PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bilginin Toplumsal Tarihi



zAMBakk
29.Eylül.2018, 14:01
Tarihte bir kavramın değeri, ona duyulan ilgiyle artmıştır ve o kavrama duyulan ilgiyle beraber, bahsi geçen kavramın belli bir tarihini sorgulamak da kaçınılmaz olmuştur. Örneğin; Fransız İhtilali, milliyetçilik akımlarına olan ilgiyi ve milliyetçiliğin tarihini incelemeye; Amerika’nın keşfiyle birlikte, orada yaşayan yerlilerin tarihini; nüfus patlaması, demografiyi incelemeyi daha doğrusu demografinin tarihini, ve konumuza dönecek olursak da bilgi patlamasıyla birlikte, onu izleyen yıllarda, bilginin tarihi incelenmeye değer bulunmuştur.

Bilgi kavramının, belirli bir zaman aralağında çeşitlendiğini, Mezopotamya ve Mısır’da gündelik bilgiden tutun da, günümüzde bilimsel bilginin kulanımına kadar geldiğini görüyoruz.Herşeyden önce bilginin, güç olarak sembolize edilerek görülmesi, Sümerliler’ e kadar gider. Orada yapılanlar ; bilgiye verilen önemi çok net bir şekilde göstermektedir. Savaş zamanlarında, ilk olarak bilgi taşıyan yazılı tabletlerin saklanması bilgiye gösterilen önemin bir işaretidir. Bir başka örnek ise, kiliselerin bilgiyi elinde tutması, halkla paylaşmaması, dolayısıyla onları bilgisiz bırakarak yönetilmelerinin daha da kolaylaşmasının sağlanması idi.

Ortaçağ Avrupası’nda, üniversite öğretim üyelerinin hemen hemen hepsi rahiplerden oluşuyordu. 12. yüzyılda gelişen üniversite kurumu, kilisenin içinden çıkmıştı. Dolayısıyla bilgiyi paylaşma gibi bir niyetleri yoktu. Fakat rönesansla birlikte kurulan akademiler, yenilikleri keşfetmek için ideal bir toplumsal kurumlardı. Bu dönemde, Avrupa’nın yaşadığı bu geriliği İslam Dünyası’nda görmek mümkün değildir. İslam dünyası bilimle yakından ilgilenmiş özellikle tıp alanında önemli gelişmeler görülmüştür. Hatta İslam Dünyası’nın kullandığı teknikler ileride Avrupalılar tarafından da kullanılacaktır. Avrupa’da yeni kurulacak akademilere tekrar dönecek olursak; bu gruplar, resmi bir kimlik kazanarak, kamu hizmeti veren kurumlara dönüştü. 1600 yılına gelindiğinde, yalnızca İtalya’da 400’e yakın akademi kurulmuştu. Bu dönemden sonra artık, bilgi, akademilerin tekelinde değildi. Özellikle yolu Floransa’ya düşen gezginler buraya önemli bilgiler getirmekteydiler. Bu bilgilerin ışığında kurulan yeni kurumlar, çok ciddi bir şekilde krallık desteği de alıyordu. Bu dönemde karşılaşılan muhalif düşüncelerine rağmen, bu kurumların krallıkça desteklenmesi, bu yolda çalışanlar için adeta bir teşvikti. Bilgiyi kilisenin dışına çıkarma ve kurulan yeni akademilere hümanist düşüncelerin sızmasıyla beraber, gelişim kaçınılmaz olmuştur. Hümanist hareketin devamında baş gösteren “Bilimsel Devrim”, kendinden önceki çalışmalardan çok daha kapsamlı olarak, almaşık bilgileri öğrenime katmaya çalışmıştır. Birçok bilim dalı, bilimselliği ispatlanmamış ama halk tarafından yaygın kullanılan bilgilerden yararlanmaya gitmiştir. Tüm bunlar olmakla birlikte, muhalefet yine boş durmamış ve eleştiriye devam etmiştir. Ama bunların hiçbiri engel teşkil edememiş, akademiler içinde gözlemevleri ve rasathaneler kurulmuştur. Burada öğretilen çoğu bilgiler halka açıktı. Bir de şu varki bu kurumlar sırf doğa felsefesiyle sınırlı kalmamıştı. Kraliyet derneğinin gezginlere verdiği talimatlarla, yalnızca doğayla ilgilenilmemiş, gidilen yerlerdeki insanların yaşayışları ve kültürleriyle ilgili bilgileri de getirmeleri istenmiştir.


