PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebi



Cappy
02.Şubat.2018, 01:16
Mezhep sözlükte “gidilecek yer, gidilecek yol, görüş ve akım” gibi mânalara gelir. Dini mana olarak ise kendi içinde tutarlı bir düşünce sistemine sahip olduğu kabul edilen itikadi ve fıkhî görüşleri ifade eder. Mezhep kurucusu kabul edilen imam veya müctehid hiçbir şekilde bir din koyucusu veya din tebliğcisi değildir. Yüce Allah tarafından konulan ve Hazreti Muhammed tarafından tebliğ edilen İslam dininin gerek inanç, gerekse ibadet ve hukuk alanına giren meseleleri delilleriyle birlikte ele alıp bunlara ilişkin yorum ve çözümler getirme ihtiyacı karşısında, delillerinden hüküm çıkarma yeterliğine sahip alimler birbirinden farklı görüşler ve çözüm örnekleri ortaya koymuşlardır.

İşte belli görüşler etrafında oluşan ve yeni katılımlarla da giderek zenginleşen fikri kümeleşmeye mezhep denilmiştir. İslam tevhid dinidir. Tevhid, Allah’ı zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne tapınılan olarak tanımak demektir. Bu anlayış ırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün Müslümanları birlik ve beraberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde Müslümanların birlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu ayetler bu hususu vurgulamaktadır: “Hepiniz Allah’ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (Âl-i İmrân 3/103) “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Enfâl 8/46)

Fikir ayrılıkları her ne kadar doğal ve kaçınılmaz ise de, bu serbesti, müslümanların bölünmesine yol açmama şartı ile sınırlıdır. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Siz kendilerine apaçık âyetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın” Bilindiği gibi hazreti Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların bir kısmı siyasi bir kısmıda fikri sebeplere dayanıyordu. Ancak siyasi nitelikli ihtilaflar da zamanla fikri ve dini şekillere bürünmüş ve akaid sahasını ilgilendiren meseleler arasına girmiştir. Böylece daha ilk dönemlerde Hâricîlik ve Şia gibi siyasi-itikadî mezhepler ile Mu’tezile ve Mürcie gibi çeşitli itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır. İtikadî alanda ortaya çıkan mezhepler daha çok tevhid, kader, iman-amel ilişkisi gibi temel konular çerçevesinde Allah’ın sıfatları, müteşâbih ayetlerin anlaşılması, ru’yetullah, Allah’ın irâdesi, amelin imandan bir cüz olup-olmaması gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür. Günümüzdeki küfür dalgalarının, isyan selinden kurtulabilmek için, Allah Teâlâ’nın dinine sımsıkı sarılmak gerekir. Bilindiği gibi Nuh (as) ve beraberindekiler Allah’ın dinine sarıldıkları için selamete ermişler, o günkü tufandan kurtulmuşlardır.



Bunun için de öncelikle Ehli sünnet vel cemaat İtikadını doğru öğrenmek; yani Hazreti Peygamber’in, (sav) Sahabe-i Kiramın, Ehl-i Beyt’in, Selefi Salihinin inandığı gibi inanmak; bid’atlardan, bozuk itikadlardan kaçınmak; Ehl-i Sünnet alimleri tarafından yazılmış güvenilir akaid kitaplarını okuyarak doğru yolda olmak, bid’atlerden, zındıklıklardan sapık görüşlerden kaçınmak; ilmiyle amel eden, ihlaslı âlimlerin, Salihlerin, kâmil mürşidlerin Hz. Peygamber’in (sav) yolundan gidenlerin itikadı üzere inanmak gerekir.

Ehli Sünnet inancı Nuh (as) gemisi gibidir

Ebû Zer (ra) dan rivayete göre Hz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Ona binen kurtulur, selamete erer, binmeyip geri kalan da (oğlu bile olsa) boğulup gider.” Bir İnsana en fazla lazım olan şey; bilinmesi ve kesin şekilde inanılması gerekli olan hususlara iman etmektir. İman etmiş olanların en çok dikkat ve titizlik göstermeleri gereken konu itikadın, yani inanılacak, bilgilerin, Kurana, Sünnet’e, Din’e uygun olmasıdır. Abdullah b. Ömer (ra) den rivayete göre Resûlullah (sav) Efendimiz: “Ümmetim dalâlet (sapıklık) üzerinde ebediyen ittifak etmez. Siz bu cemaate sımsıkı sarılınız. Çünkü Allah Teâlâ’nın yardımı cemaat üzerinedir” (Taberanî,el-Mu’cemü’l-Kebîr, 12/342, No:13623) buyurmuştur.

Gerçek İslâm, Kuran’ın ve Sünnetin doğru yorumuna dayanan İslâm’dır. O da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebidir. Hakikat budur. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Artık onlar, Sen’in ve Ashabı’nın iman ettiği gibi, iman ederlerse, muhakkak hidayete ermiş olurlar ve eğer yüz çevirirlerse, hiç şüphe yok ki onlar Hak’tan yana büyük bir ayrılık içindedirler. O halde ALLAH Teâlâ onlara karşı sana yetecektir. Ve O her şeyi hakkıyla işitici ve hakkıyla bilendir”. (bakara 2/137) Bu ayet-i Kerime açıkça ifade ediyor ki: Kıyamet kopuncaya kadar, Hazreti Peygamber (sav) Efendimiz ve Ashab-ı Kiram gibi inanıp, onlar gibi amel edenler, onlara hakkıyla tabi olanlar hidayettedirler.

Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat” da bunlardır.

Peygamber Efendimiz (sav) ve Ashabından sonra onların itikadına ve ameline muhalif olarak türeyen bütün fırkalar, muhalefetleri ölçüsünce hidayetten ayrılmışlardır. Bir Müslüman için en büyük değer imandır. Ona ebedî mutluluk kapısını imanı açar. İnsan yaşadığı hayatla, ebedi hayat olan ahiret hayatının arasını son nefeste iman ile birleştirmeyi başarırsa en büyük saadeti kazanmış olur. İmanı elden giderse en büyük zarara uğramış olur. İman yoksa para, mal, mülk, hiçbir şeye yaramaz. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, sonradan çıkmış herhangi bir mezheb, değildir. Resûlullah (sav) Efendimizin, Sahabelerin, Ehl-i Beytin, Selef-i Sâlihîn efendilerimizin, tebliğ ettikleri ve açıkladıkları, aslına uygun gerçek İslam’dır.

İtikad ve ameldeki bidat fırkaları ise küçük patikalardan ve çıkmaz yollardan başka bir şey değildir. Bu bakımdan Ehl-i Sünnet, Kuran’a ve Sünnet’e dayanan gerçek İslâm demektir. Peygamber Efendimiz (sav) ile, Kuran ile başlamıştır. Ehl-i Sünet’i herhangi bir fırka gibi görmek, gerçekleri çarpıtmaktır. İslâm dininin ana caddesi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yoludur. Bu arada şu hususu da belirtmek gerekir; Bütün müminler kardeştir. Bid’ati ve yanlışlığı kendisini küfre götürmeyen herkes mümindir.