PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Peygamberimiz (a.s.m.) Nasıl Kur'ân Okurdu?



Sır
27.Ocak.2017, 13:35
KUR'ÂN-I AZİMÜŞŞÂNI güzel ve en hazin bir şekilde Peygamber Efendimiz (a.s.m.) okurdu. Çünkü ilk olarak Kur'ân'la o muhatap olduğu gibi, ilk defa da o okumuştu. Ama asıl olarak Peygamberimize (a.s.m.) Kur'ân'ı nasıl okumasını öğreten Yüce Rabbidir.

Peygamberimizi (a.s.m.) 'Kur'ân'ı açık açık, tane tane oku' şeklinde yol göstererek eğiten Yüce Allah, asıl itibariyle Kur'ân-ı Kerîmi okurken ilk başta nelere dikkat etmesi gerektiğini de bildiriyordu.

Peygamber Sallallâhü Aleyhi Vesellem, vahyin ilk günlerinde, Kur'ân'ın yeni yeni nâzil olduğu o günlerde birden lâhûtî bir âleme girer ve tatlı bir heyecana kapılır, haşyet içinde kendisi de Cebrail Aleyhisselâmla birlikte inen âyet ve sûreleri okumaya başlardı. Ama sürekli Rabbinin kontrolünde bulunan Sevgili Peygamberimize (a.s.m.) Kur'ân şu dersi veriyordu:

'Ey Habibim! Cebrail sana Kur'ân'ı okurken, acele edip de dilini kıpırdatma. Onu biraya toplayıp okutmak Bize aittir. Cebrail'e okuttuğumuzda, sen onun okuyuşunu takip et.'

* * *

Efendimizin (a.s.m.) en büyük vazifesi, en önemli görevi ve hayatı boyu yapacağı, bir an için olsun vazgeçe-meyeceği, ayrı kalamayacağı işi Kur'ân okumaktı.

Zaten Peygamberimiz (a.s.m.), bu özelliğini şu şekilde ifade ediyordu:

'Ben Kur'ân'ı okumakla emrolundum.'

Kur'ân'ı okumaya başlarken ilk evvela ne yapması gerektiği, ne ile başlaması gerektiği hususunu da Peygamberimize (a.s.m.) yine Rabbimiz öğretiyor:

'Kur'ân'ı okuyacağın zaman kovulmuş şeytanın vesvesesinden Allah'a sığın.'

Yani Eûzü çekerek Kur'ân'ı okumasını bildiriyordu.

Peygamberimiz (a.s.m.) Kur'ân'ı sadece okumakla emrolunmamış, okutmak ve insanlara öğretmekle de görevliydi. Bu görevini Rabbimiz şu şekilde bildiriyordu:

'Kur'ân'ı Biz sûre sûre, âyet âyet ayırdık ki, insanlara peyderpey okuyasın ve anlayıp öğrenmeleri kolaylaşsın.'

* * *

Rabbinden aldığı bu talimatlar üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) Kur'ân'ı okuyor, Sahabiler de büyük bir haz alarak dinliyorlardı. Bu manzara çok ulvi, çok müstesna ve çok muhteşemdi.

Bu nimeti yaşayan bahtiyar Sahabiler, bizleri de o güzellikten mahrum bırakmamak düşüncesiyle Efendimizin (a.s.m.) Kur'ân okuyuşunu bizlere aktarıyor ve ulaştırıyorlar.

Peygamberimizin (a.s.m.) amcası oğlu ve aynı zamanda özel bir talebesi olan Abdullah bin Abbas bu Cennet anını şöyle anlatıyor:

'Bir gece teyzem Meymûne'nin evinde kaldım. Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem hanımı ile bir süre sohbet etti, sonra istirahata çekildi.

'Gecenin son üçte biri olunca uyandı, oturdu, gökyüzüne baktı (şu âyetten başlayarak) ‘Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için Allah'ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden pek çok delil vardır' Âl-i İmrân Sûresinin sonuna kadar okudu.

'Sonra kalktı, abdest aldı, misvak kullandı ve on bir rekât namaz kıldı. Sonra Bilal ezan okudu, akabinde Resulullah (a.s.m.) evden çıktı ve sabah namazını kıldı.'

Efendimizin (a.s.m.) hanımı Meymûne annemiz, Hz. Abdullah'ın teyzesiydi. Bunun için bazı geceler Hz. Abdullah teyzesinin evinde kalıyordu.

