç taşımayan politikalardan bile kuşku duymalarına sebep olmuştur. Eski sömürgeci ve yeni gelişmiş bazı ülkeleri yeni-sömürgecilik (neo-colonialism) ile suçlayan Üçüncü Dünya ülkelerine göre azgelişmiş ülkelere verilen yardımların arkasında emperyalist amaçlar yatmaktadır.

    Endüstri Devrimi
    XVIII. yüzyılın ortalarından başlayıp XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarına kadar süren, Batı’da özellikle Avrupa da bilimsel ve teknolojik gelişme doğrultusunda buhar gücüyle çalışan makinaların yapılması ve makinalaşmış endüstrinin doğması süreci. İki ayrı endüstri devriminden söz edilebilir XVIII. yüzyılda başlayıp XIX. yüzyılın ortalarına kadar süren birinci endüstrileşme sürecine “makinalaşma çağı” denebilir. Bu dönedeki gelişme bir “makina devrimi”dir. Makina kullanımının yaygınlaşması sonucu, büyük fabrikaların ortaya çıkmasıdır. Böylece, Avrupa’da temelde tarım işçilerinin toplumundan, fabrikalarda eşya üreten nüfusa doğru düzenli bir değişim olmuştur.
    1870’lerle birlikte endüstri devrimi nitelik değiştirdi. Artık bilimsel buluşlar ve bunların üretime uygulanması, pratik zekalı tek tek bireylerin birbirinden ayrı çalışmalarına bağlı olmaktan kurtulmuş, devletlerin tüm olanaklarıyla destekledikleri ve gerektiğinde de örgütledikleri büyük ve zengin kuruluşların eline geçmiştir. Bu dönemle birlikte başlayan gelişme “teknolojik devrim” olarak da anılır. Bu dönemde doğal kaynaklar ve bilim elele vererek yeni ve kitle halinde mal üretimine yönelmiştir. Endüstrileşme sürecinin bu ikinci aşaması, birincisine göre, toplumsal etkilerinde daha şiddetli, sonuçlarında daha şaşırtıcı ve halkın yaşamını değiştirmede daha etkilidir.

    Enosis (birleşme)
    XIX. yüzyılda Girit, XIX. yüzyılda da Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmelerini amaçlayan siyasi hareketlere verilen ad. Yunanca “birleşme” anlamına gelir. 1830’da Yunanistan bağımsızlığa kavuşurken Girit ve doğu Ege adaları bu ülke sınırları dışında kalmıştı. Pan-Helenizm tarafları Yunan milliyetçileri Yunan-Rum asıllı halkların yaşadıkları bu adaları Yunanistan’a katılması ile bu amaçlarına ulaştılar. Enosis’in ikinci halkası olan Kıbrıs’ın ilhakı için de Georgias Grivas liderliğinde EOKA örgütü kuruldu. Bu örgüt 1950’lerin ortalarından itibaren Kıbrıs’ta Enosis için faaliyetlere başladı. 15 Temmuz 1974’te EOKA Kıbrıs’ta Makarios’u devirerek Nikos Sampson’u başa geçirdi. Bunun üzerine Türkiye Kıbrıs’taki garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulundu (I ve II. Barış Harekatları). Sonuçta Enosis hayata geçirilemedi.

    Enternasyoneller
    1.Enternasyonel: 28 Eylül 1864’te Londra’da kurulan Uluslararası İşçi Birliği (UİB)’ne daha sonradan verilen isim. Birliğin kuruluş bildirgesi yürütme organının en önemli kişisi olacak olan Karl Marx tarafından ele alındı. (UİB)’nin amacı: “İşçi sınıfının karşılıklı yardımlaşmasını, ilerlemesini ve tam bir özgürlüğe kavuşması”nı gerçekleştirmekti. Bu özgürlük işçilerin kendisinin olacaktır.
    2.Enternasyonel: Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin girişimi üzerine 23 ülkenin sosyalistlerinin biraraya gelmesi. Bu enternasyonal 2 buçukuncu Enternasyonel kuruluncu 1923’e kadar sadece adı olan bir kuruluş olarak kaldı. Sosyalist İşçi Enternasyoneli kurulunca ortadan kalktı.
    2 Buçukuncu Enternasyonel: Şubat 1921’de Viyana’da toplanan Sosyalist partiler çalışma topluluğuna verilen isimdir. 2 buçukuncu Enternasyonel çok geçmeden İkinci Enternasyonele yaklaştı ve bu örgüt Mayıs 1923’de Hamburg Kongresinde Sosyalist İşçi Enternasyoneli ile birleşti.
    3.Enternasyonel: 4 Mart 1915’de Moskova’da kurulan siyasal örgüt. Komünist Enternasyonel olarak da bilinen bu enternasyonelin temelinde Rus Bolşevikleri ve 1915’ten başlayarak “2.Enternasyonelin iflasını ilan eden Lenin vardır. Mart 1919’da Kurucu Kongresi 21 ülkeden 54 delegeyle toplandı.
    Ağustos 1935’de Alman-Sovyet Paktı imzaladıktan sonra Enternasyonel Yürütme Komitesi savaşta her iki taraf için de “haksız, gerici ve emperyalist olarak niteledi. Ama bu eğilim Haziran 1941’de Hitler’in SSCB’ye saldırması üzerine yeniden gözden geçirildi. Bundan sonra, Nazilere karşı direnişe ve ulusal cephelerin kuruluşuna ağırlık verildi. Bazı komünist partiler daha önceden bunu yapmaya başlamıştı. Bu cephelerin kuruluşunu kolaylaştırmak için Komünist Enternasyonel 15 Mayıs 1943’te feshedildi.
    4. Enternasyonel: 11 ülkenin Troçkici hareket ve parti delegelerin Paris Bölgesinde Eylül 1938’de kurdukları siyasal örgüt.

    EOKA
    İsmini Yunanca Ethniki Organosis Kyprion Agoniston(Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) kelimelerinin kısaltılmasından alan ve Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için faaliyet gösteren aşırı sağcı örgüt. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan örgüt, 1955-59 yıllarında İngilizlere karşı mücadelede önemli rol oynamıştır. İngilizlerin çekilmesinden sonra bu kez Türklere karşı şiddet eylemeleri düzenleyen örgüt, 1972’de liderinin ölümüyle önemli darbe yemiştir. Daha sonra EOKA-B adıyla yeniden faaliyet göstermeye çalışmışsa da, eski etkinliğini sağlayamamıştır.

    Ermeni Sorunu
    1877 yılındaki Türk-Rus savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun güçsüzlüğünden cesaret alan Ermenilerin ortaya çıkardığı sorun. Ermeniler eğitim düzeyleri yüksek ve dış bağlantılara sahip olmalarına rağmen Ermeni milliyetçiliği ancak 19. yy.’ın ikinci yarasında doğmuştur. Ermeni cemaatinin bir tür anayasası olarak kabul edilen Ermeni Tüzüğü Osmanlı padişahı tarafından 28 Mart 1862’te onaylanmıştır. Bu tarihe kadar Ermenilerin büyük bir çoğunluğu “ayrılık” düşüncesine fazla eğilimli olmamışlardır. XIX. yüzyılın son çeyreğinde dışarıdan tahrik edilen Ermeni ayaklanmaları hızlandı. 1877 savaşını (tarihimizde 1293 savaşı olarak anılır) Osmanlı İmparatorluğu kaybedince Ermeniler Aya Stefones’a gelen Rus Çarına giderek koruyuculuk istediler. Çarlık Rusyası,Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Hristiyan azınlıklar, özellikle Ortodoks Rum ve ermeniler için”koruyucu patron” rolünü benimsemişti. Bu durumdan ve Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünden cesaret alan Ermeniler, II. Abdülhamid döneminde Anadolu’nun doğusunda zaman zaman başkaldırarak kanlı olaylara neden oldular. Çarlık Rusyası 1877’de ele geçirdiği Kars, Artvin ve Ardahan’da Ermeni nüfusunu çoğaltmaya çalışmakta idi. I. Dünya Savaşı’nda Ruslar yeniden Türkiye’ye saldırdılar. Ermeni subay ve erler Rus ordularının ön saflarında yer aldılar. Diğer yandan Bogos Nubar Paşa adlı bir Ermeni, bağımsız birErmenistan kurmak için Çarlık ile ilişkilerde bulunuyordu. Kendi sınırları içindeki Ermenilere karşı sert önlemler alan Çarlık, Osmanlı ermenilerini koruyarak Avrupa merkelerinde Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapmaya yöneltmekteydi. XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupa’da Ermeni tehdiş hareketleri arttı. Çarlık Rusya’nın Anadolu’yu işgal planına karşı Osmanlı Hükümeti, savunma hattının gerisini güvence altına almak amacı ile 14 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Yasası ile Ermenileri toplu olarak Osmanlı İmparatarluğu’nun bir ili olan Suriye’ye göndermeye başladı. Ayrıca 24 Nisan 1915’te İstanbul’da Ermeni cemaatinin bazı üyeleri tutuklandı. Ermeni Taşnak ve Hınçak komitelerinin I. Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da giriştikleri katliamların ve ayaklanmaların yarattığı karışıklık böyle bir zorunluluğa yol açmıştı. Çarlık Rusyası’nın yanısıra Fransa ve İngiltere de Ermenileri kendi politikalarının aracı olarak kullanmaya çalışmaktaydılar. Fransa’nın Ermenilere olan ilgisinin temelleri Napolyon dönemine dayanmaktaydı. Napolyon, Rus Ermenistanı Tiflis’te Ermeni ağırlıklı bir ordu oluşturarak, Hindistan’daki İngilizlerle savaşmayı amaçlamıştı. Bu düşünce yaşama geçmedi fakat, Paris’te Doğu Dilleri Enstitüsü bünyesinde Ermeni Enstitüsü kuruldu. Enstitünün amacı, Ermeni ayrıkçılığının bilimsel temellerini oluşturmaktı. Daha sonra Fransa’nın Ermeniler ile ilişkisi I. Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunluk kazandı. Osmanlı Devleti’nin paylaşımı sırasında Fransa, Kilikya bölgesinde (Antep, Urfa, Maraş, Adana) Ermeni devleti kurmaya çalıştı. Bu hareket bölge halkı tarafından bastırıldı. Fransa daha sonra Ermenileri Beyrut’a yerleştirerek oradan Marsilya’ya taşıdı. Ermenilerin bir kısmı Fransa’da kalırken, bir kısmı da Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Orly katliamına kadar Fransa ASALA dahil tüm Ermeni örgütlerine göz yumdu.
    İngiltere ise 1877 savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü savundu. Bu savaştan sonra politikasını iki nedenle değiştirdi. Birincisi, Doğu Akdeniz’de çıkarlarını koruyacağı bir üs olarak Kıbrıs’ı ele geçirmişti; ikincisi 1877 savaşındaki performasından dolayı Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek, kendi kontrolunda küçük devletler oluşturma yoluna seçti. Rusya’nın Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya yayılmasını önlemek amacı ile İngiltere’nin kurmaya çalıştığı tampon Ermenistan oluşturma çabaları kısa dönemde sonuç getirmedi. Diğer yandan İngiliz misyonerler, Ermeniler arasında “protestanlık” propagandasına girişerek Ermeni hareketini, Ermeni Patrikhanesinin kontrolu dışına çıkarmaya çalıştı. Ancak artan Alman tehlikesi Rusya ile İngiltere’yi birbirine yaklaştırılınca, İngiltere dikkatini bu bölgeden ayırarak, Alman donanmasının denizlerde yaratacağı sorunlara yöneltti.
    Dışarıdan yöneltilen Ermeni hareketi beraberinde tehdiş eylemlerini doğurdu. İttihat ve Terakki Partisi’nin başında bulunanlardan Talat Paşa, Cemal Paşa ve Bahattin Şakir Bey’in öldürülmesi ile başlayan terör, son on yıllardaABD’de ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Türk diplomatlarının öldürülmesi ile tırmandırılmıştır.

    Eski Rejim-Ancient Regime
    Avrupa’da Ortaçağ düzeninden 1789 Fransız Devrimine kadarki dönem. Avrupa’da rönesans, reformasyon hareketleri ve coğrafi keşifler ile yıkılmış bulunan Ortaçağ düzeninden Büyük Fransız Devrimi’ne kadar olan dönem. Otokrasi, monarşi ve kilise unsurlarını içeren eski rejim, 18. yüzyılın sonlarına doğru milliyetçilik, demokrasisi ve liberalizmin etkisiyle ortadan kalkmış, yerini çağdaş dünyaya bırakmıştır.

    Esnek karşılık doktrini (flexible response doctrine)
    ABD’nin Kennedy döneminde gerçekleştirdiği daha sonra NATO’nun benimsediği savunma doktrini. DoktrinABD’nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının sözkonusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanıyordu. Kısacası, karşılaşılan silahlarının niteliğine göre yanıt verilecekti. Çünkü bir saldırıya kitlesel karşılık vermesi ABD’nin hareket serbestisini sınırlandıran bir durum haline gelmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kıtalararası balistik füze sistemlerine sahip olmasıyla ABD’nin kendisi artık doğrudan sovyet saldırısına açık bir hale gelmiştir. Bu durumda Avrupa’da muhtemel bir Sovyet saldırısında hemen nükleer güçle yanıt verilmesi halinde Amerikan toprakları da bir nükleer saldırı tehlikesi altında kalıyordu. Bu durumun ortaya çıkmaması için “esnek” bir strateji izlenmesi gerekiyordu.
    Esnek karşılık doktrininin en doğal sonucu NATO’nun kara kuvvetlerinde bir artışa ihtiyaç duymasıydı. Çünkü karada Sovyetleri dengelemek gerekiyordu. Yeni strateji sonucunda Avrupalı müttefikler arasında Amerikan nükleer gücünün kontrolü yüzünde istekler çıktı, anlaşmaya varılamaması sonucunda Batılı müttefikler arasındaki konsensüs bozuldu ve Fransa NOTA’nun askeri kanadından çekildi.

    Eşit düzey-Equivalent level
    Diplomatik protokolde karşılıklı ilişkilerin daha verimli ve sağlıklı yürütülmesi, işlerin sorunsuz halledilmesi için aynı düzeydeki diplomatlarca veya devlet birimlerince temsil edilmeleri. 1815 yılına kadar büyük anlaşmazlıklara yol açan diplomatik protokol eşitsizliğine, Viyana Kongresi ile çeki düzen verilmiş ve diplomatik seviyeler belli bir sıraya sokulmuştur.

    ETA Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi
    İspanya’nın Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ve bazı dönemlerde Avrupa siyasetini önemli ölçüde etkileyen örgüt, 1950’li yılların başında kurulan örgüt, en ciddi eylemini 1973 yılında İspanya Başbakanı Luis Carrero Blanco’yu öldürerek gerçekleştirdi. 1978’de Bask bölgesi özerklik kazandıysa da, ETA eylemlerini sürdürdü. Siyasal alanda yollardır temsilciliğini yapan Herri Batasuna Partisinin faaliyerleri de mahkeme kararı ile 2002 yılında tamamen yasaklandı.

    Etnik grup-Etnic group
    Özel bir kültürü paylaşan aynı ırka mensup topluluk. Uluslar arası ilişkilerde bir grubun etnik grup olarak kabul edilmesi için gerekli koşullar:
    a-Grubu tanımlayan bir isim,
    b-Grup üyelerinin ortak bir soydan geldiklerine inanılması,
    c-Grup üyelerinin ortak tarihsel bir geçmişe sahip olduğunun kabullenilmesi,
    d-Grubun, giyiminden dile, sanattan geleneğe kadar her konuda ortak bir kültüre sahip bulunması,
    e-Grubun, üzerinde yaşasın yada yaşamasın belli bir toprak parçasına bağlılık duyması,
    f-Grup içindeki insanların, kendilerinin farklı oldukları bilincine sahip olmaları.

    Etnosentrizm-Etnocentrisme
    Etnik merkezcilik, ırk bencilliği. Kendi ırkını, ulusunu, toplumunu başkalarınınkinden üstün sayma ve onları aşağı görerek kendininkine bağımlı kılmayı isteme tutumu. Irk bencilliğinin uluslar arası ilişkilerdeki yansıması, tarih boyunca insan topluluklarının birbirlerine hayat hakkı tanımamalarının temel sebeplerinden biri şeklinde olmuştur. Daha çok beyaz Batılıların siyahlar ve diğer ırk mensupları üzerinde hukuksal ve siyasal hakimiyetleri şeklinde görülmüştür. 21 Aralık 1965 yılında BM tarafından kabul edilen sözleşme ile her türlü etnik ayrımcılık kınanmış ve bununla mücadele edilmesi istenmiştir.

    Etkinlik (efficiency)
    Bir kimsenin, bir grubun toplumsal ve siyasal güçlerini bir ortamda kullandıkları, ve olguların, olayların akışını, alınan kararları etkilemelerini sağlayan yetkileri, saygınlıkları ve gücü.

    Eurogrup-Eurogroup
    NATO’nun Avrupa ülkeleri grubu. 1968 yılında NATO çerçevesinde, Avrupa ülkeleri arasında daha fazla işbirliği veNATO’yu güçlendirme hedefiyle İngiltere’nin girişimi sonucunda kurulmuştur. Türkiye’de üyedir.

    Evrensel Bildirge
    Bütün halklar ve uluslar için temel siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sağlanmasını amaçlayan bildirge.BM İnsan Hakları Komisyonu ve Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından hazırlanmıştır. 10 Aralık 1948 tarihinden de Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir. Otuz maddeden oluşan bildirge, hak ve özgürlükler, doğrudan insanın kişiliğini ilgilendiren haklar, vatandaşlık hakları ve sosyo-ekonomik haklar konularında hükümler içerir. Bildirge, devletler için bağlayıcılık ve yaptırım gücüne sahip olmadığından aykırı uygulamalara karşı bir denetim sistemi oluşturmamış ve sadece insan hakları konusunda bir ideali simgeleyen bir belge olarak kalmıştır.
    Bildirge’nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edildiği 10 Aralık tarihi İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  7. #7
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (f)

    Fachoda Bunalımı, 10 Temmuz 1898
    Fransız yüzbaşısı Manahand’ın Mısır kalesi Fachoda’yı ele geçirmesiyle başlayan İngiltere ve Fransa arasındaki bunalım.

    Fait Accompli
    Dilimize “oldu-bitti” şeklinde aktarılabilecek, uluslararası sorunların görüşmeler yolu ile çözmenin karşıtı anlamında bir terim. Uluslararası ilişkilerde tek yanlı ve ilgili diğer tarafları dikkate almadan girişilen uluslararası hukukça yasaklanmış bir eylemi ifade eder.

    Falkland Savaşı (Falkland Bunalımı), 2 Nisan 1982
    2 Nisan 1982’de Arjantin’in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etmesi ile başlayan savaş. Altı hafta sürdü. Falkland Adaları üzerindeki egemenlik sorunu 1964’de Birleşmiş Milletler’de Sömürge Sorunları Komisyonu’nun gündemine geldi. Arjantinlilere göre, Malvinas olarak bildikleri adalar Arjantin’in bir parçasıydı. Adaların Güney Amerika’ya coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin İspanya’nın halefi olduğunu ileri sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin’e devretmeli, yönetimi belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi. İngiltere ise adada yaşayan İngiliz asıllıların isteklerine aykırı olarak, böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere 1833’den beri adalar üzerinde “işgal ve yönetimi” sürdürdüğünü ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 1. maddesine göre Falklandlılara self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere’ye göre Falkland Adaları, Arjantin’in yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek, tam tersine başlayacaktı.
    Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etti. İngiltere Güney Amerika’ya hemen bir görev kuvveti gönderdi. İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda büyük diplomatik destek gördü; Arjantin’e otomatik zorlama tedbirleri uygulandı. 25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı Galtieri’nin ayrılmasından sonra da İngiltere adalardan çekilme niyetinde olmadığını gösterince iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.

    Faşizm (fascism)
    İtalya’da 1919’dan sonra Mussolini’nin kurduğu partiye bağlı milis kuvvetleri (Kara gömlekliler) büyük bir yürüyüş düzenleyerek Roma’ya girip 1922’de Mussolini’yi iktidara getirmişlerdir. Faşist Milli Parti (Partito Nazionale Fascista) olarak ortaya çıkan bu siyasi örgütün temeli, “Savaşçılar demeti” anlamına gelen (Fascio di Combattimento) adlı silahlı milislere dayanıyordu.
    Faşistler, komünislere karşı büyük bir mücadeleye giriştiler. Ayrıca, herşeyde devlet elinin bulunması görüşündeydiler. Sloganları “Herşey devlet içindir, hiç bir şey devlete karşı değildir, hiç bir şey devletin dışında değildir” şeklinde idi. Mussolini diktatör olmuştu ve “Duçe” ünvanı ile anılıyordu. Sıkı bir korporasyon sistemi ile ekonomik hayat da kontrol altına alınmıştı.
    Mussolini, yine kendi rejimine yakın olan Hitler’in Nasyonal Sosyalizmine büyük sempati duyarak Nazi Almanyası ile Faşist İtalya’yı aynı blokta topladı ve İkinci Dünya Savaşı’nda birlikte yer aldılar. 1944’te İtalya mağlup olarak savaşı bıraktı. Mussolini de kendi vatandaşlarınca idam edildi.

    Federasyon (federation)
    Ortak ancak sınırlı olmayan çıkarları sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir devlet örgütleniş biçimi. Federal devlet bir devletin yapısında olabilecek bir değişiklik sonucu ortaya çıkabileceği gibi bir devlet konfederasyonunun gelişmesi ile üyelerin birleşmesi sonucu da oluşabilir. Federal devleti devletler konfederasyonundan ayıran en önemli özellik federal birimlerin tüm uluslararası yetkilerini merkez organa yani federal devlet merkezine bırakmalarıdır. Savaş ilanı, ulusal savunma, andlaşmalar yapma ve elçi gönderme yetkisi federal devletin tekelindedir. Ancak feodal devletlerin herbirinin yasaları ve çeşitli organlır bulunmaktadır. Bu etkili yapı içerisinde ortaya çıkan sorunlar hukuk çerçevesinde çözmek amacıyla bir yüksek mahkeme oluşturulmaktadır. ABD, eskiSSCB, Avusturalya, Kanada, İsviçre, Meksika ve Almanya gibi ülkeler bu federal sistemin farklı uygulamalarının örnekleridir.

    Feodalizm (feudalism)
    Toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ rejimi. Bir diğer adı derebeylik.
    Derebeyliğin özü, orgütlenmiş devletin bulunmadığı yerel düzeyde, bir hükümet görevinin yürütülmesidir. 500-600 km2’lik bir toprak parçası üzerinde en önemli bir güçlü kişi, daha az toprağa sahip olanların koruyuculuğunu üstlenmiş ve onlar da bu kişiye bağlılık sözü vermişlerdir. Böylece, feodal “lord”, “vassal” ve toprağa bağlı (serf) köylüleriyle, derebeylik ortaya çıkmıştır.
    Derebeyliğin önemli özelliği, lord ile vassal arasındaki “karşılıklılık esası”dır. Derebeylikte hiç kimse tam anlamı ile hükümran değildir. Kral ile halk ve lord ile vassal, bir cins “mukavele” ile birbirlerine bağlıdırlar. Bu mukaveleye aykırı hareket edilirse, karşılıklı hak ve görevler sona ermektedir. Bu durum, sık sık karışıklıklara, siyasal istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da, gelecek çağların “anayasal hükümet” anlayışı, derebeyliğin bu mukaveleye dayanan niteliğinden doğacaktır.

    Fesih-Denonciation
    Diplomasi ve devletler hukukunda, bir anlaşmanın yürürlükten kaldırılması. Tek taraflı olarak fesih olabileceği gibi, tarafların rızasıyla da olabilir. Bir kısım anlaşmalarda, feshin ne şekilde ve hangi koşullarda gerçekleştirileceği açıkça öngörülmüştür. Bazılarında ise bu belirtilmez. Şartların değişmesi, anlaşmanın yararsız hale, gelmesi ya da ilişkilerin gerginleşmesi gibi nedenler feshin gerekçesi olabilir. Bazı durumlarda fesih için bir ihbar (notification) süresi tanınmıştır. Bu süre bitince fesih otomatikman gerçekleşmiş sayılır. Bir anlaşmanın tek taraflı feshi için şu koşulların gerçekleşmesi gerekir:
    a-Anlaşma hükümleri bunu öngörmüşse,
    b-Tarafların fesih hakkını tanıma niyetinde oldukları çeşitli verilerden anlaşılıyorsa,
    c-Öteki taraf anlaşmayı uygulamıyorsa ya da hükümleri açıkça çiğniyorsa.

