Don Juan, Castaneda’ya büyücülerin açıklamasını şöyle anlatır;

“ Hepimizin bir baloncuğun içinde olduğumuzu söyler büyücüler. Doğum anında yerleştirildiğimiz bir baloncuktur, bu. Önceleri açıktır baloncuk, sonraları kapanmaya baslar, ve mühürlenir. Bu baloncuk bizim algılamamızdır. Yaşamımızın tümünü bu baloncuk içinde geçiririz yuvarlak çeperlerinde kendi yansımamızı görürüz. Yansıyan şey bizim dünya görüşümüzdür. Bize doğum anımızda verilen bu görüş önce bir betimlemedir, tüm dikkatimiz onun tarafından çelinip de betimlemenin bir dünya görüşüne dönüşmesine dek de öyle kalır. Öğretmenin ödevi, bu görüşü yeniden düzenlemek, ışıldayan varlığı, velinimetin baloncuğu dışarıdan açacağı ana hazırlamaktır. Baloncuk, ışıldayan varlığın, bütünselliğine ilişkin bir fikir edinebilmesi amacıyla açılır. Işıldayan varlığı bütünselliğine doğru yönlendirmek dikkat isteyen bir manevradır, onun için öğretmenin içeriden velinimetin de dışarıdan çalışmasını gerektirir. Öğretmen dünya görüşünü yeniden düzenler. Bu görüşe tonal adası adını vermiştim. Bizi biz yapan her şeyin bu adanın üstünde yer aldığını söylemiştim. Büyücülerin açıklamasına göre, bu tonal adası kimi öğelerin üzerinde odaklanmayı öğrenmiş olan algılamamız tarafından yapılmıştır; bu nesnelerin her biri ve tümü birlikte, bizim dünya görüşümüzü oluşturmaktadır. Çömezin algılaması söz konusu olduğunda, öğretmenin görevi tüm nesneleri, baloncuğun bir yarısında yeniden düzene sokmaktır. Sen artık şu anda, tonalı temizleme ve yeniden düzenlemenin, onun akıl tarafındaki tüm öğelerinin yeniden kümelendirilmesi olduğunu kavramışsındır. Benim ödevim senin sıradan görüşünü karıştırmaktı; ama parçalamak değildi bu, yalnızca yeniden akıl tarafında kümelenmesini sağlamaktı. Sen bunu tanıdığım herkesten daha yetkin bir biçimde başardın. Bedenin sağ yarısı tonalın tarafıdır. Öğretmen kendini hep bu yöne doğru yöneltir, çömezine savaşçının yolunu tanıtırken onu mantıklı olmaya, ayıklığa, kişisel ve bedensel sağlamlığa doğru yönlendirir; öte yandan, çömezin baş edemeyeceği akıl almaz ama gene de gerçek birtakım durumları ona sunarken, aklının, hayret verici bir biçimde, yalnızca çok küçük bir alanı kavradığının ayırtına varmaya zorlar onu. Savaşçı, her şeyi mantığa vuramayacağını anladığında yenik düşmüş olur da, aklını güçlendirmek ve yenik aklını savunmak amacıyla olanca gücüyle çevresinde gördüğü her bir veriyi bir araya getirmeye başlar. Öğretmen de onu acımasızca dürtükleyerek, tüm dünya görüşünü tek bir yarım kürede toplamasına yardımcı olur. Öteki temizlenmiş yarım küre büyücülerin istenç dediği şeye ayrılmıştır. Öğretmenin görevinin, baloncuğun yarısını temizleyerek her şeyi tek bir yanda düzenlice toplamak olduğunu söylersek, bunu daha iyi açıklamış oluruz.Velinimetin göreviyse, baloncuğu temizlenmiş tarafından açmaktır. Mühür bir kez kırılmaya görsün, savaşçı bir daha asla eskisi gibi olamaz. Bütünselliğinin yönetimi elindedir artık. Baloncuğun bir yarısı aklın merkezidir. Öteki yarısı da istencin, nagualın mutlak merkezidir artık. Olması gerek düzen budur. Tüm öbür düzenlemeler anlamsızdır, boştur, doğamıza aykırıdır; zira onlar büyüsel mirasımızı yoksar ve bizi bir hiçe indirger. Bir tek meselemiz kaldı. Büyücüler buna ışıldayan varlıkların gizi adını verir, bizim algılayıcılığımız da işte burada yatar. Biz insanlar da, tüm öteki ışıldayan varlıklar da algılayıcılarızdır. Bu bizim baloncuğumuzdur, algı baloncuğu yani. Bizim hatamız, kabul edilebilir tek algının akıl süzgecinden geçen algı olduğuna inanmaktır. Büyücüler, aklın merkezlerden yalnızca biri olduğuna ve ona o kadar fazla güvenilmemesi gerektiğine inanırlar.
Büyücülerin açıklamasının gizemi ya da gizi algının kanatlarını açmakta yatar.