* * *

Peygamberimiz (a.s.m.) her haliyle bir insandı şüphe-siz. Çocuk oldu, genç oldu, ileri yaşlara ulaştı ve nihâyet yaşlandı. Ama onu yaşlandıran unsurlar başkaydı. Onun üzerinde yaşlılık izlerinin sebebi ayrıydı. Hayat yükü, dünya meşgalesi, iş güç ve aile derdi değildi. O Kur'ân'ın gerçek muhatabıydı. Kur'ân onun ruhuna ve kalbine öyle tesirler vücuda getiriyor, onu öyle bir hale sevk ediyordu ki, vücut çizgilerini değiştiriyordu.

Bir seferinde Hz. Ebû Bekir (r.a.), Resulullah Sallallâhü Aleyhi Veselleme sordu:

'Yâ Resulallah, yaşlandınız.'

Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdular:

'Hûd Sûresi, el-Vâkıâ, ve'l-Murselâtü, Amme yetesâelûne ve İze'ş-şemsu kuvvirat Sûreleri beni yaşlandırdı.'

Bu sûreler kıyametin dehşetini, azametini ve kâinatın alacağı o korkunç şekli anlatıyordu. Kur'ân'ın ifadesiyle 'Çocukları ihtiyarlatan o gün' kıyamet günüydü.

Öyle ki, kıyamet gününün azametini anlamak için sa-dece Tekvîr Sûresinin şu âyetlerini okumak yeterlidir:

'Güneş dürülüp toplandığında,
'Yıldızlar döküldüğünde,
'Dağlar yürütüldüğünde,
'Gebe develer başıboş kaldığında,
'Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
'Denizler tutuştuğunda,
'Ruhlar bedenleriyle birleştiğinde,
'Diri diri gömülen kız çocuğuna, hangi suçu yüzünden öldürüldüğü sorulduğunda,
'Amel defterleri açıldığında,
'Gök yerinden kaldırıldığında,
'Cehennem kızıştırıldığında,
'Cennet yakınlaştırıldığında,
'Herkes o gün için ne hazırladığını bilmiş olacaktır.' (1-14. âyetler)

* * *

Peygamberimiz (a.s.m.) Kur'ân'ı o kadar tatlı, o kadar içten, o kadar güzel ve mükemmel okurdu ki, Sahabiler kendilerinden geçercesine dinlerler, içleri, dışları, bütün âlemleri ap aydınlık olur, nurlarla dolardı. Bu duygularını anlatırlarken de aldıkları zevki ifade etmeden geçemiyorlardı.

Cübeyr bin Mut'im anlatıyor:

Bir akşam namazında Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellemin Tûr Sûresini okuduğunu işittim. Okurken şu, 'Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksınız mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yarattılar? Yoksa gökleri ve yeri on-lar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp iman etmeye niyetleri yoktur. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbir ve idaresini onlar mı ele geçirdi?' (35, 36 ve 37. âyetler) meâlindeki âyetler gelince (İbni Mut'im der ki: hayranlığımdan) kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.'
Peygamberimiz (a.s.m.) hiç ara vermeden, belli bir dü-zen içinde, belli bir miktarda her gün Kur'ân okurdu. Hangi halde olursa olsun, hangi şartlarda bulunursa bulunsun, Kur'ân okumak onun hiçbir zaman ihmal etmediği bir âdetiydi.

Hadiste geçtiği şekliyle bu bir 'hizb'di. Bu hizb, bizim bildiğimiz şekliyle beş sayfa mıydı, yoksa daha mı faz-laydı, onu bilemiyoruz.
Efendimizin (a.s.m.) bu sünnetini de Evs bin Huzeyfe es-Sekafî anlatıyor:
Resulullah (a.s.m.) her gece yatsı namazından sonra gelir, bizimle sohbet ederdi.

Bir akşam geç kaldı ve her zamanki vakitte gelemedi. Daha sonra teşrif etti.

'Yâ Resulallah, bugün geç kaldınız' dedim.

Buyurdular ki:

'Bugün Kur'ân-ı Kerîmden her zaman okumakta ol-duğum hizbimi okumamıştım. Hatırıma geldi, okumadan çıkmak istemedim.'

Sabah olunca Resulullah (a.s.m.) Sahabilere;

'Siz Kur'ân'ı kaç hizbe ayırıyorsunuz?' diye bir soru tevcih etti:
'Üç, beş, yedi, dokuz, on, on bir, on üç ve kısa sûrelerin hizbi' dediler.