    FIR Hattı (Flight Information Region-FIR)
    Uçuş bilgi bölgesi ya da İngilizce kısaltılmış adıyla FIR, içinde uçuş bilgi ve uyarı hizmetlerinin verildiği hava sahasıdır. Uçuş bilgi hizmetleri, özellikle, önemli meteorolojik bilgileri ulaşım kolaylıklarını, hava alanlarının durumunu, bölgede bulunan tehlikeleri (örneğin göçmen kuşların varlığı gibi) bildirmeyi içermektedir. Uyarı hizmetleri ise, kaybolan, kaza yapan ya da tehlikede olan hava araçlarına ilişkin bilgilerin arama-kurtarma faaliyetleri ile görevli birimlere bildirilmesi görevlerini kapsamaktadır. FIR sahaları yalnızca ulusal hava sahalarını kapsayabileceği gibi, kimi bölgelerde uluslararası hava sahasını da kapsamaktadır.

    Filistin Bağımsızlık Bildirisi-Declaration of Independence for Palestine
    Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından oluşturulan Sürgündeki Filistin Parlamentosu’nun 1988 yılında yayınladığı bağımsızlık bildirisi.

    Filistin Halkının Vazgeçilmez Haklarının Verilmesi Komitesi-Committee on the Exercise of the Inalienable Rights of the Palestinian People
    1975 yılında 20 ülkenin imzasıyla kurulan ve Filistin halkının BM yasaları çerçevesinde haklarını elde etmesin hedefleyen BM komitesi. Komitenin çalışmaları sayesinde birçok sorun BM göndemine taşınırken, 29 Kasım tarihinin Filistin Halkıyla Dayanışma Günü olarak ilan edilmesi, komitenin dikkat çekici başarılarından biridir. Türkiye komite üyesi ülkelerden biridir.

    Filistin Sorunu (Palestinian Question)
    Üç büyük dince (Musevilik-Hristiyanlık-İslam) kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili sorun. Günümüzün en karmaşık uluslararası sorunlarından birisi olan Filistin sorununun çok eski bir geçmişi vardır.
    Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, XIX. yüzyıl sonlarında başlayarak XX yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, 1948 yılında bu toprak üzerinde İsrail Devlet’inin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu tarihten başlayarak meydana gelen Arap-İsrail çatışmaları veya İsrail’in giriştiği tek yanlı eylemler sonucunda, hemen tüm Filistin toprakları İsrail’in işgali altına girmiş, bu topraklarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarına göçmüşlerdir. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail’in kuruluşu Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler, bunu izleyen yıllarda, İsrail’in kuruluş aşamasındaki sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terketmesi yolunda ve de özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda pek önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Soruna bir çözüm bulunamamasında, anlaşmazlığın oldukça karmaşık bir nitelik taşımasının yanı sıra Arap ülkelerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının sürmesinin, süper güçlerin bölgedeki çıkarları ile ilgilenmelerinin ve İsrail’in askeri gücünün önemli rolü vardır.
    1987’de Ortadoğu’da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütünün Yaser Arafat liderliğinde yeniden birleşmesinde önemli rol oynamaya başladı. 20 Nisan 1987’de Cezayir’de yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında Arafat’ın Ürdün Kralı Hüseyin ile 1985 yılında İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürme konusunda vardıkları anlaşmayı feshetmesi üzerine örgüt içinde yeniden birlik sağlandı.Yıl sonuna doğru Amman’da toplanan Arap Birliği zirvesinde, barışın ön koşulunun “işgal altındaki tüm Arap topraklarının, özellikle Kudüs’ün kurtarılması” olduğu vurgulandı. Diğer yandan, işgal altındaki topraklarda FKÖ’nün genel yönlendirilmesi ile Aralık 1987 başlayan “intifada” (ayaklanma) hareketi karşısında İsrail ordusunun kullandığı dayak ve işkence yöntemleri, Filistin halkı ile geniş bir uluslararası dayanışma yolu açtı. İsrail hükümeti ile kamuoyunda da ciddi görüş ayrılıkları doğurdu.
    13 Eylül 1993’te FKÖ ve israil arasında imzalanan “İlkeler Andlaşmasının” ardından başlayan “Ortadoğu Barış Süreci” içinde Mayıs 1994’te Kahire’de yapılan anlaşma ile İsrail Gazze ve Batı Şeria’yı Filistin Özerk Yönetimi İdaresi altına bırakmayı kabul etmiştir. Bugün Gazze ve Batı Şeria’da Filistin Özerk Yönetimi İdareyi sağlamakta, Filistin polis gücü asayiş hizmetlerini yürütmektedir.
    Filistin özerk yönetimi idaresi altındaki bu bölgede bugün ciddi bir işsizlik, altyapı, konut, gıda ve sağlıklı içme suyu bulamama sorunları vardır. Özellikle Gazze’de altyapı yetersizdir ve içebilecek su kaynakları hızla bozulmaktadır. Bölgede ciddi yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni yönetimin deneyimsizliği ve maddi imkansızlıklar sebebiyle kamu hizmetleri aksatmaktadır. Bu bölgelerde hala olaylar çıkmakta, İsrail güvenlik güçleri ile halk zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.

    Ford Doktrini
    ABD Başkanlarından Gerald Ford’un Kongrede yüksek miktardaki savunma bütçesini geçirmek için yaptığı konuşmada ilan ettiği görüş olup, ABD’nin barışçı yollarla ve müzakere masasında başarı sağlamasının, askeri alanda çok kuvvetli bulunmasına bağlı olduğu ve bunun gerçekleştirileceğini savunmuştur. Yeni ve güçlü silahların geliştirilmesi, bazı bölgelerde yeni üsler kurulup kuvvet bulundurulması gereği bu doktrinin uygulanması için öngörülmüştür.

    Frankfurt Barışı, 1871
    Fransa ile Almanya arasında imzalanan ve 1870-71 savaşına son veren barış antlaşması. Bismark ile Thiers arasında Versailles’de imzalanan ön anlaşmalar (26 Şubat 1871) Almanların Paris’e girmesini önlemek amacıyla 1 Mart’ta; Bordeaux’da Ulusal Meclis tarafından kabul edilmiş, Brüksel’de yeniden başlayan (28 Mart-24 Nisan) görüşmeler, Frankfurt’ta Dışişleri Bakanı Jules Fanre ve Maliye Bakanı Pouyer-Quertier tarafından sürdürülmüştü. 10 Mayıs 1871’de imzalanan barış, ön antlaşmaları onaylıyordu. Birey (Bismarck buradaki demir yatağının değerini çok geç öğrenmişti) Chaleau-Salins ve Belfort bölgesi dışında (kat çevresinde 10 km’lik bir yarı çap). Alsace ve Moselk vadisi de içinde olmak üzere (Thionville ve Metz) Lorraine yaylasının kuzeydoğusu Almanya’ya bırakılıyordu. Anlaşmanın mali hükümleri ağırdı. %5 faizli 5 milyar frank tazminat (1,5 milyarı 1871’de, 0,5 milyarı 1872’de ve 3 milyarı da Mart 1874’den önce ödenmek üzere), 266 milyarın üzerinde savaş borcu. Fransız ordusu Lorraine’ın güneyine çekilerek, ancak Paris garnizonu bırakılmayacaktı. Thiers, borçlanma yoluyla son borç taksidini Eylül 1873’te ödemeyi ve ülkeyi 6 ay önce kurtarmayı başardı.

    Fransız Devrimi, 1789
    1789 Devrimi olarak da bilinir. 1787’den başlayarak Fransa’yı sarsan, ilk doruk noktasına 1789’da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek 1799’a değin süren devrimci hareket.
    Fransa’da ancien regime’e (eski rejim) son vermiş ve Avrupa tarihinde yeni bir çağ açmıştır.
    Devrime yol açan nedenler konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, genel olarak üzerinde durulan başlıca etkenler şunlardır:
    1) Avrupa’nın en kalabalık ülkesi olan Fransa’da yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi,
    2) Gelişmekte olan varlıklı burjuvazinin başka ülkelerdekinden daha sistemli bir biçimde siyasal iktidarın dışında tutulması,
    3) Köylülerin, üzerlerinde ağır bir yük oluşturan çağdışı feodal sisteme duyduğu tepkinin güçlenmesi,
    4) Toplumsal ve siyasal reformu savunan düşünürlerin Fransa’da başka yerlere göre daha yaygın bir etki uyandırması,
    5) Fransa’nın Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na sağladığı yoğun mali ve askeri destek yüzünden devletin iflasın eşiğine gelmesi.
    Fransız maliyesini düzene sokmakla görevlendirilen Charles-Alexandre de Calonne, Şubat 1787’de üst düzey din adamları, büyük soylular ve yüksek yargıçlardan oluşan İleri Gelenler Meclisi’ni toplantıya çağırarak bütçe açığının kapatılması için ayrıcalıklı kesimlerin vergi yükümlülüğünü artıracak reformlar önerdiğinde, Fransa’da devrimin ilk kıpırdamaları başladı. Meclis, reformları reddederek ruhban sınıfı, soylular ve halkın temsilcilerinden oluşan ve 1614’ten beri toplanmamış olan Etats-Genaraux’un toplantıya çağrılmasını talep etti. Calonne’dan sonra Fransız maliyesini yönetenlerin, direnişe karşın reformları uygulama yolundaki çabaları, aristokratik kurumların, özellikle de Mayıs 1788’de çıkarılan yasa ile yetkileri kısıtlanmış olan Parlement’lerin başkaldırısına yol açtı. 1788’in bahar ve yaz aylarında Paris, Grenoble, Dijon, Toulouse, Pau ve Rennes’de huzursuzluklar baş gösterdi. Ödün vermek zorunda kalan Kral XVI. Louis, Jacques Necker’in maliyenin yönetimine getirdi ve Etats Generaux’yu 5 Mayıs 1789’da toplayacağını açıkladı. Kralın basın özgürlüğüne de göz yummasıyla Fransa bir anda devlet yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin tasarıları içeren kitapçıklarla dolup taştı. Ocak-Nisan 1789 arasında yapılan Etats-Generaux seçimleri kötü geçen 1788 hasadının neden olduğu karışıklıklarla aynı zamana rastladı. Temsilcilerini belirlemekte herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmayan üç toplumsal zümre de kendi sorunlarını ve isteklerini dile getiren dilek listeleri ya da “şikayet defterleri” (cahiers de doleances) hazırladılar. Tiers Etat (Halk Meclisi) için 600, soylular ve ruhban kesimlerinin her biri için de 300 temsilci seçildi. Kırsal alanlarda iki, kentlerde ise üç dereceli seçimler sonunda belirlenen Tiers Etat temsilcileri bütünüyle burjuvalardan oluşuyordu.
    5 Mayıs 1789’da Versailles’de toplanan Etats-Generaux, daha başlangıçta, oylamaların toplam temsilci sayısına mı yoksa etat esasına göre mi yapılacağı konusunda ikiye bölündü. Bu yöntem sorunu üzerindeki şiddetli mücadelede Tiers Etat temsilcileri çok geçmeden çoğu halk kökenli küçük papazların da desteğini kazandı. Ardından krala da meydan okuyarak Jeu de Paume salonunda toplantı (20 Haziran) ve Fransa’ya yeni bir anayasa getirilinceye değin kesinlikle dağılmayacağına ant içti. XVI. Louis bu duruma istemeyerek boğun eğdi ve ruhban kesimiyle soyluları Kurucu Meclis’i oluşturmak üzere Tiers Etat’ya katılmaya çağırdı; bir yandan da meclisi dağıtmak üzere asker toplamaya girişti.
    Askeri birliklerin kralın emriyle Kurucu Meclis’in çevresini sarması ve Necker’in görevinden alınması meclisin tepkisine, kralın buna kayıtsız kalması da Paris halkının ayaklanmasına yol açtı. Silahlanan Paris halkı 14 Temmuz 1789’da krallık baskısının simgesi olarak gördüğü Bastille’i ele geçirdi. Bu hareketle ayaklanma devrime dönüştü. Yeniden boyun eğer Kral, kentte dolaşırken krallığın beyaz renginin yanı sıra Paris’in renkleri olan mavi ve kırmızıyı da içeren üç renkli kokart takarak halkın egemenliğini tanıdığını gösterdi.
    Taşrada büyük korku köylülerin de feodal beylere karşı ayaklanmalarına ve şatoları hedef alan saldırılara girişmelerine yol açtı. Soylular ve burjavazi dehşete kapıldı. Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak için 4 Ağustos’ta feodal vergi ve ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile edilerek (26 Ağustos) özgürlük, eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnme hakları tanındı.
    Kral, toplumsal yapıyı altüst eden 4 Ağustos kararları ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni onaylamayı reddetti. Bunun üzerine Paris’te halk kitleleri yeniden ayaklanarak 5 Ekim’de Versailles’a yürüdü. Ertesi gün,kralliyet ailesi Paris’e getirilerek Tuileries Sarayı’nda oturmak zorunda bırakıldı. Kurucu meclis de Paris’te yeni anayasa üzerinde çalışmalarını sürdürdü.
    Kurucu Meclis, feodalizmin tasfiyesini sürdürerek eski zümreleri (ordre) kaldırdı, sömürgelerde köleliğe son vermekle birlikte en azından Fransa’da yurttaşlar arasında eşitliği sağladı ve kamu görevlerine girişteki eşitsizliklere son verdi. Kamu borçlarının ödenmesi amacıyla kilise topraklarının devletleştirilmesi kararını mülklerin yaygın bir biçimde yeniden dağıtılması izledi. Bundan çok yararlanan burjuvaziyle toprak sahibi köylüler oldu; ama bazı topraksız köylüler de arazi satın alabildi. Kiliseyi mal varlığından yoksun bırakan Kurucu Meclis, ardından yeni bir düzenlemeye girişerek Fransız Kilisesi Temel Yasası’nı çıkardı. Yasa, papa ve Fransız ruhban sınıfının çoğunluğu tarafından reddedildi. Ortaya çıkan ayrılık, çekişmelerin şiddetini artırdı.
    Kurucu Meclis, ancien rengime’in karmaşık yönetsel sistemini yıkarak yerine seçilmiş meclislere yöneltilen il (departement), ilçe (arrondissement), kanton (canton) ve bucak (commune) bölünmesine dayalı akılcı bir sistem getirdi. Adalet mekanizmasının temelini oluşturan ilkeler de köklü bir biçimde değiştirildi ve sistem yeni yönetsel birimlere uyarlandı; yargıçların da seçilerek göreve gelmesi ilkesi kabul edildi.
    Kurucu Meclis’in çerçevesini çizdiği yeni düzen, yasama ve yürütme güçlerinin kralla meclis arasında paylaşıldığı bir monarşiyi öngörüyordu. Ama bütünüyle aristokrat danışmalarının etkisi altında olan XVI. Louis ülkeyi yeni güçlerle birlikte yönetme yolunu seçmeli. 20-21 Haziran 1791’de ülkesinden kaçma girişiminde bulunduysa da Varennes’de yakalanarak Paris’e geri getirildi.

    Füze (missile)
    Devletlerin elindeki silahları hedeflerine ulaştıracak araçlardan biri. Uçak teknolojisindeki tüm gelişmelere rağmen, uçakların karşı tarafın hava savunmasını aşarak hedeflerine tam başarıyla ulaşmaları olasılığı fazla değildir. Bundan dolayı, bugün nükleer silahların gönderme araçları arasında füzeler, uçaklara nazaran daha çok önem kazanmışlardır. Füzelerin en önemli ayrıcalıklarından biri hızlarıdır. Hızı saatte 10.000 mil dolayında olan kıtalararası balistik füzeler, Atlas Okyanusunu yirmi dakika ile yarım saat arasında bir süre içinde geçebilmektedirler. Olası bir nükleer savaşta füzelerin korunması konusundaki önlemler öngörülmüştür: 1)Hedefi gizlemek, 2)dayanıklı sığınaklar yapmak ve 3)oynak hedefler kullanmak.
    Orta ve uzun menzilli füze taşıyabilen denizaltıların hizmete girmesi, gönderme araçları alanında büyük yenilikler meydana getirmiştir. Ortaya çıkan bu gibi denizaltılardan fırlatılacak füzelerle, hemen her hedefe ulaşılması olanaklıdır. Karada işlenen ICBM (Inter Continental Balistic Missiles-Kıtalararası Balistik Füzeleri)’lerin korunması, SLBM (denizaltılardan fırlatılan balistik füzeler)’lere oranla çok daha zordur. ABD ve SSCB, bu füzelerin korunması konusunda korunganlar (yeraltı siloları) inşa etmişlerdir. ICBM’lerin başka bir korunma biçimi, bunların karayolu veya demiryolu üzerinde sürekli harekette bulundurulmalarıdır. Böylece karşı taraf füzelerin belli bir zamanda nerede olduklarını bilemeyeceğinden, bunları tahrip edemeyecektir.
    İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi tek bir nükleer başlık taşımaktaydılar. ABD bir ABM (Anti Balistik Missiles) sistemini açabilmek için, 1960’lı yıllarda çok başlıklı füze sistemi (MRV) geliştirmiştir. Böylece bir füzenin taşıyacağı birçok başlık çeşitli yerlere fırlatılacağından, geniş bir alanda başarı sağlaması daha muhtemeldir. ABM’lere karşı MRV’ların yanında MIRV sistemi geliştirilmiştir. Bu tür sistemde, bir tek füze, bir çok hedefe ulaşabilen birden fazla başlık taşımaktadır. Şimdiye kadar ABD’liler iki çeşit MIRV’ler geliştirmişlerdir. Birisi “Minuteman III” (ICBM’ler için), öteki de “Posseidon” (SLBM’ler için) ve en çok isabet gücü olan füzeler bunlardır. Hedeflerin yerlerinin saptanmasında yapılan hatalar, füzelerin fırlatılma yeri, hava koşulları füzelerin isabet gücünü etkileyen önemli öğelerdir.

    Füzesavar Füze (anti ballistic missiles-ABM)
    Nükleer silahlara karşı geliştirilen savunma sistemlerindenbiri. Bu füze sistemi, bir füzenin hedefine varmadan önce tahrip edilmesini amaçlamaktadır. Bu tür füzeler çeşitlilik gösterebilmektedirler. Bu çeşitlilik, yok edilmek istenilen füzenin hangi aşamada tahrip edilmek istendiğine bağlıdır. Ancak bu tür sistemin başarılı olması için iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığı gerekir. Bu tür bir sistem ilk defa 1960’larda Sovyetler Birliği tarafından geliştirildi. 1960’larda başlayan nükleer silahlara ilişkin görüşmelerde bu tür sistemlerde sınırlandırmaya gidildi.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  8. #8
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (g)

    Ganbot Diplomasisi (gunboat diplomacy)
    İngilizce’de kuvvetli topları olan eski bir gemi tipine ganbot denir. Özellikle ABD’nin 20. yy.’lın en başlarında, Orta Amerika ülkelerine siyas baskı yapmak için savaş gemisi ve deniz piyadesi göndermek suretiyle uyguladığı politikayı tanımlayan bir deyim.

    Gaullisme
    Fransa’nın milli kahramanlarından ve meşhur devlet başkanlarından de Gaulle’un siyasi felsefesini ve bunun uygulamasını tanımlayan ve Fransız siyasi hayatında çok geçen bir deyimdir. Kendisinin ölümünden sonra da çok taraftarı olan ve iktidarda bulunan bir siyasi akım ve cephe olmuştur. Özetle; hürriyetçi fakat otoriter, devlet taraflısı, sosyal adalete önem verir fakat anti komünist, dış politikada da batı dünyasına bağlı fakat doğu bloku ile yakın ilişkiler sürdüren, Fransa’nın kendi atom silahlarına sahip olması, NATO’ya çok bağlı olmaması, Avrupa Birliğine taraftar ancak İngiltere’nin Avrupa işlerinden uzak tutulması, tarafsız ve yeni bağımsızlığına kavuşmuş Üçüncü Dünya Ülkelerine Fransa’nın yakınlık göstermesi şeklinde tanımlanan özellikleri bulunan bir akımdır.

    Gelişmiş ülkeler-Develop countries
    Uluslar arası siyaset literatüründe, sanayileşmiş Batılı ülkeler için kullanılan kavram. Gelişmişlik ya da geri kalmışlık konusunun sınırları tam olarak net biçimde çizilmemiş olsa da, gelişmişliğin temel kriterleri arasında kişi başına düşen milli gelirin yüksek bir yaşam standardını saylayacak düzeyde olması, ülkenin sanayinin gelişmiş olması, yüksek teknolojiye sahip olması ve ileri teknoloji gerektiren ürünler üretmesi, ekonomisinin güçlü olması gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır.

    Gelişmekte olan ülkeler-Developing countries
    1960’lı yıllardan itibaren geri kalmış ülkeler için kullanılmıştır. BM kıstaslarına göre, gelişmekte olan ülkelerde kişi başına milli gelir 200 doların altındadır. Ekonomik olarak tarım sektörü ağırlık taşırken, ileri teknoloji gerektiren sanayi sektörü zayıftır. Sosyal hayatın imkanları, insanların yaşam düzeyi, kişi başına doktor sayısı, kişi başına tüketilen kağıt, kültürel etkinlikler vb. unsurların yanı sıra; kalkınmakta olan ülkelerin, gelişmiş ülkelere olan bağımlılıkları ve dış borçlarının yüksekliği uluslar arası siyasetin ilgi alanlarından biridir.

    Geliştirilmiş işbirliği anlaşması-Enhanced relationship agreement
    Sadece tek bir alanla sınırlı kalmayan; siyasal, ekonomik, askeri ve kültürel tüm alanlarda işbirliğini öngören anlaşma.

    Genişleme-Enlargement
    AB genişlemesi. Avrupa Birliği’nin yeni ülkeleri üye olarak kabul etmesi. Terim olarak ilk defa 1969 yılında Lahey Kongresinde kullanılmıştır. Ardından ilk genişleme İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın katılımıyla 1973 yılında olmuştur. İkinci genişleme, Ocak 1981 tarihinde Yunanistan’ın katılımıyla, üçüncüsü 1986 yılında Portekiz ve İspanya’nın katılımıyla gerçekleşmiştir. Soğuk Savaş sonrası hız kazanan Avrupa Genişlemesi’nde dördüncü genişleme, 1995 yılında Avusturya, Finlandiya ve İsveç’in üyeliği ile gerçekleşmiştir. Birliğin, beşinci ve en büyük genişlemesi 2004 yılında Macaristan, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Estonya, Kıbrıs ve Malta’nın girişiyle gerçekleşmiştir. 2007 yılındaki altıncı genişleme ile Bulgaristan, Romanya, Litvanya, Slovakya ve Letonyanın üyeliği sağlanacaktır.

    Gerilla Savaşı (guerilla warfare)
    Geleneksel savaş yöntemleri ile dize getirilemeyecek bir düşmana karşı uygulanan vur-kaç taktiğine dayalı bir tür çete savaşı. Özellikle, son dönemde silah teknolojisinin hızla gelişmesi karşısında bazı silahlara sahip olamayanların cephelerde başarı sağlanması imkansızlaşmıştı. Bu aşamada gerilla savaşının stratejisi, savaşta barışa varmaya yeterli düzeye gelinceye kadar düşmanı etkisiz hale getirmeye dayanır. Geleneksel olarak gerilla savaşı, yabancı bir işgale ya da bir ülkenin yönetiminin belli bir gruba karşı haksız olduğu öne sürülen uygulamalarına tepki görüntüsü taşır. Gerilla hareketleri, bağımsız olarak ortaya çıkabilecekleri gibi düzenli askeri harekatları da destekleyebilirler. Genellikle gerilla savaşı için politik bir amacın olması gerekir. Gerilla savaşında başarı için propaganda ve halk desteği şarttır. Gerillalar tedhişçi taktiklere başvurduklarında insanların bağlılığı sarsılabilir. Eğer devlet ya da işgal güçleri benzer biçimde karşılık verirse halk her iki taraftan da korkar. Hangi taraf güçlü ise ve denetimi elde tutuyorsa onunla işbirliğine girebilir. Geçmişte, Vietkong’un Vietnam’daki Amerika Birleşik Devletleri destekli güçlere, Afgan gerillalarının Afganistan’daki Sovyetler Birliği destekli güçlere karşı yürüttükleri mücadele, bu savaş türünün örneklerindendir.