Kişi kendi isteğiyle nagualı kullanmadığı sürece büyücülerin açıklamasına ulaşamaz. Tüm bunları açığa kavuşturmak amacıyla şöyle de diyebiliriz: Kişi, nagualı büyücüler gibi kullanacaksa, tonalın görüsü etkili olmalıdır. Algılamamızın düzeni yalnızca tonalın alanına girer; eylemlerimiz yalnızca orada bir ardışıklık kazanabilir; bu eylemler yalnızca orada, basamaklarını sayabileceğin bir merdiven gibi dizilebilir. Nagualda buna benzer bir şey bulamazsın. Anlayacağın, tonalın görüşü bir araçtır, bu bağlamda yalnızca en iyi araç değil, sahip olduğumuz tek araçtır da. Algın, senin içindeki bir şey senin gerçek doğanı kavradığı an, kanatlarını açıverdi. Sen bir salkımsın. Budur büyücülerin açıklaması. Nagual konuşulmaz olandır. Tüm olası duygular, varlıklar, özler onun içinde salapuryalar gibi barışçıl, değişimsiz, sonsuza dek salınıp dururlar. Sonra, yaşam tutkalı birkaçını bir birine yapıştırıverir. Yaşam tutkalı bu duyguların kimilerini yapıştırınca ortaya bir varlık çıkar; tonalın bölgesine doluşan tüm öbür varlıklarla birlikte o yerin şaşaası ve görkemi karşısında körleşip gerçek doğasını unutan bir varlık. Tonal birleşik örgütlenmelerin yaşadığı yerdir. Yaşam gücü, tüm gerekli duyguları bir araya getirir getirmez bir varlık tonalda beliriverir. Sana bir keresinde , tonalın doğumda başlayıp, ölümde bittiğini anlattıydım; bunu dedim, zira yaşam gücü bedeni bırakır bırakmaz tüm o tekil farkındalıkların çözüşüp gelmiş oldukları yere, naguala döndüklerini biliyorum da ondan. Savaşçının bilinmeyene yaptığı yolculuklar tıpkı ölmek gibidir, elbet onun salkımındaki tekil duygular ayrışmayıp, kendi birlikteliklerini yitirmeksizin bir parça genişler yalnızca. Oysa ölümdeyse, bunlar çok diplere batarlar, ve daha önce hiç birim olmamışlarcasına bağımsızca devinirler.
Büyücülerin açıklaması der ki, her birimizin naguala tanık olabileceğimiz bir merkezimiz vardır; istenç. Böylece bir savaşçı nagualın içine dalıverir de salkımının kendisini sonsuz olasılıklar içinde istediğince düzenlenmesine izin verir. Sana, nagualın ifade edilme biçiminin kişisel bir mesele olduğunu anlattıydım. Bununla, savaşçının salkımı istediği gibi düzenlemesinin tümüyle kendisinin bileceği bir iş olduğunu anlatmak istemiştim. İnsan biçimi ya da insan duyguları, hepsi arasında özgün olanıdır, ola ki tüm biçimler arasında bize en tatlı gelenidir; ne var ki, salkımın benimseyebileceği sayısız başka biçimler vardır. Bir büyücünün istediği bir biçimi benimseyebileceğini anlattıydım sana. Doğrudur bu. Özünün bütünlüğüne sahip bir büyücü, salkımının kimi bölümlerini akla gelebilecek her bir şekilde birleşmeye yöneltebilir. Tüm bu karışımları olası kılan şey, yaşam gücüdür. Yaşam gücü tükenince salkımı yeniden bir araya getiremezsin, artık.
Savaşçı acısını kabullenir ama ona düşkünlük gösteremez. Onun için, bilinmeyene dalan savaşçının havası hüzün değildir; tersine, talihi yüzüne güldüğü, ruhu kusursuz olduğu, her şeyin ötesinde etkililiğinin ayırtına vardığı için neşelidir. Savaşçının sevinçliliği yazgısını kabul etmekten, önündekini gerçek anlamda değerlendirmekten kaynaklanır. Bir savaşçının yaşamının soğuk, yalnız ve duygulardan uzak olması imkansızdır, çünkü, yaşamı, sevgilisine duyduğu şefkat, bağlılık, ve özveri üzerine kurulmuştur. Kişi ancak bu dünyayı tutkuyla severek arınır kederlerinden. Bir savaşçı her zaman sevinçlidir, çünkü sevgisi değişmez; bunu iyi bilen aşkı, yeryüzü, ona akla hayale gelmez armağanlar sunar. Üzüntü, yalnızca varlıklarına barınak sağlayan şeyden nefret edenlere özgüdür.
Büyücülerin açıklaması ruhu tümüyle özgür kılmaz. Bakın şu halinize! Büyücülerin açıklamasını almış durumdasınız, ama onu biliyor olmanız sizde bir fark yaratmıyor ki! Her zamankinden daha da yalnızsınız, zira size barınak sunan bu varlığa sevgi duymuyorsanız, tek başınalık yalnızlığa dönüşür. Yalnızca bu muhteşem varlığın sevgisi özgürlük getirebilir bir savaşçının ruhuna; özgürlükse sevinçtir, etkililiktir, çıkmazlar karşısında kendini bırakabilmektir. Son derstir bu. Hep en sona bırakılır, ölümü ve tek başınalığıyla nihai yalnızlığı içinde yüzleşen adamın son anına. Çünkü yalnızca o an bir anlam taşır. “