Peygamberimizin (a.s.m.) her gün Kur'ân'dan sayfa-larca okuduğu olurdu. Yatsı ve sabah namazları gibi na-mazların her rekâtında uzun sûrelerden birisini okurdu. Sahabiler de en küçük bir bıkkınlık göstermeden takip ederdi. Ama bazen öyle anlar olurdu ki, bir âyetten fazla okuyamazdı.
Hazret-i Ebû Zer anlatıyor:

Resulullah (a.s.m.) bir gece sabaha kadar namazda bir âyeti tekrarladı. Âyet şuydu:

'Eğer Sen onları azaba çarptırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır. Ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen Aziz ve Hakimsin.'

Efendimizin (a.s.m.) bu âyeti tekrar etmesi havfullahta, Allah korkusundan ne kadar yüksek bir derecede olduğunu gösterdiği gibi, aynı zamanda biz günahkâr ümmeti için de fiili bir şefaat talebiydi.

* * *

Peygamberimiz (a.s.m.) Kurân âyetlerinin mânâlarına göre hareket ederdi. Kur'ân onun için aynı zamanda bir dua ve niyaz kitabıdır, bir münacat ve iltica kitabıdır. Bundan dolayıdır ki Efendimiz (a.s.m.), Kur'ân'ı Rabbiyle konuşur gibi okurdu. Yerine göre Allah'ın rahmetini diler, duruma göre Allah'a sığınır, âyetlerin gelişine göre Rabbine olan tesbihini arttırırdı.
Peygamberimizin (a.s.m.) bu halini Hazret-i Huzeyfe şöyle anlatıyor:
'Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem gece namazını kıldı. Namazdaki okuyuşunda bir rahmet âyeti geçtiği zaman Allah'tan rahmet dilerdi, bir azap âyeti geçtiği za-man da Allah'a sığınırdı, Allah'ın noksanlıklardan uzak ve temiz olduğunu bahseden bir âyet geçtiği zaman da Allah'ı tesbih ederdi.'
Ebû Leylâ Hazretleri de bu esnada Peygamberimizin (a.s.m.) hangi duayı okuduğunu şöyle haber veriyor:

'Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem geceleyin nafi-le namaz kılarken ben de onun yanında namaz kıldım. O kıraatinde bir azap âyeti okudu. Âyetin bitiminde ‘Eûzü billâhi mine'n-nâri ve veylün li-ehli'n-nâr (Cehennem ateşin-den Allah'a sığınırım, Cehennemliklerin vay haline!)' buyurdu.'

* * *

Peygamberimizin (a.s.m.) ders halkasından hiç ayrılmayanlardan birisi de Hz. Enes'tir. Aynı zamanda Peygamberimizi (a.s.m.) Kur'ân okurken en çok dinleyenlerden birisidir.

Hz. Katade, Enes bin Malik'ten Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Kur'ân okuyuşunu merak eder. Der ki:

'Ben Enes bin Malik'e Resulullahın (a.s.m.) Kur'ân okuyuşunu sordum. Şöyle cevapladı:

'Resulullah (a.s.m.) uzatmaya elverişli olan harfleri okurken sesini uzatırdı.'

* * *

Kur'ân'da bazı özel ve özellikli âyetler vardır. O âyetler okunduğu zaman peşinden dua anlamında bazı şeyler söylemek gerekir. Bu âyetlerin hangileri olduğu ve okununca nelerin söyleneceğini de Peygamberimizden (a.s.m.) öğreniyoruz. Bu âyetlerin içinde çoğumuzun bildiği Tîn Sûresinin son âyeti vardır.

Ebû Hüreyre anlatıyor. Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem buyurdular ki:

'Sizden kim Vettîni ve'z-zeytûni sûresini okuyup son âyeti olan ‘Eleysallâhü bi-ahkemi'l-hâkimîn (Allah, hâkimlerin hâkimi değil mi?)' (8. âyet) âyetine gelince, ‘Belâ ve ene mine'ş-şâhidîn (Evet, ben buna şahitlik edenlerde-nim)' desin.

'Kim de ‘Lâ uksimu bi-yevmi'l-kıyâme'yi okuyup son âyeti olan ‘Bütün bunları yapan Allah ölüleri tekrar di-riltmeye kâdir değil midir?' âyetini de okuyunca, ‘Belâ ve izzeti Rabbinâ (Rabbimin izzetine and olsun, evet, ka-dirdir, gücü yeter)' desin.

'Kim de Mürselât Sûresini okuyup da en sonundaki ‘Artık bundan sonra onlar hangi söze inanacak?' (50. âyet) âyetini de tamamlayınca, ‘Âmennâ billâhi Teâlâ (Allahu Teâlâya inandık)' desin.'