    Gizli Diplomasi (secret diplomacy)
    Diplomasi anlayış ve uygulanmasında XVII. ve XIX. yüzyılların Avrupa diplomasisinde en belirgin özelliklerinden birisi de gizlilikti. Genellikle Avrupalı monarkların bizzat veya özel temsilcileri aracılığı ile sürdürdükleri diplomasi faaliyeti gizli bir şekilde oluştuğu gibi, bu gizlilik çoğu zaman belirli bir sonuca ulaşıldığında da sürerdi. Bir başka deyişle, saray diplomasisi olarak da adlandırılan bu tür diplomasi, her aşaması ile dışa kapalı bir biçimde yürütülürdü. Böylece, bir bölge halkı bazen bir başka devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğrenebilirdi. Bu tür diplomasiye karşı en önemli tepki, idealist ABD Başkanı Wodrow Wilson’dan gelmişti. Wilson I. Dünya Savaşı sonlarında yayınladığı ünlü “On dört nokta”nın Birincisinde, açık görüşmeler yolu ile ulaşılacak açık sözleşmelerden sözediyordu. Gerçekte de, XX. yüzyılda demokrasinin gelişmesi, halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılmaları ile diplomasi daha “açık” niteliğe bürünmüştür.

    Gizli elçi-Emissary envoy
    Bir ülke tarfıından, başka bir devlete gizli maksatla, belli bir konuyu araştırmak yada başka türlü tepkileri ölçmek üzere gönderilmiş olan özel diplomat. Genellikle kriz anlarında yada siyasal çalkantı dönemlerinde görevlendirilen gizli elçiler, kesinlikle casuslarla karıştırılmamalıdır. Gizli elçinin görevi, yabancı ülkenin bir takım sırlarını ele geçirmek değildir.

    Gizli kanal diplomasisi-Back channel diplomacy
    Düşman taraflar arasında gayr-ı resmi sıfata sahip kişiler ya da üçünşü tarfalar kullanılarak gizli iletişim kanalları aracılığıyla yürütülen diplomasi biçimi.

    Global Strateji (global strategy)
    Bütün dünya üzerinde etkisi olabilecek bir strateji politikası izlemeye milletlerarası kuvvetler dengesinde global strateji denir. Bu tür politikaya bugün için sadece teksüper devlet olan ABD tam anlamı ile izleyebilmektedir. Çin de bu yolda adımlar atmaktadır. Son zamanlarda, ABD-Rusya-Çin üçlüsüne dünya askeri 1 uzun menzilli bonbardıman uçakları, atom denizaltıları, uçak gemileri ve çeşitli ülkelerde askeri üslere malik olması gereklidir.

    Gorbaçov Diplomasisi (Gorbachev diplomacy)
    Mihail Sergeyeviç Gorbaçov-1985 yılında SBKP Genel Sekreterliğine getirilmiştir. Sovyet iç ve dış politikasında köklü değişiklikler yaratmıştır. Glasnost (açıklık) ve Prestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla belirli bir süreç içerisinde siyasal, toplumsal ve ekonomik bir dönüşüm başlattı. Doğu Avrupa’daki katı komünizmin arkasındaki Sovyet desteğini çekerek bölgedeki reformlara katkıda bulundu. Bunu ikiAlmanya’nın birleşmesi konusunda olumsuz tutumunu değiştirmesi ve 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılması izledi. Silahsızlanma alanında gösterdiği yürekli girişimler Amerika başkanı ile doruk toplantısındaki olumlu tavırları ile dış gezileriyle uluslararası alanda saygınlık kazandı. 1987 Aralığında ABD ile orta menzilli nükleer füzelerin kaldırılmasını öngören INF antlaşmasını imzaladı. 1989’da Avrupa Konseyi toplantısına katılarak bir “Ortak Avrupa Evi” önerisinde bulundu ve SNF (kısa menzilli nükleer füzeler) konusunun görüşülmesini istedi. Gorbaçov’un izlediği politika Sovyet Cumhuriyetlerinde bağımsızlık hareketlerine yol açmış ve başkanlıktan istifasından bir gün sonra Sovyetler Birliği resmen dağılmıştır (26 Aralık 1991).

    Göçmenler (immigrants)
    Milli ekonomik ve sosyal problemlerin yanısıra milletlerarası ilişkilerde ve diplomaside de rol oynayan göçmenler, başlıca yurt dışına giden (Emigration) ve yurda gelenler (Immigration) olarak iki ana konudur.
    Yurt dışına giden göçmenler, genellikle, ülkedeki işsizlik ve nüfus patlaması sonucudur. Ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı hafifletirler. Ayrıca gittikleri yerde ülkeler için bir potansiyel olurlar ve gereğinde maddi ve manevi yardım unsurudurlar.
    Ülkeye gelen göçmenler ise, ekonomisi zayıf ülkelerde büsbütün bir ekonomik baskı unsuru olurlar. İşsizlik, meskensizlik problemlerine konu teşkil ederler. Çeşitli ekonomik ve sosyal zorlukların kaynağı olabilirler. Bazı ülkeler ise insan gücü sağlamak için göçmen kabul politikası izlerler (ABD, Avusturya, Kanada) giden ve gelengöçmenlerin kalifiye iş ve sanat sahibi olmaları da ülkenin ekonomik hayatı üzerinde etkiler yapar.
    Türkiye’deki 1951’de Bulgaristan’dan gelen yüzbinlerce göçmen ülkemiz açısından son yılların en önemli göç olaylarındandır. 1968’de yapılan bir anlaşma ile 1951 göçünde parçalanmış olan ailelerin diğer bazı fertlerinin de Türkiye’ye göç etmesi olanakları sağlanmış, 100 bin kişi kadar gelmiştir. Bu arada, 1963 Kıbrıs bunalımından sonra onbinlerce Rum asıllı vatandaş da Türkiye’den Yunanistan’a göçmüştür. Bulgaristan ile olan göç anlaşması uygulaması 1978 sonunda bitmiştir.
    İkinci Dünya Savaşı sırasında çatışmaların gelişmesine göre çeşitli kitlevi göçler olmuştur. Savaş sonrasında 1948’de Filistin’de İsrail’in kuruluşu ile yüzbinlerce kişi bu topraklardan Arap ülkelerine iltica veya göç etmişlerdir. İsrail’in kuruluşu ile çeşitli ülkelerde bulunan yüzbinlerce Yahudi de buraya göçmüş ve göçmektedirler. Yine 1948’de Pakistan-Hindistan ayrılmasından sonra milyonlarca kişi her iki yöne doğuru göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Doğu Prusya ve civarındaki bir kısım topraklarındaki Almanya’dan batı yönündekibölgelere 14 milyon kadar kişi göç etmiş bulunmaktadır.
    Göç hareketleri tehlike ve zorluklar karşısında veya baskı neticesi olabileceği gibi, iki ülke arasında karşılıklı nüfus değişimi (Exchange de Population) şeklinde anlaşmalar olabilir.

    Gönderme Araçları (delivery systems)
    Uluslararası strateji literatüründe, nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen ad. Nükleer bombaların hedefe gönderilmesinde kullanılan en eski araç uçaklardır. Günümüzde ağır bombardıman uçakları eskisinden çok daha büyük miktarlarda nükleer bomba taşıyabilmekte ve saatte yaklaşık 1000 km hızla kıtalararası gidip gelebilmektedir. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından fırlatılan tek veya çok başlıklı, füzelerden oluşmaktadır. 1981 yılında yürürlüğe sokulan Amerika Birleşik Devletleri Uzay Mekiği programında kullanılan gönderme araçları, öncekilere oranla çok daha gelişkindir. Birden çok uçuşta kullanılmaları olanaklıdır. Bu nedenle uzay mekikleri ile gerçekleştirilen uçuşların maliyeti düşmektedir.

    Görüşmeler (negotiations)
    Uluslararası ilişkilerin temel öğelerinden birisi. Devletler arasında görüşmeler bazen yalnızca görüş ve bilgi alışverişinde bulunma, bazen de belirli bir sonucun barışçı yollardan çözümünü sağlama amacına yönelik olabilir. Ayrıca görüşmeler, karşı tarafı masa başında oyalayarak zaman kazanmak veya kendi görüşleri doğrultusunda propaganda yapmak amaçlarına yönelik olarak da kullanılabilir.
    Devletler arasındaki iki ya da çok yanlı görüşmelerde ilk karşılaşılan sorun, görüşmenin nerede yapılacağıdır. Görüşme düşman iki ülke arasında yapılıyorsa, genellikle tarafsız bir ülke topraklarında gerçekleşir. Dost ülkeler arasındaki ilişkiler ise, karşılıklı olarak iki ülke topraklarında gerçekleşmektedir. Görüşmeler kullanılacak dil, basına açık ya da kapalı olması vb. sorunlar görüşmeler öncesinde çözülmesi gereken sorunlardır. Diplomasi pratiği, tarafların uzlaşabilir konuları ele almalarını öngörmektedir. Böyle durumlarda taraflar bazen çıkar birliği içerisinde bazen de karşılıklı tavizler vererek sorunları çözebilir. Tarafların birbirleri ile bağdaştırılması güç olan tezleri ele almaları çoğu zaman bir sonuç doğurmasa da soruna çözüm getirecek konuların yaratılması konusunda bazı adımlar atılmasını sağlayabilmektedir. Görüşmeler bazen de kısır döngü halinde tıkanabilmektedir.

    Göz boyama diplomasisi-Designer diplomacy
    Devlet adamlarının hiç gerekmediği halde, bir şeyler yapıyormuş izlenimi vermek amacıyla çıktıkları dış gezileri belirtmek için kullanılan bir terim.

    Gözlemci Statüsü (observer’s status)
    Bir takım konuları yerine getiren devletin ve öteki ulusların birimlerin, gözlemci statüyle uluslararası örgütlerin çalışmalarına oy hakkı olmadan katılmalarını ifade eder. Örgütlere göre gözlemcilerin bazen söz hakkı bulunduğu gözlenmektedir. Gözlemci statüsünden yararlanan birimler şunlardır. i)Henüz örgüt üye devletlerince devlet olarak tanınmamış devlet iddiasındaki topluluklar, ii)Uluslararası örgütler, iii)Kimi ulusal bağımsızlık hareketleri.

    Güç Dengesi-Balance of Power
    Bir ülkenin askeri, ekonomik, siyasi ve bilimsel olarak diğerlerinin aleyhine her şeyin kontrolünü ele geçirmesine izin vermiyerek, ülkeler arasındaki dengeyi muhafaza etmeyi öngören siyasal nazariye ve bu nazariyenin uygulanması. Başka bir ifdeyle, üç ya da daha fazla devletin yer aldığı her uluslararası sistemde, güçlenen tarafın başka bir güç ya da güçler koalisyonu tarafından dengelenmesidir. Güçler dengesi kurmaya dönük en tanınmış yapılanma Bağlantısızlar Hareketidir. Tek kutuplu 1990 sonrası güç dengelerinde ise ABD karşısında Çin-Rusya yakınlaşması en tipik güç dengesi oluşturma gayretidir.
    Devletlerin ulusal güvenlik sorunlarıyla değişen ittifaklar çerçevesinde nasıl uğraştığını tanımlayan bir bakış açısı. Özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılların Avrupasında geçerli olan bir sistem. Bu sistemde kutup ya da bloklar bulnmamaktadır. Güçleri birbirine yakın en az beş ya da altı devletin bir ortamda bulunması gerekir. Sistem, revizyonist devletlerin, statükocu güçlerin güvenliğini tehdit etmeye başladığında gündeme gelir. Bu sistemde yenilen devletlerin ortadan kaldırılması yerine onun sisteme tekrar atılması amaçlanır. Devletler arasında gücün dengelenmesi ya ağır tarafın hafifletilmesi ya da hafif tarafa ağırlık verilmesiyle olur. Bunun için kullanılan bazı yöntemler; böl ve yönet, silahlanma ve ittifaklar ve koalisyonların kurulmasıdır. Devletin yaşamını sürdürmesi statükonun devamı için şarttır. Dengenin her bir devleti eşit güçte olabileceği gibi, bir taraf diğerlerinden üstün olabilir. Ayrıca bir devletin Büyük Britanya’nın 19. yy.’da yaptığı gibi bilinçli bir güç dengesi politikası izleyebilir. 17. ve 18. yüzyıllarda güç dengesi politikası izleyen devletlerin amacı, kendi hareket serbestilerini en üst düzeyde tutmaktı. Amaç, devletlerin bağımsızlık ve hükümranlıklarını korumaktı. Devletler serbestçe bir ittifaktan diğerine geçebiliyordu.
    Kutsal ittifak statükonun korunmasına, devletin ortadan kaldırılmasına bir örnektir Napolyon’un Fransa’yı mağlup edildikten sonra Fransa’ya paylaşmak yerine Napolyon öncesi duruma getirilmesi tercih edilmiştir. I. ve II. Dünya Savaşlarında ise bu sistemi temelinden sarsan ve çökmesine neden olan Almanya’dır.

    Güç gösterisi-Demonstration
    Uluslararası ilişkilerde bunalıma doğru giden gerginlik halinde, kuvvete baş vurma eğilimini yansıtan bir tür caydırıcılık eylemi. Askeri kuvvet yığınakları yapmak, büyük manevralar düzenlemek, yüksek komutanların yoğun teftiş gezilerinde bulunmaları, silahlı kuvvetlerin alarma geçirilmesi, olağan dışı uçak hareketleri ve donanmanın denize açılması gibi çeşitli tutumlar biçiminde görülür. Güç gösterisi, istenen sonuçları sağlamak bakımından olumlu olabileceği gibi, bazı durumlarda aksi sonuçlar verip, gerginliği büsbütün arttırabilir ve karşılıklı tırmanmaya yol açabilir.

    Güç Kuramı (power theory)
    Başka devletlerin davranışını kontrol edebilmek iktidarını ve kapasitesini ifade eder. Uluslararası ilişkilerde gücün başlıca rolü, öteki devletlerin tutum ve davranışlarını etkilemektir. Güç uluslararası ilişkilerde belirli bir amaca ulaşmada kullanılan bir araçtır. Bir devletin gücü çeşitli öğelerden oluşur. Bu öğeler sürekli değişim halindedirler. Bir devletin gücünü oluşturan öğeler arasında şunları sayabiliriz: a)nüfus ve işgücü, b)doğal kaynaklar, c)coğrafi konum, ç)gelişme düzeyi, d)askeri güç, e)hükümetin niteliği, f)diplomasinin kalitesi, g)Ulusal moral, vs. ülkenin coğrafi konumu kadar, biçimi, topoğrafyası, iklimi vb. gibi noktalar da devletin gücünü etkilerler.

    Güç yaklaşımı (power approach)
    Uluslararası Politika’yı açıklamakta kullanılan en eski yaklaşımlardan biridir. Teorilerinde güç yaklaşımını kullanan ilk kişi Hans J. Morgenthau’dur. Morgethau’ya göre Uluslararası politika, tüm politikalar gibi bir güç ve iktidar mücadelesidir. Ayrıca Morgenthau ulusal çıkarı güç öğesine göre tanımlamaktadır. Buna göre, devletlerin ulusal çıkarlarını gerçekleştirebilmek için güce gereksinimleri vardır. Devletler Margenthau’ya göre, 3 tür politika izleyebilirler: 1)Prestij politikası, 2)Statüko politikası, 3)Yayılma politikası. Bu ayrımda birincisi devletin sahip olduğu gücü göstermek içinyaptığı girişimleri ve diğer ikisi ise sahip olduğu gücü sürdürmek ve artırmak için yaptığı girişimleri ifade eder. Morgenthau’un bu görüşleri, tüm uluslararası politikanın salt “güç” kavramı ile anlatılmasının eksik olacağı ve çok genel nitelikte olduğu için eleştirilere uğramıştır ancak güç yaklaşımı uluslararası politika alanında temel yaklaşım biçimlerinden biri olmuş ve birçok yeni yaklaşımın geliştirilmesinde çıkış noktası oluşturmuştur.

    Gündem 21-Agenda 21
    1992 yılındaki Rio de Janeiro BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda benimsenen ve 21. yüzyıldaki çevresel ve kalkınma hedeflerini belirleyen program. Kararın en bariz özelliği, sürdürülebilir bir kalkınma ile çevre sorunları arasında yakın bir ilişki kurması ve bu ikisinin birbirini destekleyecek bir planlanması idi.

    Güneydoğu Asya Devletleri Topluluğu/Association of South-East Asian Nations
    8 Ağustos 1967 tarihinde Endonezya, Brunei, Filipinler, Singapur, Tayland ve Malezya arasında kurulan bölgesel topluluk. Merkezi Cakarta da olan kuruluş, soğuk savaş koşulları içinde 1990 lara kadar tamamen siyasal ağırlık taşırken, bu tarihten itibaren ekonomik konulara ağırlık vermeye başlamıştır.

    Gümrük tarifesi-Custom tariff
    Bir ülkeye, yabancı ülkelerden gelen mallardan hangi sınıflama üzerinden ve hangi oranda vergi alınacağını gösteren liste.

    Gümrük birliği-Custom union

    • İki yada daha fazla ülkenin, gümrük mevzuatlarını ortaklaşa düzenlemek ve birbirleri ile ticaretlerinde gümrük vergisini karşılıklı sıfırlamak için yaptıkları ekonomik birlik. Gümrük birliğinin üç temel koşulu vardır:

    a- Üye ülkeler arasında gümrüklerin ortadan kaldırılması,
    b- Birlik dışındaki ülkelerle yapılan ticarette ortak tarife uygulanması,
    c- Dışarıyla yapılan ticaretten elde edilen gümrük vergilerinin üye ülkeler arasında bölüştürülmesi.
    Gümrük birliğine üye olan ülkelerin serbest dış ticaret politikası izlemesi neredeyse olanaksızdır. Gümrük birliği ve serbest ticaret alanı arasındaki fark, gümrük birliğinde daha ileri ve daha yüksek düzeyde ekonomik bütünleşmenin arzu edilmesidir. Bu amaçla, gümrük birliği, (serbest ticaret alanı içn olduğu gibi) malların devletler arasında serbestçe dolaştığı bir düzenlemden iberet değildir; fakat aynı zamanda, devletlerin üçüncü ülkelerle olan ticaret konusunda ortak bir ticari politika uyguladıkları bir düzenlemedir.

    • Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 13 Aralık 1995 tarihinde imzalanan gümrük birliği anlaşması. Anlaşmayla, sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünleri ve çelikte karşılıklı vergiler kaldırılmış ve malların serbest dolaşımı sağlanmıştır. Üçüncü ülkelerle ticaretini de AB prosedürüne göre yapmaya başlayan Türkiye, 1996 yılından itibaren topluluğun ortak gümrük tarifelerini kabul etmiştir.

    Gümrük alanı-Custom territory
    İki yada daha fazla ülke arasında, siyasi sınırlardan farklı olarak belirlenmiş olan ve dış alışverişlere ilişkin gümrük işlemelerinin tamamlanmış sayıldığı alan. Gümrük hattının siyasi sınırlardan farklı olarak çizilmesinin nedeni, ülkelerin izlediği dış ticaret politikası nedeniyle kurulan serbest bölgeler ya daortak pazarlar dır. Bir ülkenin siyasi sınırları içinde serbest bölgeler, limanlar ve depolar gibi gümrükten arındırılmış gümrük dışı bölgeler olabileceği gibi, birkaç ülkenin aralarında anlaşarak kurdukları ve kendi siyası sınırlarını bağlamayan gümrük birliği de söz konusu olabilir.

    Güven artırıcı önlemler-Confidence building measures
    Devletler arasında askeri tatbikatların bildirilmesi, karşılıklı olarak gözlemcilerin çağrılması, aradaki bilgi alışverişinin geliştirilmesi, karşı taraf nezdinde gözlemler yapılması gibi siyasal adımlardan oluşan uzlaşı gösterileri.

    Güvenlik Kuşağı-Cordon sanitaire
    Bir ülkenin veya bölgenin güvenliğini sağlamak üzere bir çeşit ara bölge meydana getilmesi. Söz konusu politikanın en yaygın uygulanma biçimi, bu ara bölgenin tarafsızlaştırılması şeklinde görülmektedir. Düşman iki ülke arasında bulunan ve bunları birbirinden ayıran ülkelere de bu isim verilir.

    Güven Mektubu (letter of credence)
    Bir diplomatik temsilcinin görev yapacağı ülkenin devlet başkanına, diplomatın ülkesinin devlet başkanı tarafından gönderilen resmi döküman. Bu mektupta diplomatın ülkesinin devlet başkanı, diplomatın kendisini temsil yeteneğine olan güvenini belirtir ve kendi hükümeti adına girişeceği faaliyetlerde kendisine gerekli kolaylığın gösterilmesini rica eder. Bu mektubun diplomat tarafından sözkonusu ülkenin devlet başkanına sunulması ile diplomatın o ülkedeki resmi görevi de başlamış olur.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  9. #9
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (h)

    Haber Alma (intelligence)
    Bir devletin, diğer devletlerin gücüne, etkinliklerine ve olası hareket yönlerine ilişkin bilgi toplaması. Haber alma ile güdülen amaç, siyasal yöneticilere karar almalarında yardımcı olmak üzere değerlendirilebilecek bilgilerden oluşan rapor hazırlamaktır. Haber alma üç aşamalı bir süreci içerir. Bilinmesi gerekli olanlar kararlaştırılır. Daha sonra bilgi toplanır ve sonunda bu bilgiler değerlendirilip çözümlenir. Toplanan bilgiler diğer devletlerin silahlı kuvvetlerinin hazırlık derecesi, yeni silahları, önemli askeri merkezleri, stratejik ve teknik hareket planları vb. askeri-stratejik nitelikte olabileceği gibi özellikle ile de ilgili olabilir. Haber almanın çeşitli yöntemleri vardır. Yaratılan izlenimin aksine, bilgi toplamanın çoğu gazeteler, radyo ve televizyon yayınları ve hükümet raporları gibi kamuya açık kaynaklardan elde edilir. Ayrıca diplomatlar da bilgi toparlarlar. Bunlardan başka uydular, gizli gönderimlerin çözülmesi ve yabancı ülkelerde bulunan ajanların aracılığı ile de bilgi toplanmaktadır.

    Hak ihlali-Abuse of right
    Uluslararası normlarca kabul edilmiş insani yada siyasi hakların ihlali.

    Hakkaniyet ve nisfet-Ex aequa et bono
    Uluslar arası mahkemelerin olağan yetkileri ile olağanüstü yetkileri arasında ayrımı esas alan hukuk ilkesi. Buna göre, uluslar arası mahkemelerin pozitif hukuku uygulayarak bir anlaşmazlığı çözmeleri, bu mahkemelerin olağan yetkileri; pozitif hukukun dışına taşarak hakkaniyet ve nisfet ile çözmeleri ise olağanüstü yetkileri olarak kabul edilmektedir. Uluslar arası Adalet Divanı uygulamasının, şayet tarafları arasında bu konuda bir uzlaşma varsa kullanılabileceğini belirtmektedir.