Görülüyor ki; bilgi, artık kabına sığmaz olmuş, sadece üniversitelerde manastırlarda ve kütüphanelerde kalmamış, bunların dışına çıkarak, laboratuvarlara, kahvehanelere, anatomi salonlarına, kitapçı dükkanlarına vb gibi yerlerde kendini göstermiştir. Burada özellikle kitapçı dükkanları ilginçtir. İnsanlar buralara sadece kitap almak için gelmiyor, buluşmak ve konuşmak için de geliyorlardı. Birçok bilgin o zamanlarda basımevlerinde buluşuyor ve sohbetleri sırasında sık sık bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Tüm bu saydıklarımız, özellikle büyük şehirlerde kurulmuştur. Bu sayede farklı bilgilerin etkileşmesi kolaylaşıyordu. Büyük şehirler, adeta o ülkeyi dünyaya bağlayan bağlar niteliğinde oluyordu. Bu şehirlere zamanında büyük görevler düşmüş, adeta birer enformasyon merkezi durumuna getirilmiştir. Ülke dışına gönderilen veya sızdırılan gezginler adeta o ülkeyle ilgili bir çok bilgiyi öğrenmiş bir şekilde geri dönüyorlar ve izlenimlerini, gördüklerini, nelerin yapıldığını aktarıyorlardı. Şehirlerdeki bilginin artmasıyla ve şehirlerin gelişmesiyle rehber yayınlar artmaya başladı. Bu rehberler şehri gezen ziyaretçiler için büyük önem taşıyordu. Burada, limanlara değinmeden de geçemeyeceğim. Limanlarda yapılan ticaretin yanında, belki de daha önemlisi olan; bilgi alışverişi yapılmasıydı. Burada, şüphesiz ticaret sayesinde, yalnız Avrupa bilgilenmiyor, aynı zamanda, örneğin Japonya, Çin ve Rusya gibi devletler de Avrupa’yı tanımış oluyorlardı.


Bilginin şehirlerde daha bir kullanılıyor olması, iyi kütüphanelerin de büyük şehirlerde kurulmasını sağlamıştır. Bu kütüphanelerin en önemli özelliği, halka açık olmasıydı. Artan bilgi ihtiyacı, ona ulaşmak için beraberinde yeni şeyler çıkmasına vesile olmuştur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi rehberlerden tutun da afişler, sarı sayfalar vb. artmaya başladı.


Şehirlerde toplanan bilgiler Avrupa’ya çok şeyler kazandırdı. Özellikle tıp alanında Avrupalılar, çok çeşitli yerlerden bilgiler edindiler. Bunun yanında alınan bilgilerle Dünya’nın küresel anlamda keşfi hız kazandı.


Daha sonra, bilginin toplanıp işlenmesi ve basılıp çoğaltılmasıyla, bilginin sınıflandırılmasına gidildi. Bilgiyi sınıflama sorunu da çok çeşitlilik kazanmış, bu konu üzerinde de çok kapsamlı çalışmalar ve tartışmalar yapılmıştır. Özellikle Avrupa üniversiteleri’nde, bu konu, geniş bir çerçevede incelenmiştir. Akademik bilgi sınıflamaları, Avrupa Üniversitelerinin gündelik uygulamalarına girmiş olup, sınıflama sorunları üzerinde durulmuştur. Bunu yaparken de ders programları, kütüphaneler ve ansiklopediler sırayla incelenmiş ve ilk başlarda bir zincirin halkaları gibi açıklanmaya çalışılmıştır. 15. yüzyıldaki üniversitelerde, ders programları tekbiçimlilik göstermekteydi. Ders programlarında ağırlıklı olarak dinbilim, hukuk ve tıp dersleri vardı. Din bilim ağırlık kazanıyor, diğerlerinden önemli bir yerde görülüyordu. Kütüphanelerdeki kitapların düzenlenmesi de üniversite ders programlarıyla paraleldi. Üniversitelerin ders programlarındaki farklı bakış açılarıyla düzenlenmesi, o üniversiteye ait olan kütüphanelerin sınıflandırmasını da etkiliyordu. Ansiklopedilerin içerdiği bilgiler de ders programlarına yakınlık gösteriyor, fakat kimi zaman hazırlayıcısına göre de değişiklik içeriyordu.