    Haklı Savaş (justified war)
    Bu kavram savaşların niteliği ile ilgilidir. Bu tür savaşı Ortaçağ Avrupasında bir hükümdarın silahlı kuvvetlerini egemenlik bölgesi dışında meşru nedenlerle kullanabilmesi anlamını taşımaktadır. O dönemde Hristiyanlığı geliştirmeye yönelik savaşlar “Haklı”, diğerleri ise haksız olarak görülüyordu. Kavram XIX. yüzyılda değişik anlamlar kazanmıştır. Çağımızda sömürge ülke halklarının bağımsızlıklarını sağlama amacına yönelik olarak giriştikleri ulusal kurtuluş mücadeleleri “haklı savaş” olarak görülmektedir. Bu görüşün karşısında yer alanlar ise bir haklı/haksız ayırımındaki güçlüğe dikkat çekerek şiddetin her türlüsüne karşı çıkmaktadırlar.

    Halı diplomasisi-Carpet diplomacy
    Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright tarafından 2000 yılında gündeme getirilen ve İran halılarına uygulanan ambargonun hafifletilmesi sayesinde Tahran yönetimiyle aradaki buzları eritmeyi amaçlayan diplomasi girişimi.

    Hava haberleşmesi-Air communications
    Manyetik dalgalar kullanılarak sağlanan iletişim.

    Hava Kara Savaş Doktrini-Air Land Battle Doctrine
    NATO stratejistleri tarafından 1970’li yıllarda tasarlanan ve olası bir üçüncü dünya savaşında uygulanacak olan strateji. Taktik hava güçlerinin yer birlikleri ile entegre biçimde kullanılmasını öngören savaş doktrinidir. Planın özü; savaşın devam ettiği alanın ötesindeki ülke topraklarında bulunan bütün tedarik yollarının, komuta merkezlerinin yok edilerek, arka bölgelerin savaşla ilgisinin kesilmesi esasına dayanmaktaydı. Aynı doktrin 1980’li yıllarda Amerikan ordu doktrini olarakta uygulanmıştır.

    Hava koridoru-Air corridor
    Uluslararası hava ulaşımı için her uçağın nerelerden geçebileceği konusunda, anlaşmalarla belirlenmiş hava yolu. Bu koridor dışında uçan yabancı uçaklara, o hava sahasının sahibi olan ülkenin hava kuvvetleri müdahale etme yetkisine sahiptir.

    Hava köprüsü-Air bridge
    Bazı siyasal veya stratejik nedenlerle normal yollar ve araçlarla ulaşım sağlanamayan yerlere, çok sayıda uçakla devamlı şekilde havadan bağlantı kurulması ve her türlü ikmalin böylece sağlanması.

    Hava operasyonu-Air campaign
    Savaş uçakları ve helikopterler kullanılarak yapılan saldırı.

    Hava sahası-Airspace
    Bir ülkenin yeryüzü sınırlarının uzaya doğru uzanan kesiti. Uluslararası hukuka göre, bu boşluk ilgili ülkenin egemenliği altındadır.

    Hava saldırısı-Air raid
    Düşman ülke tesislerinin yok edilmesi amacıyla havadan yapılan bombardıman. 1923 tarihli Lahey Anlaşması, hava saldırılarında vurulabilecek tesisler konusunda askeri ve sivil hedefleri birbirinden ayırmaktadır. Ancak söz konusu anlaşma, İkinci Dünya Savaşı’nda ihlal edilince, 1949 yılında imzalanan Cenevre Anlaşması ile sivil hedeflerin vurulması kesinlikle yasaklanmıştır.

    Havacılık-Uzay Araştırma ve Geliştirme Danışma Grubu-Advisory Group for Aerospace Resoarch and Development
    NATO nun teknik kuruluşlardan biri. Üye ülkelerin savunma ihtiyaç ve çalışmalarını koordine etmek için bilimsel ve teknik danışma ile uzmanlar arasında işbirliği sağlar.

    Hava üssü-Air base
    Savaş uçaklarının inip kalkması için tasarlanmış tesis.

    Hibe (donation)
    Karşılıksız dış yardım. Uluslararası örgütler, kuruluşlar ya da devletler tarafından bir ülkeye yapılan hibe yardımda hiç bir koşul aramaz. Bu yardım türü mali olabileceği gibi, program ve projelere ilişkin olarak teknik malzeme biçiminde de olabilir. Hibe yardımda bulanan ülkenin bu yardımı alan ülkelerdeki amacı kendisine siyasi avantajlar kazandırmak, uluslararası alandaki gücünü arttırmak ve desteklediği sektörleri kendi lehine kullanabilmektir.

    Hidrojen Bombası (hydrogen bomb)
    Füzyon ya da termonükleer bomba da denilen bir nükleer bomba türü. Atomların füzyonunu hafif çekirdeklerin birleşerek, daha ağır bir çekirdek oluşturması sırasında ortaya çıkan bir miktar enerjinin denetim altına alınması anlamına gelmektedir. Bu bombalarda açığa çıkan enerji, atom bombalarına oranla daha fazladır. Hidrojen bombasının ilk denemesini, Amerika Birleşik Devletleri 31 Ekim 1952’de Sovyetler Birliği ise 12 Ağustos 1959’da gerçekleştirmişlerdir. Sonradan İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti de füzyon bombaları yapmışlardır.
    Bununla beraber gerek diplomatik teşebbüsler, gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar bakımından sözkonusu olan nispi “açıklığı” fazla da abartmamak gerekir. Gerçekten günümüzde açıklıktan uzak bir diplomatik faaliyetten söz etmek mümkündür. Kaldı ki, teorik düzeyde de diplomatik faaliyetlerin açık veya kapalı olmasının fayda ve sakıncaları tartışma konusudur. Bazılarına göre kapalı diplomasi, zarar alıcıların kapalı kapılar ardından geniş kitlelerin aleyhine bazı kurallar alabilmelerini mümkün kılan ve demokrasinin özüne aykırı bir nitelik taşımaktadır. Bazılarına göre, ise gerektiğinde uygulandığı takdirde kritik sorunların ele alınışında, genellikle hisleri ile hareket eden ve kolayca yönlendirilebilen geniş halk kitlelerinin etkisini azaltarak, sorunun çözümü için gerekli teknik bilgi ve deneyime sahip uzmanlara daha fazla inisiyatif tanıması dolayısı ile gerekli bir diplomasi biçimidir.

    Hinterland
    Geride topraklar, gerideki ülke anlamına gelen Almanca kökenli bir terim. Bu ulaşım kaynağına, limana, özellikle ekonomik anlamda, bağımlı durumda bulunan toprak parçaları birer hinterland oluştururlar.

    Hiyerarşik Sistem (system of hierarchy)
    Bu sistem hipotetik nitelikteki uluslararası sistem türlerinden bir tanesi. Tarihte gerçekleşen en güzel örneğini, Roma İmparatorluğu döneminin oluşturduğu söylenebilir. Günümüzde uluslararası politika literatüründe daha çok bazı alt sistemleri çözümlemek açısından önem taşıyan bu teorik modelde, sistem içerisinde bir devlet ile diğerleri arasındaki güç dağılımı simetrik olmayan bir nitelik göstermekte ve de bu sistemde ülke başat bir konumda bulunmaktadır.

    Hollanda Marazı-Dutch Disease
    Halanda hastalığı. Bir ülkenin doğal kaynak ihracında görülen bir patlamanın, o ülkenin para biriminin güçlenmesine sebep olması ve böylece kaynağa dayalı olmayan sanayilerin karlılığını baltalaması durumu. Kavramın kaynağı, Hollandanın 1960’larda Kuzey Denizinde doğalgaz çıkarmaya başlaması ardından ortaya çıkan sanayisizleşme etkisinden gelmektedir.

    Hristiyan Demokratlar-Christian Democrats
    Batı siyaset literatüründe, sağ eğilimli gruplardan biridir. Hristiyanlık öğretileri ile demokrasi ilkelerini birleştirmişlerdir. İlk olarak, İtalya ve Almanyada, liberal ve muhafazakar eğilimlerin uzlaşması üzerine ortaya çıkmıştır.

    Hudutlar-Borders
    Bir devletin, egemenlik yetkilerini kullandığı toprak parçasını diğer ülkelerin egemenlik alanlarından ayıran çizgiler. Sınırlar sadece kara parçaları ile ilgili olmayıp, iç sular, kara suları, hava sahası ve yer altı gibi coğrafi birimleri de kapsar. Sınırların saptanmasında başlıca iki yöntem söz konusudur.
    a-İki devlet arasında eskiden beri var olan bir sınırın belirlenmesi.
    b-Yapay ya da doğal unsurları kullanarak yeni bir sınır oluşturulması. Bu yöntemde dağlar, nehirler gibi coğrafi faktörler kullanılabileceği gibi, etnik, dini ya da kültürel unsurlara göre bir çizim yapılabilir.
    Sınırların yeryüzü üzerinde uygulanabilmesi için sınır karma komisyonları oluşturulur. Bu komisyonların yetkileri kesin olmamakla birlikte, aldığı kararlar, konu ile ilgili devletlere sunulur ve onaylanması beklenir. Sınırlarda uluslararası tanınmışlık aranır.

    Hükmün yokluğu-Absence of text
    Çeşitli kanunların sonuna eklenen ihtiyati bir hükümdür. Söz konusu metindeki hükümlerin açıkça belirtilmeyen diğer benzer durumlarada uğgulanacağı belirtilir. Ancak uluslararası anlaşmalarda böyle bir şart konulamaz.


    (ı)

    Ilımlı Dış Politika (moderate foreign policy)
    Bir ülkenin dış ilişkilerinde, bugünkü dünya konjonktürü açısından, herhangi bir bloka katılmaksızın ve herhangi bir ülke ile çatışmaksızın, gerek Doğu ve gerekse Batı bloku ile iyi ilişkiler sürdürülmesi, diğer bütün devletlere karşı ve konuda aşırı bir tutum izlenmesinden kaçınılmasıdır. Bir çok ülkeler, bir bloka mensup olmamakla beraber, yine de komşularıyla çeşitli anlaşmazlıklar içinde bulunmakta veya bloklarda birine veya hepsine karşı bir tutum izlemektedirler ki bu durumda ılımlı politika söz konusu olmaz. Üçüncü Dünya ülkeleri denen Asya-Afrikalı genç devletlerden bir çoğu bu durumdadırlar. Oysa İsviçre, İsveç, Avusturya, Finlandiya gibi ülkeler yukarıdaki nitelikleri olan bir dış politika tutumu içinde bulunmaktadırlar. Bunlar sadee ekonomik yönden bazı ülkelerle daha yakın ilişkiler sürdürmekte, fakat siyasi ilişkilerini genellikle her ülke ile iyi geçinerek ve onlara eşit davranarak bir anlaşmazlık çıksa dahi hiç bir askeri tedbiri sözkonusu etmeksizin tamamen barışçı çözüm yolları arayarak tam bir ılımlılık içinde yürütmektedirler.

    Irk ayrımcılığı politikası-Apartheid
    Zencilerin siyasal ve ekonomik olarak ayrımcılığa tabi tutulmaları. İlk defa 1652 yılında Avrupalıların Afrikada sömürge hareketlerine girişmeleri ile başlayan zencilere ikinci sınıf muamele, özellikle Angola, Rodezya ve Güney Afrikada kendini yoğun biçimde hissettirmiştir. Zaman içinde diğer ülkelerde azalırken, 1910 yılındaki bağımsızlığından sonra Güney Afrika Cumhuriyeti’nde kurumsal bir nitelik kazanarak arttı ve 1950’den itibaren zirve noktasına ulaştı. Söz konusu ayrımcılık, zenci hareketinin lideri Nelson Mandelanın devlet başkanlığına seçildiği 1992 yılına kadar sürdü.

    Irk Ayrımcılığı İle Mücadele Komisyonu-Committee on the Elimination of Racial Discrimination
    1965 yılında kurulan ve dünyada farklı etnik unsurlara, zenciler, kadınlara yada farklı din mensuplarına yönelik her türlü ayrımcılığa ve özellikle ırk ayrımcılığına karşı mücadele veren BM komitesi. Ayrımcı uygulamalar yapan ülkeler hakkında raporlar hazırlayan ve BM nezdinde alınacak aleyhte kararları etkileyen komisyonun 18 üyesi bulunmaktadır.


    (i)

    İcracı federalizm-Executive federalism
    Federal eyaletlerin başkanlar, bakanlar yada bakan yardımcıları düzeyinde yoğun etkileşim içinde ülkeyi yönettikleri federasyon biçimi.

    İçişlerine Karışma (intervention in domestic affairs)
    Devletlerin hedeflerine ulaşmak için dış politakalarında başvurdukları yollardan biridir. Devletin iç işlerine karışmak, özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunlaşmış bir uygulamadır. İki dünya savaşı arasında Almanya, İtalya ve Japonya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti bir çok devletin iç işlerine karışmışlardır. İç işlerine karışma büyük devletler tarafından yapıldığı gibi diğer devletler tarafından da yapılmaktadır. Bugünkü uluslararası yapı devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Bugünkü uluslararası yapı devletleri birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından verilen yardımlar, bunları alan devletlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşantılarını doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Karışmaya olanak veren, diğer bazı durumlar ise, devletler arasındaki sınırların kolaylıkla geçilebilir olması ve halk arasındaki din, dil ve etnik farklılık ya da benzerlikler, bir ülkede bulunan en yüksek toplumsal ve siyasal kurumlara veya otoritelere duyulan bağlılığın kimi zaman bir dış otoriteye veya ideolojiye karşı duyulması, nükleer bir silahlanmanın ortaya çıkardığı askeri güce dayalı tehdit politikaları, devrimci dış amaçları bulunan devletlerin propaganda kışkırtma, yeraltı faaliyetlerini yönetmek için oluşturdukları örgütün etkileri şeklinde sıralanabilir. İç işlerine karışma yöntemlerini altı başlıkla toplayabiliriz: a)Diplomatik karışma, b)Güç gösterileri, c)Yıkıcı faaliyetler, d)Siyasi Nitelikteki yeraltı faaliyetleri, e)Askeri karışma, f)Dış destekli gerilla eylemleri.
    Devletin egemenlik hakkının ve egemen eşitliği ilkesinin doğal sonuçlarından bir devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması olmaktadır. Bunun siyasal nitelikli bir ilke olarak ortaya çıkması ABD Başkanı James Monroe’nun ABD Konseyi önünde 1823’de yaptığı konuşması ile gerçekleşmiştir. “Monroe Doktrini” diye anılan bu görüşe göre Avrupalı devletlerin Amerika kıtasının işlerine karışmaması istenmekte ve ABD’nin de Avrupa işlerine karışmayacağı bildirilmektedir. Bu siyasal ilkenin uygulanan uluslararası hukuk kuralı biçimine dönüşmesi ise Milletler Cemiyeti Sözleşmesi 15. maddede 8. fıkrası ile gerçekleşmiştir. Benzeri bir hüküm BM Andlaşmasının 2. madde 7. fıksarı ile de benimsenmiştir.

    İç Savaş (civil war)
    Aynı ülke içerisinde bulunan farklı siyasi, etnik, ideolojileri temsil eden gruplar arasında sürdürülen bir tür savaş. Böyle bir savaş, mevcut hükümete bağlı güçler ile buna karşı olan güçler arasında çıkabileceği gibi (1936-1939 İspanyol iç savaşı, Yugoslavya iç savaşları 1919-?) çeşitli siyasi grupların yeni oluşmakta olan bir devlet yapısına sahip çıkmaları sebebi ile de başlayabilir (Angoladaki MPLA ve UNITA mücadelesi).
    Günümüzde iç savaşlar herhangi bir ülkenin sınırları içerisinde geçmekle beraber, zamanla uluslararası bir hal almakta, değişik ülkeler çatışmacı taraflardan birisinin yanında yer almaktadır. Bazı iç savaşlar ise bazı devletlerin iç politikalarında bağımsız değişken hale gelmektedir.

    İç Sular (national waters)
    Denizlerdeki iç sular, bir devletin kara ülkesine sıkıca bağlı karasuları olup, bu devletin karasularının iç sınırı iç sularının bittiği noktada başlamaktadır. İç sular devletin, ilke olarak, tam egemenliğinde bulunmaktadır.
    Bununla birlikte kimi bakımlardan denizlerdeki iç sular kara ülkesinin içinde yer alan göl, akarsu gibi karasal içsulardanbir takım farklılıklar göstermektedir.

    İç yetki sınırları izni-Domestic jurisdiction limitation
    Bir devletin kendi sınırları içindeki herhangi bir davranışının, o devletin iç egemenlik yetkilerini ilgilendirip ilgilendirmediğine karar verme konusunda BM Güvenlik Konseyi’ne yetki veren uluslar arası hukuk hükmü.

    İhtiraslı politikalar-Ambitious policies
    Fazla talepkar olan ve çevre ülkelerde kuşku uyandıracak boyutta iddialar taşıyan politikalar.

    İlhak-Annexation
    Bir devletin, başka bir devlete ait olan yada sahibi bulunmayan bir toprak parçasını kendi ülke topraklarına katması ve egemenliğini ilan etmesi. Bu anlaşma yoluyla olabileceği gibi, askeri bir çatışma ardından da gelebilir. İşgal, himaye ya da vesayet gibi politikalardan en önemli farkı, ilhakta söz konusu topraklar üzerinde ilhak eden devletin egemenliğin tam olmasıdır.
    Bir devletin kendine ait olmayan topraklar üzerinde resmen egemenliğini ilan etmesi. Toprakların anlaşmalarla ya da satışla el değiştirmesinin tersine ilhak fiilen el koyma ile gerçekleştirilen ve genel tanınma ile meşruluk kazanan tek taraflı bir eylemdir.İlhak edien topraklar genellikle önceden istila ve işgal edilmiştir. 1938’de Almanya’nın Avusturya’yı ilhakında olduğu gibi istila sıcak çatışma olmaksızın şiddet tehdidi ile de gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşmaksızın şiddet tehdidi ile gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşturmaz ya da zorunlu olarak ilhaka yol açmaz. Mesela II. Dünya Savaşından sonra çatışmanın sona ermesinin ardından müttefikler Almanya’yı işgal ettiler ama bunu ilhak izlemedi, tersine müttefikler ilhak niyetinde olmadıklarını açıkladılar. Askeri işgal ilhakla sonuçlanırsa genellikle ilhak eden devletin egemen otoritesinin kurulduğu ve bundan böyle de sürdürülebileceği yolunda resmi bildirim beklenir. Yasadışı şiddet kullanımına dayalı ilhak BM Anlaşması’nda kınanmıştır.

    İki Kutuplu Sistem (bipolar system)
    II. Dünya savaşı sonrasında global düzeyde gerçeklik kazanan bir uluslararası sistem türü. Mortan A. Kaplan’ın sınıflandırmasına göre gevşek ve sıkı olmak üzere başlıca iki türlü kutuplu sistem türü sözkonusudur. Bunlardan “sıkı iki kutuplu sistem”e en benzeyen yapının 1950’lerin başlarında görüldüğü, o dönemden sonra sistemin “gevşek” bir nitelik aldığı söylenebilir. İki kutuplu bir uluslararası sistemde genellikle bir blok liderinin etrafında kümelenmiş iki devletler grubu vardır. Sistem ne oranda sıkı ise, blok üyelerinin, blok liderliğine bağımlılıklarının o derece fazla olması beklenir, yine sistem ne oranda sıkı ise blok üyelerinin zorunlu bir seçim halinde blok çıkarlarına, kendi ulusal çıkarlarından daha fazla önem vermeleri blok üyelerinden beklenen bir davranıştır. Sistem içerisinde herhangi bir blokta yer alamayan devletlerin ağırlığı ne oranda fazla ve sistem içerisinde Birleşmiş Milletler gibi bloklar arasındaki ilişkileri yumuşatıcı bir örgüt ne oranda etkin ise sistemin o ölçüde gevşek bir niteliğe sahip olduğu söylenebilir.

    İki toplumlu federasyon-Bicommunal federation
    Farklı siyasal ve etnik yapılara mensup iki farklı toplumun oluşturduğu federatif yapı.

    İki yönlü/taraflı diplomasi-Bilateral diplomacy
    İki devlet veya farklı iki uluslararası aktör arasında gerçekleştirilen karşılıklı diplomatik münasebet.

    İkili politikalar-Dualistic politics
    Soğuk Savaş dönemi koşullarında iki süper güç dışında kalan ülkelerin, ABD ve Sovyetler Birliği’nin politikalarına göre tutum belirleme durumu.

    İkinci Arap-İsrail Savaşı/1956 Süveyş Savaşı
    Mısırda Cemal Abdünnasır’ın giderek güçlenmesinden rahatsızlık duyan İsrail yönetiminin İngiltere ve Fransa ile gizli bir anlaşma yaparak,1956 yılında Mısır’a saldırması üzerine patlak veren savaş. İsrail saldırıda Sina Yarımadasını ele geçirdiyse de Sovyet ve Amerikan yönetimlerinin araya girmesi ile üç ay içinde savaş öncesi duruma yeniden dönüldü.

    İkinci Çeçen Savaşı-Chechnya War II
    2 Ekim 1999 tarihinde Rus birliklerinin Çeçenistan’a girmesiyle başlayan ikinci Çeçen-Rus savaşı. Ağustos 1999 tarihinden itibaren Rusya’nın değişik bölgelerinde meydana gelen patlama olaylarını bahane eden Rusyanın önce Dağıstan’a saldırmasıyla çıkan çatışmalar, Şamil Basayev komutasındaki Çeçen direnişçilerin Dağıstan’a geçmesiyle bölgesel savaşın ilk kıvılcımı oldu. Daha sonra Çeçen topraklarına da sıçrayan çatışmanın bilançosu oldukça ağır olmuştur. Bu savaş sonunda en az 300 bin Çeçen sivil mülteci konumuna düşmüştür.

    İkinci Vuruş Yeteneği (second strike capability)
    Saldırganın ilk vuruşundan sonra meydana gelecek “aşınmadan” arta kalan bir kuvveti elinde bulundurması ve bir karşı darbe ile saldırganın kentlerine, halkına ekonomisine “dayanılmaz” zararlar verebilmesidir.

    İlk Aşama Mahkemesi-Court of First Instance
    Avrupa Adalet Divanı’nın yükünü hafifletmek amacıyla, 1986 yılında Tek Senet ile birlikte kurulan ve özel-tüzel kişiler tarafından açılan hukuksal konularla sınırlı bazı davalara ilk aşamada bakan mahkeme. 1988 yılından beri işleyen mahkeme, Adalet Divanı’nın yetki alanına giren konulara bakamamaktadır.

    İlkeler Bildirgesi-Declaration of Principles
    1993 yılında İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan anlaşma. Uzun ve gizli pazarlıklar ardından varılan bu anlaşma ile taraflar; birbirini tanıma, karşı tarafın varlığına saygı gösterme ve aradaki anlaşmazlıkları belli bir süreç içinde barışçı yollarla çözümleme konularında ittifak sağlamıştır. Oslo Anlaşması olarak da bilinir.

    İltica, sığınma-Asylum
    Uluslararası hukukun yabancı devlet vatandaşlarına tanıdığı bir imkan. Ancak, iltica talep eden kişiye o hakkı tanıyıp tanımamak, kendisine iltica edilmek istenen ülkenin yetkisindedir. Genel uluslararası teamül, siyasal gerekçelerle sığınma başvurularının kabul edilmesi yönündedir.

    İngiliz Milletler Topluluğu-British Commenwealth of Nations
    İngilterenin eski dominyon ve sömürgeleri arasındaki ilişkiler düzeni ve bu düzeni sağlayan örgütlenme. 1931 yılında kurulan topluluğun sekretarya merkezi Londradadır. Otuza yakın üyesi bulunan topluluk, 1,5 milyarlık nüfusu temsil etmektedir. İngiltere’nin elinden çıkan sömürgeleri ile ilişkilerini sürdürmek için geliştirmiş olduğu ortaklık düzenidir. En önemli avantajı, üye ülkeler arasında çeşitli ticari imtiyazlar uygulanması ve İngiltere ile ilişkilerde tercihli bir statüden yararlanmalarıdır. Siyasal anlamda ciddi bir birliktelik söz konusu değildir. Zaman zaman üyeler arasında dahi çatışmalar çıkmaktadır. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkeler şöyledir: İngiltere, K. İrlanda, Avustralya, Barbados, Botswana, Kanada, Seylan, Gambia, Ghana, Guyana, Hindistan, Jamaika, Kenya, Lesotho, Malawi, Malezya, Malta, Yeni Zelanda, Nijerya, Pakistan, Rodezya, Zambia, Sierre Leone, Singapur, Tanzanya, Trinidad ve Tobago, Uganda.

    İnsan Hakları (human rights)
    Tanımlanması ve sınırlanması oldukça zor, uzmanların üzerinde bazı noktalarda uzlaşmadıkları, çağımızda ise uluslararası boyut kazanan bir kavram, 1948 yılında ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde İnsan Hakları “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyaset ve diğer ayrıcı nitelikler gözetilmeksizin tüm insanların faydalanacağı, temel hak ve özgürlüklerdir. Tüm insanların sahip olması gereken bu haklar insanın en üstün değer olarak kabul edilmesinden ortaya çıkar.
    Alman hukukçu Jelinek Temel Hak ve Özgürlükleri; bireyi devlete ve topluma karşı koruyan “Koruyucu Haklar”, bireyin devletlerden bir hizmet veya yardım almasını sağlayan “İsteme hakları” çalışma hakkı, öğrenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut hakkı, bireyin toplumun yönetilmesinde söz sahibi yapan ve iktidarın kullanılmasına katılmasını sağlayan, “Katılım Hakları” olarak sınıflandırmıştır. Bu hakların birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
    İnsan hakları ulusal anayasal ve yasalarca güvence altına alınmış ve korunmuştur. Bu koruma uluslararası kurumların sağladığı uluslararası koruma ile geliştirilir. Bu insan haklarının evrensel niteliğini de ortaya koyar. Gerçekten çağımızda insan haklarının korunması ulusal düzeyi aşarak uluslararası bir boyut -özellikle 2. Dünya Savaşından sonra- kazanmış, devletlerin egemenlikleri insan hakları ile sınırlanmış ve insan hakları uluslararası denetimin alanı içine girmiştir. 1948 yılında Birleşmiş Milletler “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” 1950 yılında Avrupa Konseyi’nce hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” bu alandaki önemli adımlardır. Bu sözleşmenin kurduğu organlar ise “İnsan Hakları Komisyonu” ve “İnsan Hakları Mahkemesi”dir.
    Türkiye 1987 yılında “Bireysel Başvuru” hakkı 1980 yılında “İnsan Hakları Mahkemesi”nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiş, 1975 Helsinki’de AGİK “Savaş Belgesi”ni imzalamış ve 1988 yılında Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler’in işkenceyi önlemeye yönelik sözleşmelerini onaylayarak, uluslararası topluluğun bir üyesi olarak insan haklarına saygı göstereceğini taahhüt etmiştir.
    Günümüzde İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunmasında devlet dışı özel kişi ve gruplarca kurulan gönüllü uluslararası kuruluşların önemi artmaktadır. Bu kuruluş “Uluslararası AF Örgütü”, “Uluslararası Hukuk Komisyonu”, “Helsinki İzleme Komitesi” dir. İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunması için Birleşmiş Milletler ve onların ilgili organlarınca 1946 yılından beri yapılan çalışmaların bazıları şunlardır:
    Üye devletler adına, insan haklarını korumak için gönüllü hizmet etmek,
    Taraf devletlerce onaylanan ve sınırları içindeki herhangi bir insan hakları ihlali olayında müdahale etme izni veren çok-taraflı antlaşmaların yapılmasını,
    “İnsan Hakları Yıllığı” katoloğu çıkarılarak -her yıl- üye devletlere bilgi ve yardım sağlamak.
    İnsan haklarını ihlal eden devletlere karşı, birlikte hareket ederek kınama, silah ambargosu, ekonomik müeyyide gibi önlemler alması.

    İnsan Hakları Bildirgesi-Declaration of Human Rights
    BM Genel Kurulu tarafınan 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen ve temel insan haklarına ilişkin ilkelerin yer aldığı bildirge. BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından 1946 yılında hazırlıklarına başlanan ve 1948 de tamamlanan bildirgede, insan hak ve özgürlülerinin neler olduğu tek tek sayyılmıştır. Otuz maddelik bildirgede, ele alınan hak ve özgürlükler doğrudan insan kişiliğini ilgilendiren haklar, yurttaşlık hakları, siyasal haklar ve sosyo-ekonomik haklar olmak üzere başlıca dört grupta toplanmıştır. Bildirge, tavsiye kararı niteliğinde olduğu için herhangi bir bağlayıcılığı bulunmaktadır.

    İnsan Hakları Komisyonu-Commission on Human Rights
    BM Ekonomik ve Sosyal Konseyine bağlı olarak çalışan ve tüm dünyadaki insan hakları ile ilgili gelişmeler hakkında çalışmalar yürüten uzmanlık kuruluşu. 53 ülkenin üye olduğu kuruluş, insan haklarını ilgilendiren her konuda, Ekonomik ve Sosyal Konsey ile Genel Kurula raporlar sunar, önerilerde bulunur ve soruşturmalar yürütür.

    İrredantizm (irredentism)
    İrridentizm teriminin kökeni İtalyanca’dır. Önceleri İtalya Krallığı’nın kuruluş aşamasında, İtalyanca konuşan ve Avusturya sınırları içerisinde yaşayan toplulukların bu krallığa katılmak istemesi çabalarına bu ad verilmişken, sonradan genel bir anlam kazanarak; bir ülkenin başka bir ülkede yaşayan bir dil ve etnik köken itibariyle kendisinden olduğuna inandığı insan topluluklarını kendi topraklarına katmak istemesi ya da en azından onlar üzerinde bir hak iddia etmesi olarak anlaşılmıştır. Örnek olarak Hitler’in Çekoslovakya’nın Almanca konuşan Südetler Bölgesinin Almanya’ya verilmesini verebiliriz.

    İşgal (occupation)
    Bir yeri ele geçirme. Toprakların işgali, savaşta işgal veya askeri işgal, barış zamanında işgal ve bir anlaşmaya dayanan işgal birbirinden değişik işgal biçimleridir.
    Bugün artık kaybolmakta olan sahipsiz toprakların işgali daha çok sömürge topraklarının işgali için kullanılan bir terimdir.
    Savaşta işgal veya askeri işgal ise, bir yabancı ülke toprağı üzerinde fiili bir duruma dayanarak hakimiyet kurmaktır. Bu işgal zaman bakımından sınırlıdır: İşgal durumu savaşın bitiminde son bularak işgal edilmiş olan toprak ya geri verilir veya işgal eden tarafın topraklarına katılır. Savaşta işgal veya askeri işgal bir idari teşkilat kurarak yapılan istiladan farklıdır.
    Barış zamanında işgal ise bir barış anlaşmasında yer alan özel şartlara uyulmasını sağlamak için yapılır. Örneğin, Ren nehrinin sol yakası Versailles Antlaşmasına dayanılarak işgal edilmiştir. Savaş sırasında yapılan bir işgal olmasına rağmen, taraflar arasındaki bir anlaşmaya dayanır. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında Fransız topraklarının büyük bir kısmı Almanya tarafından Haziran 1940 tarihli ateşkes antlaşması gereğince; savaş sonunda Almanya müttefikler tarafından, Almanya’nın Mayıs 1945’te kabul ettiği teslim olma şartlarına dayanılarak işgal edilmişti.

    İttifak-Alliance
    İmzacı taraflar arasında birbirlerine karşı siyasi/askeri yükümlülükler ve avantajlar sağlayan beraberlik akti. İttifaklar, savunma amaçlı olabileceği gibi, saldırı amaçlı olabilir yada daimi olabileceği gibi, geçici bir süre için de olabilir. Devletleri ittifak arayışına iten temel nedenler arasında, belli bir amaca ulaşmak için eldeki kaynakların yeterli olmaması yada bu kaynaklar var olmamasına rağmen maliyetleri azaltma arzusu, girişilecek eylemlerde sorumluluğu paylaşma isteği gibi gerekçeler olabilir. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında ülkeler arasında görülen beraberlikler geçici bir nitelik taşırken, NATO gibi ittifak içindeki birliktelikler daimi ittifak ilişkisini yansıtmaktadır.
    Uluslararası ilişkilerde çeşitli devlet ya da güçlerin ortak eylemlerde bulunmak için oluşturdukları birlik. II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD’nin Mihver devletlerine karşı kurdukları ittifak ile NATO bu tür birliklere örnek gösterilebilir.
    Günümüzdeki kurulan ittifaklar eskilere göre daha çok kapsamlı bir işbirliği ve çaba gerektirmektedir. Bu nedenle örneğin II. Dünya Savaşından kurulmuş ittifaklarda askeri ve ekonomik planlama daireleri özel bir önem kazanmış ve yaygınlaşmıştı. NATO gibi daha gevşek bağlarla kurulmuş ittifaklarda bile siyasal ve askeri alanlarda işbirliği içinde çalışmaya ve ortak tavır almaya büyük önem vermektedir.

    İyi niyet-Bona fide
    Uluslararası anlaşmaların sağlıklı biçimde yorumlanmasında önemli olan iyi niyet ilkesi. Bu ilke ile, bir anlaşma tarafının, açık olmayan herhangi bir noktadan iyi niyet kuralları dışında yararlanmaya kalkışmasını önlemek amaçlanmaktadır.

    İstihdam-Employment
    Bir ülkenin ekonomik faaliyetlerde çalışan iş gücü. Ekonominin genelinde belirli bir dönemde istihdam edilen işgücü miktarına da istihdam hacmi denir.

    İstikrarsız Blok Sistemi (unstable bloc system)
    Morton Kaplanın geliştirdiği uluslararası siyasal sistem modellerinden birisi. Bu sistemde, Amerika Birleşik devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki gerginlik önemli boyutlardadır. Silahların denetimi konusundaki anlaşmalar önemsizdir. Şiddetin yoğun biçimde kullanıldığı yerel çatışmalar yaygındır. ABD ve SSCB’nin nükleer güçlerini minimum caydırma düzeyinde iken, buna benzer durumda dört-beş ülke bulunmaktadır. Bu sistemde ittifak ilişkileri askeri kapasite ve politikalara göre belirlenmektedir. ABD ve SSCB müdahaleci bir eğilim içindedirler. ABD statükoyu korumaya yönelik muhafazakar politikalara ağırlık vermekte, SSCB ise statüko karşıtı -ulusal kurtuluş savaşları gibi- hareketleri desteklemektedir. Bu sistemde, uluslararası hukuk gerektiği şekilde hareket edememektedir. Burada Uluslararası camiaya düşen görev ise arabuluculuk ve şiddet uygulamalarının sonuçlarını hafifletmektir.

    İstişare, müzakere-Consultation
    Diplomatik dilde, bir anlaşmaya dayansın yada dayanmasın, bir devletin doğrudan doğruya başka bir devletle, iki tarafı ilgilendiren konularda yaptığı fikir alışverişi.

    İtimatname, güven mektubu-Credential letter
    Bir ülkenin, diğerine atadığı büyükelçisinin göreve başlarken, kendi devlet başkanından diğer devlet başkanına hitaben getirdiği mektup. Bu mektup, büyükelçinin devlet başkanınca imzalanmış ve mühürlenmiştir. Güven mektubunun diğer devlet başkanına sunulması özel törenle olur ve tören sırasında devle başkanının yanında ilgili ülkenin dışişleri bakanı da hazır bulunur. Bu törenden sonra büyükelçi görevine resmen başlamış sayılır. Genellikle, güven mektubunu sunan büyükelçi, o esnada kendisinden önceki büyükelçisinin geri çağrılma mektubunu de verir. Böylece eskisi ayrılırken yeni elçi resmen atanmış olur. Güven mektubunun orjinalinin diğer ülke devlet başkanına verilmesinden önce, mektubun bir örneği dışişleri başkanlığına verilmiş olmalıdır. Her ülkenin güven mektubu birbirine benzer. Devlet başkanının diğerine selam cümlesi ile başlar, yeni büyükelçi tanıtılır, iki ülke arasında iyi ilişkilerin geliştirilmesi arzusu dile getirilir ve saygıyla bitirilir. Güven mektubunda gönderen ülke dışişleri bakanının da imzası bulunmalıdır.


    (j)

    Jenosid (genocide)
    Bir ırkın bir din, veya dil mensubu bir toplumun kitle halinde yok edilmesini (exterminasyon) amaçlayan harekete denir ve diğer bir ismi de “soykırım”dır. Bu hareketler, genellikle politik amaçla yapılır. Jenosid bazı yönlerdenırk ayrımına benzese de amaç ve metod bakımından tamamen farklıdır. Çünkü, ırk ayrımında, bir topluluğun horlanması, kötü muamele görmesi, bir kısım haklarının kısıtlanması veya kamu hayatında önemsiz durumda bırakılması varken, jenosid de bir topluluğun kökünün kazınması şeklinde yok edilmesi esas amaçtır.
    Tarih boyunca birçok jenosid olayları görülmüştür. Yüzyılımızda en önemli olanı, Nazi Almanyası’nın İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında Yahudilere karşı izlediği politikadır. Polonya “Varşova gettos”, Alman topraklarında da “Auschwitz, Buchenwald ve Dachau Kampları” şeklinde anılan bu yerlerdeki uygulamalar sonucu yaklaşık 6 milyon kadarYahudinin yok edilmesi üzerine savaştan sonra harp suçlularını yargılamak üzere kurulmuş bulunan müttefiklerin Nürnberg Mahkemesi’nde bir kısım Nazi Sorumluları jenosidden yargılanarak idam ve diğer ağır cezalara çarptırılmışlardır. Ayrıca, Stalin Devrinde savaş sırasında Rusya’daki Kırım Tatarlarının da kitle halinde Sibirya’ya ağır şartlardaki kamplara sürülmesi ve Kırım’da hiç Tatar bırakılmaması da bu tür savaşlardan sayılmaktadır. Daha sonra Kruçev devrinde bu olay bir suç olarak resmen kınanmış ve sözü geçen toplumdan arda kalan yerlerine dönme müsaadesi hükümetçe resmen verilmiştir.
    1940’da Birleşmiş Milletlerce, jenosid hareketi resmen bir suç olarak tanınmış ve tescil edilmiştir.

    Jeopolitik (geopolitics)
    Uluslararası siyasette coğrafi etmenlerin güç ilişkileri üzerindeki etkisinin incelenmesi. Jeopolitik kramcıları doğal sınırlara ulaşma, önemli deniz yollarından yararlanma ve stratejikönem taşıyan kara parçalarının denetim altında tutma gibi kaygıların ulusal politikaların belirlenmesinde önemini göstermeye çalışmışlardır. Coğrafi kaygılar yalnızca uluslararası siyasette kilit rol oynamaya çalışan güçlü devletlerin politik hesaplarında değil, ulusal çıkarlarını korumak için uygun coğrafi sınırlara ulaşmayı amaçlayan küçük devletlerin etki alanlarının belirlenmesinde de başlıca rol oynadı. Ulaşım ve iletişim olanaklarının artması ve öteki teknik gelişmeler sonucunda ise devletler coğrafi konumlarının sınırlamalarını aşabilir hale geldiler ve jeopolitik etmenlerin ulusal politikalar bakımından önemi azaldı.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

  10. #10
    Uzak duя huzuя veя! SultanPinar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.Ocak.2016
    Mesajlar
    17,111
    (k)

    Kablolu diplomasi, telefon diplomasisi-Cable diplomacy
    Ülke dışındaki diplomatlarla, kablolu iletişim araçları kullanılarak yürütülen haberleşmeye dayalı diplomasi.

    Kabotaj (cabotage)
    Bir ülkenin kendi limanları arasında deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalık. Bu ayrıcalıktan sadece yurttaşların yararlanması ulusal ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından devletler, yabancı bandralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmişlerdir.
    Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır. Terim günümüzde hava trafiği açısından da kullanılmaktadır.

    Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi-Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women
    1979 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen ve 1981 de yürürlüğe giren uluslararası sözleşme.

    Kalkınma Bankaları-Development banks
    Devletlerin ekonomik olarak kalkınması için gerekli olan finansal kaynağı sağlamak üzere kurulmuş olan ve ülkelere uygun koşullarda kredi sağlayan bankalar. Başlıca kalkınma bankaları şunlardır: Dünya Bankası WB, Amerikalar Arası Kalkınma Bankası IDB, Avrupa Yatırım Bankası EIB, Asya Kalkınma Bankası As.DB, Afrika Kalkınma Bankası ADB.

    Kalkınma planları-Development plans
    Devletlerin, kendi yapısal imkanları çerçevesinde oluşturdukları gelişme stratejileri. Bazı ülkeler ekonomik planlamalarını doğrudan doğruya -kalkınma planı- adıyla yaparken, kimleri –beş yıllık plan- ya da hazırlayan kişinin adını vererek -Monnet planı gibi- gerçekleştirirler. Kimi ülkeler ise, ABD deki Emploment Act yasasında olduğu gibi, doğrudan doğruya bazı kanunların verdiği yetkileri uygulayarak, bir nevi görünmeyen planlama politikası izlerler.

    Kalkınmaya Yardım Komitesi-Development Aid Committee
    Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD üyesi geri kalmış yada kalkınmakta olan ülkelere kalkınma yardımında bulunmak amacıyla kurulmuş olan işbirliği organıdır. Toplam on yedi ülke üyedir.

    Kaos Teorisi-Chaos Theory
    Uluslararası ilişkilerin giderek karmaşıklaşan yapısının anlaşılmasında matematik ve fizik metotlarının kullanılmasını savunan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre bir olaya neden olabilecek pek çok farklı değişkenin varlığı ve küçük etkilerin olayların sonuçlarında büyük değişimlere neden olabileceğine vurgu yapan kaos teorisinin, uluslararası alanda ortaya çıkan olgulara uygulanması birçok sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır.

    Kapalı Diplomasi-Closed diplomacy
    Uluslararası ilişki ve diplomatik yazışmaların başka ülkelere karşı kapalı bir biçimde ve büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğü diplomasi anlayışı. Daha çok XVIII. Ve XIX. Yüzyül Avrupa diplomasisinde sık rastlanan bir tarzdır. Saray diplomasisi de denilen bu tarz faaliyette, diplomatik adımların her aşaması dışa kapalı bir biçimde sürdürülür. Günümüzde, baskı gruplarının yoğunluğu, demokratik gelişmeler ve iletişim alanındaki seviye göz önünde bulundurulduğunda, eskiye göre daha açık bir diplomasi yürütülse de diplomatik faaliyetlerin açık ya da kapalı olmasının fayda ve sakıncaları önemli bir tartışma konusudur. Diplomasinin kapalı kapılar ardında belirlenmesi, geniş kitlelerin aleyhine bazı kararlar alabilmelerini mümkün kılan ve demokrasinin özüne aykırı bir süreç olarak kabul edilebileceği gibi, özellikle kritik sorunların çözümünde gizlilik diplomatik zorunluluk olarak görülmektedir.
    Bir diplomasi anlayışı ve uygulaması. Eski diplomasinin belki de en önemli niteliklerinden biri gizlilik rolü. Gizlilikten diplomatik görüşmelerin gelişme biçiminin ve sonuçlarının kamuoyuna açıklanmaması kastediliyordu. Nitekim bu yüzden I. Dünya Savaşı’nın başlamasına değin uluslararası politika bir bakıma saray politikası niteliğinde idi. Yani diplomasi ilişkileri çoğu kez bizzat hükümdarlar tarafından yürütülüyordu. Yabancı ülkelere gönderilen diplomatlara da hükümdarın kişisel temsilcisi gözü ile bakılıyordu. Bu eski diplomasi türünde sadece diplomatik görüşmelerin değil; varılan sonuçların da açıklanmaması ya da gizli tutulması giderek artananlaşmaların ve sözleşmelerin yapılmasıyla sonuçlanıyordu. Bazen bir bölge halkı başka bir devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğreniyordu. Bu tip diplomasiye karşı en büyük tepki ABD başkanı Wilson’dan gelmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılacak açık sözleşmelerden sözediliyordu. Gerçekten 20. yy.’da demokrasinin gelişmesi halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılması gibi nedenlerle diplomasi eskiye oranla daha açığa bürünmüştür. Bununla beraber gerek diplomatik gelişmeler gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar açısından sözkonusu olan bir nisbi “açıklığı” fazla da abartmamak gerekir.

    Kapasite Analizi (capacity analysis)
    Bir devletin, dış politika amacı ile yönelimlerine ulaşabilmesi için, elindeki siyasi, askeri ve ekonomik yetenek ve olanaklarını analiz etmeye çalışan yaklaşımdır. Karar alma sürecinde, karar vericilerin herhangi bir konuda politika belirlerken yalnız kendi ülkelerinin değil, sözkonusu karardan etkilenebilecek diğer ülkelerin de kapasitesini iyi değerlendirmeleri gerekir. Bir ülkenin kapasitesini oluşturan öğeler: a)Doğal kaynaklar, b)Coğrafi konum, c)Nüfus ve işgücü, d)Endüstriyel kapasite e)Asker güç f)Ulusal Moral, g)İdari ve siyasi örgütlenme şeklinde sıralanabilir. Bu kaynakların nitelik ve niceliklerinin ölçülebilmesi kapasitesi analizinde karşılaşılan en önemli sorundur. Bu yüzden bu öğelerden bazıları kapasite analizinde gözardı edilebilmektedir.

    Kapitülasyon rejimi-Capitulations regime
    Yabancılara ayrıcalık tanınan rejim. Geçtiğimiz yüzyıllarda Avrupalı ülkelere karşı yaygın biçimde tanınan kapitülasyon ayrıcalığı geçmişteki şekliyle artık günümüzda bulunmamaktadır. Kapitülasyon uygulamasının son örnekleri, Japonyada 1900, Türkiye’de 1923, İranda 1928, Mısırda 1929, Suriye’de 1949 yılında kaldırılmıştır. Günümüzde ülkelerin birbirine sunduğu ticari imtiyazların gerek niteliği ve gerekse şekli köklü değişikliklere uğramıştır.

    Kara kıta, Afrika-Dark continent
    Bir taraftan yerleşik insanların büyük bölümünün zenci olması, diğer taraftan XIX. Yüzyılda kıta hakkında çok az şey bilinmesinden dolayı Afrika’yı nitelemek için kullanılan ifade.

    Kara Ülkesi (national territory)
    Bir devletin üzerinde kesin egemenlik haklarını kullandığı toprak alanı. Bu alan devlet ülkesinin bir parçasıdır ve yüzeyi gibi alt kısımları da devlete aittir. Günümüzde kıta sahanlığı kavramı kara ülkesinin bir devamı niteliğinde kabul edilmiş ve kıyıya bitişik deniz yatağı ve onun toprak altı da devletler tarafından işletilmeye başlanmıştır.

    Karar Alma Süreci (resolution process)
    Basit anlamda karar alma, varolan seçenekler arasında tercih yapmak davranışıdır. Bu yaklaşım Uluslararası Politika’da öteden beri vardır, ancak bu sürecin sistemli olarak incelenmesi ilk olarak psikoloji, ekonomi gibi diğer bilim dallarında görülmüştür. Karar verme sürecinde üzerinde önemle durulması gereken iki nokta vardır: Algılama ve rasyonellik. Algılama, psikolojik bir kavram olup, karar vericilerin önlerinde ki veriler hakkındaki yorum yapmalarında başrolü oynar. Rasyonellik öğesi ise insanların karar alırken akılcı biçimde davranacakları düşünülerek kabul edilmiş bir kavramdır. Karar alma sürecinde iç ve dış çevrenin ve daha önceki kararların feedback (geri bildirim) yoluyla sürekli etkileri vardır. Bu yüzden bu sürecin sadece karar vericileri hakkında elde edilen bilgiye dayanılarak anlatılması mümkün değildir. Kaldı ki karar alma sürecinin hangi kişi ya da kurum tarafından başlatıldığını söylemek de her zaman kolay değildir.

    Kararı sulandırmak-Dilute resolution
    BM tarafından her hangi bir devlete karşı ciddi yaptırım getiren bir kararın, suçlanan ülke müttefiklerince konulan çekinceler ya da yumuşatıcı eklemelerle etkisinin azaltılması.