Bilgi üstüne, geleneksel fikirlerin ne denli uzun süre sağ kaldığı, üniversite fakültelerinin birbirlerinden önce gelme çatışmalarını anlatan iki kitabın yanyana koyulmasıyla daha iyi netliğe kavuşabilir. Çünkü bu temel disiplinler, aynen yeniçağ boyunca temel konumlarını sürdürmüşlerdir. Yine de, Rönesans’la Aydınlanma dönemi arasında, akademik bilgi sisteminin içinde önemli değişiklikler olmuş, bilginin yeniden haritasını çıkarma ve kurumları yeniden biçimlendirme eğilimleri görülmüştür. Ders programlarının yeniden gözden geçirilmesiyle beraber, bilimler parçalara bölünmüş, bilimsel araştırmalar yoğunluk kazanmış ve denilebilir ki; dünyanın tüm gelişmelerine vesile olmuştur. Ders programlarının yeniden düzenlenmesi ve bundan dolayı, bilim dallarının parçalanarak artmasıyla kitap sayısı çoğalmış kütüphanelerde yeniden sınıflandırmalar yapılmıştır. Ansiklopediler de ilk başta olduğundan farklılığa gitmiştir. Artık ansiklopediler bilgiye kolay ulaşma yolunda önemli bir adım atıp, alfabetik sisteme geçmiştir.


Bilginin artık toplumlar için giderek önem kazanması içte ve dışta yeni yeni kavramları ve sorunları da beraberinde getirdi. Ortak amaçlar bilginin lehine iken, artık bilgiye sahip olma ve onu uygun kullanmanın ötesine geçilerek, birçok yeni kavramlar ve çalışmalar yapıldı. Bunlar, içinde bulunulan topluma göre de değişiklik gösterdi. Bilgiye parasal bir değer verildi. Krallar artan bilgilerin arkasında kalmamak için masalarından kalkmaz, çoğu kere okumakla meşgul olurlardı. Ülkeler arası savaşlarda, o ülkenin insanları tek vücut olup sadece bir amacı gerçekleştirmek için var gücüyle savaş ederler. Ama savaş iyi sonuçla da bitse, bir süre sonra iç huzursuzluklar başlayacak ve topyekün mücadele eden insanlar, bu sefer birbirleriyle savaşacaklardır. Bilgi kavramını ortak bir zemine oturtmaya çalışmak için tek vücut olan toplumlar, devam eden süreç içerisinde bilginin aidiyetinin kime ait olduğu konusunda kendi içerisinde çatışmaya düşerler. Bilginin güç ve meta olarak algılanması çatışmanın kaynağını oluşturur.


Bilginin öneminin farkedilmesiyle birçok şey değişti. Bilgi, kimi zaman herkes tarafından bilinmesi istenmeyen bir sır, kimi zaman parayla satılan meta, kimi zaman da ülkelerin geleceğini sağlam temellere oturtan bir güçtü. Bilginin öneminin anlaşılması, bir çok şeyi de beraberinde getirdi. Yeni meslek gruplarının oluşmasından tutun da dünyanın keşfedilmesine kadar birçok alana etki etti. Hatta çağa adını veren bu kavram atom çağı ve uzay çağı gibi ayağı yere basmayan bir kavram değildi. Atom çağı ve uzay çağı ekonomiye ve direkt olarak üretime; kısacası insanların hayatını geliştirici bir etki etmedi. Ama bilgi çağı, üretimi direkt olarak etkilemiş bilgi teknolojileri buna paralel olarak çok hızlı bir şekilde ilerleme katetmiş ve toplumların hayatını derinden etkilemiştir.


Sonuç olarak, bilginin tekelden çıkarak halka yayılmaya başladığı günden bugüne, insanoğlunun ve uygarlığın katettiği yol tarih tarafından ortaya konulmuştur. Eğer biz bugün “dünyadan bihaber” insan bulmakta zorlanıyor isek, bunun arkasında yatan tarihsel gerçeklik, bilginin paylaşımı olarak algılayabilmek mümkün görünmektedir.