    Karasuları (territorial waters)
    Uluslararası Hukuk’ta bir devletin kıyılarına bitişik olan ve o devletin kara toprakları üzerindeki yargı yetkisine giren deniz parçası. Bütün ulusların kullanımına sunulmuş açık denizlerden ve ulusal toprakla çevrili göller belli koy ya da haliçler gibi iç sulardan farklı bir hukuki rejime tabidir. Karasularının dış sınırı ülke sınırını oluşturur.

    Karayib Ülkeleri Birliği-Association of Caribbean States
    1994 yılında kurulan bölgesel örgüt. Bahama, Barbados, Belize, Kolombiya, Kosta Rica, Küba, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Grenada, Guatemala, Guyana, Haiti, Honduras, Jamaika, Meksika, Nikaragua, Panama, St. Kitts and Nevis, St. Lucia, St. Vincent, Surinam ile Trinidad ve Tobagu nun üye olduğu örgütün amacı, üye ülkeler arasındaki işbirliğini güçlendirmektir.

    Karışma (intervention)
    Herhangi bir devletin iç veya dış politikasını etkilemek amacı ile diğer bir devlet veya devletler grubunun sözkonusu ilk devlete yaptığı müdahale. Bu şekilde bir müdahale doğrudan veya dolaylı olabilir. Bir devlet bu türden eylemlerin gerekçe olarak çeşitli nedenler öne sürebilir. Karışmada bulunan devlet; bir anlaşma ile bu hakkını kendisine tanınmış olduğunu, karşı tarafın aralarındaki bir anlaşmayı tek taraflı bozduğunu, müdahaleyi bu ülkede yaşayan kendi vatandaşlarını kollamak amacı ile yaptığını, müdahalenin bir meşru müdafaa özelliği taşıdığını, müdahale edilen devletin uluslararası hukuk kurallarının çiğnendiğini gerçek olarak gösterebilir. Bütün bunlara rağmen uluslararası teamül ve Birleşmiş Milletler Antlaşması, sadece çok sınırlı durumlarda bir devletin böyle bir davranışını meşru kabul etmek eğilimindedir.

    Karşı manifesto, anti manifesto-Anti manifesto
    Savaş halinde bulunan bir devletin savunma amacıyla savaştığını, mütecaviz taraf olmadığını bildiren deklarasyonu.

    Karşı uydu izleme sistemi-Anti satellite system
    Rakip ülke uydularını takip sistemi.

    Karşılıklı Bağımlılık (interdependence)
    İki yada daha fazla tarafın eylemlerinin karşılıklı olarak birbirleri ile bağıntılı olma vaziyeti. Bu karşılıklı bağımlılık genelde ekonomik gibi özel bazı alamlara ilişkin olmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın düzeyi bu nitelik açısından iki bir ayrımı yapılmaktadır. Birinci ayrıma göre taraflar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi, bir yanı ile, tarafların kendileri dışındaki bazı gelişmelere olan duyarlılığına ve etkileme durumuna işaret etmekte bir yanı ile de, taraflarca kendilerinin dışındaki bazı gelişmelere olan bu duyarlılığın kendilerine yüklediği maliyetin bir göstergesi olmaktadır. İkinci ayrım ise, böyle bir ilişkinin tarafları açısından yapılmaktadır. Bu açıdan iki türlü karşılıklı bağımlılık olgusu mevcuttur. Ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları ve uluslararası sistem arasındaki karşılıklı bağımlılık. Birinci tür karşılıklı bağımlılığın en geleneksel türüdür. İkinci tür ise, kavramın bugünkü anlamını daha iyi yansıtmaktadır. Bu tür bağımlılık siyasi/askeri öğeleri de kapsamakla birlikte ticari/ekonomik alanda ortaya çıkar.

    Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi-Council for Mutual Economic Aid
    25 Ocak 1949 tarihinde Sovyetler Birliği’nin girişimleriyle kurulan, sosyalist ülkeler arası ekonomik ve teknik işbirliği örgütü. Soğuk savaş yıllarında oldukça faal olan örgüt, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun dağılması ardından 1991 yılında tamamen lağvedilmiştir.

    Katalitik diplomasi, katışık diplomasi-Catalytic diplomacy
    Devletin resmi diplomatlarınca yürütülen faaliyetler ile resmi göreve sahip olmayan özel şahısların diplomatik faaliyetlerinin karışımıyla oluşan ortaklaşa diplomatik çabalar.

    Katılım kiriterleri-Accession criteria
    Avrupa Konseyinin haziran 1993 teki Kopenhag Zirvesinde kabul edilen ve Avrupa Birliğine girmek isteyen Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinin yerine getirmeleri istenen koşullar. Kopenhag Kiriterleri olarakta bilinen bu koşullar üç başlık altında toplanmıştır:
    a) Siyasi Kriterler: Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları ve azınlık haklarını garanti eden istikrarlı kurumsal yapılar.
    b) Ekonomik Kriterler: İşleyen bir pazar ekonomisi.
    c) Topluluk müktesebatını kabul: Avrupa Birliğinin siyasi, ekonomik ve parasal hedeflerini benimseme.

    Katılım ortaklığı-Accession partnership
    Avrupa Birliğinin birliğe üyelik sürecindeki ülkelerle girdiği gelişmiş ilişki biçimi.

    Katılma istemi-Application for adhession
    Uluslararası bir örgüte üyelik başvurusu.

    Keyfi Yönetim-Arbitrary Regime
    Hukuk kurallarından ziyade, yöneticilerin kişisel ihtiraslarının hakim olduğu siyasal rejim.

    Kıbrıs sorunu-Cyprus problem/dispute
    Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının taraf olduğu çok yönlü bölgesel sorun. 1950 yıllara kadar gündemde olmayan Kıbrıs meselesi, İngilterenin adadan çekilmeye başladığı bir dönemde adadaki Rumların, Türk azınlığa karşı giriştiği baskıcı tutum ve bölgeyi bir Tum adasına dönüştürme girişimleri üzerine patlak vermiş, 1960 yılında Kıbrıs Devletinin ilanı ile değişik boyutlar kazanmış ve uluslararası gündeme girmiştir. Sorun 1964 yılında BM Güvenlik Konseyinin Rumlara yakın tutumu üzerine daha da ağırlaşırken, 1974 yıılında Türkiyenin düzenlediği askeri operasyon ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ilanı ile çift toplumlu ve çift devletli bir çözüme zorlanmıştır. Türkiye ile Yunanistan ilişkileri olduğu kadar, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerini de önemli ölçüde etkileyen sorun, Rumların denetimindeki Kıbrıs’ın AB ne tam üye yapılması kararı ardından, Avrupanın da dahil olduğu karmaşık bir pazarlık sürecine girmiştir. 2003 yılında adanın kuzeyindeki Türk bölgesi ile güneydeki Rum bölgesi arasındaki geçişlerin serbest bırakılması siyasal yumuşama sürecini başlatmış, hemen ardından 2004 yılı Şubat ayında başlayan üçlü görüşmelerle (BM, Kıbrıs Türk tarafı ile Rum tarafı) Annan Planı çerçevesinde bir çözüm arayışına girilmiştir.

    Kırım Savaşı, 12 Mart 1854-10 Eylül 1855
    Abdülmecid devrinde Osmanlı, Fransız ve İngiliz devletlerin Rusya’ya karşı yaptıkları savaş. Sultan Abdülmecid’in Osmanlı İmparatorluğunu diriltmek amacıyla giriştiği reformlar, kendini “hasta adam”ın varisi sayan Rus çarı Nikolay I’i memnun etmemişti. Bu yüzden, Türkiye’deki bütün ortadoksların himayesine verilmesini istedi ve padişahın ret cevabı üzerine Enflak-Boğdan eyaletlerini işgal etti ve bir Rus donanması Sinop şehrini bombalayarak Osman Paşa kumandasındaki Türk donanmasını batırdı. (30 Kasım 1853). Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, İstanbul’un ve Boğazlar’ın Rus tehdidi altına girdiğini anladılar. Türk Rus anlaşmazlığı bu olaydan sonra bir defa daha meselesi durumuna geldi. İngiltere ve Fransa’da basın, savaş lehine yazılar yazmağa başladı; Fransa ve ingiltere hükümetleri Ekim ayında çar anlaşmaya yanaşmazsa, Türklere yardım edeceklerini bildirmişlerdi. Nitekim bir süre sonra da İngiliz ve Fransızlara ait donanmalar Çanakkale boğazını geçerek İstanbul önlerine geldi. Durumu haber alan Rus Çarı, İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale boğazını geçmesini protesto etti. Avusturya ve Prusya, Boğazlar Antlaşmasını (3 Temmuz 1841) imzaladığı halde olaylarla ilgilenmediler. Sinop bombardımanından sonra İngiltere kraliçesi Victoria ve Napoleon III, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı çözmek için arabuluculuk teklif ettiler. Çar Nikolay’ın bunu kabul etmemesi üzerine, Londra ve Paris kabineleri Rusya’ya birer ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Eflak ve Boğdan’ın hemen boşaltılmasını, Osmanlı imparatorluğunun mülki bütünlüğünün tanınmasını, ortadoks tebaa üstünde himaye fikrinde vazgeçilmesini istediler. Böylece Eflak ve Boğdan’ın boşaltılması, savaş için yeterli bir sebep olacaktı. Çar bu ültimatomu reddetti, sonra da Rus ordularına Tuna’yı geçme emrini verdi (9 Şubat 1854). İngiltere ve Fransa, bunun üzerine Rusya’ya savaş açılmasını kararlaştırdılar. (12 Mart 1854). Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler arasında üç antlaşma yapıldı, ilki İstanbul Antlaşmasıydı. Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü garanti ediyor ve yenileşme hareketlerini destekliyorlardı (12 Mart 1854). İkincisi Londra Antlaşmasıydı. Bunda, iki devlet Osmanlı İmparatorluğundan özel çıkarlar sağlamak düşüncesinde olmadıklarını açıkladılar. 28 Ocak 1854’te Ruslar genel bir saldırıya geçtiler. Tuna’yı, Kalas’ı, İbrail’i ve İsmail’i de alarak Dobruca’ya girdiler. Bu arada bir Osmanlı ordusunu yenerek Silistre’yi kuşattılar. Kaledeki Osmanlı kuvvetleri, Ruslara karşı kaleyi şiddetle savundu; Mayıs’ta yapılan altı saldırıyı püskürttüler. Bu arada İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Osmanlılara yardım etmek üzere Gelibolu’dan Varna’ya geldiler. Avusturya da Rusya’yı zorlamağa başladı. Osmanlılar Avusturya ile bir antlaşma yaparak Tuna bölgesindeki cepheyi ortadan kaldırdılar. Bu antlaşmadan sonra müttefikler Rusya’yı barışa zorlamak için Kırım üzerine yürümeyi uygun buldular. Kırım Savaşının daha fazla uzamayacağını ve kesin bir zafer kazanacaklarını umuyorlardı. Fakat Fransız ve İngiliz orduları Avrupa’daki üslerinden çok uzakta dövüşmek zorunda kaldı; ayrıca böyle bir sefer için her bakımdan hazır değillerdi. Üç devletin deniz ve kara kuvvetleri arasında işbirliği, kumanda birliği de yoktu. Türk kuvvetlerinin başında Ömer Paşa, Fransız kuvvetlerinin başında Saint Arnaud, İngilizlerin başında Lord Ralgan bulunuyordu. 89 savaş gemisinin yanında 267 taşıt gemisi, Kırım’da Veupatoria’ya 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 6.000 Türk askeri çıkardı (29 Eylül 1854). Bu kuvvetlerin karşısında 51.000 Rus askeri vardı. Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol’u almaktı. Sivastopol yolunu kapayan Mençikov kuvvetlerini Alma’da yendiler. Fakat Ruslar savaş gemilerinin bir kısmını batırarak limanın deniz tarafından güvenliğini sağladılar. Albay Totloben’in yaptığı tabyalar da karadan gelen taaruzu önledi. Bunun üzerine şehrin sürekli kuşatılmasına karar verildi. Bu arada Rusların müttefik çemberini yarmak için yaptığı çıkış hareketleri de sonuç vermedi (25 Ekim-5 Aralık 1854). Kış gelince, savaşlar durdu. Bu sırada Küçük Piyemonte hükümeti Rusya’ya karşı savaşa girerek 15.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. 1855 Baharında müttefikler 14.000 kişilik bir kuvvetle tekrar savaşa başladılar. Malakov tabyasının Yeşiltepe mevkii ve Beyaz tabya, 7 Haziran’da alındı. Yardıma gelen kuvvetler Traktik köprüsünde ezildi (16 Ağustos 1854), Sivastopol sürekli topa tutuldu, Ruslar günde 1.000 kayıp verdiler. Müttefikler 4-7 Eylül’de genel bir saldırı ile Sivastopol’u savunan Malakov tabyalarını teslim aldılar, 10 Eylül’de bir harebe durumuna gelen şehre girdiler. Limanı, dokları, tersaneyi tahrip ettiler. Harekat, Kangil çarpışması ve Kinbun ile Orçakov’un işgaliyle sona erdi Bu arada Ömer Paşa da Rusları Yevpatoria’da kesin bir yenilgiye uğrattı. B savaşlarda iki tarafın kayıpları 240.000’e yükseldi. Müttefiklerin başarılı, Nikolay’ın ölümü ve yerine Aleksandr II’nin geçmesi, Ruslar’da, savaşı kazanma ümidini yok etti. Yeni çar şerefli bir barış yapmağa hazır olduğunu bildirdi. Barış şartlarının görüşülmesi için Paris’te bir kongrenin toplanması kararlaştırıldı.

    Kırmızı Telefon (Hot Line)
    Washington ile Moskova arasındaki özel telefon. Nükleer silahların gelişmesi ve çoğalmasından sonra milletlerarası politikada büyük devletler arasında varolan dehşet dengesinin sonucu olarak, nükleer savaştan kaçınma tedbirleri aranmaya başlanmıştır. Özellikle ABD ile Rusya en güçlü silahlara sahip iki devlet olarak, gerek önemli bunalımlarda, gerekse bir yanlışlık neticesi böyle bir savaştan kaçınmaya özel bir önem vermişler, Washington’da Başkanlık evi olan Beyaz Saray ile Sovyet yöneticilerinin Moskova’daki Kremlin Sarayı arasında bu amaçla özel bir telefon bağlantısı kurmuşlardır. Böylece tehlike anında, nükleer silahları harekete geçirmek için, aynı zamanda bölgesel çatışmaların (Ortadoğu devletleri arasındaki çatışmalar gibi) doğrudan temas ile çözümlenebilmesi amacıyla iki devlet yöneticileri derhal özel hatla konuşma olanağına kavuşmuşlardır ve bu telefon bağlantısına kırmızı telefon denmektedir.
    Bu bağlantı, 1962 Ekim’inde, Sovyetlerin Küba’da Amerika’ya çevrik füzeler yerleştirmeleri ve ABD’nin yeni füzeler getirmekte olan Sovyet gemilerine karşı deniz kuvvetlerini harekete geçirerek Küba’yı ablukaya almasıyla ortaya çıkan Küba Krizi’ni takiben gerçekleştirilmiştir. Bu krizin şiddetlenmesi iki ülkeyi nükleer bir savaşın eşiğine getirmiştir.

    Kıta sahanlığı-Continental shelf
    Kıtanın deniz suları altında kalan kısmı. Deniz kıyısı ile genellikle 200m. Derinlik arasındaki uzanan az eğilimli, karadan taşınmış tortularla kaplı dip. Uluslararsı ilişkilerde 1946 yılından sonra gündeme gelmiştir. 1958 tarihliBM Deniz Hukuku Konferansı’nda kabul edilen ana ilkeler doğrultusunda bu derinliğe kadar olan deniz altı, ilgili ülkenin tasarrufunda kabul edilmiştir. Şayet kıta sahanlığı alanı iki ülke arasında kalıyorsa, o zaman bunun paylaşımı, iki taraf arasında özel bir anlaşma ile saptanacaktır. Anlaşma yoksa, bu denizin orta yerinden geçen çizgiye göre paylaşma yapılacaktır. Sözleşmeye göre adaların kıta sahanlğı yoktur. 1960 yılında yine Cenevre’de ve 1976 yılında New York’ta yapılan deniz hukuku konferanslarında, önceki kararlar üzerinde köklü değişikliğe yol açacak herhangi bir karar alınamamıştır.
    Kara platformu olarak da bilinen, bir kara parçasını ya da kıtayı çevreleyen görece sığ ve eğimli deniz tabanı. Genellikle kıta sahanlıkları kıyıdan 200 m derinliklere kadar uzanır. Texas’taki petrol yataklarının deniz altına uzandığının anlaşılması üzerine 1945 yılında ilk kez ABD tarafından uluslararası hukukta Kıta sahanlığı kavramını kullanmıştır. İlk sözleşme ingiltere ile Venezuela arasında 1942 yılında imzalanmıştır. 1958 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı’nın ilk toplantısında, kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısının dibi ve dipaltı olarak tanımlanan kıta sahanlığının dış sınırının 200 m derinlik ya da işletilebilirlik ölçütüne göre saptanması kararlaştırılmıştır. 1958’de ortaya konan adaların kendi kıta sahanlıklarına sahip olabilecekleri ilkesi bu sözleşmeyle benimsenmiştir. 1970’lerin başından bu yana Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı anlaşmazlığı, deniz sınırları karşı karşıya olan devletlerin durumuna tipik bir örnek oluşturmakta ve bu sorun günümüzde de devam etmektedir.

    Kıta sahanlığı sorunu
    Devletlerin karasuları ve karasularının dışında kalan bölgelerden faydalanmaları ile ilgili ortaya çıkan sorun. Kıta sahanlığı kavramı 1945’te ABD başkanı Truman’ın bir bildirisi ile ortaya çıkmıştır. Bunun önemi kıta sahanlığında maden yumrularının, sahanlığının toprak altında petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve bunların işletilmeye başlamasıdır. Kıta sahanlığı alanının nereye kadar uzanacağı önemli bir sorun olmuştur. Kıyıları doğrudan açık denizlere, okyanuslara açılan ülkelerin (örneğin, Latin Amerika ülkelerinin) büyük çoğunluğu, bu bölgeleri mümkün olduğunca geniş tutmaya çalışmışlardır. Amaç ekonomik değeri olan balık avlanma hakkını artırmaktır. Bu konuda uygulanacak kurallar 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansında yapılan Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile belirlenmiştir. Kıta sahanlığı kuramının açıklığa çıkmasında Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969) ve III. Deniz Hukuku Konferansı ve bunun sonunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (1982) son aşamayı oluşturmaktadır.

    Kıtalararası Balistik Füzeler (intercontinental ballistic missiles)
    Nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen isim. Bu işi yapmakta kullanılan en eski araçlar uçaklardır. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından tek veya çok başlıklı füzelerden oluşmaktadır.
    Amerika’nın U-2 casus uçaklarını geliştirmesi, 1956 yılının ortalarına rastlar. Bu uçak Sovyetler Birliğinin fotoğraflarını çekmesi üzerine Sovyetler Birliği çalışmalarını daha gizli biçimde yürütmeye çalışmıştır. 26 Ağustos 1957’de ise SSCB ilk ICBM denemesini yaptı ve bundan 6 hafta sonra ise 4 Ekim de ilk Sputnik’i uzaya fırlattı. ABDbunun üzerine kamuoyunda ve kongrede oluşan “füze açığı (missile gap)” heyecanı üzerine hızla ICBM yapımı programına girdi. 1962 yılında ise, karşı tarafı caydırmak için gerekli olanın çok üstünde bir öldürme kapasitesine ulaştı.

    Kıtasal sistem-Continental system
    Napolyon tarafından İngiltere’ye karşı uygulanmış olan politika. Napolyon, İngiltere’nin deniz gücünü ekonomik yollarla zayıflatabilmek için, Avrupa kıtasını İngiliz ticaretine kapatmaya çalışmış ve böylece Fransa’yı koruyacağını hesap etmiştir.

    Kitlesel Karşılık Doktrini (mass retaliation doctrine)
    1957 yılından önce NATO’nun Sovyet tehlikesine karşı askeri stratejisi. Bu strateji kısaca, herhangi bir komünist saldırı karşısında ABD’nin Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli endüstri merkezlerine karşılıkta bulunacağını öngörmesiydi. Ancak burada temel nokta karşı tarafın kullandığı silahların türüne bakılmaksızın nükleer silahlarla savunma yapılacak olmasıydı. İki noktaya dayanıyordu: 1)Nükleer silahlarla karşılık verme düşmanı hem sınırlı, hem de kitlesel bir savaştan caydıracaktı. 2)Nükleer silahlar durum gerektirdiğinde kullanılacaktır. Kitlesel karşılık stratejisi dünya barışı ve insanlığın geleceği açısından büyük riskler taşıyorsa da nükleer çağın gerçeklerine uyuyordu ve güvenlikliydi. Ancak zamanla inandırıcılığını ve dolayısıyla caydırıcılığını yitirmesi, Sovyetler Birliği’nin uzun mensilli gönderme araçlarını geliştirmesi gibi nedenlerle bu stratejiden vazgeçilmiştir.

    Klasik Diplomasi-Classic diplomacy
    Birinci Dünya Savaşından önceki dönemde uygulanan diplomasi.

    Kodifikasyon-Codification
    Örf, adet ve teamüllere dayanan uluslararası hukuk kurallarının yazılı hukuk biçimine dönüştürülmesi. Uluslararası hukukun kodifikasyonu çalışmaları, 1899 ve 1907 yıllarında toplanan Lahey Konferanslarında başlamıştır. 1930 yılında bir Lahey Konferansı daha yapılmışsa da diğer ikisi kadar verimli olmamıştır. Konferanslarda saptanan kurallar bazı sözleşmeler meydana getirmiştir. Bunlara Lahey Sözleşmeleri denilmektedir. BM Genel Kurulu tarafından oluşturulan Uluslararası Hukuk Komisyonu, sadece mevcut kuralları derlemekle kalmayıp, bunları gözden geçirmek, gerekirse değiştirmek ve yeni hükümler eklemek yetkisine sahiptir.

    Kolektivizasyon-Collectivization
    Stalin tarafından 1929-1937 yılları arasında uygulanan ve tüm çiftçilerin özel mülklerinin kamulaştırılarak kollektif çiftliklerde çalıştırılmasını öngören uygulama.
    Ekonomi politikası açısından kollektivizm, ülkedeki her tür üretim araç ve olanaklarının şahıslar veya özel şirketler yerine tamamen devletin veya toplumun elinde olması durumudur. Bu sistemdeki bir toplumda kişisel mülkiyet de çok sınırlı olup önemsiz bir düzeydedir.

    Kollektif Güvenlik (collective security)
    Dünyadaki her devletin diğer bir devletin güvenliğini ve bağımsızlığını garanti edeceği bir güç sistemi. Kollektif güvenliğin temel ilkesi katılımın ve zorlanmanın evrenselliğidir. Bu şartlar altında bir saldırgan ulusun, tüm topluluğun birleşmiş muhalefetiyle karşılaşması beklenir. Bu temel varsayım şimdiye kadar MC misakında ve BMsözleşmesinde yer almıştır. NATO, Varşova Paktı gibi bölgesel örgütler kollektif güvenlik sisteminin modelleri olarak kabul edilmemişlerdir. Çünkü bunlar evrensellik ilkesini tam olarak yerine getirmiyorlar. Kollektif güenlik sadece bir teorik güç modelidir. Böyle bir sistem hiç bir zaman etkili bir şekilde işlemedi. Milletler Cemiyeti ile getirilen kollektif güvenlik sistemi, sistemin temel öğelerinden önemli bir bölümünün mevcut statükodan memnun olmamaları sebebiyle işlememiştir.
    BM dünya barış ve güvenliğin tehlikeye düştüğünü gördüğü anda silahlı önlem dahil her türlü önlemi alabilecektir. Ancak Konsey’deki 5 daimi üyenin veto hakkının bulunması karar alınmasını zorlaştırmaktadır. Bu tıkanıklığı aşmak amacı ile böyle durumlarda Genel Kurul’a konu ile ilgili karar alma yetkisi tanıyan Barış İçin Birleşme Kararı 1950’de kabul edilmiştir. Herşeye rağmen büyük güçlerin aralarında anlaşmadığı konularda, barış ve güvenliği bu yollar ile sağlama çabalarının başarılı olacağı söylenemez.

    Kollektif Güvenlik Anlaşması-Collective Security Treaty
    17 Haziran 1950 yılında, Arap Birliği Örgütü’ne üye ülkeler arasında imzalanan, siyasal ve askeri anlaşma. 1952 yılında yürürlüğe giren 13 maddelik anlaşma, üye ülkeler arasında, güvenliğin pekiştirilmesini, sorunların barışçıl yollarla çözümlendirilmesini, üyelerden birine yapılacak bir saldırının tümüne yapılmış kabul edilerek toplu biçimde savunulmasını öngörmektedir.

    Kollektif Liderlik (collective leadership)
    Bir tür liderliktir. Parlamentodaki tüm muhaliflerin ve üst düzey yöneticilerin yönetimde beraber söz almalarıdır. Stalin’in ölümünden sonra Stalin’i kötüleme kampanyası doruk noktasına SBKP’nin 20. kongresine ulaştı. En çok eleştirilen nokta Stalin’in ortak vasisiydi ve okunan programda yeni bir otokratın ortaya çıkmasının önlenmesi için kollektif liderlik ilkesine önem verilmesi gerektiğini belirtiyordu. İşte kollektif liderlik Stalin’den sonra iktidar mücadelesine girenlerin bir süre tercih ettiği toplu yönetimdir.
    1953’te Rakosi’nin istenenleri yapmadığını gören Sovyet Yöneticileri Macaristan’da Rakosi’nin tek adam yönetimine son vererek kollektif liderlik ilkesini yürürlüğe soktular. Polonya’da Bierut’un 1956’da ölümüyle ülkede tek adam yönetimi sona erdi. Kollektif birleştirme burada da yapıldı.

    Kolombo Planı-Colombo Plan
    1950 yılına Seylanın başkenti Kolomboda imzalanan ve Güneydoğu ve Güney Asya ülkelerinin ekonomik kalkınması için gerekli adımları öngören plan. Plana, İngiliz Milletler Topluluğu/Commonwealth ülkeleri dışişleri başkanları imza atmıştır. Mali kaynakları Dünya Bankasından sağlamaktadır.

    Kominform (Cominform)
    Resmi adı “Komünist Enformasyon Bürosu” olan 1947’de Sovyetler Birliğinin önderliğinde kurulan ve 1956 yılına kadar etkinlik gösteren uluslararası komünist örgüt. Büro Eylül 1947’de SSCB, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Polonya, Romanya, Yugoslavya, Fransa ve İtalya komünist partilerince Polonya’da kurulmuştur. Kominformun kuruluşuna Yugoslavya komünistleri büyük destek sağladıkları için ilk olarak örgüt merkezi Belgrad olarak belirlenmiştir. Fakat daha sonraları Yugoslavya ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin artması sonucu, Yugoslavya Komünist Partisi Haziran 1948’de örgütten çıkarılmış ve Merkez Bükreş’e taşınmıştır. Kominform devletleri arasında uluslararası dayanışmayı pekiştirmek için propaganda, ağırlıklı bir eri teşkil ediyordu. Marshall Plan ve Truman Doktrin’in uygulanmasını engellemek için kominform tarafından görevlendirilen İtalyan ve Fransız komünist partileri başarılı olamamışlardır. Daha önceki denemelerde olduğu gibi kominform döneminde de sosyalist sistemin kazanımlarını koruma eğilimine ağırlık verilerek, devrimlerin yayılması amacı ikinci plana itilmiştir. Kominform 17 Nisan 1956 tarihinde Yugoslavya ile arasındaki gerginliği yumuşatmayı amaçlayan Sovyetler Birliği tarafından dağıtılmıştır.

    Komintern (Comintern)
    Üçüncü Enternasyonal’in diğer adıdır. Komintern 1919’da Rus Devrimi’nden sonra Moskova’da kurulmuştur. Hedefi Marksist sosyalizmi ve devrimciliği dünyaya yaymaktı. Başlangıçta Alman ve Rus Komünist Partileri ile diğer ülkelerin aşırı solcu gruplaşmaları, Komintern hareketlerine katılmıştır. Komintern, diğer ülkelerdeki Sosyalist partilerin aşırı unsurlarını kazanıp, bunlara komünist partiler kurdurmak üzere on yıldan fazla bir süre çalışmıştır. Zamanla bütün ülkelerin açık ya da gizli faaliyet halindeki komünist partileri Üçüncü Enternasyonel’e üye olmuştur. Almanya ve Japonya 1936’da Komintern’e karşı Anti Komintern Paktı’nı imzalamıştır ve bu organizasyon Berlin-Roma Mihveriyle yakın ilişkiler kurmuştur. Üçüncü Enternasyonal 1943’te Stalin tarafından dağıtılmıştır. 1947’de Kominform adıyla tekrar teorik olarak kurulmuştur, ancak eski cazibesini kazanmaktan uzak kalmıştır.

    Komiser-Commissioner
    Avrupa Birliği Komisyonu üyelerine verilen isimdir. Her ne kadar günümüzde kullanılsa dahi, 1 Ocak 1986 tarihindan itibaren Komisyon Üyesi/Member of the Commission denilmesine karar verilmiştir.

    Komünizm-Communism
    Temel felsefesi XIX. Yüzyılda Karl Marks(1818-1883) ve Frederich Engels(1820-1895) tarafından hazırlanmış olan siyasi, sosyal ve ekonomik düzen, Ekonomik açıdan komünizm, kolektivist bir düzendir ve bütün üretim araçları ve olanakları devlete aittir. Siyasal açıdan komünizm, komünist partinin hakim olduğu tek parti düzenidir. Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, tek partinin yanında birkaç önemsiz küçük parti bulunabilir. Uluslararası ilişkiler açısından, bağımsızlıkçı ve enternasyonalist bir anlayıştır. XX. Yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren hemen tüm uluslararası olayları etkileyen komünizm, 1989 da Doğu Blokunun çöküşünden sonra etkinliğini yitirdi.

    Komünist Haberleşme Bürosu-Communist Information Bureau
    1947 yılında, Sovyet Komünist Partisi’nin öncülüğünde III. Komintern örgütünün yeniden canlandırma girişimi olarak Belgrad da kurulan karşılıklı dayanışma ve danışma örgütüdür. Amaç, dokuz Doğu Avrupa ülkesindeki komünist partilerin çalışmalarını koordine etmekti. 1956 yılında dağıldı.

    Komünist Enternasyonal-Communist International
    Üçüncü Enternasyonal adıyla da anılmaktadır. İlk ikisi 1864 ve 1889 yıllarında Karl Marks tarafından kurulmuştu. 1919 yılında Rus Komünist Partisinin öncülüğünde, komünist partilerin faaliyetlerini koordine ve uluslararası komünizmi geliştirme amacıyla kuruluştu. İkinci Dünya Savaşı’nda Batılı ülkelerde müttefik olan ve Hitler tehlikesine karşı onlarla ittifak ihtiyacı içinde olan Sovyetler Birliği tarafından 1943 yılında lağvedilmiştir.

    Komünist Manifesto-Communist Manifesto
    Komünist Bildiri. 1848 yılında Karl Marks(1820-1895) tarafından yazılan ve komünizm ilkelerini açıklayan bildiri.

    Komünitaryanizm/Toplulukçuluk-Communitarianism
    Siyasal yaşamın işleyişi sırasında, siyasal kurumların ve insan refahını sağlayacak unsurların anlaşılmasında topluluğun önemine vurgu yapan siyasal anlayış. Liberalist teoriye tepki olarak 1980’li yıllardan itibaren gelişmiştir.

    Kondominyum-Condominium
    İki yada daha çok sayıda devletin, bir ülke veya bir bölge üzerinde ortak yönetim sahibi olması. Başka bir ifadeyle, bir bölgenin iki yada daha fazla devlet tarafından birlikte idare edilmesidir. Sömürgeciliğin biraz dah yumuşak bir biçimi olarak yorumlanmıştır. Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasında yaygın olan bu yöntem, günümüzde pek kullanılmamaktadır. Bunun yerine BM Güvenlik Konseyinin görevlendireceği bir barış gücü gözetiminde geçiş hükümeti kurulması tercih edilmektedir.

    Konfederasyon-Confederation
    Üye ülkelerin ulusal ayrımcalıklarını korudukları ve ortak bir hükümete bağlı olmadıkları topluluk şeklidir. Bu modelde üye ülkeler, bağımsızlıklarını ve egemenliklerini koruyarak, aralarında imzaladıkları konfederasyonu kuran anlaşma uyarınca, bazı yetkileri ortak bir organa devrederler. Bu organ, düzenleme ve uyumlaştırma faaliyetlerini yürürtür. Bu topluluğun amacı, entegrasyon değildir. Karar alma tekniği oy birliği sistemidir.
    İki ya da daha çok devletin ortak ve sınırlı çıkarları için, iç ve dış egemenliklerini koruyarak bir antlaşmayla oluşturdukları devletler topluluğu. Konfederasyon devletleri arasında işbirliği sağlamak için genellikle üye devletlerin kendi hükümlerinin direktifleriyle sıkı sıkıya bağlı temsilcilerinden kurulu, diplomatik nitelikte bir danışma organı oluşturur. Konfederasyona bağlı ülkeler ilke olarak bağımsızlıklarını koruduklarından, bu devletlerden her biri yabancı devletlerle diplomatik ilişkilerini sürdürürler. Konfederasyonun federasyon ile arasındaki fark konfederasyonun yetkilerinin ortak çıkarlarla sınırlılığı, alınan kararları uygulayabilecek bir organın yokluğu gibi olumsuz özelliklerine karşıt federasyonda siyasi otoritenin merkezi yönetim ile birimler arasında bölüştürülmüş olmasıdır. Bu yüzden konfederasyonlar federal örgütlenmenin çekirdeğini oluştururlar.ABD 1976’da 13 ingiliz kolonisinin bir konfederasyon çatısı altında bir araya gelmesiyle oluşurken, günümüzde 50 eyaletten oluşan federal bir cumhuriyet şeklini almıştır. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi global organizasyonlar, NATO ve Avrupa Birliği gibibölgesel kuruluşlar konfederasyon ilkesine göre oluşturulmuşlardır.

    Konferans-Conference

    • Diplomaside, bir sorunun çözümlenmesi amacıyla, sorunun niteliğine bağlı olarak ulusal yada uluslararası düzeyde yapılabilen vekonunun uzmanları ile o konuda karar almaya yetkili kişilerin katıldığı toplantı. Uluslararası sorunların çözümünde ve devletlerarası ilişkilerin gelişiminde çok önemli rol oynayan konferanslar, belli protokol kurallarını gerektirir. Konferans, BM yada başka bir uluslararası örgütün merkezinde yapılmayacaksa, o zaman konuk devletin tüm katılımcılara davet göndermesi gereklidir. Konferansa, ev sahibi ülkenin ilgili bakanı başkanlık edecek ve toplantının tüm düzeninden, konukların ağırlanmasından, ikramlardan, teknik alt yapıdan, toplantı kararlarının belgeleştirilmesinden vs. İlgili devlet sorumlu olacaktır.
    • Yeri, zamanı, konu ve kouşmacısı daha önceden ilan edilen, çoğunlukla sadece bir kişinin konuşmacı olarak katıldığı herkese açık toplantı.

    Konferans diplomasisi- Conference diplomacy
    Diplomatik sorunları çok taraflı bir karakter arzeden uluslararası toplantı yada konferanslar tertip edip, tarafları bir araya getirme ve karşılıklı pazarlıklara imkan tanıma şeklinde çözmeye çalışan diplomasi yöntemi. Çok taraflı diplomasi de denilmektedir.
    İkiden fazla devlet temsilcisinin toplanarak aralarındaki meseleleri çözümlendirme girişimleridir. Bu anlamda konferans diplomasisinin tarihi pek eski değildir. Konferans diplomasisi olarak adlandırılan bu tür diplomasisinin 1648 tarihli Westphalia Kongresi ile başlamış olduğu kabul ediliyor.
    Fakat 17. ve 18. yüzyıllarda toplanan konferanslarda özellikle usul sorunları nedeniyle işlerin yürütülmesinde zorluklarla karşılaşmaktaydı. Konferans diplomasisinde bu yönde önemli adımların atılabilmesi için 1815 tarihli Viyana Kongresini beklemek gerekmişti. Viyana Kongresi gerek sorunların ele alınma ve çözülme biçimi, gerek kongreden sonra çok yanlı diplomasiye dahafazla başvurulması bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Viyana Kongresi’ne katılan devletler, belirli aralıklarla temsilciliklerinin bir araya gelerek Avrupa barışını gerektiren yolları araştırmalarını kararlaştırmışlardır. Büyük devletler diplomasisi olarak ortaya çıkan bu tür diplomasi, iki dünya savaşı arasında önemini korumakla beraber, II. dünya savaşı sonrasında gelişen yeni bazı diplomasi türlerinin gerisinde kalmıştır.

    Konferans kulisleri-Conference lobbies
    Uluslararası konferanslarda, resmi gündem ve görüşmeler dışında, katılımcıların gayri resmi olarak yürüttükleri görüşme ve pazarlıklar.

    Kongo Savaşı-Congo War
    1998 yılında patlak veren, Uganda ve Burundinin ayrılıkçıları; buna karşın Angola, Çad, Namibya ve Zimbabwe nin Kongo yönetimini desteklediği bölgesel boyutlu iç savaş. Dünya tarihinin en kanlı çatışmalarından biri olan ve Temmuz 2002 tarihine kadar süren savaşta 2 milyon kişi hayatını kaybetti.

    Kongre-Congress

    • Kongre, kurultay. Özel bir maksatla toplanan yetkili temsilcileri bir araya getiren ulusal yada uluslararası toplantı.
    • Meclis.
    • Amerikan Kongresi, Amerikan millet meclisi. 535 üyeden oluşan Kongre;Temsilciler Meclisi ve Senato adlı iki ayrı meclisin birleşmesinden meydana gelir. Bunların 435 tanesi Temsilciler Meclisi’nde, kalan 100 tanesi de Senatoda görev yapar. Temsilciler Meclisi seçimleri iki yılda bir yapılırken, Senato üyeleri 6 yıllığına seçilmekte ve iki yılda bir yapılan seçimlerle üçte biri yenilenmektedir. Eşit yetkileri olan bu iki meclisten Temsilciler Meclisi’ne, gelir getiren ve tahsisatlarla ilgili yasa teklifleri sunulurken; Senato, anlaşmaların ve üst düzey bürokratların onay işlemlerini yapar. Bunların dışındaki yetkiler birlikte kullanılırken, bir yasa teklifi herhangi birinde önce görüşülebilir. Diplomasi açısından oldukça önemli olan Kongre, bir çok kararın alınmasında Başkanın yetkilerini paylaşmaktadır.

    Konjonktür politikası-Conjancture policy
    AB ye üye ülkelerden herhangi birinde, ani bir ödemeler dengesi krizi belirdiğinde, koruyucu önlemler alınmasını sağlamak üzere ülkelerin birbirine danışmalarını öngören istişare mekanizması.

    Konsolide etmek-Consolidate
    Herhangi bir anlaşmaya imza atmış olan iki akit tarafıni birbirlerine tanıdıkları haklardan geri dönülmemek üzere bağıtlanmalarıdır. Örneğin, iki ülke ekonomik ilişkisinde, taraflar birbirlerine tanıdıkları gümrük indirimlerini konsolide ettiklerinde, tek taraflı olarak eriştikleri durumdan daha kötü duruma değiştiremezler.

    Konsolide liberasyon listesi-Consolidated liberalization list
    İki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerde, ithalattaki miktar kısıtlamaları kaldırılıp, mallar serbest bırakıldığında, bu malların söz konusu serbestlikten çıkarılmamasının taahhüt edildiği mal listeleri.

    Konsolidasyon-Consolidation
    Kısa vadeli bir devlet borcunun yerini uzun vadeli bir borcun alması. Devletin vadesi gelmiş olan kısa vadeli borçları ödeme olanağına sahip olmaması halinde, konsolidasyona gidilir. Konsolidasyon işlemi ihtiyari ve zorunlu olmak üzere iki türlüdür. Her halükarda da devletten alacağı olan kişi ve kurumlar, alacaklarına karşılık uzun vadeli devlet tahvilerini almak durumundadırlar.

    Konsolos-Consul
    Bir devletin, yurt duşındaki bir takım idari hizmetleri yürütmek ve atayan devletin menfaatlerini korumak amacıyla başka bir devlet nezdinde görevlendirdiği, diplomatik nitelik taşımayan resmi memur. Diplomatik temsilciler arasında olmadığından, hukuken diplomatik aytıcalık ve haklardan da yararlanamazlar. Konsoloslar rütbe yönünden, başkonsolos, konsolos, yardımcı konsolos ve kor-konsolos olarak sıralanır. Bir konsolosun görevini yerine getirmek için tahsis edilen, yetkili bulunduğu bölgeye konsolosluk görev çevresi /circonscription/ denir. 1963 yılında kabul edilen Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi ne göre konsolosların görevleri şunlardır:
    a-Devletler hukuku çerçevesinde, gönderen devletin ve bu devlet uyruğunda bulunan gerçek ve tüzel kişilerin çıkarlarını korumak.
    b-İki ülke arasındaki ticari, ekonomik, kültürel ve bilimsel ilişkileri geliştirmek.
    c-Yasal yollarla bilgi edinerek raporlar hazırlamak.
    d-Kendi vatandaşlarının pasaport işlemleri başta olmak üzere konsolosluğu ilgilendiren tüm resmi işleri takip etmek.
    e-Kendi uyguğundaki kişilerin haklarını ev sahibi ülke nezdinde korumak.
    Ek Bilgi: Ülkeler arasındaki ticari, ekonomik, kültürel, bilimsel ilişkilerin yürütülmesi ve geliştirilmesi ve dış ülkelerde vatandaşlarının haklarını korumak için atanan dışişleri görevlisi. Kural olarak devleti temsil etme yetkileri bulunmayan konsoloslar bulunduğu ülkede devletin gerçek ve tüzel kişiliklerini korumak, işlerliğini kolaylaştırmak, pasaportları uzatmak ya da yenilemek gibi görevlere sahiptirler. Hukuki açıdan diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanma haklarına sahip olmayan konsoloslar diplomatik temsilci konumunu da taşımazlar. Diplomatik dokunulmazlığına sahip olmayan konsoloslar, yine de görevlendirildikleri ülkede normal bir yabancıdan farklı olarak bir takım ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanırlar. Konsolosluk görevlileri önem sırasına göre başkonsolos, konsolos, yardımcısı ve fahri konsolos olarak sıralanırlar. Konsoloslara tanınan ayrıcalık ve bağışıklıkların içeriği konsolosluk sözleşmeleri diye ifade edilen iki ya da çok taraflı antlaşmalarla belirlenir. Türkiye Konsolosluk ilişkileri hakkında 1975 yılında Viyana Sözleşmesi’ne taraf olmuştur.

    Konsolosluk-Consulate
    Konsolosun ifa ettiği görev ve bu görevin yapıldığı bina. Birçok ülkede bir kısım devletlerin konsolosluğu bulunmadığından, konsolosluk görevleri, bu devletlerin büyükelçilerince yürütülür ve bu bölüme konsolosluk şubesi denir. Büyükelçiliğin yanı sıra, aynı şehirde veya ülkenin başka şehirlerinde aynı devletin konsoloslukları veya başkonsoloslukları bulunabilir. Bir devlet, siyasal nedenlerle veya başka gerekçelerle kimi ülkelerde büyükelçilik bulundurmadan, sadece konsolosluk açmak suretiyle ilişki içinde bulunabilir. Bu, iki taraf arasındaki ilişkinin düşük seviyede olduğunu gösterir. Konsolosluğun görevlerini yerine getirmesi için tahsis edilen yetkili bulunduğu bölgeye konsolosluk görev çevresi denir. Konsolosluk binalarının, özellikle konsolosluk işleri için kullanılan kısımlarının dokunulmazlığı vardır. Resmi haberleşmesi de dokunulmazlıktan yararlanır. Konsolosluklar, yazışmalarda kurye kullanılabileceği gibi, bunlara ait torba ve paketleri kendi araçları ile gönderebilirler. Konsolosluk yetkili memurları, o ülkeede yaşayan kendi vatandaşları ile her zaman temas serbestisine sahiptirler. Hapiste olanlarla görüşme yetkileri de vardır. Konsolosluk mermurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, ancak ağır bir suç halinde ve yetkili adli makamın kararı ile olur. Görevlerini yetine getirirken işledikleri eylemlerden dolayı, yargıya tabi değildirler.

    Konsorsiyum (consortium)
    Değişik kuruluşların merkezi bir yönetim etrafında toplanması anlamına gelen terim. Aynı zamanda, çeşitli ülke veya kuruluşların biraraya gelerek, diğer bir ülkeye ekonomik yardım amacı ile oluşturdukları örgütlenme ve mali fona bu ad verilmektedir.
    Konsorsiyum kanalı ile yardım alacak ülkenin ekonomik ve mali durumu gözden geçirilir, dış yardım ihtiyaçları belirlenir ve yardım yapanın dış yardım politikaları arasında uyum ve koordinasyon sağlanır. Dolayısıyla bunlar geçici nitelikteki kuruluşlardır. Konsorsiyumların elinde dağıtılacak mali kaynak yoktur. Yardımlar, onu oluşturan ülkeler tarafından iki taraflı olarak verilir. Konsorsiyum toplantılarında yardım konusunda ön hazırlıklar yapılır. O yıl ülkeye ne miktar yardım sağlanacağı ve bu yardımların üyeler arasında ne oranda dağıtılacağı gibi hususlar belirlenir. Bu şekilde yardım alacak ülkenin durumunun ortaklarca görüşülmesi ve karara bağlanması, yardımın etkinliğini artırır. 1950 yılında, Dünya Bankası’nın denetiminde Hindistan’a yardım konsorsiyumu kurulmuştur. 1962’de ise bu kez, OECD’ye bağlı Türkiye’ye yardım konsorsiyum oluşturulmuştur.

    Konşimento-Bil of landing
    Uluslararası ticarette, deniz yoluyla yapılan eşya taşımacılığında kullanılan ve taşınan eşyayı belirleyen evrak. Taşıyıcı kaptan tarafından hazırlanır.

    Kontrol altındaki ülke(listesi)-Controlled country
    Amerikan yönetimi tarafından hazırlanan ve ulusal güvenlik sebebiyle siyasal ve askeri olarak kontrol altında tutulmaları öngörülen devletlerin sıralandığı değişken liste. Söz konusu liste, belli bir tehlike sıralamasına göre ülkeleri kategorilere ayırmaktadır.

    Konuşma aşaması-Deploment plase
    BM Barış Gücü operasyonlarında üçüncü aşama. Barış gücünde kullanılacak şahıs ekipmanların operasyon sahasına naklini ifade eder.

    Konvansiyonel silah-Convansional weapon
    Klasik savaş silahları. Nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar dışında kalan, kara-deniz-havada kullanılan her türlü silah ve araçlardır. Başlıca konvansiyonel silahlar arasında, top, tank, tüfek, uçak, gemi, denizaltı ve (nükleer başlık taşımayan) füzeler bulunur.
    Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar dışında, kara, deniz ve hava ordularınca kullanılan her türlü silahlar. Bu tür silahlar nükleer çağda da ülkelerin dış politika aracı olma özelliğini sürdürmüştür. Dünya ülkelerinin çoğu nükleer silahlara sahip değildir ve sahip olanlar da bunları her zaman kullanma olanağına sahip değildir. Bu sebeple bu ülkelerin dış politika aktivitelerinde askeri araçlara başvurmaları kaçınılmaz olmaktadır.

    Kordiplomatik (corps diplomatique-diplomatic corps)
    Bir ülkede diplomatik görevle ve statüyle bulunan yabancı devletler diplomatlarının tümüne denir. Kordiplomatik mensupları bazı özel haklardan (ayrıcalık ve bağışıklardan) yararlanır. Örneğin, otomobillerinde (C.D.) harfleri bulunur ve trafik sırasında zorluğa uğradıklarından görevlilerden özel yardım görürler. Bu işaret ayrıca, ülkenin güvenlik makamları bakamından da bazı maksatlar açısından bir tanıma olanağı sağlar. Keza, kordiplomatik mensupları için özel hüviyet kartı verilir ve ülkeden alınırken bu kartı iade ederler.

    Kordiplomatik duayeni-Dean of the diplomatic corps
    Bir ülkenin başkentindeki elçiler arasından, en uzun süredir görev yapmakta oolan büyükelçi. Bütün büyükelçilerin preseance denilen öncelik sırası, güven mektularını o ülkeninin devlet başkanına sunma tarihine göre oluşur. Kordiplomatik duayeni, bulunulan ülkenin dışişleri bakanlığı nezdinde, kordiplomatik mensuplarının genel hak ve çıkarlarını korur, törenlerde yerine göre hepsini temsil eder, diğerlerinin de katıldığı törenlerde en başta yer alır. Duayenin kendi ülkesine dönmesi yada başka ülkeye gitmesi halinde, ondan sonraki sırada gelen en kıdemli elçi bu görevi devralır.
    Dean of the Diplomatic Corps denen şahıs, bir ülkenin başkentinde en uzun süreden beri görev yapmakta bulunan büyükelçidir. Bütün büyükelçilerin bir öncelik sırası vardır ve “preseacence” denilen bu sıra, güven mektuplarını o ülkenin devlet başkanına sunmaları tarihine göre oluşur.
    Kordiplomatik duayeni, bulunan ülkenin Dışişleri Bakanlığı nezdinde kordiplomatik mensuplarının genel hak ve çıkarlarını korur, törenlerde en başta yer alır. Duayenin başka ülkelere gitmesi halinde, ondan sonra sıradaki bu görevi devralır.

    Kordiplomatik Listesi (list du corps diplomatic)
    Diplomatic List denilen bir ülkede görevli bütün diplomatların isim, görev ve adreslerini gösteren liste olup, içinde ayrıca genellikle, misyon şeflerinin (büyükelçi ve diğer temsilcilerin) öncelik sırası listesi ile temsil olunan ülkelerin milli günlerinin listesini de kapsar.
    Kordiplomatik listelerini her ülkenin Dışişleri Bakanlığı’nın protokol kısmı yayınlar.

    Kore savaşı
    Kore yarımadası 1945 Ağustos’unda, Rusya’nın Japonya’ya harp ilan etmesiyle kuzeyde Rus istilasına uğramış ve 38’inci paralelden itibaren Rusya ile ABD tarafından geçici olarak ikiye bölünerek Kuzey Kore yaratılmıştır. Ruslar kuzeyde komünist bir idare kurup çekilmişler ve 1948’de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adını alan devlet ortaya çıkmıştır. Böylece, ilerde iki ülkenin birleştirilmesi kararı da askıda kalmıştır. İki ülke arasında 38. paralel boyunca çeşitli sınır çatışmaları başlamış ve 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore Güney Kore’ye saldırıya geçmiştir.
    Bu durumda, Birleşmiş Milletler bir karar alarak çok büyük kısmı ABD Kuvvetlerinden oluşan bir B.M. Kuvvetini Güney Kore’nin yardımına göndermiş, bu kuvvetler kuzeye doğru ilerleyerek Mançura’daki Çin sınırına yaklaşmışlardı. Çinliler de gönüllü kendi kuvvetleriyle Kuzey Kore’ye yardıma girişmişler, böylece savaş genişlemiş ve uzamıştır. BM Başkumandanı olan General Mac Arthur savaşın durması için bir ara Mançurya’ya atom bombası atılmasını önermiş ve bu yüzden görevinden alınmıştır. Daha sonra Temmuz 1953’de iki taraf arasında 38. paralel civarında mütareke imzalanmıştır.
    Kore savaşı çok sayıda insan hayatına mal olmuş, dünya ekonomisine birçok maddenin fiyatını yükselterek önemli etkiler yapmıştır.
    Türkiye’de 17 Ekim 1950 tarihinde Kore’ye General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir Tugay çıkarmıştır. Çeşitli görevler alan Türk Tugayı Kore’de büyük başarı göstererek, dünyanın takdirini kazanmıştır (Kunuri savaşı). Türk Tugayı Kore’de 900’den fazla şehit vermiş, 200 kişi de yara almıştır. Zamanla Türk Tugayının mevcudu indirilmiştir. Kore’de önemli bir Türk şehitliği vardır ve Ankara’da da 1973’de şehitlerin hatırasına bir anıt yapılmıştır.
    Kore savaşından tarafların kayıplarının durumu ise şöyledir: Güney Kore ordusu 141 bin ölü ve 43 bin kayıp, Birleşmiş Milletler kuvvetleri 36 bin ölü vermiş, karşı taraftan Kuzey Kore ordusu 295 bin ölü, komünist Çin ordusu da 184 bin ölü vermiştir. (Kore’de sivil halktan da her iki kesimde 3 milyon kişi kadar ölmüştür.)

    Korkonsüler-Consular corps
    Bir ülkede görevli bulunan ve konsolosluk statüsüne sahip olan yabancı temsilcilerin tümü. Şehirlere göre de korkonsülerden bahsedilmesi mümkündür. Bunların otomobillerindeki işaretde (C.C.) şeklindedir. Korkonsüler mensupları için özel kimlik kartları verilir. Korrkonsüler mensuplarını gösteren korkonsüler listeleri vardır ve bulundukları ülkenin dışişleri bakanlığınca yayınlanır.

    Korkonsüler duayeni-Dean of the consular corps
    Bir şehirde en uzun süredir görevli bulunan konsolosluk şefi. O şehir resmi makamlarına karşı korkonsüler mensuplarını temsil eden, törenlerde onların en başında gelen kişi.

    Korsanlık (piracy)
    Soygun, gaspetme ya da zarar verme amacıyla açık denizlerde ticaret gemilerine karşı girişilen saldırı eylemi. Denizlerden ayrı olarak uçak kaçırma veya hava korsanlığı ayrı bir tür olarak ele alınır. Daha önceleri savaşan devletlerin de başvurduğu bir yöntem olarak korsanlık, 1856 Paris Kongresi’yle devletler hukukuna göre suç sayılmıştır. Bu yüzden resmi yetkililer bir korsan gemisini zaptedebilir, zorla bir limana yanaşabilir, uyruklarına ya da ikametlerine bakmaksızın korsan gemi mürettebatını yargılayabilir ve suçlu bulunanları cezalandırarak gemiye el koyabilir. Devletler hukukunca suç sayılan korsanlığın temel özellikleri, herhangi bir devletin onay vermemiş olması ve saldırının kişisel amaca yönelik olmasıdır. Bu yönüyle farklı ülkelerin yasalarında ya da özel sözleşmelerde korsanlık olarak tanımlanan yasadışı savaş, ayaklanma, isyan ve köle ticareti gibi fiiller çoğu zaman devletler hukukuna göre korsanlık kapsamına girmez. Günümüzde korsanlık terimi başta uçak olmak üzere otobüs, tren ve kamyon gibi araçları kaçırma, bir hakkı izinsiz kullanarak kazanç ya da çıkar sağlama gibi durumlar için de kullanılmaktadır.

    Koruma Altındaki Ülke (protectorate)
    Bir devlet veya devletlerce ekonomik, sosyal ve askeri yardım yapılması ve gözetilmesi. Ekonomik yardım, tekniksel yardım, sermaye bağışı, özel yatırımın garanti altına alınması ve ticareti krediler vb. Askeri yardım ise silah ve teçhizat transferi, tavsiye grupları, savunma desteği, askeri temeli kurmak için ödemelerde bulunmak vb. içerir.

    Köln Koşulları-Cologne Terms
    Paris Kulübü tarafından dünyanın en borçlu ülkeleri için uygulanan borç silme koşulları. Daha önce belirlenmiş olan Napoli Koşulları na sahip olmasının yanı sıra, ekonomik yapılanma programını istikrarlı biçimde sürdüren ve IMF ile Dünya Bankası tarafından en borçlu ülkelerden biri olduğu onaylanmış olan ülkelere uygulanır.

    Körfez Savaşı (Gulf War)
    Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ın silahlı kuvvetleri 1 Ağustos 1990’da Kuveyt Krallığını, Kuveyt ülkesinin Osmanlı Devleti döneminde Basra eyaletine bağlı olduğu, Basra’nın da Irak’a ait olduğu gerekçesiyle işgal etmiştir. Pekçok ülke Irak’a geri çekilmesi konusunda uyarıda bulunmuş, ancak Irak bunları dikkate almamıştır. Birleşmiş Milletler 15 Ocak 1991’de, Irak’ın geri çekilmesi konusunda ültimatomu içeren bir karar almıştır.Ayrıca, ABD, 7 Ağustos 1990’da Suudi Arabistan’a askeri birlikler göndermiştir. 12 Ocak 1991’de ise ABD Kongresi, Başkan George Bush’un, Irak’a ABD kuvvetleri sevk etme planını onaylamıştır. Ardından, 430.000’i Amerikalı olmak üzere 28 koalisyon ülkesi kuvvetlerinden oluşan 700.000 kişilik askeri birlik Irak’a karşı koymuştur. Irak’ın müttefikleri sadece Filistin Kurtuluşu Örgütü (FKÖ) ve Ürdün olmuştur. Saldırının Hazırlanması sırasında Iraklılar, ülkedeki yabancı işçileri rehin almıştır. Bu rehinler arasında 1.200 İngiliz, 900 Amerikalı, 200 Japon, ayrıca daha az sayıda olmak üzere Polonyalılar ve Almanlar bulunmaktaydı. Irak kuvvetlerine karşı saldırı 17 Ocak 1991’de başlamış ve Iraklılar Kuveyt’ten geri çekilmişlerdir. Saldırı sırasında müttefikler tarafından 200 kişi ölmüş ya da yaralanmış buna karşılık 100,000 den fazla Irak’lı yaşamını yitirmiştir. Bunlar arasında siviller azımsanmayacak sayıdaydı. 180.000 Iraklı asker ise koalisyon güçlerine teslim olmuştur. Savaş sırasında Irak hava gücünün büyük kısmı, tahribattan korunmak için İran’a geçmiştir. ABD Başkanı Bush’un Iraklı liderleri ve özellikle de, kendi yönetiminden kaçan Kürtlere baskı uygulayan ve kimyasal ve nükleer silah materyallerini gelecekte kullanmak üzere saklayan Saddam Hüseyin’i yeterince takip edip uğraşmama kararı oldukça eleştirilmiştir. ABD gelecekteki muhtemel bir kullanım için bölgede 25.000 askerden oluşan bir kuvveti ve 200 hava gücünü bölgede bırakmıştır. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan bir istatistiğe göre savaşın maliyeti 61.1 milyar dolar olmuştur. Savaşın açıklanan sebebi Kuveyt’in, Irak’ın saldırısından kurtarılmasıdır. Ancak bu savaşı soğuk savaş ertesi dönemde Amerikan’ın Pax-Amerikana’yı oluşturmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirenler de vardır. ABD bu savaşta, soğuk savaşta rastlanmayan bir askeri stratejiyi (orta yoğunlukta çatışma-mid-intensity conflict) uygulamıştır.ABD Irak’a yönelik bu stratejinin hazırlıklarına Körfez Savaşı’ndan birkaç yıl önce başlamıştır. Irak yönetimi, ateşkes antlaşmasından sonra, savaş sırasında ayaklanan Kürt ve Şiilere karşı askeri bir harekat düzenlenmiştir. Baskı karşısında Türkiye’ye sığınan Kürt, Şii ve Azeriler için Irak’ın kuzeyinde ve Türkiye’de sığınma kampları oluşturulmuştur. Irak’ta Zaho kenti çevresi koalisyon güçlerince denetim altına alınarak sığınmacılar için güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Kurulan yerleşim yerlerinin aşamalı olarak Birleşmiş Milletler denetimine bırakılması kararlaştırılmıştır.
    Türkiye, Körfez savaşı sırasında Birleşmiş Milletler’in ambargo kararına uyarak, Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının kapatmış, ayrıca güneyde bulunan İncirlik ve Pirinçlik üslerini koalisyon güçlerinin kullanımına açmıştır.

    Kriz diplomasisi-Crisis diplomacy
    Devletler arası ilişkilerde yaşanan kriz dönemlerinde, bu bunalımı aşmaya dönük yürütülen diplomasi.

    Kudüs Sorunu
    Bir çok dinin inançlarına göre kutsal kabul edilen Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesiyle başlayan sorun. Kudüs 1948 yılında İngilizler çekilince İsrail ve Ürdün arasında paylaşıldı. 1967’deki Altı Gün Savaşının ardından İsrail doğu Kudüs’ü işgal ederek kenti eli geçirdi. Ancak Birleşmiş Milletler’in daha önceki Filistin’in paylaşılması planında Kudüs’ün statüsü (corpus-separatum) uluslararası statüde -ayrılmış- kent olarak belirlenmişti. Kudüs sorununun çözümü 1991’de FKÖ ve israil arasında imzalanan “İlkeler Açıklaması”nda 1996’ya ertelendi. 1996’dakiABD başkanlık seçimi, İsrail Knesset seçimleri, soğuk savaşın bitmesiyle diasporadan gelen yahudi göçlerinin artması ve Kudüs’ün kuruluşunun 3.000 yıldönümü kutlamaları sorunun çözümünü zorlaştıracak faktörler olarak görülüyor.

    Kurucu meclis-Constituent assambly
    Bir ülkede anayasa yapmak üzere kurulan ve seçimle iş başına gelmeyen özel meclis. Seçimler yapılıp, yeni meclis oluşunca, kurucu meclisin görevi son bulur.

    Kutsal İttifak
    Rus çarı I. Aleksandr, Avusturya imparatoru I. Franz ve Prusya kralı III. Friedrich Wilhelm’in, Napoleon’un yenilgisinin ardından başlayan II. Paris Antlaşması görüşmeleri sırasında kurdukları ittifak (26 Eylül 1815). Siyasal ve toplumsal yaşamda Hristiyan ilkelere bağlılığı güçlendirmeyi amaçladığını ilan edilen Kutsal İttifak’ın kuruluşuna Çar Aleksandr önderlik etti. Sonradan İngiltere veliaht prensi, Osmanlı padişahı ve papa dışında bütün Avrupa hükümdarlarının katıldıkları ittifak, fazla etkili olmamakla birlikte, liberaller ve sonraki tarihçiler tarafından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki tutucu ve baskıcı yönetimlerin aracı ve simgesi olarak kabul edildi. Napoleon sonrası dönemin önde gelen diplomatlarından Avusturya Dışişleri Bakanı Prens Klemens von Metternich ve İngiltere Dışişleri Bakanı Vikont Castlereagh ise Kutsal İttifak’ı önemsiz ve geçici bir birlik olarak değerlendirmişlerdir.

    Küba Bunalımı, 1962
    Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’ni doğrudan savaşın eşiğine getiren uluslararası siyasal bunalım.
    Küba’da Fidel Castro, 1959’da Amerikan yanlısı diktatör Batista’yı devirerek iktidarı ele geçirmişti. Bu tarihten itibaren Küba’nın ABD ile ilişkileri bozulurken, SSCB ile gelişmiştir. Özellikle 1961 yılının Nisan ayında, ABDtarafından Küba’ya karşı düzenlenen başarısız Domuzlar Körfezi çıkartması ABD-Küba gerginliğini iyice artırmıştır. Bu arada 1962 Ocağında OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) devletleri Küba’nın OAS’tan atılmasını kararlaştırmışlardır. 1962 Ağustos’unda ABD istihbaratı Küba’ya bazı Sovyet füzelerinin yerleştirilmiş olduğunu saptamıştır. Bunun üzerine Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22 Ekim 1962 tarihinden başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de Küba limanlarına doğru Atlantik’te seyretmekte olması, daha önce 1948 tarihli Berlin ablukasında karşı karşıya gelen iki “süper devlet” arasında doğrudan bir çatışma olasılığını ortaya çıkarmıştır. Tüm dünyada bir nükleer savaş korkusu yaşatan bir kaç kritik gün içerisinde, kısmen Khruchchev liderliğindeki SSCB yönetiminin biraz geri adım atması, kısmen de taraflar arasında sürdürülen pazarlıklarda bir anlaşmaya varılması, krizin sıcak bir çatışmaya dönüşmesini önlemiştir. Sovyetler Birliği, Türkiye’de bulunan Jüpiter füzelerinin de sökülmesi kaydıyla Küba’daki füzelerin sökülmesini kabul etmiştir. Küba (Ekim füzeleri) bunalımının en önemli sonucu, soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde, “yumuşama” ve “görüşme” havası yaratmış olmasıdır. Bunalımın ikinci sonucu, NATO’nun Avrupalı ortaklarının, böylesine büyük bir bunalımda, yanı kendilerini de son derece tehlikede bırakan durumlarda, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüş olmalarıdır. Küba Bunalımı, her iki ittifak grubunda da üyelerin, stratejik değişikliklerle başlayan yeni uluslararası ortama uyum gösterme özlemlerine hız kazandırdı. Bunalım,ayrıca geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır. Son olarak, ABD ile Sovyetler Birliği arasında, iki devlet başkanının gizli, çabuk ve doğrudan haberleşmeleri ile birçok yanlış anlamanın giderilmesi amacıyla bir doğrudan telefon hattı (hotline) kurulmuştur.

    Küçük Ada Ülkeleri İttifakı-AOSIS
    İngilizce açılımı Alliance of Small Island States olan ve dünyanın değişik bölgelerine dağılmış vaziyetteki 42 küçük ada ülkesini bir araya getiren uluslararası örgüt. Özellikle çevre konularında ortak hedeflere sahip olan koalisyon, iki uluslararası örgütün/Counterpart International-Earth Voice International ortaklığı ile kurulmuştur.
    Üyeleri: Amerikan Samorası, Marshall Adaları, Antigua ve Barbuda, Mauritius, Bahama, Mauru, Barbardos, Netherlands, Antiller, Belize, Niue, Cape, Verde, Palau, Komorlar, Papua Yeni Gine, Cook Adaları, Samoa, Küba, Sao Tome-Principe, Kıbrıs, Şeyseller, Dominika, Singapur, Mikronezya Federal Devletleri, Solomon Adaları, Fiji, St. Kitts-Nevis, Grenada, St. Luci, Guam, St Vincent-Grenadines, Gine-Bissau, Surinam, Guyana, Tonga, Jamaika, Trinidad ve Tobago, Kiribati, Tuvalu, Maldivler, Virgin Adaları, Malta ve Vanuatu.

    Küçük Antant (Petite Entente)
    Birinci Dünya Savaşını izleyen devrede Avrupa’da oluşan yeni bloklaşmalardan biridir. Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya’nın aralarında kurdukları bir işbirliği ve ittifak sistemidir.
    Küçük Antant; 1920’de Çekoslovakya-Yugoslavya, 1921’de Çekoslovakya-Romanya ve Yugoslavya-Romanya arasındaki ikili anlaşmalardan oluşmuştur. Amacı, bu savaş ertesi yeni devletlerin Orta Avrupa’daki güvenliklerini korumak (Alman, Macar ve Bulgar tehlikesine karşı) ve status quo’yu devam getirmekti. Fransa bu sistemin koruyucusu rolünü oynamış, bu ülkelerin dış siyasetini hayli etkilemiştir.

    Kültür Anlaşmaları (cultural agreements)
    Ülkeler arasında yakınlaşmayısağlamakta önemli rol oynayan belgelerdir. Genellikle, kültürel temaslar, burslar, karşılıklı santranç ve bilim adamı ziyaretlerispor temasları, yayınlar ve tercümeler, ortak araştırmalar, ders kitaplarındaki iki ülkeye ait konular, radyo ve televizyon yayınları, diplomaların denkliği ve daha bir çok kültürel konuları kapsarlar. Kültür anlaşmaları, yakınlaşma ve siyasi anlaşmalara öncülük ederler.

    Kültürel Diplomasi (Cultural diplomacy)
    Ülkelerin karşılıklı olarak siyasal etkide bulunabilmek amacı ile uyguladıkları bir diplomasi türü. Bu fikrin temelinde, kültürel açıdan birbirlerine daha yakın olan taraflar arasında siyasal etkileşimin daha kolay olacağı varsayımı yatmaktadır. Bu diplomasi aracını kullanan devletlerin üzerinde durdukları iki temel öğe “dil” ve “eğitim”dir. Bir ülke hedef aldığı ülkede kendi dilini yaygınlaştırdığı ölçüde daha etkili olma şansını elde eder.

    Kültür Emperyalizmi (cultural imperialism)
    Bir emperyalizm yöntemi. Kültür kalıpları, ekonomik, siyasal ya da toplumsal olsun bir toplumun ana değerlerinin göstergesidir. Kültür emperyalizmi bir ülkenin kendi kültürel değerlerini ve ideolojisini başka bir ülkenin halkına benimsetmesidir. Kitle haberleşme araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması üzerine her devlet kendi kültürel değerlerini başka devletlerin halklarına iletme olanağına kavuşmuştur. Gerçekten de bir ulusun değerlerini ele geçirmek için etkin bir kontrol yöntemi olarak kabul edilebilir. Kültür emperyalizmi diğer emperyalizm yöntemlerinin uygulanması için uygun zemini hazırlar, yani tamamlayıcı bir rol oynar. Başarıya ulaşma şansı en yüksek ve en yumuşak görünen emperyalizm çeşididir. Egemenliğine çok bağlı ülkeler, bu konuda abartılı davranarak, kendi dillerini isimlerini giysilerini değiştirerek Batılı yaşam stilindenkendilerini kurtarabileceklerini ve dolayısıyla bağımlılıklarından kurtulabileceklerini düşünmüşlerdir. Çağımızda bu konuya en büyük örnek olarak Comintern’in bütün ülkelerdeki komünist partilerinin Sovyet dışı politikasını desteklemek yolundaki çalışmalarını verebiliriz. Bugün ABD’nin geniş ölçüde kullandığı yöntemlerden biridir.

    Kültür ataşesi-Cultural attache
    Bir ülkenin, yabancı devletteki diplomatik misyonunda kültürel işlerle ilgilenmek üzere görevlendirilmiş memur. Başlıca görevi, ülkesini kültürel alanda temsil etme, bilgi toplama ve iki ülke arasında kendi uzmanlık alanı ile ilgili konularda işbirliğini geliştirmektir.

    Kültür Devrimi-Cultural Revolution
    Kominist rejime geçtikten sonra Çinde 1965 yılından itibaren ortaya çıkan siyasal süreç. Moa Tse Tung un fikirlerinin yaygınlaştırılması, eskiye bağlılığın azaltılması, parti gücünün her yere hakim kılınması gibi hedefler güdülen bu süreç, 1967 yılında en yoğun seviyesine ulaştı. Bu dönemde, eskiye ait her şey tahrip edilmiş, ihtilal komiteleri kurularak büyük kentlere tamamen hakim olunmuştur. 1970’lerin ortasından itibaren süreç hafifleyerek son bulmuştur.

    Küreselleşme (globalization)
    Ekonomik, siyasal ve toplumsal sistemler çatışma halinde olmalarına rağmen farklı küresel topluluklar her zamankinden daha fazla karşılıklı bağımlılığa maruz kalmışlardır. Çünkü tüketicilerin gereksinimleri ve tercihleri dünya çapında küreselleşmiştir. Küreselleşme stratejisinde, uzun dönemli anlaşmalardan çok birleşmeler oluşturma ve bunları teşvik etme esastır. Ayrıca küresel bağlantılar, yurtseverlik, milliyetçilik ya da bireysellikten çok “değer” unsuruna dayanmaktadır.
    Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum..Prof. Dr. Aziz Sancar

Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. Sanal İlişkiler Aşklar ..
    Konu Sahibi Sır Forum Aşk Doktorunuz
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 11.Şubat.2017, 19:39
  2. Halkla İlişkiler Stratejisi
    Konu Sahibi özLem Forum İlginç Olaylar ve Yazılar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Şubat.2014, 22:54

Bu Konu için Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
ankara escort ankara escort ankara escort bayan kızılay escort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort escort ankara çankaya escort kızılay escort ankara eskort

vegasslot ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com tipobet